109 - KAFİRUN SURESİ
Rahman Rahim Allah’ın ismine
Kavl : Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunmuştur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçe’deki ”söz“ kelimesi de böyledir. O halde “söyle” olarak tercüme edilmelidir. Kavl mastarı bir meful alır. Söylenen söz meful olur. Diğer dillerden farklı olarak cümle meful olur. Kendi kendine “söyle” demektir. Muhatap alınacaksa başına “L” harfi getirilir. “Kul lehu...” gibi. Bu surede “kul lil kafirine” şeklindedir. “Ya eyyühel kafirune”den bu anlaşılacağı için “lil kafirine” tekrar olmasın diye hasf edilmiştir. Daha sonraki surelerde kendine söyle olmasına rağmen bu surede “kafirlere söyle” şeklindedir.
Ya, eyyuha : “Ya” hitabın tevcihi içindir. “Eyyü” hitabın tahsisi içindir. “Ha” uyarı içindir. Bu surede sizin yolunuz sizin benim yolum benim olsun” yahut “sizin hakkınız sizin, benim hakkım benim olsun” ifadesi var. Bu yalnız kafirlere söylenebilir. Mü’minlere ise birleşeceekler ve tek olan müstakim yol üzerinden gidecekler. Onun için tahsis ifade eden harfi nida kullanılmıştır. Gerçi herkes kendi içtihadına göre amel etmek suretiyle kendi yolundan gidiyor gibi görünürse de içtihatta hedef aynıdır. İbadet edilen birdir. Diğer taraftan içtihat yapan kimse diğer mü’minlerle istişare yapmak zorundadır ve icmalara uymakla mükelleftir. Bu sebeple müstakim yoldan çıkılmış olmaz. Belki sağdan veya soldan yürünmüş olur ki, bu da doğaldır.
Küfür : Hufre, çukur demektir. Ğafere, çukurun dışarı atılmış toprağı demektir. Kefere ise tohumu örten toprağın adıdır. Kafir, çiftçi demektir. Sonraları bu kelime gerçekleri ve hakikatleri kapatan, gizleyen anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Tohumun sonradan yeşermesi gibi hakikatin de bir gün yeşereceğini de bu kelime içermektedir. Kafirun kurallı erkek çoğuldur, muhatap örgütlenmiş bir topluluktur. Böylece İslam düzeninde onların kendi cemaatlerini kurabilecekleri ve diledikleri gibi yaşabilecekleri ifade edilmektedir. Burada kafirler arasında bir fark gözetilmediğinden bunların Ehl-i Kitap olma şartı yoktur. Tarihte de Mecusiler Ehl-i Kitap olmadıkları halde İslam ülkelerinde yaşadılar ve yaşıyorlar. Burada küfredenler belli ama küfür belirsizdir.
La : La, nefy-i istikbal (olumsuz gelecek) dir. Kafirlerin ibadet ettiklerine ibadet edilmeyeceğinin ifadesidir.
Abd : Ana kapının önündeki bekçidir. Abdin amelden farkı, amil olan belli bir sureyi başkasına tahsis edendir. Geri kalan zamanlarını ise başkalarına kullandırabilir. Abd ise bütün vaktini birisinin emrine veren kimse demektir. Kişi kendisini satma hakkına sahip olmadığı için abdlik (kölelik) sözleşmesi batıldır. Burada sözleşmeye göre başka insanlara, kafirlere hizmet verilmeyecek anlamında değildir. Bütünü ile yücelterek birine hizmet vermek ibadettir. Burada “na’budu” demeyip “a’budu” demiş olması, bu sözü söyleme yetkisi başkanlara ait olmasından dolayıdır. Buna göre yukarıdaki “kul” sözü “ey başkan, sen söyle” demektir. Bununla beraber eğer tek kişi isen ve bunu söylüyorsan bu demektir ki, oradan hicret edeceksin.
Ma : “Ma”, “ellezi” anlamındadır. Fiil belli, fail belli değildir. Yahut fiil belli meful belli değildir. “Ma ta’budun” sizin ibadet ettiklerinize demektir. “Ma” akıl sahibi olan ve olmayanların müşterek ismi mevsulüdür. Bununla beraber burada kastedilen düzen olduğundan “men” değil “ma” kullanılmıştır.
Entüm : Siz anlamındadır. Aslı “tumu” dur. “Te”nin çoğuludur. “En”, “el” gibi ek harfidir. Buradaki zamir kafirlere gitmektedir. “Ve la entüm abidune ma a’bud” Siz de benim ibadet ettiğimi ibadet eder değilsiniz.” Birinci cümle fiil, ikinci cümle isim cümlesidir. Fiil cümlesinde geçicilik var. İsim cümlesinde ise süreklilik var. Söyleyen başkan diyor ki: Ben sizin düzeninizde güzel bir şey görürsem uyarım. Ama siz inadınızdan dolayı uymadığınızdan dolayı benim düzenime gelmezsinin.” Başka bir manası da “Ben sizin iç düzeninize asla karışmam. Ama merkez taşranın temsilcileri tarafından yönetildiği için siz merkezde temsilcinizi bulundurabilirsiz. Bu nedenle temsilcilerinizin görüşlerine uymuş olabiliriz. Bundan sonra “ve” harfi ile atf ederek iki isim cümlesi ile aynı ifadeler söylenmektedir. Ve harfi olmasaydı te’kid olarak alırdık. Ama “ve” olduğuna göre, ilk söylenenler başka, sonra söylenenler de başkadır. Birincisinde başkanın taviz vermesi söz konusu olduğu halde ikincisinde isim cümlesi olduğu için taviz söz konusu değildir. O halde şeriatin hükümleri iki türlüdür: Birinde tavizler verile bilir. Diğerinde ise verilemez.
Ene : “Ben” zamiridir. Aslı “emve”dir. “Ve” elife dönüşmüş, ifadede de düşmüştür.
“Ma a’bud” : Allah “men” olduğuna göre buradaki “ma” kimi değil de “neyi” ifade etmektedir. Yani düzeni ifade etmektedir. İbadet kelimesi sadece “dini ayin” yapmayı ifade etmediği açıklık kazanmaktadır. Bundan sonra harf-i atıfsız sizin dininiz size benim dinim bana” diyor. Din düzen anlamına geldiğine “sizin düzeniniz size, benim düzenim bana” anlamına gelmektedir. Din hesap anlamına da gelmektedir. O halde ise “sizin hesabınız size, benim hesabım bana” demektir.
Din : Dane, inek yavrusuna denir. Yavrunun anasına meme emmek için yaklaşması haline “dane” denir. Yaklaşmak demektir veya borçlanmak demektir. Deyn kelimesi din kelimesi ile aynı köktendir. Atomlarda da oksijen, hidrojene elektron borçlanır, borçlu ve alacaklı birbirlerinden ayrılmadıklarından su molekülünü oluştururlar. Din de, kişilerin birbirleriyle ayrılamaz şekilde borçlandıkları düzendir. Aynı zamanda borç ve alacak muhasebeye dayandığı için din hesap, muhasebe demektir. Dinar kelimesi de dinden gelir. Burada din düzen demektir. Allah’ın dinine girmek kişi olarak onun şeriatini kabul etmek demektir. Bunun hesabı ahirette görülecektir. Dinin dünyevi manası İslam düzeninde olan bir devletin vatandaşlığını kabul etmek demektir.
Ye : “Ye”, “ve”den dönüşmüştür. Ben demektir.
“Ey küfredenler, ibadet ettiklerinize ibadet etmeyeceğim. Siz de ibadet ettiğime ibadet edecek değilsiniz. Ben de ibadet ettiğinize ibadet edecek değilim. Siz de ibadet ettiğime ibadet edecek değilsiniz. Size dininiz, bana da dinim.”
Ey örtbas edenler. Törenize uymayacağım. Siz de töreme uyacak değilsiniz. Ben de törenize uyacak değilim. Siz de töreme uyacak değilsiniz. Size düzeniniz, bana da düzenim.
Açıklama : Mü’minin görevi İslamiyet’i anlatmaktır, o İslamiyet’i kimseye zorla kabul ettiremez. Herkes kendi inanç ve düşüncelerinde yaşar, sonunda hesabı kendisi verir. Dünya hayatında mü’minler ile kafirler arasındaki ilişkiler, eşitlik içinde yürütülür. Onun için bu surenin ilk ayetleri mü’mini anlatıyor, sonra da kafirden bahsediyor. Son ayette ise tersini yapıyor. Eşitliğe uyuyor. Allah kafiri mü’mine ezdirtmiyor. Bu surede mü’mini tekil, kafirleri çoğul olarak almıştır. Mü’min herkesin yaptığını yapmaz. Düşünür, araştırır, doğrusu ne ise onu yapar. Tek başına kalsa da yine onu yapar. Yaptırmazlarsa o topluluğu terk edip gider. Kafirler ise herkesin inandığına inanır ve herkesin yaptığını yapar. Allah’ın rızasını değil, halkın beğenisi peşine koşar. Bunu anlatmak için mü’min tekil, kafirler ise çoğul anlatılmıştır.