25 – FURKAN SURESİ
ZiFR (ze) : Tulum demektir.
ĞeMaM : Gökyüzünü kaplayan koyu buluttur.
A’DuD (ayn, dat) : Çöl dikeni, dişlemek anlamlarına gelir.
HeZüL (hı, zal) : Tüyleri dökülmüş, yaşlanmış devedir.
SeHuR (sad,he) : Erimiş yağdır.
ĞeRM : “Ğarb” güneşin battığı yerdir. Bir şeyin suya veya batlığa batmasına “ğereme” denmektedir. Bir kimsenin borcu varlığından fazla olursa ona ğarim, yani müflis denir.
HeRR (hı) : Düşmek, kapaklanmak demektir.
GBE, (Ayın, be, hemze), Aba, Kepenek, sırta alınan örtü. Fiil olarak yararlanmak demektir.
Rahman, Rahim Allah’ın ismine
1- A’lemlere nezir olması için furkanı a’bdine tenzil etmiş olan kimse tebarük etti.
Topluluklara uyarıcı olması için ayıracı kuluna indirmiş olan kimse bolardı.
2- O, semalar ve arzın mülkü kendisinin olan kimsedir, bir veled ittihaz edinmedi, mülkünde bir şeriki de yoktur ve şeyin küllünü halk edip onu takdir etti.
O, gökler ve yerin hanlığı kendisinin olan kimsedir, bir çocuk edinmedi, hanlığında bir ortağı da yoktur ve şeyin hepsini yaratıp onu ölçülendirdi.
3- Ve onun dununda kendileri halk olunmuş iken hiçbir şeyi halk edemeyen, kendi nefislerine ne bir zarara, ne bir nef’e malik olan ve ne mevte, ne hayata ne de nüşura malik olan ilahları ittihaz ettiler.
Ve onun dışında kendileri yaratılmış iken hiçbir şeyi yaratamayan, kendilerine ne bir sıkıntı, ne bir yarar verebilen ve ne bir ölümü, ne bir yaşamı, ne de dirilişi yapabile tanrıları edindiler.
4- Ve küfr etmiş olan kimseler “Bu bir ifkten başkası değildir, onu o iftira etti, aher bir kavim onda ona i’ane etti” kavledip bir zulüm ve zur ile ciet ettiler.
Ve kapatmış olan kimseler “Bu bir düzmeceden başkası değildir, onu o uydurdu, diğer bir ulus onda ona yardım etti” söyleyip bir ezme ve değiştirme ile geldiler.
5- Ve “Evvelkilerin satırlarıdır, onları iktitab etti de onlar ona bükrede ve asilde imla olunuyor” kavlettiler.
Ve “Öncekilerin dizileridir, onların kendisine yazdırılmasını istedi de onlar ona gecede ve gündüzde yazdırılıyor” söylediler.
6- “Onu, semalarda ve arzda sırrı i’lmeden kimse inzal etti” kavlet. O, ğafurdur, rahimdir.
“Onu, gökler ve yerde gizleri bilen kimse indirdi” söyle. O, örtendir, çalıştırandır.
7- Ve “Bu resule ne oluyor, tea’mı ekl ediyor ve sevklerde meşy ediyor. Ona, bir melek inzal olunmalı ve o onunla beraber nezir olmalıydı” kavlettiler.
Ve “Bu elçiye ne oluyor, besini yiyor ve yollarda yürüyor. Ona, bir melek indirilmeli ve o onunla beraber uyarıcı olmalıydı” söylediler.
8- Veya bir kenz ona ilka olunmalı veya kendisinin eklettiği bir cenneti olmalıydı. Ve zalimler “Meshur bir recülden başkasına ittiba’ etmiyorsunuz” kavletti.
Veya bir gömü ona bırakılmalı veya kendisinin yediği bir yemişliği olmalıydı. Ve ezenler “Büyülü bir adamdan başkasına uymuyorsunuz” söyledi.
9- Nazar et, sana nasıl meseller darb ediyorlar da dall ediyorlar, bir sebile de istitae’ edemiyorlar.
Bak, sana nasıl örnekler sunuyorlar da şaşırıyorlar, bir yola da güç yetiremiyorlar.
10- Meşiet ederse sana bundan daha hayrını, tahtından nehirlerin cereyan ettiği cennetleri ca’l edebilen ve sana kasırları ca’l edecek olan kimse tebarük etti.
Dilerse sana bundan daha iyisini, altından ırmakların aktığı yemişlikleri yapabilen ve sana köşkler yapacak olan kimse bolardı.
11- Bel, saa’tı tekzib ettiler ve saa’tı tekzib eden kimselere sei’ri i’tada ettik.
Değil, süreyi yalanladılar ve süreyi yalanlayan kimselere sıcağı tayarladık.
12- O onları, bei’d bir mekandan re’y edince onlar onu tağayyuz ve zefir olarak sem’ ederler.
O onları, uzak bir yerden görünce onlar onu öfkelenmiş ve solumakta iken işitirler.
13- Ve ona dayyık bir mekana mukarerler olarak ilka olunduklarında orada süburen da’vet ederler.
Ve ona sıkışmış bir yere bağlanmış olarak bırakıldıklarında yırtınırcasına çağırırlar.
14- “El yevm vahid bir sübur olarak da’vet etmeyiniz; kesir sübur olarak da’vet ediniz.”
“Bugün yırtılırcasına bir olarak çağırmayınız; yırtılırcasına çokça çağırınız.”
15- “Bu mu daha hayırdır yoksa müttekilere va’d olunan huld cenneti mi? O, bir ceza ve mesir olarak onlarındır” kavlet.
“Bu mu daha iyidir yoksa korunanlara söz verilen kalıcı yemişlik mi? O, bir karşılık ve gezinti teri olarak onlarındır” söyle.
16- Onlara orada halidler olarak meşit ettikleri vardır. Bu, Rabbine mesul bir va’d olmuştur.
Onlara orada kalıcılar olarak diledikleri vardır. Bu Yetiştiricine sorumlu bir söz olmuştur.
17- Ve o yevm onları ve Allah’ın dununda i’badet ettiklerini haşr edecek de onlara “Siz mi bu a’bdlerimi idlal ettiniz yoksa onlar mı sebili dallettiler?” diye kavledecek.
Ve o gün onları ve Allah’tan başka kulluk yaptıklarını toplayacak da onlara “Bu kullarımı siz mi şaşırttınız yoksa onlar mı yolu şaşırdı?” diye söyleyecek.
18- “Sen sübhansın, senin dununda velilerden ittihaz edinmemiz bize inbiğa etmez. Ve lakin, zikri nes edene dek kendilerini ve ebilerini temti’ ettin. Ve onlar bur bir kavim oldu” kavlettiler.
“Sen arınmışsın, senin dışında dayanaklardan edinmemiz bize yakışmaz. Ve ancak, anışı unutmalarına dek kendilerini ve atalarını yararlandırdın. Ve onlar ilkel bir ulus oldu” söylediler.
19- Kavlettiklerinizi size tekzib ettiler. Ne sarfa, ne de nasra istitae’ ettiniz. Ve sizden kim zulüm etti ise ona kebir bir a’zabı izake ederiz.
Söylediklerinizi size yalanladılar. Ne çevirmeye, ne de yardıma güç yetirdiniz. Ve sizden kim ezerse ona büyük bir tadışı tattırırız.
20- Senden min kabl resullerden irsal ettiklerimizin hepsi taa’mı eklediyor ve suklarda meşiy ediyorlardı. Ve ba’zınızı ba’zınıza fitne ca’l ettik. Sabredecek misini? Ve Rabbiniz basirdir.
Senden önce elçilerden gönderdiklerimizin hepsi besini yiyor ve yollarda yürüyorlardı. Ve birbirinizi denek yaptık. Dayanacak mısınız? Ve Yetiştiriciniz görendir.
21- Ve likaımızı reca etmeyen kimseler “Üzerimize melekler inzal olunmalı veya Rabbimizi re’y etmeliydik” kavletti. Nefislerinde istikbar etmişlerdi ve kebir bir u’tuv ile u’tvettiler.
Ve buluşmamızı ummayan kimseler “Üzerimize melekler inmeli veya Yetiştiricimizi görmeliydik” söyledi. Kendilerini büyük görmüşlerdi ve büyük bir kargaşaya karıştılar.
22- Onlar o yevm melekleri re’y ederler, ol yevm mücrimlere büşra yok ve onlara mahcur olarak hicr, kavlederler.
Onlar o gün melekleri görürler, o günde suçlulara sevinç yoktur ve onlara kısıtlanmış olarak yasaklı, söylerler.
23- Ve a’melden a’mel ettiklerine kudüm ettik de onu mensur olarak heba ca’l ettik.
Ve işten işlediklerine vardık da onu saçılmış olarak toz yaptık.
24- Ol yevmde cennetin ashabı müstekerr olarak daha hayırdır ve mekilen daha ahsendir.
O günde yemişliğin eli barınanlar olarak daha iyidir ve söyleşenler daha güzeldir.
25- Ve o yevmde sema ğemam ile teşakkuk eder ve melekler tenzil ile tenzil olunur.
Ve o günde gök bulut ile parçalanır ve melekler iniş ile indirilir.
26- Mülk, ol yevm hakktır, Rahman’ındır. Ve kafirlere a’sir bir yevm oldu.
Hanlık, o gün gerçektir, Yaşatan’ındır. Ve kapatanlara güç bir gün oldu.
27- Ve o yevm zalim yedeyi üzerine a’diddir. “Resulle beraber bir sebil ittihaz edinseydim” kavleder.
Ve o gün ezen elinin üzerini ısırır. Elçi ile beraber bir yol edinseydim” söyler.
28- “Bana veyl, fülanı helil ittihaz edinmeseydim.”
“Bana yazık, onu yandan edinmeseydim.”
29- “Bana ciet ettikten ba’d beni zikirden idlal etmişti. Ve şeytan insan için bir hazuldur.”
“Bana geldikten sonra beni anıştan şaşırtmıştı. Şeytan insanı kopuk yapandır.”
30- Ve resul “Ya Rabbim, kavmim bu Kur’an’ı bir mehcur ittihaz edindi” kavletti.
Ve elçi “Ey Yetiştiricim, ulusum bu Kur’an’ı bir göçelge edindi” söyledi.
31- Ve işte böyle, her nebi için mücrimlerden bir a’düvv ca’l ettik. Ve hadi ve nasir olarak Rabbin kifayet eder.
Ve işte böyle, her ulak için suçlulardan bir düşman yaptık. Ve yol gösteren ve yardımcı olarak Yetiştiricin yeter.
32- Ve küfreden kimseler “Kur’an ona vahid bir cümle olarak tenzil olmalıydı” kavletti. İşte böyle onunla senin fuadını tesbit etmemiz için ve onu bir tertille tertil ettirmemiz için yaptık.
Ve kapatan kimseler “Kur’an ona toplu olarak indirilmeliydi” söyledi. İşte böyle onunla senin topanını sağlamlaştırmamız ve onu tane tane çentmemiz için yaptık.
33- Ve sana etvet ettirdikleri her bir mesele ancak sana hakla ve tefsir olarak da ahseni ile ciet ederiz
Ve sana getirdikleri her bir örneğe ancak sana gerçekle ve açıklama olarak da en iyisi ile geliriz.
34- Vecihleri üzerine cehenneme haşr olunacak kimseler, işte onlar mekan olarak şerdir, sebil olarak da edall etmiştir.
Yüzleri üzerine tandıra toplatılacak olan kimseler, işte onlar yer olarak kötüdür, yolu en çok şaşırandır.
35- Ve Musa’ya kitabı ita etmiştik ve onunla beraber ehisi Harun’u vezir olarak ca’l etmiştik.
Ve Musa’ya yazıtı vermiştik ve onunla beraber kardeşi Harun’u bakan olarak yapmıştık.
36- İkisine “Ayetlerimizi tekzib eden kimseler olan kavme zehb edin” kavlettik de onları tedmiren tedmir ettik.
İkisine “Kanıtlarımızı yalanlayan kimseler olan ulusa gidin” söyledik de onların sonunu getirdik.
37- Nuh kavmi , resulleri tekzib ettiklerinde onları iğrak ettik. Ve onları nasa bir ayet ca’l ettik. zalimlere elim bir a’zabı i’tad ettik.
Nuh ulusu, elçileri yalanladıklarında onları boğduk. Ve onları insanlara bir kanıt yaptık. Ezenlere acı bir tadışı tayarladık.
38- Ve A’d’a, Semud’a, Ress ashabına ve bunun beynindeki karınların kesirine de..
Ve A’d’a, Semud’a, Ress eline ve bunun arasındaki kuşakların çoğuna da..
39- Ve küllünü, misalleri ona darb ettik ve küllünü tetbiren tetbir ettik.
Ve hepsini, örnekleri ona sunduk ve hepsini darma dağınık yaptık.
40- Ve su’ metarının imtar olunduğu karye üzerine etvet etmişlerdir. Onu re’y etmiyorlar mıydı? Bel, nüşuru rica etmiyorlardı.
Ve kötülük yağmurunun yağdırıldığı kent üzerine gelmişlerdir. Onu görmüyorlar mıydı? Değil, dirilmeyi ummuyorlardı.
41- Ve seni re’y edince seni hüzüvün dışında ittihaz edinmediler. Allah’ın resul olarak ba’s ettiği kimse bu mudur?
Ve seni görünce ancak seni alaya aldılar. Allah’ın elçi olarak gönderdiği kimse bu mudur?
42- Onlar üzerinde sabretmeseydik ilahlarımızdan bizi dall ediveriyordu. Ve a’zabı re’y ettiklerinde kimin sebili daha dalldır sevfe i’lmedecekler.
Onlar üzerinde direnmeseydik tanrılarımızdan bizi şaşırtıverecekti. Ve tadışı gördüklerinde kimin yolu daha şaşkındır ileride bilecekler.
43- Hevasını ilahı ittihaz edinen kimseyi re’y ettin mi? Sen mi onun üzerinde vekilsin?
Eğilimini tanrısı edinen kimseyi gördün mü? Sen mi onun üzerinde dayanaksın?
44- Yoksa sen onların ekserisini sem’ eder veya a’kl eder mi hesab ediyorsun? Onlar, ena’m gibiden başkası değiller; bel, onlar sebil olarak daha dalldırlar.
Yoksa sen onların çoğunu işitir veya usavurur mu sanıyorsun? Onlar, davarlar gibiden başkası değiller; değil, onlar yolca daha şaşkındırlar.
45- Rabbine re’y etmedin mi, zılli nasıl medd etti ve meşiet etseydi onu sakin ca’l ederdi sümme şemsi onun üzerine bir delil ca’l ettik.
Yetiştiricini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzattı ve dileseydi onu durağan yapardı sonra güneşi onun üzerine bir neden yaptık.
46- Sümme onu yesir bir kabz olarak kendimize kabz ettik.
Sonra onu kolay bir tutuş olarak kendimize tuttuk.
47- O, leyli libas ve nevmi sübat olarak size ca’leden ve neharı nüşur olarak ca’l eden kimsedir.
O, geceyi giysi ve uykuyu dinlenme olarak size yapan, gündüzü de yaylım yapan kimsedir.
48-49- Ve O, rihleri rahmetinin yedeyinin beyninde büşra olarak irsal eden kimsedir. Onunla meyte bir beldeyi ihya edelim ve halk ettiğimiz ena’mdan ve kesir insanı iska edelim diye semadan tahur maı inzal ettik.
Ve O, yelleri esenliğinin önünden sevindirici olarak gönderen kimsedir. Onunla ölü bir kenti diriltelim ve yarattığımız davarlardan ve çokça insanları sulayalım diye gökten arınmış suyu indirdik.
50- Ve onu onların beyninde tezkir etmeleri için tasrif etmiştik. Nasın ekserisi kefurun dışında iba etti.
Ve onu onların arasında anlamaları için çevirmiştik. İnanların çoğu kapatma dışında kaçındı.
51- Ve meşiet etseydik karyenin küllünde bir neziri ba’s ederdik.
Ve dileseydik her kentte bir uyarıcıyı çıkarırdık.
52- Kafirlere itaa’t etme ve onunla onlarla kebir bir cihad ile mücahede et.
Kapatanlara uyma ve onunla onlarla büyük bir çaba ile çabalaş.
53- Ve O, iki bahrı merc eden kimsedir. Bu a’zb bir furattır, bu da milh bir ucacdır ve ikisinin beyninde mahcur bir hicr ve berzeh ca’l etti.
Ve O, iki denizi salan kimsedir. Bu coşkulu, tatlı bir sudur, bu da tuzlu ve acıdır ve ikisinin arasında kısıtlanmış bir yasaklı ara vardır.
54- Ve O, madan bir beşeri halk eden kimsedir de ona bir neseb ve sihr ca’l etti. Ve Rabbin kadirdir.
Ve O, sudan bir insan yaratan kimsedir de ona bir soy ve sop yaptı. Ve Yetiştiricin güç yetirendir.
55- Ve Allah’ın dununda kendilerine ne nef’ eden ne de zarar verene i’badet ediyorlar. Ve kafir, Rabbine zahirdir.
Ve Allah’ın dışında kendilerine ne yarar, ne de darlık verene kulluk ediyorlar. Ve kapatan, Yetiştiricisine karşı arkadır.
56- Ve seni ancak bir mübeşşir ve nezir olarak irsal ettik.
Ve seni ancak bir sevindirici ve uyarıcı olarak gönderdik.
57- “Rabbine bir sebili ittihaz edinmeyi meşiet eden kimse dışında ben sizden ona karşı bir ecri sual etmiyorum” kavlet.
“Yetiştiricisine bir yolu edinmeyi dileyen kimse dışında ben sizden ona karşı bir karşılığı istemiyorum” söyle.
58- Ve mevt etmeyen kimse olan Hayy’a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih et. O, a’bdlerinin zenblerine habir olarak kifayet eder.
Ve ölmeyen kimse olan Diri’ye dayan ve O’nu değeri ile arıt. O, kullarının yazıklarını bilen olarak yeter.
59- O, semaları ve arzı ve ikisinin beyninde olanları sitte yevmde halk eden kimsedir, sümme Rahman a’rşa istiva etti. Onu habire sual et.
O, gökleri ve yeri ve ikisinin arasında olanları altı günde yaratan kimsedir, sonra Yaşatan sekiye doğruldu. Onu bilen sor.
60- Ve onlara “Rahman’a secde ediniz” kavledilince “Rahman nedir? Bize emrettiğine mi secde edeceğiz” kavlettiler ve onların nefretleri ziyade etti.
Ve onlara “Yaşatan’a kapanınız” söylenince “Yaşatan nedir? Senin bize buyurduğuna mı kapanacağız” söylediler ve onların öfkeleri arttı.
61- Semada burcları ca’l eden kimse ve orada sıracı ve münir bir kameri ca’l eden kimse tebarük etti.
Gökte kümeler yapan kimse ve orada çıra ve aydınlatan bir ayı yapan kimse bolardı.
62- Ve O, leyli ve neharı tezekkür etmeyi irade eden veya şükürü irade eden kimseye hilfe olarak ca’l eden kimsedir.
Ve O, geceyi ve gündüzü anlak isteyen veya karşılamak isteyen kimseye ardıl olarak yapan kimsedir.
63- Ve Rahmanın a’bdleri arzda hevnen meşy eden kimsedir. Ve cahiller onlara muhatab edince “Selam” kavlettiler.
Ve Yetiştiricinin kulları yerde düz yürüyen kimsedir. Ve ilkeller onlara konuşunca “Barış!” söylerler.
64- Ve onlar Rablerine sücceden ve kıyamen beyt eden kimselerdir.
Ve onlar Yetiştiricilerine kapanarak ve durarak geceleyen kimselerdir.
65- Ve onlar, “Rabbimiz, bizden cehennem a’zabını sarf et, onun a’zabı ğeramdır” diye kavleden kimselerdir.
Ve onlar “Yetiştiricimiz, bizden tandırın tadışını savuştur onun tadışı çökerticidir” diye söyleyen kimselerdir.
66- O, müstekarr ve mükam olarak sevet etmiştir.
O barınak ve durak kötü olmuştur.
67- Ve onlar, infak edince ne israf eden, ne de katr eden kimselerdir ve bunlar arasında olan kevam oldu.
Ve onlar, kullandırınca ne savuran, ne de kısan kimselerdirler ve bunlar arasında olan duraktır.
68- Ve onlar, Allah ile beraber aher bir ilahı davet etmeyenler, hakkın dışında Allah’ın tahrim ettiği nefsi katl etmeyenler ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunu fi’l ederse esama lika olur.
Ve onlar, Allah ile beraber diğer bir tanrıyı çağırmayan, gerçeğin dışında Allah’ın yasakladığı kişiyi vurmayan ve oynaşmayan kimselerdir. Kim bunu yaparsa yazığa kavuşur.
69- Kıyamet yevminde ona a’zab müdaa’ftır ve orada mühanı huld eder.
Kalkış gününde ona tadış katlanır ve orada sıkıntıda kalıcı olur.
70- Ancak kim tevbe eder ve salih bir a’meli a’mel ederse işte onların Allah seyyielerini hasenelere tebdil eder. Ve Allah ğafurdur rahimdir.
Ancak kim döner ve uygun bir işi işlerse işte onların Allah kötülüklerini iyiliklere değiştirir. Ve Allah Örterdir Çalıştırandır.
71- Ve kim tevbe eder ve bir salihi a’mel ederse o metab olarak Allah’a tevbe eder.
Ve kim döner ve bir uygunu işlerse o dönüşle Allah’a döner.
72- Ve onlar, zure şehadet etmezler ve lağve murur edince kiramen murur ederler.
Ve onlar, çekiştirmeye tanıklık yapmazlar ve boşsöze uğrayınca görkemle geçerler.
73- Ve onlar, Rablerinin ayetleri ile tezkir olunduklarında onların üzerine sümm ve u’myan olarak herr etmez kimselerdir.
Ve onlar, Yetiştiricilerinin kanıtları anlatıldığında onların üzerine sağır ve kör olarak kapaklanmaz kimselerdir.
74- Ve onlar, “Rabbimiz, zevclerimizden ve zürriyetlerimizden a’yünün kurresini bize hibe et ve bizi müttekilere imam ca’l et.
Ve onlar, “Yetiştiricimiz, eşlerimizden ve töremelerimizden gözdelerini bize bağışla ve bizi korunanlara önder yap.
75-76- İşte onlar, sabr ettiklerinden ğurfeye icza olunurlar ve orada tahiyye ve selam olarak orada haliddirler ilka olunurlar. O, müstekarr ve mükam olarak hasen olmuştur
İşte onlar, dayandıklarından katlar ile karşılanırlar ve orada sağlık ve barışla olarak orada kalıcı bırakılırlar. O barınak ve durak olarak güzel olmuştur
77- Duanız olmasa rabbim sizi ne gabb edecekti.Tekzib ettiniz sevfe lizam olacak.
Çağrımız olmasa yetiştiricim sizi ne diye yararlandıracaktı. Yalanladınız. İleride yapışacak.
AÇIKLAMA : Furkan, Kur’an’ın özel adlarından biridir. Kur’an, Kitab, Zikir ve Furkan. Kur’an seslerden, Kitab yazıdan, Zikir de manadan ibarettir. Furkan ise içtihatla ondan çıkarılan hükümlerdir.
“Alemlere nezir olması..” ifadesi ile Kur’an’ın bütün insanlara hüküm olarak indirilmiş olduğunu ifade etmektedir. Yani Kur’an, mümin olsun olmasın bütün insanların düzen içinde yaşayabilmeleri için gerekli hükümleri içermektedir.
“Herşeyi yaratmış ve onu takdir etmiştir, ölçülendirmiştir.” İfadesi ile bütün büyüklüklerin ölçülebilir nitelikte olduğu anlaşılmaktadır. Pozitif bilim, birimini bulup ölçülendirilebilen konuları içermektedir. Girdiler üzerinde hesaplamalarla elde edilen sonuçlar hesaplanana uyuyorsa ispat edilmiş olur.
“Onlar mevte, hayata ve nüşura malik değiller” denmektedir. Hayat ve mevtin dışında neşri onlarla beraber zikretmektedir. Neşr, yayılmak anlamında olup canlıların çoğalıp yayılması için ve dirilme için kullanılır. Burada mevt ve hayatın çoğalabilme ile kendi kendini üretebilme ile ilgili bir ilişki ifade edilmektedir. İlahlara “hüm” zamiri gönderilmiştir. Oysa onların mevti hayat ve neşr olmadıklarını belirtmektedir. “Hüm” zamiri şuurlu varlıklar için kullanılır. Hayali varlıklar şuurlu kabul edildiği takdirde “hüm” zamiri kullanılır. Ne sağ, ne ölü, ne de çoğalabilen varlıklar nasıl oluyor da şuurlu varlık kabul ediliyor ve tanrı yapıyor. Bu hususa işaret edilmektedir.
“Bu onun uydurduklarıdır, başka kavim ona yardım ediyor, diyorlar” denmektedir. Kur’an üzerinde araştırma yapmayan ve Kur’an’ın iniş şartlarını ve tarihini bilmeyenler Kur’an’da görülmüş olan birçok bilgilerin Tevrat ve İncil’de de olduğunu görerek ondan kopya alındığı iddiasındalar. Oysa Kur’an indiği zaman Arabistan’da Arapça yazılmış altı yüz satırlık şiirden başka yazılı herhangi bir belge yoktu. Tevrat ve İncil’de bulunan kavramları ifade eden bir dil de yoktu. Bir başka yerden kopya alanlar onlardan bir çok kelimeyi de aktarırlar. Oysa Kur’an’da o gün Arapların kullandığı kelimelerden başka hiçbir yabancı kelime yoktu. Kur’an, Tevrat ve İncil’den daha ileri kavramlar getirmiştir. İçtihat ve tefsirlerle ilgili hükümler koymuştur. Bu gösteriyor ki, Kur’an bir beşerin sözü değildir. Bunu kendileri de biliyorlar. Ama işlerine gelmediği için itiraf etmiyorlar. “Zulüm ve zur ile geldiler” ifadesi ile buna işaret edilmektedir.
“Geçmişlerin esatiridir, gece gündüz ona yazdırılıyor” denmektedir. Tevrat ve İncil’le ve Kur’an’a hala esatir gözü ile bakılmaktadır. Oysa kazılar ve araştırmalar gerek Tevrat’ın gerek İncil’in anlattıkları hep tarihi gerçek olarak görülmektedir. Kur’an’da ise tarihi tesbitlere uymayan hiçbir şey yoktur. Bu da Kur’an’ın mucizesidir ve Tevrat ve İncil’in ilahi kaynaklı olduğunun kanıtıdır.
“Bu resule ne oluyor ki, yemek yiyor, sokaklarda dolaşıyor, ona gönderilen melek yok, hazineleri yok, bağ bahçeleri yok, diyorlar” denmektedir. İnsanlar kendilerine benzeyen ve kendilerinden olan kimselerin topluluğa getirdikleri yenilikleri görmek istemezler, insan üstü bir varlık olmasını isterler veya dışarıda olan bir varlığı hatta ölmüş olanı değiştirerek ona yeni özellikler veririler. Ancak ona inanırlar. Oysa peygamberler böyle aldatmaca, kandırmaca ve uydurmaca araçlara asla başvurmamışlardır. Kendileri insan olarak kalmış, sadece Allah’ın emirlerini tebliğ etmişlerdir. Başarıları da o kadar büyük olmuştur ki, binlerce yıl sonra bile etkileri hala tap taze durmaktadır.
“Bu Rabbine mesul bir va’ddır” denerek Allah’ın verdiği sözü yerine getirmekten sorumlu olduğunu ifade etmektedir. Oysa Allah gayr-ı mesuldür. Sünneti mesulmüş gibi olduğundan böyle denmiştir.
Eski peygamberlerin de yemek yedikleri ve sokakta dolaştıklarını ifade ederek bütün peygamberlerin bizim genleri taşıyan insan oldukları açıkça söylenmektedir. Bu peygamberler, peygamber olduklarını kendilerinin gösterdiği mucize ile kanıtlamışlardır. Oysa Kur’an’a ilk inanan insanlar Muhammed(AS)in gösterdiği mucizelere değil Kur’an’a inanmışlar, Muhammed(AS)in peygamberliğini Kur’an’la tasdik etmişlerdir. Mekke’de
Kur’an’dan başka Arapları inandıracak bir mucize görünmüyor. Medine’de de durum aynıdır. Sadece Kur’an’ın gösterdiği yol üzerinde oluşan düzendeki başarılar ayrı bir mucize olmuştur. İslamiyet’in Kur’an’a dayanılarak bugüne kadar gelmiş olması ve kendi gücünü bugün de göstermiş olması yine onun mucizelerindendir.
Kendilerine meleklerin görünmesini ve Rablerini görmek istemişler, böylece hep olağanüstü şeyleri beklemişlerdir. Oysa Kur’an olağanüstü hiçbir şeyle karşılarına çıkmamıştır. Kur’an Muhammed(AS)in arkadaşlarına ne kadar delilse bize de o kadar, hatta daha çok delildir, mucizedir. Çünkü Kur’an’da söylenilenlerin bir çoğu o zaman gerçekleşmemişti veya bilinmiyordu.
“Resul, “kavmim bu Kur’an’ı mehcur ittihaz etti” dedi. Biz böylece her nebiye mücrimlerden bir düşman yaptık”. İnsanlar Kur’an’a karşı cephe almışlar ama onu tartışarak etkisiz hale getirme yolunu değil, insanları ondan uzak tutmak suretiyle etkisiz hale getirmeye çalışmışlardır. Yenemeyeceğini anlayan savaş meydanından kaçar. Türkiye’de 28 Şubat olayları bu ifadeyi teyit etmektedir. Buna cevap olarak “Rabbi hadi ve nasir olarak kifayet eder” diyerek bu taktiklerinde başarılı olamayacaklarını
belirtmektedir.
“Kur’an birden inmeliydi” diyorlar” denmektedir. “Böyle yaptık senin fuadını tesbit etmek için” diyor. Böylece bir defa olan olay ne kadar büyük olursa olsun, etkisi yeterli olmaz, tekrar edilmesi gerekir. Diğer kitapların asırlar içinde indirilmesi de bu hikmete dayanır. Böylece insanlığı evrimini ve insanlığın fuadını tesbit etmektedir.
“Sana bir mesel getirmezler ki, biz sana hakk ile gelmeyelim ve en iyi bir şekilde tefsir etmeyelim”. Kur’an’a yöneltilen bütün sorulara yine Kur’an cevap vermiştir. Bu da Kur’an için bir mucizedir.
“Nuh’un kavmi resulleri tekzib etti, biz de onları ğark ettik, onları nasa ayet yaptık” denemektedir. “Nuh’un kavmi resulleri tekzib etti...” sözü ile kavmine birçok peygamberler gönderildiğini belirtmektedir. A’d, Semud, Ress ve bunlar arasında bir çok nesil ifadesi ile Mezopotamya’ Uygarlığı’nın bir tek kavmin uygarlığı olduğunu belirtmektedir. Gerçekte Mezopotamya’da bir çok nesiller değişmiş, hatta diller kullanılmış ama baştan sona kadar hep Sümer’ce ilim dili olmuştur.
“Onları nasa bir ayet yaptık.” Mezopotamya insanlığın kentleşmeye geçip yazıyı bulduğu ilk uygarlıktır. Diğer bütün uygarlıklar oradan yayılmıştır. Böylece o bütün uygarlık için öncü uygarlık olmuştur. 19. Asra kadar Mezopotamya’da bir uygarlık olduğu dahi bilinmiyordu. Tevrat’ın ve Kur’an’ın anlattıkları esatir kabul ediliyordu. 20. y.y. sonuna kadar yapılan kazılar Mezopotamya uyarlığını ortaya çıkarmış Tevrat ve Kur’an’ın anlattıkları kazılarla teyid edilmiştir. Tablet üzerine yazılan Sümer kalıntıları başka hiçbir uygarlıkta görülmeyen bir açıklıkla bize Sümer uygarlığını anlatmıştır. Mısır’da yazılanlar ise papirüs üzerine yazıldığı için elimizde çok az belge kalmıştır. Kur’an’dan önce gelmiş olan uygarlıkların en çok bilineni ileride Mezopotamya uygarlığı olacaktır. Yunan uygarlığının eserlerinin çoğu Arapça tercümelerle bilinmektedir. Asılları kaybolmuştur. Mezopotamya’da kazılar devam ettikçe belgelerde artmaya devam ediyor. Tevrat’’ta ve Kur’an’da bildirilen Nuh tufanının hikayesi tabletlerde vardır. Böyle bir istilanın olduğuna dair izler de vardır.
“İnsanların çoğu işitir ve düşünür mü sanıyorsun, onlar enam gibidir, yok daha da beterdir, daha da yolunu şaşırmıştır” Hayvanda düşünme kabiliyeti yoktur. Ama kendisi için gerekli her şeyi bilebilmektedir. Dolayısı ile Kötü insandan çok iyidir. İnsan ise, eksik yaratılmıştır. Ancak, eğitim ve düşünme ile o eksiğini tamamlar. Eğer bunu yapmazsa hayvandan daha beter olur. Bu sebepledir ki, “biz onları bozulmuş maymuna çevirdik diyor”. Maymun değil bozulmuş maymun ifadesi kullanıyor. “Rabbın gölgeyi nasıl uzattı isteseydik onu sakin yapardık. Sonra güneşi ona delil yaptık. Sonra da onu kolay bir çekişle kendimize çektik” denmektedir. Önce gölge kısalır sonra uzar. Burada ise tersini söylemektedir. Önce uzatıldığını, sonra kısaltıldığını söylemektedir. Gölge güneşe delildir. Güneşin hareketini göstermektedir. Burada ise, güneşi gölgeye delil yaptık denmektedir. Sonrada ise kolay çekişle çektik. Bu ayet bu zıtlıklardan dolayı müteşabih ayettir. Baştan elem tere demek suretiyle müteşabih olmadığını söylemektedir.
Burada gölge ile güneş karşılaştırılmaktadır. Burada kastedilen gölge nedir. Gölge (zıll) başka yerde “harur”la birlikte kullanılmaktadır. Madde var maddenin katı hali var. Sıvı hali var, gaz hali var. Bundan sonra da enerji var. Enerjinin de iki türlüsü var.Biri ısı halinde enerji, diğeri ışık halinde enerji. Her iki enerji de elektrik ve manyetik dalga çiftlerinden oluşur: Işık enerjisi aynı istikamette yönelmiş ve aynı hızla ilerleyen dalgalardır. Isı enerjisi ise ve değişik istikametlerde ve aynı hızda uçuşan dalgalardır. Gölge (zıll) dendiği zaman ısıyı, şems dediğimi zaman da ışığı ifade etmiş olmaktadır. Kainat ilk patladığı zaman ışık enerjisinden ibaretti. Büyümeye başlamış ve halen büyümektedir. Bu ışık enerjisi zamanla ısı enerjisine dönüşmektedir. Bugün de böyle devam etmektedir. Hayat ışık enerjisini ısı enerjisine çevirmekle elde edilmektedir. Bize güneşten gelen ışık enerjisi Bitkilerin yapraklarında depolanmakta ve biz onu kullanarak yaşamaktayız. Genel kural şudur: Işık enerjisi kendiliğinden ısı enerjisine dönüşür. Ama ısı enerjisi kendiliğinden ışık enerjisine dönüşmez. Buna batılılar, termodinamiğin ikinci kanunu diye entropinin büyümesi kuralı ile ifade etmektedirler. Kainat ilk yaratıldığı zaman, bozukluk demek olan entropi sıfırdı. Kainat zamanla bozulmakta ve entropi büyümektedir. İşe yaramaz hale gelmektedir. Yani belli bir zaman sonra güneşin enerjisi bitecek, yıldızlar sönecek ve artık hayat olmayacaktır. İşte burada zıllın uzaması entropinin büyümesi kanunu ifade etmektedir.
“Şems zılla delil olmaktadır(45)” deniyor. Burada ışık ısıyı doğurmaktadır kastediliyor. Buraya kadar olan kısım bugünkü Astronomi ilmi ile sabit olmuştur. Neredeyse fizik terimleriyle ifade edilmektedir. Şimdi kainatın sonu için iki teori geliştirilmiştir. Biri entropi büyüyecek gelişme ve değişimler duracak. Zıll sakin olarak kalacak. Biz isteseydik, böyle de yapardık diyor. Sonra ise “onu kolayca kendimize çekeriz” ifadesi ile genişleyen kainatın büzüleceği ve “karadelik” denilen bir varlık haline tekrar ilk yaratılmış duruma döneceği, burada biz onu kolayca kendimize kolayca çekeriz ifadesi ile anlatılmaktadır. Umumiyetle astronomlar bu ilk patlamanın ak delik diyorlar. Büzülmenin olacağı ve karadelikte toplanacağı ve yeniden patlamanın olacağı ifade ediliyor. Böylece birkaç devir geçmiş olacaktır. Bu oluşlarda evrim de gerçekleşecektir.
“Leyli libas, nevmi de sübat yaptı(47)”. Gündüz her taraf görünmektedir. Canlılar, gerek avlanmak, gerek de korunmak için uyanık olmaları gerekir. Ancak canlıların dinlenmeye ihtiyaçları var. Bunu da uyku da sağlamaktadırlar. Böylece gece elbise yani kendisini göstermeyen kamuflaj, uyku da dinlenme aracıdır. İnsan topluluklarındaki haram aylar da buna benzer fonksiyonlar görmektedir.
“Nehar, nüşur olarak ca’l edilmiştir. Her şey hareketlidir, kimi ava koşmakta kimi de avdan kaçmaktadır(47).” Bu husus daha çok insanın da bulunduğu genel kural olarak böyledir. Gece gören canlılar olduğu gibi koku ve sesle de avlayan ve kaçan canlılar vardır.
“Rahmetinden önce müjdeleyici rüzgarları irsal eder(48).” Olaylardan önce canlılar ve insanlar gelecek olayları bilsinler ve ona göre önlemler alsınlar diye öncü haber veren olayları var etmiştir. Yağmurdan önceki belirtiler bunlardandır. Günümüzün metorolojisi buna dayanmaktadır.
“Gökte tahur su indirdik(48)” ifadesinde tahur temizleyici demektir. Kirlenen sular denizlere gitmekte, deniz ve karalarda güneşle buharlaşmakta ve kirliliklerini orada bırakmaktadır. Suyun, canlıları ilgilendiren hemen hemen hepsini erite bilme özelliğine sahip olması onu yaşam için zorunlu kılmıştır.
“Onunla beldeleri diriltiriz, halk ettiğimiz ena’mı ve birçok insanı sularız(49).” İnsanların yağmur suları dışında da sulardan yararlanabileceğine işaret etmektedir.
“İsteseydik, biz her karyeye bir nezir ba’s ederdik(50).” Bütün karyelere peygamberlerin gönderilmediği ifade edilmektedir. Başka yerde de “Uyarıcı göndermedikçe karyeyi helak etmeyiz ifadesi ile de helak olanların karyelerine uyarıcıların geldiğini bildirmektedir. Ama fetret devrinde yaşayan kavimler olmuştur. “Onlarla kebir bir cihatla cihat et” kital var, harb var, cidal var, cihat var. Kital vuruşma durumudur. Harb ise islam düzeninin yan,i barışın olması durumudur. Cidal karşı tarafı yenmek için yapılan çatışmadır. Daha çok fikri çatışmayı ifade eder. Cihad ise, karşı tarafı doğru yola getirmek için yapılan çalışmadır. Cidal’da yenme cihat’ta ise birleşme vardır. Her ikisi, temelde fikri yapıdadır. Ama bu fikri yapı, fiili yapıya oradan da bedeni vuruşmalara götürebilir. “İki denizi koydu bu acı tuzludur, diğeri tatlı ve yararlıdır. İkisi arasında berzah vardır. Biribirinden uzak tutan perde vardır” denmektedir. Tatlı ve tuzlu sular, kara ve deniz suları şeklinde de ayrılabilir. Dünya o şekilde yaratılmıştır ki, önce denizlerden çıkan su buharı karalara yağmakta, oralardan aldığı minerallerle denizlere doğru gitmektedir. Bu minerallerin karışma oranı o kadar çoktur ki, canlıların mineral ihtiyacını temin etmektedir. O kadar da azdır ki, tatlı su canlılarının ölmelerine veya toprağın çoraklaşmasına sebep olmamaktadır. Denize ulaştıklarında da, orada tuzlu su oluşmakta, tuzlu suyun canlıları deniz suyunun tuzunu diplere çökertmekte böylece orada da deniz hayatı sürmektedir. Karada yaşayanlar denizde denizde yalayanlar kadara yaşayamamaktadır. Ama denge korunmaktadır. Bu denge iki şekilde sağlanmaktadır. Birisi fiziki bakımdan güneşin ısıtması, yerin çekimi kuralları ile sağlanmakta, Diğeri ise canlıların bizzat çabaları ile sağlanmaktadır. Aralarına berzah ve mahcur hicr sözünden bu iki dengeye işaret vardır.BU husus bir canlının bedeninde de benzer şekildedir. Hücre ve damarlardaki ortam birbirinden farklıdır. Hücre derilerinin süzgeçlik görevi görmesi dolayısı ile kan ortamı ile hücre ortamı birbirine karışmamaktadır. Ayrıca hücredeki özel elemanlar belli maddeleri dışarıya atmakta belli maddeleri içeriye çekmektedirler. Otuz metre yükseklikte ağaçların tepesine suyu çıkarabilmektedirler. Bu canlı ile çevre arasında da aynı durumdur. Canlının iç tarafı bir deniz çevresi başka denizdir. Ama bunlar arasında deri vardır. Birbirine karışmamaktadır. Böylece bu ayet hayatın ve oluşun genel kuralını kıyasla da olsa ortaya koymaktadır. “
“Beşeri sudan yarattı ve ona neseb ve sihr yaptı denmektedir” (25/54). Neseb ve sihir hücre yapısında insanın oluşması için Erkek ve kadında bulunan kromozomlar nesebi teşkil eder. Özelliklerini hem anadan hem babadan çocuklarına intikal ettirirler. Hücre çekirdeğinin yapısı ile ilgilidir. Bunun dışında yumurta da bulunan yapı yumurta döllendikten sonra bölündüğünde diğer hücrelere intikal etmekte, bu yapı da yavrulara geçmektedir. Bu yapı yalnız anne tarafından yavrulara intikal etmektedir. İşte bunlardan biri nesep diğeri sihirdir. İnsanın yapısında nesep olarak ancak 46 ana babadan kromozom alabilmektedir. On nesil önce binden fazla ataları ve nineleri var. Bunlardan 46’sının kimlerden geldiği bilinmemektedir. Ama, babalardan gelen Y kromozomu sadece erkeklerden geldiği için nesep erkeklerden erkeklere bağlanmıştır. Yine bunlardan sadece hücre yapısı olarak anaların analarından gelen hücre yapısı söz konusudur. Dolayısı ile bir insanın geçmişinde iki kişi gerçek enne ve babadır. Bu sebepledir ki miras buna göre paylaşılmakta ve yakınlık görevleri bunlara öncelik verilmektedir.
“Biz seni sadece uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderdik, ben sizden ücret istemiyorum, isteyenin rabbına yol tutmasını istiyorum. Bu ayet, dinde zorlama yoktur ayetinin çok açık ifadesidir. Kur’an zorlayıcı değildir. Kur’an nasıl bir hukuk düzeninin oluşması gerektiğini öğretir. Kendisi kanun olamaz. Kur’an’a uymayanlar cezalandırılamaz. Kur’an’a uymayanlar zorla Kur’an’a uydurulmaz. Kur’an üzerinde uzlaşanlar, sözleşme yaparak dayanışma ortaklıklarını kurarlar ve ö sözleşmeden dolayı zorlama söz konusudur. Uzlaşamayanlar birbirinden ayrılarak topluluklar kurarlar. Ocaklar, bucaklar, iller. Devletler bu anlaşamayanların ayrılarak anlaşmış olarak kurdukları topluluklardır. Hicret serbest zorlama yoktur:
“Arzı ve aralarındakini altı yevm de yarattı” da ki altı yevm (25/59), kainatın aratılışındaki devirleri ifade eder. İlk patlama ile başlayan oluşma yıldızların ve gezegenler oluşturmuştur, bu birinci yevmdir ve ömrünün uzunluğu beş milyar yıldır. . Sonra yerleri denizleri, dağları, yağmurları ile yeri canlının yaşayabileceği şekle sokmuştur. Bu ikinci yevmdir. Uzunluğu 2,5 milyardır. Ondan sonra yeryüzünde canlılar yaratılmış, canlıların karaya çıkması, omurgalıların yaratılması, memelilerin yaratılması ve insanın yaratılması olmak üzere 1,2,3, ve 4. zaman geçmiştir. Böylece toplam altı devir olmuştur.
“Sonra arşa istiva etti” Arş beşinci boyutu içeren ve bütün olayların ve olacakların kaynağı olan ve halen mevcut bir bütündür. İstiva etti. Kendisini onun seviyesine getirdi anlamındadır. Bunun mecazi anlamı uzaktan bakmaya başladı demektir. Allah, belli dönemlerde yeni projelere yeni kanunlar üretmekte ondan sonra ise oluşları o kanunlara bırakmaktadır ve o kanunları değiştirmemektedir. Bu suretle canlılar ve insanlar gelecekte neler olacaklarını bilmekte ve ona göre yaşamaktadırlar. Yoksa ateş bir yakmasaydı, veya armut bir gün vitamin diğer gün zehir olsaydı canlılar ve biz nasıl yaşayacaktık.
“Rahman yaptı bunu, ondan haberi sor”, burada rahman kelimesini yaşatan anlamında aldığımızda yukarıdaki istiva kelimesinin anlamını anlıyoruz.
“Ondan haberi sor” emri ile insanların bunları astronomide ve fizikte bilebileceklerini ve haber verebileceklerini göstermektedir.
“Semada burçları ca’leden mubarek oldu” deniyor (25/61) Güneş sistemi bir hayatın hücresidir. Güneşler arası, yani yıldızlar arası mesafe 4 bin ışık yılıdır. Bir disk şeklinde olan Samanyolu galaksimizin çapı yüz bin ışık yılıdır. Kalınlığı ise on bin ışık yılıdır. Bu merkezi etrafında dönmektedir. Yıldızlar gruplanmaktadır. Hesaplandığı zaman ne kadar çok sayıda yıldızın bulunduğu ortaya çıkar. Bu sadece bizim galaksimiz için söz konusudur. İki milyon ışık yılı aralıklarla kainatı galaksiler doldurmuştur. Kainatın çağı d on milyar ışık yılıdır. Hesaplandığı zaman ne kadar çok yıldızların olduğu ve Allah’ın nasıl bolluklar içinde halik olduğu anlaşılmaktadır. Onların içine sıracı yani ışık kaynağı ve kameri aydınlatıcı koydu denmektedir. Bizim dünyaya güneşten ışık olarak sıcaklık gelmekte ve böylece yeryüzünün enerjisini temin etmektedir. Ayrıca, dünyamızın çevresinde ayı koymakta, bu hem gecelerimizi aydınlatmakta hem de dünyamızın dönüşünü dengelemektedir. Çevresinde uydusu olmayan gezegenler eksenleri etrafında dönmezler ve gece gündüz olmadığı gibi mevsimler ve dolayısı ile hayat olmaz. Demek ki, hayatın olması için yerle beraber güneş ve ayın olması gerekmektedir. Yukarıda “arzı ve semayı yarattı” deyince, orada arzı müfret kullanmıştır. Bizim arzı esas alarak anlatmaktadır. Kıysa yolu ile diğer yıldızlardaki yerimize benzer gezegenlerin olduğunu bilebiliriz. Nitekim Kur’an’ın bir ayetinde “yeri de onlar mislince yarattı” denmektedir. Bundan sonra gece ile gündüzü vazetti, söylemekte ve bunları artarda getirdiğini ifade etmektedir. Bu zamanı içeren gece ve gündüzdür.
Tezekkür etsinler, veya şükretsinler, isteyen şükretsin isteyen şükretsin denmektedir. Ve “ev” harfi ile birbirine bağlamaktadır. Tezekkür etmek bunlara bakarak, bunların bu oluşları hakkında bilgi sahibi olmak demektir. Şükretmek ise bunlardan yararlanarak iş yapmak demektir. Allah insanlara iki şey emretmiş, ilim ve amel. İlme veya amele ağırlık vermelerinde kendilerini serbest bırakmıştır. Onun için burada ev harfi getirmiştir.
“Rahmanın kulları yeryüzünde büyüklenmeden böbürlenmeden yürürler” 25/64demek suretiyle kainatın ve yaratılışın büyüklüğünü gören insan kendisinin acziyetini ve küçüklüğünü görerek bir şey olmadığını anlar. “Cahiller, onlara hitap ettikleri zaman da onlara selam derler”, yani tezekkür etmeyen ve şükretmeyenler ilim yerine top seyredenler bu konudaki cehaletlerinden dolayı gelişigüzel konuşurlar, rahmanın kulları ise bunlarla boğuşmaz.
“Gecelerini secde ve kıyam ile geçirirler” yani, insanlar, müminler, ya çalışıp üretim yaparlar, ya da ilim yaparlar. Veya dinlenirler. Secde, insanın beyin damarlarına kanı pompalamak demektir. Böylece secde eden kimseler sağlıklı düşünürler ve can sıkıntısı içinde olmazlar. Kıyamda ise, kanla, sulanmış beyin, kanın çekilmesi ile dinlenir hale gelmiş ve sağlıklı düşünme ve duyma imkanlarına ulaşırlar. Bu ibadetleri sayesinde rableri ile irtibat kurup ilham alır ve dualarını duyururlar.
“Cehennem azabının ğeram” olduğunu ifade etmektedir. “Ğeram” borcun varlıktan fazla olması anlamına gelir, iflas eden yer demektir. Burada cehennem azabını manevi tarafına işaret etmektedir.
“Mustakar ve mukam” kelimelerinin yan yana kullanılması, “Mukam” durulacak yer demektir. “Mustakar” ise, durulan yerde hareketlilik demektir. Durma ile hareket arasında kurulan denge hayattır. Yer güneşin etrafında dönmekte, yaklaşıp uzaklaşmamakta ama çevresinde dönmektedir.
“israf” ve “katr”den bahsetmektedir. İsraf bir şey,i gereğinden fazla yapmak “katr” ,ise gereğinden az yapmak demektir. İsrafla katr arasında kalırlar demek suretiyle burada da bir hareket serbestliği vardır. Bütün ölçülerde tolerans, müsamaha denen aralık vardır. Hiçbir şeyde tıpa tıp ölçülendirme yapmak mümkün değildir.
“Allah’la beraber başka ilaha dua etmezler dedikten sonra” hak dışında Allah’ın helal ettiğinden başkasını öldürmezler. Böyle bir öldürmenin Alolah’tan başka bir ilaha dua etmeye benzediğine işaret edilmektedir. Zinayı da buna benzetmektedir. Allah, kainatı yaratmış ve kainatın içinde insanı da yaratmış ve ona kainatın içinde yaşama yolunu da çizmiştir. O yoldan sapan kimseler Allah’ın dışında mevhum kuvvetlere bağlanmış kimselerdir. Bir işçinin bir fabrikada çalışırken o fabrika sahibinin aleyhine başka fabrika sahibinin lehine işe kalkışması demektir. Cinsi arzu evlenip aile içinde nesil yetiştirmek içindir. Bunu başka amaçlarla kullanmak patronun imkanlarını onun işleri aleyhine kullanmaktır, bu da şirktir, yani patrona başkasını ortak etmektir. Nefsi öldürme ile zina beraber zikredilmiş, nefsi öldürme ile başkasını ilah yapma zina ile de kendi nefsini ilah yapma ifade edilmiştir. Böyle yapan kötülükler içine atılacaktır. Bu kötülükler dünyada olan kötülülerdir. Ahirette olan daha kötüdür. Yani şeriatın dışına çıkanlar, bu dünyada cezalarını çekecekler, Ahirette de kat kat cezalandırılacaklardır.
Sadece Allah tevbe eden ve salih amel işleyen kimseler, işte onların seyyiatını hasenata çevirir. Bununla insanın kötülük işlemeye meyyal olduğunu ancak akıl ve ,iman yoluyla kendisini çekerse aleyhinde olan kötülüklerin lehine dönüşeceğini ifade etmektedir.
Onları zur yapmadığını boş işlerle uğraşanların yanına uğradıklarında iyilikle ayrıldıklarını ifade etmektedir. Böylece müminlerin görevi kendilerini doğru yola koymak başkalarına duyurmaktır. Onlarla boğuşmak değildir. “Müminleri anlatırken onlara rablerinin ayetleri anlatıldığında sağır ve kör olarak kapanmazlar” insanların bilgi sahibi olmaları için iki araç vardır. Biri başkalarına kulak verip onlardan yararlanma, diğeri de kendisinin müşahede etmesidir. Bunlar insanlara bilgi getiren kaynakladır. Müminlerin bunları değerlendirmesi ve yararlanması gerekir.
“Gözlerin karar kıldığı” ifadesi ile bir konuda dikkati yoğunlaştırıp, onu gözden ayırmama anlamındadır. Eş ve çocuklarından böyle kimselerin olması için dua ederler. Buna çalışırlar. “Bizi muttakilere imam yap” diyerek, kendilerini örnek yapacakların muttaki olması için kendisinin de muttaki olması gerektiğini ve insan kendisi bir iş yaparken kensini örnek alacaklarını belirtmektedir. Sigara içen yalnız kendisine zarar vermemekte kendisini taklit edenlerin de veballerini çekmektedir. Halbuki iyi insan kendisine iyilikleri aşılamaktadır.
“Onlar ğurfe ile tecziye olunacaklar” (25/75) “Ğurfe” oda ve kat demektir. Çevreden tecrit edilmiş özel şartları olan yer anlamındadır. Klimalı oda diye anlayabiliriz.
“Orada tahiyye ve selama ilka olunurlar”(25/75) Tahiyye, sağlık demektir. Karşı tarafın sağlığı için yardımcı olacağını bildirmek tahiyyedir. Selam ise barış demektir. Karşı tarafa dokunmayacağını bildirmektir. Orada hem sağlıklı yaşarlar hem de sağlıklarını korurlar demektir.
“Duanız olmasaydı rabbınız sizi ne işte kullanacaktı” (25/77) “gbe” insanın yağmur ve soğuğa karşı korunması için keçeden yapılmış kepenek. Eşyalar, insanlar için bir işe yarıyorsa onu edinirler. Yaramayan şeylerle ilgilenmezler. Allah’ da kainatı yaratmış içinde bizi de yaratmış, bir işe yaramayacaksak niye yarattı. Yaramamız mümkün değil, çünkü o hiçbir şeye muhtaç değil. Ama, Allah’ın nasıl diğer sıfatları varsa bilinme de onun sıfatlarındandır. Diğer sıfatlardan nasıl uzak duramazsa bilinmeden de uzak duramaz. Bilinmek için bilene ihtiyaç var. Bilebilmek için şuurlu varlığa ihtiyaç var. Şuurlu varlıklar da melek, ruh, cin ve insandır. Mükellef olan bu varlıkların görevi, rabbı bilmektir. Burada şu soru sorulabilir. Kainat patlamadan önce melekler, ruhlar, cinler ve insan ruhu var mıydı.Bunun cevabı patlamadan önce bir kainat var mıydı ve o kainat büzüldükten sonra yeniden mi patladı. Şimdi bizim buna vereceğimiz cevap şu. Beş boyutlu uzay olan arş her zaman vardır. Arşı sonradan yaratmış değildir. Arşın içinde ruhlar, zaman içinde olmaksızın vardı. Zaman içinde olmak demek bir yerden diğer bir yere atlayamamak demektir. Zamanın dışında olmak atlama yapabilmek demektir.
“Yalanlamaktasınız, ileride gerçekleşecek(77)”. Lizama demek olacak demektir.