108 - KEVSER SURESI
Rahman Rahim Allah’ın ismine
İnna : “Men” Türkçe’de “ben” demektir. Arapça’da “men” kimse demektir. Fransızca’da da “ben” demektir. “Ben” dudaklardan çıkan harfle başlıyor, “sen” ortadan çıkan harfle başlıyor, “ol” boğazdan çıkıyor. “B” ile “n” yerlerini değiştirmiş “neve” olmuş, ve “na” “biz” anlamına gelmiştir. Aslında Çinlilerin kullandıkları gibi çoğulu “nana” dir. Arapça’da hala “nahnu” bu anlamada kullanılmaktadır. “Na” bir kelimeye eklendiği zaman kullanılır. Eğer bir kelimeye eklenmezse başına “in” gelir. Burada bu zamir doğrudan doğruya Allah’a gitmektedir. Çünkü Kur’an Allah’ın sözüdür. Söyleyenin Hz. Muhammed olmadığını ifade etmek için de “fesalli lena” denmesi gerekirken “li rabbike” denmiştir. Böylece “bu kitabı, bu sözleri ben söylüyorum ve ben de rabbinim” demiş olmaktadır. Arapça’da fiil önce, fail sonra gelir. Önce fail gelirse artık fiil cümlesi değil de, isim cümlesi olur. O işin yalnız onun tarafından yapıldığını ifade eder. “Biz sana verdik, başkası vermedik” anlamı taşır.
A’tav : Bölüşmede birisine düşen pay demektir. Yahut bölenin kişilere verdiği parçalara denir. “A’ta” mastar olarak “almak”, “ita” mastar olarak “vermek”, “eta” mastar olarak “gelmek”, “ita” mastar olarak “vermek” demektir. “”I’ta”, karşılıksız vermek, “ita” ise daha çok karşılığında vermektir. Kişinin çıkarına veriyorsan “i’ta”, çıkar olsun olmasın “ita” kullanılır.
Ke : Burada muhatap başlangıçta Hz. Peygamberdir. Şimdi ise her mü’mindir. Mü’mine imanı nasip etmekle, Kur’an’ı ona vermekle “kevser”i vermiş olmaktadır. Bu nedenle, mazi fiili kullanmıştır. Bu sure geldiği zaman henüz peygambere ve mü’minlere herhangi bir kevser verilmemişti. Eğer sadece Peygamber muhatap olsaydı “nu’tike” denirdi. Kur’an Hz. Peygamberin hayatında lafız olarak tamamlanmıştır. Ancak ne manalar taşıdığı asırlarca sonra anlaşıldı. Şimdi asıl kevser bize verilmiştir. Çünkü bizden öncekilere nasıl kevser verildiğini biliyoruz. Birinci Kur’an Medeniyeti’ni kuranlar gayba inandılar. Biz ise şimdi İkinci Kur’an Medeniyeti’ni kurarken gördüklerimize bile inanamıyoruz.
Kevser : Sin’le kullanılan “kesr” “kesmek, kirmak” anlamına gelir. Peltek “se” ile sonraları çokluk anlamına kullanılmıştır. “Az” demek olan “kalil”in karşılığında. “Kesret” çoğunlukla insanlar için kullanılmaktadır. Arapça’da üçlü harflerin arasına “vav” veya “ya” gelerek dörtlü bablar yapılmaktadır. “Cehr” “açık ses” veya “açık” demektir. “Cevher” ise “parlak taş” demektir. İlave edilen bir harf, ilave bir anlam getirir. “Kesret” sadece bir çokluk ifade ettiği halde “kevser” bolluk, bereket ve düzen içinde çokluğu ifade eder. Birinci Kur’an Medeniyeti, Medine’de kurulmaya başlandı. On sene gibi kısa bir zamanda bütün Arabistan, bir devlet haline geldi. Yüz yıl gibi kısa bir zamanda Atlas Okyanusu’ndan Çin kıyılarına kadar ulaştı. Bu maddi saltanat 20. asra kadar devam etti. 20. asırda ise dünya İslamiyet’in çöküp gittiğini sanmışlar ve mirasını paylaşma savaşına girmişlerdir. 20. yüzyılın sonunda ise müslümanlar yok olmadıklarını gösterecek kadar kıpırdanmaya başlamışlardır. Mana bakımından ise müslümanlar Birinci Kur’an Medeniyeti ile insanlığı buluğ çağına erdirmişlerdir. Daha önce insanları ya peygamberler ya da krallar yönetiyordu. Şeriatlerini onlar öğretiyordu. İçtihat ve icma yoktu. Tümevarım yoktu, tümdengelim vardı. Kur’an son kitap oldu, ondan sonra artık dadılık yapacak bir peygamber gelmedi. İnsanlar içtihatları ile kendi düzenlerini kendileri kurmaya başladılar. Batı bu tümevarım metodunu kullanarak bugünkü sanayi devrimini yapmıştır. Batı Medeniyeti de Birinci İslam Medeniyeti’nin bozulmuş bir uzantısıdır. İşte kevser dendiği zaman bir medeniyet ifade edilmektedir. Tarihte Mezopotamya ve onun bozulmuş devamı olan Mısır Medeniyeti, Birinci İslam Medeniyeti (kevser) olmuştur. Sonra İbraniler ve onun bozulmuş devamı olan Greko-Romenler İkinci İslam Medeniyeti’ni kurdular. Üçüncü İslam Medeniyeti’ni Hıristiyanlar kurdular ve Bizans’ta bozulmuş olarak devam etti. Dördüncü İslam Medeniyeti’ni Birinci Kur’an Medeniyeti olarak Müslümanlar kurdular ve Avrupa’da bozulmuş olarak devam etmektedir. Bunların hepsi gece ile gündüz gibi, yaz ve kış gibi ardarda gelirler. Gece gündüzü hazırlamak, kış yazı getirmek için vardır. Şimdi Beşinci İslam Medeniyeti’ni yani İkinci Kur’an Medeniyeti’ni kurmaya başlıyoruz. “el-Kevser”in harfi tarifli gelmiş olması herhangi bir çokluğu değil, belli bir bolluğu çokluğu ifade etmesi içindir. İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya verilen kevseri Hz. Muhammed’e vermiştir. Ve ayni kevserin devamıdır. Yaşlanan bir ağaç kırılır veya kesilirse yerine filizler verir. İşte medeniyetler de, eski medeniyetlerin filizleridir.
Fe : “Fe”, bir haber cümlesinden sonra gelirse ve sonraki cümle, emir cümlesi olursa “fa” sebebiye olur. “Biz sana madem ki verdik, senin de bunu yapman gerekir”, seklindedir. Burada aynı zaman da şükür namazına işaret vardır. Allah bize bir nimet ihsan ederse arkasından iki rek’atlik şükür namazını kılmamız farz olur. Tabii ki, Kur’an’ın nuzülüne karşı da bir şükür namazı kılmamız gerekir. Ramazan Bayram namazını Kur’an’ın nuzüle başladığı tarihte, Kurban Bayramı namazını da Kur’an’ın tamamladığı tarihte şükür namazı olarak kılarız. Bundan sonra namaz kıl ve kurban kes dediğine göre buradaki namazdan maksat Kurban Bayramı Namazıdır. Kur’an’ın tamamlanması kevserin bil kuvve gelmiş olmasıdır. Yani sana kevseri verdikten maksat sana Kur’an’ı verdik demektir. Ama o Kur’an öyle bir kevserdir ki, kıyamete kadar binlerce medeniyetleri doğuracaktır.
Salat : Başka yerlerde salatı ikame edin dendiği halde burada salatı kıl ifadesi vardır. Mastar nekredir. Bayram namazları için şekli serbestlik vardır. Cenazeler için de öyledir.
Li : Salat dua etmektir. Kim için dua ediliyorsa “ala” kullanılır, kime dua ediliyorsa “li” kullanılır.
Rabb : “Rabbin” kelimesinde, “senin rabbine” demek suretiyle muhatap, kendisine verilen kevserin manasını idrak etme durumundadır. Medeniyetler birbirinin devamı olarak gelirlerse de gelişerek gelirler. Bunun anlamı İkinci Kur’an Medeniyeti, Birinci Kur’an Medeniyeti’nden daha gelişmiş olacaktır. Birinci İslam Medeniyeti’nde demokrasi eşittir şeriat, laiklik, sosyal güvenlik ve serbest teşebbüs müesseseleri tam işletilememiştir. O günkü ilmi seviye ve teknik yapı bunları uygulamaya yeterli değildi. Onlar bize bugünkü ilmi seviyeyi ve teknik imkanları getirdiler. Şimdi biz bu imkanları kullanarak Kur’an’ın istediği düzeni daha ileri seviyede tesis etmekle yükümlüyüz ve buna da gücümüz vardır.
Ve : Vav, “salat” ile “nahr”ı birbirine bağlamak içindir. “Salat” bedeni ibadeti, “nahr” da mali ibadeti temsil etmektedir. Salat ve nahr fiil olarak getirilmiştir. İkisinin de mastarları nekredir. Kur’an’da ifadeler örnekleri ile verilir. Kıyasla genişletilir. Burada namaz ve kurban nekre olduğu için şükür namazı ve şükür kurbanı diğer mali ve bedeni ibadetlerle de ifade edilir.
Nahr : “Nahr”, deve boynunun gövdeye yakın kısmıdır. Develer ayakta ve bu yerden kesilir. “Zibh”, hayvan yere yatırılarak başa yakın yerden kesmek demektir. Bununla beraber burada kelime mastar nekre olduğu için herhangi bir kesişi ifade etmiş olur. Tarihte insanlık toplayıcılık, avcılık, çobanlık ve çiftçilik dönemlerini geçirmişler, ortak işlerin yürütülmesi için üretimden zekat-vergi olarak pay vermişlerdir. O devirlerde nakit para olmadığı için üründen pay vermişlerdir. Avcılık ve çobanlık döneminde kamu payı et olmuştur. Hz. İsa’ya kadar kurban kesmek en önemli ibadetlerden biriydi. Hala ibadet olmakta devam etmektedir. Ancak, ibadetlerin esasını teşkil etmemektedir. Kurban kesmek yalnız etinden muhtaçları yararlandırmak amacını gütmüyor. İnsanın savaş eğitimini barışta iken yapabilmesi için hayvan kesmeyi, usulüne göre yapabilmesi için kurban aynı zamanda bir eğitim aracıdır. Bu sebepledir ki, mali ibadetlerin en iyisidir.
İnne : Arapça’da vurgu ile ifadelere mana kazandırma yoktur. Bunun yerine diğer dillerdeki vurguyu karşılamak için ek harfler getirilmiştir. Karşı tarafa sadece bilgi vermek için bir cümle söyleniyorsa düz cümle yapılır. Karşı tarafın yanlış bilgisini düzeltmek için bir cümle söyleniyorsa o zaman o cümlenin başına “inne” getirilir. Burada Mü’minler karşı tarafların güçlü durumlarına bakarak kendilerinin yok olacaklarını ve düşmanların ise muzaffer olacaklarını sanırlar. Allah,Mü’minlerin bu tür yanlış düşüncelerini bu cümle ile düzeltmektedir ve onları müjdelemektedir.
Şen’ : “Şeneka” koparılmış et parçası, “şenea” yırtılmış elbise parçası anlamlarına gelir. “Şenaet” içten saldırmak ve parçalamayı istemek demektir. Türkçe’deki kökünü kurutmayı istemek, silip izini bile bırakmamak anlamlarına gelir. Mü’minler karşı tarafları yüceltip yaşatmak isterler, düzelir ümidi ile onları yok etmek istemezler. Oysa kafirler kendilerine karşı mü’minleri yok etmek ve ortadan kaldırmak isterler. Ancak sonunda kendileri yok olurlar. Müslümanlar Anadolu’ya gelmişler, 1000 yıla yakın bir süre Hıristiyanlarla birlikte yaşamışlar ve hiçbir zaman onların köklerini kurutmayı düşünmemişlerdir. Buna karşılık Hıristiyanlar son asırlarda Müslümanların zayıflığından yararlanarak 1. Dünya Savaşı’nın sonunda Müslümanları imhaya kalkışmışlardır. Ama kendileri mahvolmuşlardır. Başkalarını ortadan kaldırmak isteyenler sonunda kendileri yok olurlar.
Ebter : “Beter”in ismi tafdilidir. Kuyruğu kesik hayvan demektir. Sonraları soyu kesilen kimselere ve çocuğu olmayan kimselere “ebter” denmiştir. Arkası yok, devamı olmayan demektir. 19. asırda ve 20. asrın başında, ateist diktatörler dünyanın bir nesil sonra tamamen dinsiz olacağını sanmışlardır. Yaşlı insanlar ölünce kimse ibadet etmeyecekti. Onun için yaşlılara dokunmamışlar, gençlerin ise ibadet etmelerini engellemeye çalışmışlardı.
Sana kevseri biz i’ta ettik. Öyle ise rabbine salat et ve nahr et. Asıl, ebter olan seni şe’n edendir.
Sana uygarlığı biz verdik. Öyle ise yetiştiricine kıl ve kes. Asıl soysuz kalacak olan, senin kökünü kesmek isteyendir.
AÇIKLAMA :Kur’an yeni tarihin en büyük medeniyetini kuran bir kitaptır. Kıyamete kadar da her bin yılda bir yeni medeniyetin kurulmasında tek yol gösterici kitap olacaktır. Kur’an’ın son surelerine yaklaşılırken böyle bir medeniyeti kısmen bil fiil ve tamamen bil kuvve olarak istiva eden bu kitabın mü’mine ulaşması karşılığı olarak Allah, şükür namazını ve şükür kurbanını farz kılmış bulunmaktadır. Hacda bu farz eda edilmektedir. Her yıl kurban bayramının kılınması ve kurbanın kesilmesi hususunda bir işaret yoktur. Ancak ramazana kıyas edilirse her yıl bayram namazının kılınması ve kurbanın kesilmesi farz olur. İfadenin mutlaklığından her kevsere ulaşmış kimsenin, bedeni ve mali bir şükür ibadetini ifa etmesi gerekmektedir.