37 – SAFFAT SURESİ
Zecur (ze) : (ekle) Doğurduğu yavrusuna baktığında yavrusu olduğunu hissedip kokladığında inkar edip emzirmekten çekinen devedir. Zecretmek çekinmek, kaçınmak anlamlarına gelir.
Merd (dal) : Üzerinde nebat bitmeyen yer veya yaprakları dökülmüş ağaç demektir. Marid kurutan demektir.
Dahr (dal, ha) : “Tahur” (tı,ha) oku uzağa atan ser yay, “tı” “dal”a dönüşmüş kovmak anlamı kazanmıştır.
Vasb (sad) : Serçe ile işaret parmaklarının aralarıdır.
Hatfe (hı, tı) : “Haytef” yürüyüşü çabuk olan devedir.
Fetva (te) : Kepçe, kefe demektir.
Lezib (ze) : Zamktır.
Ğavl : Durgun akan bir suyun dar bir yerde karışarak çağlamasıdır. Karışıklık, meşgale, sorunları olmak anlamlarına gelir.
Şevb : Karışık içkidir.
Lifa : İpin bir damarına lif denir. “Lefefe” aralıksız bitişik orman, “lefy” etmek de peş peşe gitmek, kesintisiz sürdürmek demektir.
Her’ (he) : Rüzgarın döktüğü yapraktır.
Kerb (kef) : Kuyudan su çekiminde kullanılan ve suyun kovaya dolmasını kolaylaştıran kovaya bağlı ikinci iptir.
Sekm(sin,kaf) : Kusmuk, mide bulantısı, hastalıktır.
Ziffe (ze) : Kanat demektir.
Naht (ha, te) : Yontulmuş taş demektir.
Telle (te) : Çökmüş devedir.
Cibn : Şakaktır.
Ba’l (ayn) : Er demektir.
Ebek (kaf) : “Bakiye” artık demektir. Bir kaptan yiyecek döküldüğünde arta kalan yiyecek demektir. “Ebek” başındaki “elif” nekre elifi olup bir kimsenin iz bırakmadan kaçması demektir.
Şahin (ha) : İçi dolu kaptır.
Sehm (sin, he) : Ok demektir.
E’ra (ayn) : Sahildir.
Seyh (sin,ha) : Düz alanda yayılan sudur.
Saf saf olup, zecre zecr ederek zikri tilavet edenler için..
Sıra sıra olup, kendilerini tutarak anışı aktaranlar için..
İlahınız vahiddir.
Tanrınız tektir.
Semaların, arzın ve ikisinin beynindekilerin rabbidir, meşriklerin de rabbidir.
Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin Yetiştiricisidir, doğuların da Yetiştiricisidir.
Biz dünya semasını zinetlerle, kevkeblerle tezyin ettik.
Biz yaklaşan göğü süslerle, yıldızlarla süsledik.
Ve marid şeytanın küllünden hıfz olarak..
Kurutan her şeytandan korunmuş olarak..
E’la melee tesemmu’ edemezler ve duhur olarak canibin küllünden kazf olunurlar. Ve onlara vasib bir a’zab vardır.
Yüce çevreyi dinleyemezler ve kovulmuş olarak her yönden taşlanırlar. Ve onlara dağıtıcı bir tadış vardır.
Hatfeyi hatf eden kimse böyle değildir. Onu sakib şihab itba’ eder.
İvme alan kimse böyle değildir. Onu delici alev uyar.
Onlara istifta et, “Kendileri mi halken eşeddir yoksa bizim halkettiğimiz kimseler mi?” Biz onları lazib bir tinden halkettik.
Onlara sor, “Kendileri mi yaratılış olarak daha çetindir yoksa bizim yarattığımız kimseler mi?” Biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.
Bel, sen a’cbettin, onlar da sehrediyorlar.
Değil, sen şaştın, onlar da eğleniyorlar.
Tezkir edilince zikretmezler.
Anlatıldığında anmazlar.
Bir ayeti re’yettiklerinde istishar ederler.
Bir kanıtı gördüklerinde eğlenirler.
“Bu mübin bir sihirden başkası değil” kavlettiler.
“Bu açık bir büyüden başkası değildir” söylediler.
Biz mevt edip turab ve i’zam olduğumuz mı, biz mi ba’s olunacağız?
Biz ölüp toprak ve kemik olduğumuzda mı, biz mi getirileceğiz?
Evvelki ebilerimiz de mi?
Önceki atalarımız da mı?
“Ne’am, siz dahirlersiniz” kavlet.
“Evet, siz doluşacaksınız” söyle.
Ancak o vahid bir zecre olup nazar ediverirler.
Ancak o bir tutup sarsma olup baka kalırlar.
“Bize veyl, bu dinin yevmidir” kavlettiler.
“Bize vay, bu düzenin günüdür” söylediler.
“Bu bizim kendisini tekzib ettiğimiz fasl yevmdir.”
“Bu bizim kendisini yalanladığınız ayrılık günüdür.”
Zulmetmiş olan kimseleri ve onların zevcelerini ve Allah’ın dununda i’badet etmiş olduklarını haşredip onları cehimin sıratına hedyediniz.
Ezmiş olan kimseleri ve onların eşlerini ve Allah’tan başka kulluk yapmış olduklarını toplayıp onların ocağın yoluna koyunuz.
Onları vakfediniz, onlar mesul olacaklar.
Onları tutunuz, onlar sorgulanacaklar.
Size ne oluyor da tenasur etmiyorsunuz?
Size ne oluyor da yardımlaşmıyorsunuz?
Bel, el yevm onlar müsteslimdirler.
Değil, bugün onlar barışmışlardır.
Ve onların ba’zısı ba’zısına tesaul ederek ikbal ettiler.
Ve onlar birbirlerini soruşturarak karşılarlar.
“Siz bize yeminden etvet ediyordunuz” kavlettiler.
“Siz bize sağdan geliyordunuz” söylediler.
“Bel, siz mü’min değildiniz” kavlettiler.
“Değil, siz inanmış değildiniz” söylediler.
Bizim size bir sultanımız yoktu. Bel, siz tağiy bir kavimdiniz.
Bizim size bir aracımız yoktu. Değil, siz taşkın bir ulustunuz.
Rabbimizin kavli bize hakketti. Biz zaikiz.
Yetiştiricimizin sözü bize gerçekleşti. Biz tadanlarız.
Sizi iğva ettik, biz de ğaviydik.
Sizi uçurumladık , biz de uçurumlanmıştık.
Onlar o yevm a’zabda müşterikdiler.
Onlar o gün tadışta ortaktılar.
Biz mücrimlere böyle fi’lederiz.
Biz suçlulara böyle yaparız.
Onlara “Allah’tan başka ilah yoktur” kavledildiğinde onlar istikbar ederlerdi.
Onlara “Allah’tan başka tanrı yoktur” söylendiğinde onlar büyüklenirlerdi.
“Biz mecnun bir şa’ir için ilahlarımızı mı tarikler olacağız” kavlederler.
“Biz delirmiş bir ozan için tanrılarımızı mı bırakanlar olacağız” söylerler.
Bel, hakla ciet etti ve mürseller tasdik etti.
Değil, gerçekle geldi ve gönderilenler onayladı.
Siz elim a’zabı zevk edeceksiniz.
Siz acıklı tadışı tadacaksınız.
Siz amel etmiş olduklarınızın dışında icza olunmuyorsunuz.
Siz yapmış olduklarınızın dışında karşılanmıyorsunuz.
Allah’ın muhles a’bdleri böyle değil.
Allah seçkin kulları böyle değil.
İşte ma’lum rızk, fakiheler onlarındır ve onlar mükremdirler.
İşte bilinen azık, yemişler onlarındır ve onlar ağırlanacaklar.
Ne’im cennetindedirler.
Besleyici bahçededirler.
Mütekabilen serirler üzerindeler.
Karşılık olarak koltuklar üzerindeler.
Şariblere lezzetli bir me’inden beyaz kaselerle onların üzerinde tevaf olunur.
İçenlere tatlı bir bulaktan saydam bardaklarla onların üzerinde dolaşılır.
Orada bir ğavl yoktur ve onlar ondan inzaf olunmazlar.
Orada bir sorun yoktur ve onlar ondan sıkılmazlar.
Onların i’ndlerinde tarfın kasırları a’yınlar vardır.
Onların yanlarında çevre korucuları gözcüler vardır.
Sanki meknün biddirler.
Sanki onlar saklı yumurtalardır.
Onların ba’zısı ba’zısına tesaul ederek ikbal ederler.
Onlar birbirlerini soruşturarak karşılarlar.
Onlardan kavleden “benim bir karinim vardı” kavletti.
Onlardan söyleyen “benim bir arkadaşım vardı” söyledi.
“Sen de mi musaddiklerdensin” kavleder.
“Sen de mi onaylayanlardansın” söyler.
Mevt edip turab ve i’zam olduğumuzda mi, biz mi medinler olacağız?
Ölüp toprak ve kemik olduğumuzda mı, biz mi sorgulanacağız?
“Sizler muttali’ler misiniz” kavletti.
“Sizler araştırır mısınız” söyledi.
İttila’ etti de onu cehimin sevaında re’yetti.
Araştırdı da onu ocağın ortasında gördü.
“Allah için, keydetseydin beni irda edecektin” kavletti.
“Allah için, nerdeyse beni de düşürecektin” söyledi.
“Ve rabbimin ni’meti olmasaydı muhdarlardan olurdum.”
“Ve Yetiştiricimin iyiliği olmasaydı bulundurulanlardan olurdum”.
“Ula mevtimizden başka biz meyyitler olmayacağız ve biz mu’zzibler olmayacağız, değil mi?”
“İlk ölümümüzden başka biz ölüler olmayacağız ve biz tattırılanlar da olmayacağız, değil mi?”
Bu, a’zim fevzdir.
Bu, güçlü gölgedir.
Bunun misli için a’miller a’mel etsin.
Bunun benzeri için çalışanlar çalışsın.
Bu mu nüzülen daha hayırdır yoksa zekkum şeceri mi?
Bu mu konukluk olarak daha iyidir yoksa zakkum ağacı mı?
Biz onu zalimler için bir fitne olarak ca’lettik.
Biz onu ezenler için bir deneme yaptık.
O cahimin aslında huruc eden bir şecerdir.
O ocağın dibinde çıkan bir ağaçtır.
Onun tal’ı sanki şeytanların re’sleridir.
Onun tomurcukları sanki şeytanların başlarıdır.
Onlar onlardan ekledecekler ve onlardan batınlarını imla edecekler.
Onlar onlardan yiyecekler ve onlardan karınlarını doyuracaklar.
Sümme, onun üzerine hamimden bir şevb vardır.
Sonra, onun üzerine sıcak bir haşlama vardır.
Sümme, onların merci’leri cahimedir.
Sonra, onların dönüşleri ocağadır.
Onlar, dallin ebilerine ilfa etti.
Onlar, şaşan atalarına takıldılar.
Onlar, onların eserleri üzerine ihra’ olunuyorlardı.
Onlar, onların izleri üzerine koşuşuyorlardı.
Onların kabillerinde evvellerinin ekseri dalletmişti.
Onlardan önce, ilklerinin çoğu şaşmıştı.
Onların içine münzirleri irsal ettik.
Onların içine uyarıcıları saldık.
Allah’ın muhlis a’bdlerinin dışında münzirlerin a’kibetinin nasıl olduğuna nazar et.
Allah’ın seçkin kullarının dışında uyarılanların sonunun nasıl olduğuna bak.
Nuh bize nida etmişti de mücibler ni’me oldu.
Nuh bize seslenmişti de biz ne güzel yanıtır olduk.
Onu ve ehlini a’zim kerbden tenci ettik.
Onu ve yakınlarını büyük batıştan kurtardık.
Ve onun zürriyetini bakiler ca’lettik.
Ve onun soyunu kalıcı yaptık.
Aherlerin içinde onun üzerine terk ettik.
Sonrakilerin içinde onun üzerine bıraktık.
Alemler içinde Nuh’a selam.
Topluluklar içinde Nuh’a barış.
Biz işte böyle muhsinleri cezalandırırız.
Biz işte böyle iyileri karşılarız.
O, mü’min a’bdlerimizdendir.
O, inanmış kullarımızdandır.
Sümme, aherleri iğrak ettik.
Sonra, diğerlerini boğduk.
Onun şia’sından İbrahim de vardır.
Onun birliğinden İbrahim de vardır.
Hani, rabbine selim bir kalb ile gelmişti.
Hani, yetiştiricisine barışçı bir yürekle gelmişti.
Hani, ebisine ve kavmine “neye i’badet ediyorsunuz” kavletti.
Hani, babasına ve ulusuna “neye kulluk yapıyorsunuz” söyledi.
İfken Allah’ın dunundan bir ilahı mı irade ediyorsunuz?
Uydurarak Allah’tan başka bir tanrıyı mı istiyorsunuz?
Alemlerin rabbine zannınız nedir?
Toplulukların Yetiştiricisi konusundaki sanınız nedir?
Necimlere bir nazar nazretti.
Yıldızların içine bir bakış attı.
“Ben, sekimim” kavletti.
“Ben, bitkinim” söyledi.
Müdbirler olarak ondan tevelli ettiler.
Dönerek ondan ayrıldılar.
İlahlarına ravğ etti de “ekletmez misiniz” kavletti.
Tanrılarına vardı da “yemez misiniz” söyledi.
“Size ne oluyor da nutketmiyorsunuz?”
“Size ne oluyor da konuşmuyorsunuz?”
Üzerlerine yeminle darb ederek ravğ etti.
Üzerlerine sağıyla vurarak yürüdü.
Ona zufuf ederek ikbal ettiler.
Koşuşarak onu karşıladılar.
“Nahtettiğinize mi i’badet ediyorsunuz?” kavletti.
“Yonttuğunuza mı tapıyorsunuz?” söyledi.
Allah, sizi ve a’mel ettiklerinizi halketti.
Allah, sizi ve işlediklerini yarattı.
“Ona binalar bina edip onu cahimin içine ilka ediniz” kavlettiler.
“Ona yapılar yapıp onu ocağın içine atınız” söylediler.
Ona bir keydi irade ettiler, biz de onları esfeller ca’lettik.
Ona bir tuzağı dilediler, biz de onları aşağılıklar yaptık.
Ve “Ben rabbime zahibim, bana hidayet edecek” kavletti.
Ve “Ben Yetiştiricime gideceğim, o bana yol gösterecek” söyledi.
“Rabbim, bana salihlerden hibe et”.
“Yetiştiricim, bana uygunlardan bağışla.”
Onu halim bir ğulam ile tebşir ettik.
Onu yumuşak bir oğlan ile sevindirdik.
Kendisi ile beraber se’ye buluğ edince “Ya ibniciğim, ben menamda seni zebhederken re’yediyorum. Nazar et, ne re’yediyorsun.” “Ey ebim, sana emrolunanı fi’let. Allah meşiet ederse beni sabirlerden vecdedeceksin” kavletti.
Kendisi ile beraber çalışmaya erince “Ey oğulcuğum, ben uykuda seni boğazlarken görüyorum. Bak, ne diyorsun.” “Ey babacığım, sana buyurulanı yap. Allah dilerse beni dayananlardan bulacaksın” söyledi.
İkisi de islam edince onu cebin için telletti.
İkisi de anlaşınca onu yana çökertti.
Ona “Ey İbrahim” diye nida ettik.
Ona “Ey İbrahim” diye seslendik.
Rü’yayı tasdik ettin. Biz muhsinleri işte böyle cezalandırırız.
Düşü doğruladın. Biz iyileri işte böyle karşılarız.
Mübin bela budur.
Açık sınav budur.
Onu a’zim bir zibh ile feda ettik.
Onu büyük bir kesimler değiştirdik.
Aherlerin içinde onun üzerine terk ettik.
Sonrakilerin içinde onun üzerine bıraktık.
İbrahim’e selam.
İbrahim’e barış.
İşte muhsinleri böyle cezalandırırız.
İşte iyileri böyle karşılarız.
O, mü’min a’bdlerimizdendir.
O, inanmış kullarımızdandır.
Biz ona İshak’ı salihlerden bir nebi olarak tebşir ettik.
Biz ona İshak’la uygunlardan bir ulak olarak sevindirdik.
Ve biz onun ve İshak’ın üzerine mübareklendik ve ikisinin zürriyetlerinden muhsin var, nefsine mübin zalim de vardır.
Ve biz onun ve İshak’ın üzerine bolardık ve ikisinin soylarından iyilik eden var, kendisini açıkça ezen var.
Musa ve Harun’a mennetmiştik.
Musa ve Harun’a gönlüne göre vermiştik.
İkisini ve kavimlerini a’zim kerbden tenci ettik.
İkisini ve uluslarını büyük batıştan kurtardık.
Onlara nasrettik de onlar ğalibler oldular.
Onlara yardım ettik de onlar yenenler oldular.
İkisine müstebin kitabı ita ettik.
İkisine açıklanan yazıtı verdik.
İkisini müstakim sırata hidayet ettik.
İkisini düz yola götürdük.
Aherlerin içinde onun üzerine terk ettik.
Sonrakilerin içinde onlar üzerine bıraktık.
Musa’ya ve Harun’a selam.
Musa’ya ve Harun’a barış.
Biz, muhsinleri işte böyle cezalandırırız.
Biz, iyileri işte böyle karşılarız.
İkisi, mü’min a’bdlerimizdendir.
İkisi, inanan kullarımızdandır.
İlyas da mürsellerdendir.
İlyas da gönderilenlerdendir.
Hani, kavmine “İttika etmeyecek misiniz?” kavletti.
Hani, ulusuna “Korunmayacak mısınız? söyledi.
Halkedenlerin ehseni rabbiniz Allah’ı ve evvelki ebilerinizin rabbini vezredip Ba’li da’vet mi ediyorsunuz?
Yaratanların en iyisi Yetiştiriciniz Allah’ı ve ilk atalarınızın Yetiştiricisini bırakıp Ba’li çağırıyor musunuz?
Onu tekzib ettiler de onlar muhdarlar oldular.
Onu yalanladılar da onlar bulundurulacaklar.
Allah’ın muhlis a’bdleri böyle değil.
Allah’ın seçkin kulların böyle değil.
Aherlerin içinde onun üzerine terk ettik.
Sonrakilerin içinde onun üzerine bıraktık.
İlyaslara selam.
İlyaslara barış.
Biz, muhsinleri işte böyle cezalandırırız.
Biz, iyileri işte böyle karşılarız.
O, mü’min a’bdlerimizdendir.
O, inanan kullarımızdandır.
Lut, mürsellerdendir.
Lut, gönderilenlerdendir.
Hani, onu ve ehlini tenci cemia’n tenci ettik.
Hani, onu ve yakınlarını birlikte kurtardık.
Yalnız bir a’cuz ğabirlerde kaldı.
Yalnız bir yaşlı göçükte kaldı.
Sümme, aherlerini tedmir ettik.
Sonra, diğerlerinin arkasını kestik.
Sizler, onların üzerinde musbihin ve leylde murur ediyorsunuz. Akletmiyor musunuz?
Sizler, onların üzerinde erken ve gece geçmektesiniz. Düşünmüyor musunuz?
Yunus, mürsellerdendir.
Yunus, gönderilenlerdendir.
Hani, meşhun fulke ebk etmişti.
Hani, dolu gemiye kaçmıştı.
Siham etti, müdhadlerden oldu.
Oklaştı, ütüldü.
O mulim iken hut onu iltikam etti.
O yerilmiş iken balık onu yuttu.
O müsebbihlerden olmasaydı be’s olunacakları yevme dek onun karnında lebs ederdi.
O arıtanlardan olmasaydı gönderilecekleri güne dek onun karnında yerleşirdi.
O sakim iken onu e’raya nebzettik.
O bitkin iken onu kıyıya fırlattı.
Ve onun üzerinde yaktinden bir şeceri inbat ettik.
Ve onun üzerinde pamuktan bir ağacı bitirdik.
Onu, mie elfe veya ziyadesine irsal ettik.
Onu, yüz bin veya artığına gönderdik.
İman ettiler de onları hine dek temti’ ettik.
İnandılar da onları bir süreye dek barındırdık.
Onlara istifta et: “Bintler rabbinin de ibinler onların mı?”
Onlara danış “Kızlar Yetiştiricinin de oğullar onların mı?”
Yoksa onlar şahid iken biz melekleri ünsa mı halkettik?
Yoksa onlar tanık iken biz melekleri kızlar mı yarattık?
Ela, onlar kazibler olarak ifklerinden “Allah veldetti” kavlederler.
Onlar yalancılar olarak uydurmalarından “Allah doğurdu” söylüyorlar ha.
Bintleri, ibinlere istifa mı etti?
Kızları, oğlanlara seçti mi?
Size ne oluyor, nasıl hükmediyorsunuz?
Size ne oluyor, nasıl kesiyorsunuz?
Tezekkür etmiyor musunuz?
Anlamıyor musunuz?
Yoksa sizin mübin bir sultanınız mı var?
Yoksa sizin açık bir aracınız mı var?
Sadıklar iseniz kitabınızla etvet ediniz.
Doğrulayanlar iseniz yazıtınızı getiriniz.
Onunla cinler beynine neseb ca’lettiler. Cinler, kendilerinin muhdar olacaklarını i’lmetmişti.
Onunla cinler arasına soy kurdular ve cinler, kedilerinin bulundurulacaklarını bilmişti.
Allah vasıflandırdıklarından sübhandır.
Allah nitelendirdiklerinden arınmıştır.
Allah’ın muhles a’bdleri böyle yapmaz.
Allah’ın seçkin kulları böyle yapmaz.
Siz ve i’badet ettikleriniz, cahimin salı olan kimsenin dışında onun üzerine fitne edecek değilsiniz.
Siz ve kulluk yaptıklarınız, ocağa tutulacak olan kimseler dışında olanları onun üzerine deneyecek değilsiniz.
Bizden ma’lum makamı olmayan yoktur.
Bizden bilinen yeri olmayan yoktur.
Biz, saflar olmuşuzdur.
Biz, sıralanmışızdır.
Biz, müsabbihleriz.
Biz, arındıranlarız.
“İ’ndimizde evvelkilerden bir zikir olsaydı, biz de Allah’ın muhles a’bdlerinden olurduk” kavletmiş ve ona küfretmişlerdi. Sevfe i’lmedecekler.
“Yanımızda ilklerden bir anış olsaydı, biz de Allah’ın seçkin kullarından olurduk” söylemiş ve onu kapatmışlardı. İleride bilecekler.
Mürsel a’bdlerimiz için kelimelerimiz sabketmişti.
Gönderilen kullarımız için sözümüz geçmişti.
Onlar, mensur olacaklardır.
Onlar, yardım olunacaklardır.
Cündümüz, ğalip gelecektir.
Ordumuz, yenecektir.
Bir hine dek onlardan tevelli et.
Bir süreye dek onlardan uzak dur.
Onları ibsar et, sevfe onlar da ibsar edecek.
Onları gözle, ileride onlar da görecek.
A’zabımızı mı isti’cal ediyorlar?
Tattırışımızı mı eviyorlar?
Sahelerine nüzul edince münzerlerin sabahı su’ oldu.
Alanlarına konunca uyarılanların erkeni kötü oldu.
Bir hine dek onlardan tevelli et.
Bir süreye dek onlardan uzak dur.
İbsar et, sevfe ibsar edecekler.
Gözle, ileride gözleyecekler.
Rabbin, i’zzetin rabbi vasıflandırdıklarından sübhandır.
Yetiştiricin, güçlünün Yetiştiricisi nitelendirdiklerinden arınmıştır.
Ve mürsellere selam!
Ve gönderilenlere barış!
Hamd, a’lemlerin rabbi Allah’ındır.
Değer, toplulukların Yetiştiricisi Allah’ındır.
AÇIKLAMA : Saf saf olanlar, arkadan zacir olanlar, arkadan zikri tilavet edenler yemin ayetlerinde, ayetler “fe” harfi ile bağlanmıştır. Peş peşe olan bir oluşu anlatmaktadır. Dişi kurallı çoğulu kullanmıştır. Bu dişi kurallı çoğul, eşya için kullanılabilir. O zaman sayı çokluğunu değil, sistemin çokluğunu ifade eder. İnsanlar için de kullanılır. O zaman da yine sayı çokluğunu değil, insanların ortak davranışlarını ifade eder. Burada “zikri tilavet edenler” sözü ile bu çokluğun eşya çokluğu anlaşılmaktadır. Böylece burada saf saf olanlar ya yalnız kadınlardan oluşmuş bir birliği veyahut erkeklerin de katıldığı bir birliği ifade eder. Kadınların erkeklerle beraber namaz kılmaları başka yerde emredildiğine göre bu ayetler yalnız kadınları değil, erkekleri ve kadınları bir arada ifade etmektedir. Böylece bu ayetlerle dişi kurallı çoğulun içine erkeklerin de dahil olabileceği anlaşılmaktadır. Bu namaz kılanları tavsif etmektedir. Saf saf olmak dış alemle ilişkiyi kesmek ve ondan sonra da Kur’an’ı okumak şeklinde tasvir edilmektedir. Kur’an’ı zikr olarak ifade ettiği için manasını da anlamak gerektiği ortaya çıkmaktadır. Başka yerde namazdan evvel veya sonra kitabın okunmasını tavsiye ettiğine göre namazın dışında mealin, içinde ise Arapça Kur’an’ın okunması ictihad edilebilir. Ancak o ayette doğrudan namazın içinde saf halinde zecr vaziyette Kur’an’ın manası ile okunduğu ifade edildiğine göre imam Arapça okurken müezzin de mealini okuyarak namaz kılma cihetine gidilebileceği içtihad edilebilir. Bu ayetlerin mucize olarak gösterilmesi 1400 sene sonra benzer şekilde bütün insanlardan mümin olanların aynı kıbleye dönüp namaz kılar olmalarıdır. Bu ayet Mekke’de nazil olmuştur. O zaman için tabi ki, mucize değildi.
“İlahınız vahiddir” sözü ile değişik kavimleri tüm yeryüzünde Allah’a inanarak yönelmiş olmaları ile ilahın tek olduğunun isbatı olarak gösterilmiştir. Bu ilah “semavat ve arzın ve aralarında bulunanların rabbidir, bütün doğuşları rabbidir.” Böylece her topluluğun kendi ilahı olduğu iddiaları gök cisimlerinin ayrı ayrı ilahları olduğu iddiaları, fırtınaların ve şimşekler gibi tabiat olaylarının ayrı ilahları olduğu reddedilmiştir.
“Biz dünyanın semasını zinetlerle aydınlattık, yıldızlarla” diyor. Buradaki dünya çekim kanunlarının geçerli olduğu galaksi sistemlerini ifade ediyor. Galaksiler arası çekim yoktur. Galakside bulunan yıldızlar birbirlerini çekmektedir ve zamanla sürtünme ile birbirine yaklaşmaktadır. Yıldızların zineti demeyip zineti ayrı, yıldızları ayrı yani bedel olarak söylemesi, zinet olmaları bizden öyle görünmeleri nedeni ile olmasındadır; yıldızların kendi özelliğinden değildir.
“Maric şeytandan kovulmuş” olması ifadesi ile kovulmuş şeytanın insanlara musallat olduğu, onların bulunduğu yerde olmaları ve insanın gidemeyeceği yerlere onların da gidemeyeceği ifade edilmiştir. Bu nedenle cehenneme de beraber gideceklerdir. Cehennemden cennete gidecek şeytanlar ile cehenneme gitmeyen şeytanların durumu ne olacak sorusuna karşılık da “onlar azad olacaklar” yanıtı verilebilir.
“A’la meleeden istima’ edemezler, her canibden kazf olunurlar” ayeti ile bir şeyi öğrenmek için de olsa insansız göklere şeytanların çıkamayacağı belirtilmektedir. “Kovulurlar ve onlara isabet eden azab olur” denmektedir. İnsanlar atmosferin dışına çıktıklarında gök taşları ile taşlanmaktalar, ayrıca atmosferin dışında bulunan ve atmosferin süzdüğü öldürücü ışınlarla karşılaşmaktadırlar. Bu nedenle hususi elbise giymedikçe oralarda dolaşmak mümkün değildir. Şeytanlara taş çarpmaz ama onlara ışınlar daha etkili çarpar. Onlar da ancak insanların elbiseleri içine girerek kendilerini korurlar.
Buraya kadar anlatılmış olanlar, insanların ve kovulmuş şeytanın uzaya gidemeyecekleri anlatılmaktadır. Bundan sonra istisna ederek uzaya nasıl gidileceği anlatılmaktadır.
“Sadece ivme almış olan kimse gidebilir” diyor. Burada “hatfe” marifedir. Yahut “hatfe” ivme veya surat demektir. Yeryüzünü terk etmek için saniyede 981 cm’den daha fazla bir hızla fırlatılması gerekir. Buradaki harfi tarif buna işaret etmektedir.
“Onu delici bir alev kovalar” ayeti ile bugün füzelerin atılışını izlerken gördüğümüz delkici ateşe işaret etmektedir. Böylece insanlar göğe giderken şeytanların da beraber gideceği anlatılmaktadır. Bu nedenle insanın melekleşmesi söz konusu değildir.
“Biz onları lazib tinden halk ettik”. Buradaki “lazib”den murat DNA ve amino asit molekülleri arasındaki zayıf kuvvetlerdir. Yapıştırıcı, tutturucu kuvvet demektir.
“Sen bu ayetleri okurken ilahi hilkate ve onun burada ifade edilmesine şaşıyorsun, onlar ise eğleniyorlar. Anlatıldığı zaman anlamıyorlar. Onlar bir delil gördüklerinde onunla eğleniyorlar. Bu açık bir büyüdür, diyorlar” diyerek inanmayanların Allah’ın ayetlerini alaya aldıkları ve inanmadıkları anlatılmaktadır.
“Zulmetmiş olanları, eşlerini ve ibadet ettiklerini toplayın” diyor. Sonra da “onları cehennemin yoluna koyun” diyor. Toplanmada eşler ve ibadet ettikleri bir araya getirilecek ama sonra sadece kendileri cehenneme sevk edilecektir.
“Mecnun bir şair için biz ilahlarımızı mı terk edeceğiz, diyorlar.” Böylece şair olduğunu kabul ediyorlar ama mecnun da olduğunu belirtiyorlar. Yani bile bile inkar ediyorlar. İşte bundan dolayı cezalandırılacaklardır.
“Yanlarında sarflari kasretmiş a’ynler vardır”. Kasırat kelimesi dişi düzenli çoğuldur. Saffat’taki açıklamamızda bu çoğul içinde ekip olmuş erkek ve kadınlar kastedilmiş olabilir. Bu takdirde gözlerini onlara dikmiş gözcüler yani koruyucular veya hizmetçiler anlamına gelir.
“Onlar sanki korunmuş yumurtalar gibidirler.” İfadesi ile bunların beyaz giyinmiş hizmetçiler olduğuna işaret ediliyor. Beyazlık temizliğin görünmesi için gerekli bir renktir.
“Bu mu yoksa zakkum ağacı mı?” Zakkum kelimesi Arapça’da zehir anlamında kullanılmaktadır. Ama öldürücü olan zehirin adı “semm”dir. Zakkum ise daha çok acı veren anlamına gelir. Şecere kelimesi de ağaç anlamına geldiği gibi, soy veya bir akış, oluş anlamlarına da gelir. Yukarıda müminler için anlatılan hallere karşı burada bu kelimeler kullanılmıştır.
“Ve biz onu zalimler için bir fitne yaptık” diyor. Fitne kelimesi madeni ısıtıp curufu ayırmak, yani ateş içinde temizlemek anlamına gelir. “O ağacı biz zalimleri yola getirmek için yaptık” anlamına gelmiş olur. Benzetilen ağaç bu dünyada olabilir. O takdirde imtihan yaptık, anlamına gelir.
“O cahimin aslında çıkar”, yani cahimin dibinde biter. Cehennemin, bizim anladığımız anlamda ateş değil de, içinde ağaçların da bittiği bir yer olduğunu ifade etmektedir.
“Dalları şeytanın başları gibidir” ifadesi ile zakkum ağacının çok güzel olduğu ama kendisinin zehşir olduğunu belirmektedir. Şeytanlar da böyledir. Kendilerini güzel tanıtırlar.
“Ondan yerler ve karınlarını doldururlar, sonra kaynar su içerler sonra varacakları yer cehimdir” diyor. Buradan da “sonra” edatının kullanılması ile zaman zaman cehennemi,n dışında olacaklarına işaret edilmektedir. Bunların suçlarını anlatırken “Şaşkın babalarının peşinden koştular, onların izlerinden gittiler” diyerek tutuculuğun ağır suç olduğunu belirtmektedir. İnsanlar değişerek evrimleşecek şekilde yaratılmıştır. Buna karşı direnmek görevleri yerine getirmemektir.
Bundan sonra peygamberlerden bahsetmektedir ve “onun üzerinde sonrakilerde bıraktık, terk ettik” demek suretiyle onların kalıntılarının günümüzde de mevcut olduğuna işaret edilmektedir. Bugünkü arkeolojik kazılarda bunlara rastlıyoruz.
İbrahim (AS) yıldızlara baktı ve “iyi değilim” dedi ve onlardan ayrıldı. Sonra putlarla konuştu. “Niçin konuşmuyorsunuz” dedi ve onları parçaladı. Halkı onun üzerine varınca “kendi yonttuklarınıza mı tapıyorsunuz” dedi. Böylece İbrahim (AS) mucize göstererek değil, akıllarına hitap ederek yaptıkları yanlışları göstermeye çalıştı.
Sonra İbrahim (AS)nin oğlunu kurban etmesi ile ilgili hikayeyi anlatıp “Onu büyük kesimle değiştirdik” der. Böylece insanların kesilmesi yerine hayvanların kesilmesi sisteminin kural haline getirilmesidir. Bu aynı zamanda kısas yerine diyetin gelmesi prensibini kapsar.
İlyas peygamberden bahsederken “İlyaslara selam olsun” diyor. Bu İlyas gibi olanlara selam olsun, demektir. “İlyaslılar” kelimesindeki “li” eki ayrı yazılmıştır. Ol ya ve sin şeklinde hecelenmiştir. Burada peygamber adlarında aynı zamanda köklerden gelen özel anlamlar taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu “ey insan” anlamında olabilir.
“Sabahlayarak ve geceleyin onların üzerinde yürüyorsunuz” ifadesinde “sabahlayarak” nekre ve ismi failler, “geceleyin” ise marife ve isim olarak gelmiştir. Burada onun bulunduğu yerde geceleyin yürüyüş yapıldığı, sabahladıktan sonra gidilmediğine işaret vardır. Bu da onun sıcak yerlerde yaşadığına delalet eder.
Yunus (AS) dolu bir gemiye binmiştir. Kendi halkından kaçmıştır. “Onlarla oklaştı ve kaybedenlerden oldu” deniyor. Burada ne sebeplerle oklaştığı belirtilmemiştir. Ancak dolu gemiye kaçak olarak girdiği ifade edilmektedir. Buradaki gemi küçük olabilir ve fazladan bindiği için dalgalar da belirince tehlikeye girmiş olabilir. Yanında balina gibi büyük balıkların bulunmuş olması, kayığın veya geminin batma tehlikesi geçirmesine neden olmuş olabilir. Kaçak kendisiydi, ok da kendisine yöneldi.
“Balık onu lokmaladı” deniyor, “yuttu” demiyor. Yani ağzına aldı ve ağzından dışarı attı. O yumuşamış ve teslim olmuştu. Çırpınsaydı belki de parçalanacaktı. “Biz onu bitkin bir halde sahile fırlattık” diyor. Memeli olan balık nefes alır, denize dalar, yeter derecede zaman geçtikten sonra yüzeye çıkar ve havayı dışarı atar ve yenisini alır. Balinanın dört beş metre ağzı vardır. Burası aynı zamanda hava depolama yeridir. Çiğneme yeri değildir. Böylece balık Yunus (AS)yi sahile atmıştır. “Üzerine yaktinden bir ağaç bitirdik” diyor. Atılmış yerde daha önceden Allah’ın bitirdiği bir ağaç vardı. “Yaktin”, pamuklu demektir. Pamuk benzeri anlamına da gelir. Bu ağacın ona ne yararı olduğu belirtilmiyor. Ancak gerek yaprakları, kozası, meyvesi, kokusu ona gerekli yararı sağlayabilecek türdendi.
“Yüz binlere veya daha fazlasına gönderdik” diyor. Yüz bin veya daha fazlası sayısı ile ağaç, Yunus (AS)nin gittiği ülkeyi belirlemek için belirtilmiş olabilir. Onlu teşkilatlanmada 1.000 tüzel kişiliği olan bir topluluğu ifade eder. “Elf” kelimesi de ülfetten yani birleşmeden gelir. 10 kelimesi de böyledir. O da muaşeretten gelir. 100 ise yuva kelimesinde türemiş “mie” yani tüzel kişiliği olmayan “yer”in adıdır. 10.000’in de tüzel kişiliği yoktur. Ama 100.000’in vardır. Burada bu ifade ile teşkilatlanmada atlamalı 10’lu sistem kullanılacaktır, demektir.
Meleklerin dişi olduğuna, Allah’ın onu erkeklere tercih ettiğini, kızların Allah’a ve erkeklerin ise kendilerine ait olduğuna ilişkin inançlarını dile getirdikten sonra “Bu konuda kanıtınız var mı, doğru iseniz kitabınızı getirin ve okuyun” diyor. Böylece görünen şeylerin akılla, görünmeyen şeylerin ise yalnız kitapla bilinebileceğine işaret etmektedir. Kitaplarında böyle bir şeyi olmadığını biliyor ve meydan okuyor. Oysa biz bugün bunu bilmiyoruz. Bu bir mucizedir.
“Ve in kanu le yekulun”daki “in” “inne”den dönüşmüştür. Ve bundan sonraki cümleler Allah’ın sözleridir.
“Evvelkilerin zikri yanımızda olsaydı muhlis bir ibad olurduk” derler. Bu ileride Tevrat ve İncil’in asıl nüshalarının bulunacağı ve Kur’an’da söylenenlerin orada görüleceği ama yine de inanmayanların olacağına işaret edilmektedir. İnsanlar bilmedikleri için inkar etmiyorlar. Böyle olsa zaten mazur olurlar. Bile bile inkar ediyorlar. Bu nedenle onlara gizleyen, kapatan anlamında kafirler denir.
“Gözet, onlar da gözetliyorlar” ayeti ile her iki tarafın beklemeye geçtikleri ifade ediliyor. Bu sure Mekke’de inmiştir. Müminlerin sayısı 100 civarındadır. Ütün Arabistan onlara yok etmek için hazırlanmaktadır. Müminler “Allah bizimle beraberdir, galip geleceğiz” diyorlar. Halk ise “Bu zavallıların sonu felakettir” demektedir. İki taraf da beklemektedir. Ama sonunda o bekleme Mekke’nin fethi ile bitiyor. Devam ediyor, Cebel-i Tarik’den Pekin’e kadar yayılıyor ve 14 asır devam ediyor ve bugünde dünya müslümanlar ne olacak, soyları Amerikan yerlileri gibi bitecek mi yoksa ne olacak, beklemektedir. Müminler de II. Kur’an medeniyetinin geleceğini beklemektedir.