111 - TEBBET SURESİ
Rahman Rahim Allah’ın ismine
Tebab : Tebab, pişirilmiş et parçaları demektir. “Te” ve “Ke” mahreçleri birbirine yakın süreksiz yumuşak harflerdir. Arapça’da aralarında başka harf yoktur. “Sen” anlamına gelen te ve ke Arapça’da kullanılmaktadır. Tebbe kelimesi “elin çolaklaşması, işe yaramaz hale gelmesi” anlamına gelir. İslam düzeni kurulmadan evvel fitne ehli, zür ehli faaliyette iken doğru ve iyi kimseler sinmiş durumdaydı. İslam düzeni gelince onlar yok olmadılar. Ama iş yapamaz hale geldiler. Kur’an İslam düzeninin gelmesini öğrettikten ve bunlar başarıldıktan sonra fetih gerçekleşmiştir. Bunun müjdesi Nasr Suresi’nde verilmiştir. Bu sure de onun devamıdır. “İza” tekrar edilmemiştir. Ama “izen”, “o zaman” demektir, artık fitne ehlinin etkisiz hale geldiğini veya geleceğini ifade etmiş olmaktadır.
Yed : El ve kol demektir. İnsanı hayvanlardan ayıran özelliklerin başında elini sanat için ve yazmak için kullanabilmesidir. Bu tür işlerde yetenekler iki el ile ifade edilir. İki elin de, çolaklaşmış olduğunu ifade ederek artık iş yapamaz hale geldiklerini veya geleceklerini ifade etmektedir.
Ebv : Oluşmaya sebep olan kimselere veya hayvanlara baba denmektedir.
Leheb : Alev demektir. Toplumun içine fitne sokup tansiyonunu yükseltmek leheb kelimesi ile ifade edilmiştir. Bir takım asılsız haberleri uydurup yaymak, büyütmek, değiştirmek suretiyle halkı kışkırtmak, alevlendirmek olarak geçmektedir. Türkçe’de “yangına körükle gitmek” tabiri böyledir. Düzenin olmadığı ve hukukun bulunmadığı topluluklarda herkes kendi hakkını kendisi korumak zorunda kalır. Söylenen her söze kulak vermek ve değerlendirmek zorunluluğu vardır. Bu da ister istemez topluluğu alevler içine atar. “Leheb” burada belirsizdir. Dolayısıyla “Ebi” kelimesi de belirsizdir. Bu kelime ile belli bir kişi kastedilmez, genel olarak bu tür fiilleri yapan kimseler kastedilir.
Ve tebbe : Kendisi de çolaklaştı, anlamına gelir. Yani artık bir iş yapıp kimseyi kışkırtamaz hale geldi, demektir. Bir toplulukta o topluğun inandığı, doğruları söyleyen birileri bulunursa halk, ortaya çıkan söylentileri onların yorumları ile değerlendirir ve bu tür kimselere inanmaz. İşte İslam düzeni kötülerin bulunmadığı değil, kötülerin itibar görmediği bir düzendir.
Ma : Olumsuzluk edatıdır. Geçmişteki olumsuzluğu ifade eder. Süreklilik şartı yoktur.
Ğaniy : Ğanem, koyun sürüsü demektir. Ğanimet kelimesi buradan gelir. Sonra “m” harfi “y” harfine dönüşmüş ve zenginlik anlamı kazanmıştır. Kurtarmak, savmak anlamında if’al babı kullanılır. Kelime olarak “zengin etti” manasınadır. Ama kullanışta “savdı, kurtardı” anlamlarına gelir.
An hu : Harfi cerdir. “Ala” karşılığı fiilin başlangıcı için kullanılır. Fiilin isme etkisi vardır. “Eğna anhu” dersek kişide değişiklik yapmış olur, yani kişiyi kurtarmış olur. O zamiri Ebi Leheb’e gider.
Meyl, hu : Eyik ağaç anlamındadır. Yönelmek anlamında “meyl etmek” yani insanın o tarafa içini meyletmesi şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. “Mal” da insanların değer verdiği şeylerdir. Bu değer işe yaraması yanında az olması sebebiyle de doğmuş olabilir. Mal piyasada değeri olan eşyadır. Buradaki zamir yine Ebi Leheb’e gitmektedir.
Ve ma : Buradaki “ve”, “ma”yı “mal”a bağlamaktadır. “Ellezi” anlamındadır. Fiil belli fail belli değildir. Yahut fiil belli meful belli değildir.
Kesb :Küsbe, küme, yığın demektir. İnsanlar kazandıkları malları ve değerleri bir yerde yığarlar. Bu faaliyete Türkçe’de “kazanma” denir. “Kesbettiği şeyler” anlamındadır. “Yaptıkları” anlamında genişlemiştir. Bugün dünya sermaye sahiplerinin ortaya attığı fesat ve fitne ile kaynamaktadır. İlaç fabrikaları ilaçları ile insanları zehirlemektedirler. Silah fabrikaları bombalarıyla dünyayı ateşe vermektedirler. İşte bunlar dünyanın bugün cahiliye dönemi yaşadığını gösterir. Cahiliye demek, hukuk düzeninin olmadığı, mahkemelerin kuvvetliyi ve zengini koruduğu ve avukatların sömürdüğü bir dünyadır. İslam düzeni geldiği zaman düzenin gereği olarak bütün bunlar çolaklaşacak, sinecek ve yeryüzü adaletle dolacaktır.
Sin : “Sin”, fiili muzarinin başına gelen bir harftir. Arapça’da gelecek zaman sığası yoktur. Fiili muzarinin başına “sin” gelirse yakın gelecek zamana dönüşür. Uzak gelecek için “sevfe” kullanılır. Burada “yakında ateşe ulaşacaktır” ifadesi ile “cehenneme gidecektir” anlamını verebiliriz veya “dünyada ateşe düşecektir” anlamı çıkar. Sevfe demeyip de s demesiyle dünyaya işaret etmektedir. Kendisi aleve düşecek diyor. Böylece Türkçe’deki “kendi kazdığı kuyuya kendisi düşecek”, sözüne bir işarettir. Tebbet kelimesinde mazi kullanılmış, burada ise gelecek sigası kullanılmıştır. İktidardan düşenler artık aranmaz olurlar ve yaptıklarının acılarını duymaya başlarlar.
Sıliy : Sıliye, çölde Arapların güneşte et pişirdikleri taşın adıdır. Sonra pişirmek mastarına dönüşmüştür. “Ateşte pişecektir” denmektedir. Terbiye olacaktır, anlamındadır. Salat kelimesi de buradan gelmektedir. Cehennem dünyada terbiye olmayan insanları ahirette terbiye etmek için vardır. Zaten cehennem de fırın demektir.
Nar : Ateş demektir. Nur da bu kökten türemiştir.
Zate : Zate dişidir. Bir isim başka bir ismin özelliğini taşıyorsa o ismin başına gelir. “Zil kurba” yakınlığı olan demektir. Karib yakın demektir. Karib devamlı yakınlığı olan kimse için kullanılır. Zil kurba ise o anda yakınlığı olan kimse için kullanılır. Burada “alevli ateşe” şeklinde kullanılmıştır. Kendisi alev saçmış olduğundan o da alevli ateşin içinde kendisini bulacaktır. Rüşvet verenler önce yararlanmış olurlar. Ama düzen bozulduğunda artık o kimseler rüşvet verme gücünü de bulamazlar ve bozdukları düzen içinde boğulurlar. Meşru hareket etmeyenlerin ortaya çıkardıkları durum sonunda kendi aleyhlerine döner. Tüm topluluk batar, ondan sonra yeni düzen kurulur. Peygamberler mevcut düzeni batırmazlar, batmış olan düzen üzerine yeni düzen kurarlar. Peygamberlerin varisi olan alimler de böyle yapmalıdırlar. Düzenin batmakta olduğunu gördüklerinde hazırlıklarını yaparak batınca el koyarlar.
Ve : Buradaki vav, “imre etuhu” kelimesini Ebu Leheb’e bağlamaktadır. Ebu Leheb mecaz olduğuna göre bundan sonra gelen “imre etuhu” kelimesi de mecaz olmalıdır. Böylece sosyal olaylar da biyolojik aile olaylarına benzetilmiş olur. Yukarıdaki Ebu Leheb’in erkek olma şartı yoktur. O fiili yapan kadın da olabilir. Burada da “imree” fonksiyon olarak erkek olabilir. Bu sebepledir ki, mecaz ifadelerde hakiki mana ortadan kalkar.
Mer’e : Mer’, “merve”den dönüşmüştür. Sert taş demektir. İnsanın kişiliğine işaret etmek için istiare edilmiştir. Mer’e kadın kişi demektir. Merve ve mer’e çocukları da içine alır. Ama recul sadece savaşçı erkekler için kullanılır. Mer’etuhu eşi demektir, mer’uha da eşi demektir. Burada Ebu Leheb’in eşi olarak zikredilmiştir. Ebu Leheb burada kafir birisi olarak takdim edilmektedir. Ona “eşi” diyor. Fıkıhçılar bu ifade ile müslüman olmayanların evliliklerinin sahih olduğunu, karı koca hukukunun doğduğunu, nesebin ve diğer aile hukukunun geçerli olduğunu, müslüman olduklarında yeniden nikah yapmalarına gerek kalmadığını ve din farkının aile hukukunu nesh etmediğini bu ayetin ifadesi ile istidlal etmişlerdir. Kadın müslüman olsa veya erkek müslüman olsa Şafii’ye göre boşanma meydana gelir. Çünkü mü’minle müşrik bir arada olmaz. Ebu Hanife birinin müslüman olması ile nikah sona ermez, diğerine teklif edilir, kabul etmezse kabul etmediği tarihte nikah fesh olur.
Haml : Yük demektir. Eşeklere yüklenen yüktür. Vizr de yüklemektir ama insanların sırtına aldıkları yüktür. Daha çok sorumluluk yükü anlamına gelir. Haml daha çok maddi yüktür. Hammal, mubalağa ismi faildir ve imre’nin sıfatıdır. Hetabe izafe edildiği için de marifedir. Ama bu marifelik lafzi marifeliktir. Çünkü “vemreetuhu”daki zamir nekreye gitmektedir.
Hatab : Odun demektir. Fitnenin kaynağına mecazdır. Gizli haber alma teşkilatları daha çok kadınları kullanarak haber toplarlar. Sonra o haberleri değerlendirerek fitne çıkarırlar ve o fitne ile topluluklarını çökertirler. Bu sebepledir ki, İslamiyet’te gizli haber alma teşkilatı yoktur. Çünkü, Kur’an “Vela tecessesü” demektedir. Askeri hukukta ise durum farklıdır. İslamiyet’te herkes duyduğu önemli haberi yaymadan ve başkalarına anlatmadan başkana anlatır. Böylece bütün halk haber alma teşkilatının doğal üyesidir. Başkan da bu haberleri kurduğu bir hey’ete vererek değerlendirir. O heyet doğrudan doğruya istihbarat yapamaz. Bu heyet Genelkurmay’dır.
Fi : Zarf harfi ceridir. Olayın içinde cereyan ettiği yer ve zamandır. Yerin ve zamanın tamamını kaplaması gerekmez.
Ceyd : Omuzla boğaz arasındaki boyun demektir. Hamallar sardıkları ipi bir omuzlarına atarak öbür kısmını koltuk altlarından geçirerek gezerlerdi. Bu onların iş aradığını gösterirdi. Ajanlar, dedikoduları bulup toplamak için insanların arasında dolaşırlar. Kendilerini de belli ederler. Gizli haber merkezine haber ulaştırmak isteyenler onları tanıdıklarından haberlerini çaktırmadan verirler.
Min : Cinsin açıklanması içindir. İpin neden yapıldığını anlatmaktadır. Ağaç kabuğundan alınan lifler veya hurma dallarından alınan lifler bükülerek ip haline getirilir. Değişik kaynaklardan toplanan haberler birbirlerine bağlanarak ip haline getirilir.
Mesed : İp yapımında kullanılan lif demektir.
Ebi Lehebin yedleri tebbetti, kendisi de tebbetti. Ne malı ne de kesbettikleri ondan iğna etti. Yakında lehebli bir nara sıliy edecek. Mesedden bir habl ciydinde iken hatebin hammalı imreesi de.
Alev babasının elleri çolaklaştı, kendisi de çolak oldu. Ne varı ne de yaptıkları onu kurtardı. Yakında alevli bir ateşte pişecek. Boynunda liften bir iple odun taşıyan eşi de.