109. SEMİNER NOTLARI clubs.yahoo.com/clubs/adilduzen
www.adilduzen.8m.com
SEMİNER NOTLARI BURADA! www.akevler.org
ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER – XIV
BASIN HİZMETİ
بسم الله الرحمن الرحيم
الذين يستمعون القول فيتبعون أحسنه أولئك الذين هديهم الله و أولئك هم أولو الألباب زمر (39/18)
“Her kavli istima’ eder de ahsenine tâbi olanlar, Allah’ın kendilerine hidayet ettiği kimseler bunlardır. Elbâb sahibi de bunlardır.” (Zümer, 39/ 18)
الذين يبلغون رسالات الله ويخشونه و لا يخشون أحدا إلا الله و كفى بالله حسيبا الاحزاب (33/39)
“Onlar Allah’ın risâlâtını tebliğ ederler ve O’ndan haşyet ederler, Allah’tan başka kimseden haşyet etmezler. Hesap sorma bakımından Allah yeter.” (Ahzâb, 33/39)
Bu iki âyetten birincisi, bütün sözlere kulak vermemiz gerektiğini emrediyor. Sonunda diyor ki; “Allah böylelerine hidâyet eder.” Sonra da ekliyor; “Elbâb sahibi bunlardır.” diyor. Şimdi bu âyetin mânâsını tüm Kur’an için düşünelim. Daha Kur’an’ın başlangıcı olan Fatiha Sûresi’nde; “Bizi mustakim sırata hidâyet et.” diye dua ediyoruz. Oradaki duamızdan maksadımız; “Biz doğru yola gitmek istiyoruz. Bunu içtihat etmekteyiz. Sen bizi içitihadımızda yanıltma.” diyoruz. İşte Kur’an bu âyette de diyor ki; “Eğer siz hidâyeti istiyorsanız her söze kulak verin. Her sözü dinleyin, işitin.” Demek ki, içtihadın birinci şartı her söze kulak vermektir. Burada dikkat edeceğimiz diğer husus da; “esmiû” denmeyip “istemiû” denmiş olmasınadır. Yani bize söyleneni dinlemeyeceğiz. Biz sorup öğreneceğiz. Bunun ne kadar zor olduğu aşikârdır. Biz her sözü nasıl işitip dinleyeceğiz? Herkese nasıl gidip soracağız? Elbette bu mümkün değildir. Tabii ki, her emrim arkasında “Mâ isteta’um” kaydı vardır; bu “Gücünüz yettiği kadar.” demektir. Bunu nereden biliyoruz? “Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez.” Âyetiyle, hac farizasındaki “gücünüz yettiği” kaydıyla biliyoruz. Diğerlerini buna kıyas ediyoruz. Görüyorsunuz ki, içtihat tefsirden tamamen farklıdır. Tefsir ederken bir âyetin mânâlarını anlatıyorsunuz, içtihat yaparken değişik âyetleri yan yana getirip sonuçlara varıyorsunuz.
Bu âyetin içtihatla yakın alâkası da şuradan gelmektedir. Âl-i İmrân Sûresi’nde; “Müteşabih âyetlerin mânâsını elbâb sahipleri âlimler bilir.” diyor. Burada da; “Elbâb sahibi bunlardır.” diyor. O halde içtihadın şartı, her söze kulak veren olmak gerekir. Her söze kulak vermeyen kimse elbâb sahibi değildir. Dolayısıyla içtihada da ehil değildir.
Bu âyette dikkat edeceğimiz başka bir husus; burada emir siygası kullanılmamış, sadece çoğul olarak ancak bunlara hidâyet edileceği bildirilmiştir. İçtihadın yanında ittibaı da meşru kılmıştır. İşte burada bu tergib var ama emir yoktur. “Bilmeyenler ehl-i zikre sorabilirler.” âyetiyle de bu izah edilmektedir. Yani her sözü işitme emri herkese değil müçtehitlere farzdır. Ne var ki, halkın arasında müçtehitlerin olması da farzı kifayedir. Bu bizi iş bölümüne ve teşkilatlanmaya götürmektedir.
Yine bu âyette; “sözü istima’ eder” demiyor da, “istima’ ederler” diyor. Yani herkesin her sözü bilmesi sözkonusu değildir. Ben soracağım kimsem olursa o sözü bilmiş olurum. Gerektiğinde sorarım. Bunun için de bir teşkilata ihtiyacımız vardır. İşbölümü yaparak aramızda bilgi taksimatını yapmalıyız.
Burada bir yere daha işaret ederek bu âyet üzerindeki sözlerimizi şimdilik sona erdirelim.
“El-kavl” harf-i tarif ile gelmiştir. Bu ahd için olamaz. O zaman tek sözü işitmiş olacağız. Bunun anlamı yoktur. Zaten bunun böyle olmadığı, “en iyisine uyarlar” ifadesiyle açıklanmıştır. Cins için de yine en iyisine uyarlar, tâbirinden anlaşılıyor ki, istiğrak içindir. Her söze, bütün sözlere uyarlardan başka mânâ verilemez.
İkinci âyet de Kur’an’ı tebliğ görevimizi ifade ediyor. Kur’an’ı kâffeten linnâs. rahmeten li’l-âlemin yani bütün insanlara, herkese, rahmet kelimeleri ile bütün insanlara ulaştırmamız gerektiğini ifade etmektedir. Bu emir de bizim teşkilatlanmamız gerektiğini, herkese risâlâtı ulaştırmamız gerektiğini bildiriyor Nasıl ulaştıracağız? Bunu ancak her dilde neşriyat yapmak suretiyle ulaştırabiliriz. Burada ne kadar önemli görevlerle yüklenmiş olduğumuz aşikârdır.
Veda Haccı’nda Hz. Peygamber müminlere bu görevi vermiştir. Demek ki, bir basın ve yayın teşkilatı kurmamız gerekir. Bu bize farzdır. Müslümanlar hâlâ sadece cami yapmak ve Kur’an ezberlemekle yetiniyorlar. Bu âyetlerde emir değil haber vardır. Ancak; “Hesap sorma bakımından Allah yeter.” Demesiyle, güçleri yetmeyenlerin hesap vereceklerini ifade etmekle tebliğin farz olduğu ifade edilmektedir. Bundan sonra gelen âyette; “Ey iman edenler!” diyerek devam ettiğine, bu da çoğul olarak geldiğine göre, burada mükellef olanlar mü’minlerdir.
Demek ki, bizim iki görevimiz vardır. Bunlardan biri yeryüzündeki bütün insanlara ulaşarak onlardan bilgi almak, onların görüşlerini alarak istişare etmektir. Diğeri ise bizim bilgilerimizi birleştirerek tüm insanlara ulaştırmaktır. Bunun için dört adet müessese geliştirilmiştir.
- Kur’an’ı bütün dünya dillerine çevirerek ulaşmak. Yalnız Kur’an’ı değil, Kur’an’ın ihtiva ettiği bütün ilimleri onların dillerine çevirerek ulaşmamız gerekir. Bu Kur’an’da “Bi lisanı kavmihim/ Kendilerinin dilleri ile anlatma”nın emredilmiş olmasından ileri gelir. Buna karşılık onların yazılı metinlerini da Arapçaya çevirmemiz gerekir. Böylece Arapça ve Kur’an dillerin merkezi olacaktır. Buna “Basın Müessesesi” diyoruz.
- Bu yeterli değildir. Televizyon, radyo gibi kuruluşlarla yine herkesin dilinde neşriyat yaparak onlara ulaşmalıyız. Bütün dünyada yapılan neşriyatın, haberlerin, görüşlerin özetlerini Arapça yayınla yine dünyaya duyurmaktır. Buna da “Yayın Müessesesi” diyoruz.
- Bastığımız kitapları veya basılan kitapları yerlerine ulaştırmak, eşyaları taşımak, insanları götürüp getirmek için ulaşım ağını kurmamız gerekir.
- İkili ilişkiler kurup haberleri birbirlerine ulaştırma imkanını sağlamak için de haberleşme ağını kurmalıyız.
Görülüyor ki, 25 hizmetin her biri Kur’an’ın bize emrettiği müesseselerin tesisinden başka bir şey değildir. İleride Kur’an’ı okuyup da emirleri telakki ettiğimiz zaman, 25 Genel Hizmet kurulmadan bunların hiçbirisinin yapılamayacağını kolaylıkla anlamış oluruz. 25 hizmet kendiliğinden oluşmuş hizmet değildir. İnsan bedeninin hizmetleridir.
- İnsanda ruh var, beden var. Toplulukta halk var, toprak var. İnsanın bedeninde hayat var, ruhunda nefis var. Toprakta mülkiyet var, halkta malikiyet var, hakimiyet var. İşte dört tescil hizmeti böyle doğuyor; nüfus, tapu, zimmet muhasebesi, envanter muhasebesi.
- İnsanda fikir var, his var, irade var, ünsiyet var. Toplulukta bunların karşılığı olan ilim, din, ekonomi ve yönetim var. Halkın bunlara göre eğitilmesi ve teminatlı diplomaların verilmesi gerekir. İlmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıkları buradan oluşmaktadır.
- Sözleşmelerin yapılması ile işbölümü yapılmaktadır. Kontrollerin yapılıp malların ambarlara teslimi ile işler tamamlanmaktadır. Soruşturma ile sözleşmelerin ne derece yerine getirildiği ortaya konmakta. Hakemlerce de ortak üründen herkesin hakkı verilmektedir. Kur’an’da bu hizmetler; kitabet, istişhad, şehadet ve hakemlik müesseseleri ile tesbit edilmektedir.
- İnsanlar basın, yayın, ulaştırma ve haberleşme yoluyla organize olmaktadırlar.
- Sağlık, bakım, plan ve güvenlik ise; kendinizi tehlikeye atmayın, salât ile birbirinizi muhafaza edin, iman edin gibi âyetler ile emr olunmaktadır.
- Zekât, karz-ı hasen, kütüb ve tebliğ müesseseleri ile de diğer hizmetler anlatılmaktadır.
Bunlara başkanlığı da eklerseniz, Kur’an’ı okuduğunuz zaman ne yapılacağı yanında, kimin yapacağı da ortaya çıkmaktadır. Böylece Kur’an anayasa hükümlerini de ihtiva etmektedir.