AKEVLER KUR'AN MEÂLİ
Süleyman Karagülle
3173 Okunma
KALEM suresi MEALi

(68) KALEM SURESİ

 

Rahman rahim Allah’ın ismine

 

Nun, kalem ve setr ettikleri için(1) Rabbinin nimeti ile sen mecnun değilsin(2). Senin için minnetsiz ücret vardır(3). Sen azim bir huluk üzeresi(4). Hanginizin meftun olduğuna yakında basar edeceksin onlar da basar edecek(5-6). Kimin sebilinden dalalet ettiğini rabbin o a’lemdir ve muhtedilerin a’lemi de odu(7). Mükezzibine itaat etme(8). İdhan etmeni meveddet ederler ki, idhan etsinler(9). Hellaf mehin hemmaz, nemimin meşşaı, hayrın menna’ı, mu’ted esim utul bundan sonra da kendisi mal ve beninli oldu diye zenim olan hiç kimseye itaat etme(10-14). Kendisine ayetlerimiz tilavet olunduğunda evvelinin esatiri, kavleder(15). Biz ona hortumu üzerine yakında vesm edeceğiz(16). Biz onları cennet eshabını belv ettiğimiz gibi belv edeceğiz. Sabahleyin onu sırm edeceğiz diye kasem etmişlerdi(17). İstisna etmemişlerdi(18). Onlar naim iken rabinden bir taif üzerine tavaf etti(19). Serim gibi sabahladı(20). Sabahleyin nidalaştılar(21). Sarim yapacaksanız harsınıza ğuduv ediniz(22). İntilak ettiler, birbirlerine miskinler üzerimize el yevm duhul etmesinler ve hade kadirin olarak ğudur etsinler diye tehafut ediyorlardı(23-25). Onu r’ey ettiklerinde biz dalalet ettik, yok biz mahrumuz diye kavlettiler(26-27). Evsetleri, ben size tesbih etmeliyiz diye kavletmedim mi, diye kavletti(28). Rabbimiz sübhandır, biz zalim imişiz kavlettiler(29). Bazıları bazılarına telağum ederek ikbal etti(30). Veyl bize, biz tağin imişiz diye kavlettiler(31). Rabbimiz, bundan daha hayırlısına tebdil edebilir, biz rabbimize rağib olacağız(32). İşte azab böyle. İlimleri olsa ahiret azabı ekberdir(33). Muttekilere rablerinin indinde naimin cennatı vardır(34). Biz müslimini mücrimler gibi mi ca’l edelim(35). Ne oluyor size, nasıl hükmediyorsunuz(36). Yoksa içinde ders yaptığınız bir kitabınız mı var(37). Orada ne tahayyur ederseniz o var(38). Yoksa üzerimize kıyamet yevmine baliğ olacak sizin için bir eyman, sizin için hükmettikleriniz mi var(39). Sual et onlara, buna zu’m eden onlardan hangisi(40)? Yoksa onların şürekası mı var? Sadık iseler şürekaları ile etvet etsinler(41). Ol yevm sakdan keşf olunur ve sucuda davet olunurlar da ebsarları haşia, onları zillet rehk etmiş olarak  ona istitae edemezler. Onlar salim iken sucuda davet olunmuş idiler(42-43). Beni ve bu hadisi tekzib edeni vezr et. İlm edemeyecekleri haysiyetten onları istidrac edeceğim(44). Ve onlara imla ediyorum. Keydim metindir(45). Onlardan ücret mi sual ediyorsun da onlar meğreminden müskaldirler(46). Yoksal ğayb indlerindem mdir de onlar kitabet ediyor(47). Rabbinin hükmüne sabr et. Hutun sahibi gibi olma. O mkzum iken nida etmişti(48). Rabbinin nimeti ona idrak etmeseydi o mezmum olarak eraya nebz edilmiş olacaktı(49). Rabbi onu ictiba etti ve salihlerden ca’l etti(50). Küfr etmiş olan kimseler keyd edebilseler zikri sem’ ettiklerinde seni ebsarları ile izlak ederlerdi. O mecnundur diye kavl ediyorlar(51). Oysa o alemlere bir zikirden başkası değildir(52).

 

 

 

 

 

……………………………

Tevafuk nedir?

 

 

         05 Nisan 2008                       Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 453. SEMİNER

***

 

 

   

***

قلمKALEM48-50-

فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِ إِذْ نَادَى وَهُوَ مَكْظُومٌ (48) لَوْلَا أَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّهِ لَنُبِذَ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ (49) فَاجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنْ الصَّالِحِينَ (50)

 

نَ  Nun

İzmir’de Harun Özdemir, Lütfiye Özdemir, Dilek Hanım, Hilmi Altın ve Hüseyin Kayahan’la birlikte Kur’an’ı Osmanlıca ve Türkçeye tercüme ediyor, tefsirini yapıyorduk. O çalışmaya benden sonra da devam ettiler ve sona geldiler. Kur’an’ın sonundan başlayıp gerisin geriye gidiyorduk. Kalem Sûresi’ne geldiğimizde Nun’un Ninova şehri olduğuna hükmettik. Bizi buna götüren kelime benzerliğinin ötesinde kalemle zikredilmesi idi. Harf yazısı burada keşfedilmiştir. Kaleme yemin ediliyor. Şimdi ise Saffat Sûresi’ndeki Yunus aleyhisselâma ait kısmı yorumlamak istedim.

Tevrat’a bakayım, acaba ne diyor dedim. Osmanlıca baskının 1084’üncü sayfasından başlayarak üç sahife okudum. Sizlere bazı parçaları aktaracağım.

(Yunus’a “ Kalk, büyük şehir olan Ninova’ya git” (1/1) dedi. O tarafa giden gemiye binerek Tarsus’a gitti. Denizde büyük fırtına oldu. “Kura atalım, kimin sebep olduğunu bulalım” dediler. Kura Yunus’a düştü. O “Beni denize atınız, deniz teskin olunacaktır, benim sebebimdendir” dedi. Karaya çevirmek için kürek attılar. Olmadı. Yunus’u denize attılar. Deniz teskin oldu. Yunus üç gün üç gece büyük balığın karnında kaldı. (1/17)

(Yunus Rabbe niyaz etti. (2/1) Balık Yunus’u ağzından karaya attı.)

(Rab Yunus’a ikinci defa “Kalk, Ninova’ya git” dedi. (3/1) Git, üç günlük şehrin birincisinde kırk gün sonra Ninova helâk olacak dedi. Ninovalılar dinlediler. Çul giydiler. Kral da çul giydi. Beladan kurtuldular. (3/10

(Yunus Rabbe  “canımı al” dedi. “Darılmaya hakkın yok” dedi. Allah bir ağaç verdi. Mesrur oldu. Ertesi gün kurudu, bayıldı, ölümü istedi. “Darılmaya hakkın var mı” dedi. Ölüm için var dedi. Rab “ Büyütmediğin bir ağaç kurudu diye acıdın. Ben Ninovam büyük şehrime nasıl rahmet etmeyeyim dedi.)  

Kur’an’da anlattıklarından biraz farklı anlatıyor ama aynı olayları anlatıyor. Bunu okuduktan sonra Hazreti Yunus’un Ninovalı olduğunu öğrendim. Yunus adının geçtiği sûrelere baktım. Kalem Sûresi’nde yok. Öyleyse Allah burada ona işaret etmemiştir dedim. Sûreyi heyecanla açtım. Yunus yok ama diğer peygamberler de yoksa yine benim teorim tutabilirdi. Ama başka peygamberlerden bahsedip de Hazreti Yunus’tan bahsetmiyorsa, İzmir’deki varsayımımız yanlış olacak, düzeltmemiz de hayli zor olacaktı. Hata yaptığım için istiğfardan başka çarem yoktu. Sûreyi okudum ve sonunda büyük mucize ortaya çıktı. Sûrede Yunus’un adı yoktu ama “Sahibu’l-Hut” olarak Hazreti Yunus’tan bahsediyordu; hem de sûrede yalnız ve yalnız Yunus peygamberden bahsediyordu. O zaman Rabbime beni hatamdan koruduğu için çok çok hamd ettim.

Kur’an’ı okuyup da böyle mucizelerle karşılaştıkları zaman acaba kâfirler ne yaparlar?  

Kur’an diyor ki; yine küfürlerine devam ederler.  

فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِ إِذْ نَادَى وَهُوَ مَكْظُومٌ (48)

لَوْلَا أَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّهِ لَنُبِذَ بِالْعَرَاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ (49)

فَاجْتَبَاهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنْ الصَّالِحِينَ (50)

“Rabbinin hükmüne sabret. Balığa arkadaş olan gibi olma. O tutuklu iken nida etmiştir. Eğer ona Rabbinin nimeti yetişmeseydi o açık yalıya fırlatılır mezmum olurdu. Rabbi onu ictiba etti ve onu salihlerden yaptı.”

Başka yerde de pamuk ağaçlı bir sahile attığını Kur’an söylemektedir. Sıcak yerlerde pamuğun büyük ağaç hâlinde büyüdüğü biyolojiden bilinmektedir.

Şimdi tekrar Sâffât Sûresi’ne dönelim ve Yunus aleyhisselâmı öğrenmeye çalışalım.

Saffat Sûresi, saf saf olup namaz kılanlardan bahsettikten sonra, insanların göğe giderken tepkili yakıt kullanacaklarını açıklamaktadır. Sonra âhireti, cennet ve cehennemlikleri anlatmaktadır. Sonra da peygamberlere geçmektedir. Biz onlara münzirler gönderdik. Münzirlerin akıbeti ne oldu diye Hazreti Nuh’tan, İbrahim’den, oğlunu kurban etmeye razı olmasından bahsetmekte, İshak’tan da oğlu olarak bahsetmektedir. Sonra Hazreti Musa ve Harun’dan bahsetmektedir. Sonra Hazreti İlyas’tan bahsederek, “İlyasine selam” demektedir. (Hazreti İlyas’a mensup olanlardan söz etmektedir. İbrahim’in İshak’ı, Musa’nın Harun’u gibi söz edilmektedir.) Hazreti Lut’u anlattıktan sonra Hazreti Yunus’a gelmektedir. Hazreti Yunus’tan sonra sûre son nebiye hitap ederek bitirilmektedir.

Burada Hazreti İsa, Yahya ve Zekeriyya’dan söz edilmediği gibi, Mezopotamya peygamberlerinden de bahsedilmiyor. Hazreti Yunus’tan eski kitapların sonuna doğru bahsedilmektedir. Ninova da o zamanların kenti olmalıdır.

 

وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنْ الْمُرْسَلِينَ (Va EinNa YuNuSa La MİNa elMUrSaLIyNa)  

“Yunus da mürsellerden idi.”

“Va Lakad” ile başlayan ifadede, Sen acaibimize gittin dediler ve masharaya aldılar. Oysa biz evvelkilerin içine de münzirler gönderdik. Buradaki “vav” hâl vavıdır. “Onları lazib tîndan halkettik”teki cem’in hâlidir. Buna atfederek “Velekad erselnâ Nuhan” diyor. Ondan sonra Hazreti Nuh’un dışında münzirler irsal ettik diyor. Münzir olmak için resul olmak gerekmiyor. Bizim yazılarımızı okumayanlar, aktardığımız Kur’an’ın ifadelerini duymayanlar da münzerlerdendirler. Biz onların içinde münzirler irsal ettik diyor. Kurallı erkek çoğul getiriyor demek, münzirler bir cemaat olmalıdırlar.

Sadece benim anlatmam inzar değildir. Bunun için parti kurmak gerekiyor. İnzarı parti ile yapmak gerekiyor. İktidar olmak için değil, inzar etmek için parti kurulmalıdır. Onlara Kur’an yolunu ancak böyle anlatabiliriz.

‘Lâikliğe aykırı parti kurulur mu?’ diyeceksiniz.

Biz lâikliğe aykırı parti kurmuyoruz. Çünkü biz dini hissiyatla hitap etmiyoruz, dini fikriyatla hitap ediyoruz. Rüşvetin olduğu bir devlet sonunda yıkılır diyoruz. Adil yargı sistemini kurmayan topluluk helâk olur diyoruz. Yine de kapatabilirler. Ama sonra ne olur? Kendileri kapanırlar. Zaten inzar da budur.

Sonra Hazreti Nuh’tan bahsederek gene “Lakad” getirmektedir. Hazreti İbrahim’i ise “İnne” ile getirmektedir. Zibh edilen İsmail’dir. Çünkü burada İshak “ve” harfi ile atfetmiştir. Zibh edilemeye aday İshak değildir. Hazreti İbrahim, İsmail, İshak’tan aralarında “lakad” ve “inne” getirilmeden bahsedilmektedir. Sonra Hazreti Musa’dan “lakad” ile atfetmektedir. Hazreti Harun sadece atfedilmektedir. Hazreti İlyas, Lut ve Yunus “inne” ile getirilmektedir.

Hazreti Nuh ile Hazreti Musa şeriat sahibi peygamberlerdir. Sonunda “Va Lakad” deyip mürseller hakkında sözümüz geçti denmektedir. Böylece son peygamberden onların içinde birlikte bahsetmektedir.

Buradaki dört “Lakad”dan birincisi Hazreti Nuh’tan önce gelen kitapları olmayan peygamberlerdir. İkincisi, kitabı yoktur ama kendileri yazılı olarak kendi ifadeleri ile yazmışlardır. Şekil yazısı, çivi yazısı kullanmışlardır. Sonra Hazreti Musa kitap getirmiştir. Harf yazısı ile yazılmıştır. Kur’an ise içtihadı getirmiş ve bugün bilgisayarla yazılmaktadır.

“Yunus da mürsellerdendir” deniyor. “İnne” ile başlamaktadır. Çünkü bu peygamberler Tevrat gibi veya Hazreti Nuh gibi şeriat getirmemiştir.

Tarihte dört türlü vahiy olmuştur.

a) Peygamberlere vahyetmiştir. Onlar da bir kabile reisi olarak kabilelerini idare etmiştir.  

b) Hazreti Nuh peygamber vahiy almıştır ama sünnet gibi vahiy almıştır, kendi diliyle kendi dedikleri yazılmıştır. Manâ Allah’tan ama sözler peygamberin sözleridir.

c) Hazreti Musa’ya ise doğrudan Allah’ın sözlerini içeren kitap verilmiştir. Peygamber onu uygulamıştır.

d) Son Peygamber ise Kur’an’ı getirmiş, mucize kitapla gelmiş, yorumu da kendisi değil ilim yapmıştır. Kendisi sadece uygulamıştır.

Ancak bütün peygamberler birlikte İslâmiyet’i getirmişlerdir. Hazreti Adem’den başlayarak ilk olarak vahiy alınmıştır. Hazreti Nuh şeriatı tedvin etmiştir. Hazreti Musa anayasayı yapmıştır. Hazreti Muhammed aleyhisselâm Kur’an’ı tebliğ etmiş ve beyan ilmini öğretmiştir. Hazreti İbrahim ilmi, Hazreti Davut ekonomiyi, Hazreti İsa da dini düzenlemiştir.

Hazreti Yunus da diğer peygamberler gibi insanlığın uygarlaşmasında görev almıştır.

Ninova Asurluların merkezidir. Büyük bir şehirdir. Tevrat’a göre bir taraftan öbür tarafa ancak üç günde geçilebilmektedir. Yani bir günü 30 kilometre alsak, 120 kilometrelik genişliktedir. Hazreti Yunus İsrail oğullarından gelen bir peygamberdir ama Ninovalılara gönderilmiştir.

19. yüzyıla kadar bunlara efsane gözü ile bakıyorlardı. Şimdi ise burada tabletler üzerinde yazılmış kütüphaneler bulunmuştur. Tarihin en aydınlık uygarlığı olacaktır.

“Sözümüz geçti, mürsellere yardım olunacaklardır, ordunuz galip gelecektir” ifadesi bunu gösterir. Mürseller bir cemaattir. Çağımızın inanmış yöneticileri de onların içindedir. İslâm orduları galip gelecektir. Mürsellere yardım olunacaktır. Yeryüzünde “Adil Düzen” kurulacaktır.  

Ninova’nın diğer şehirlerden farkı vardır. Diğer şehirler kendilerine gelen peygamberleri hep tekzip etmişlerdir. Oysa Ninova kabul etmiş, böylece helak olmaktan kurtulmuştur. Mekkeliler kabul etmediler ama Medineliler kabul ettiler ve kurtuldular.

Bugün Avrupa Birliği de barış içinde doğru yolu arıyor.

Ümit ederiz ki Türkiye de böyle yapsın ve helak olmaktan kurtularak uygarlaşsın.

İşte Hazreti Yunus’un diğer peygamberlerden farkı, halkın toptan İslâmiyet’i kabul etmesidir. Ninova tarihini iyice okuyup örnek almalıyız.

Allah hiçbir zaman zulüm düzenini devam ettirmez. Demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk devleti mutlaka tesis edilecektir. Demokratik demek şeriat demektir, lâik demek İslâm/barış demektir, liberal demek adil demektir, sosyal demek hak demektir, hukuk demek ahkâm devleti demektir. Anayasamızda yer alan ve biri hariç diğerleri değişmez maddeler arasına giren bu maddeler mutlak tahakkuk edecektir.

Tarifsiz, istismar edilen, istedikleri zaman onunla zulmeden bir şekilde değil; tarif edilmiş, istismar edilmeyen, zulüm aracı değil adalet aracı olarak kullanılacak düzene mutalaka geçilecektir. Avrupa mahkemelerinin anlayamadıkları Roma hukuku veya kilise hukuku kalıntısı değil; Hazreti Nuh’un, Hazreti Musa’nın, Kur’an’ın getirdiği gerçek anlamıyla “Adil Düzen” oluşacaktır. Lâikliğin tarifini suç olarak kabul edip partinin kapatılmasını isteyen zihniyetten bu memleket er geç kurtulacaktır.

Duamız nedir? Duamız, Ninovalılar gibi kurtulunmasıdır. Herkes ipekleri çıkartsın ve çuha giysin, yani insanların eşitliğini kabul etsin. Yönetim zenginlerin veya iktidarda olanların değil halkın olsun, kral da halktan olsun.

Burada Adil Düzen Çalışanlarına da büyük dersler vardır. Ümidi kesip kaçmak yoktur. Benim bilgim yeterli olmadığı için Kırgızistan’a kaçtım. Halk bugün bizi anayasa ekseriyeti ile iktidar etmiştir ama ne var ki biz “Adil Düzen”i bilmiyoruz ve uygulayamıyoruz.

Şimdi siz ey beni okuyan kaç kişi varsanız, bana kulak verin, “Adil Düzen”i öğrenin; yani demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk düzeninin projesini yapın.

Sonrası size ait değildir.

Belki de Türkiye Ninovalılar gibi yapacak ve Türkiye Cumhuriyeti payidar olacak, ikinci cumhuriyetin kurulmasına gerek kalmayacaktır.

Amerika’nın gücü bitiyor. Artık o fitneyi Türkiye ve dünyada daha fazla sürdüremeyecektir. Yeter ki dünya “Adil Düzen”i yani demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk düzenine geçebilsin, öğrensin. İsrail oğulları da tevbe edecek ve yine Allah’ın seçilmiş kavmi olacaktır. Kur’an öyle diyor; dönerseniz döneriz.

إِذْ أَبَقَ (EiÜ EaBaQa)  “İbka ettiğinde”

Abık” firar eden köle anlamındadır. Baki kalan demektir, abakı kalmayan, durmayan anlamındadır. “A” harfi Batı dillerinde de menfi manâ taşır. “Anormal” kelimesi böyledir. Kafkas dillerinde “ar” menfi anlamındadır. Bu da Türkçedeki “ne” veya Arapçadaki “la”ya akrabadır.

Kur’an Hazreti Yunus’un Ninova’yı terk ettiğini söylemektedir. Tevrat ise Ninova’ya gitmeyip başka yere gittiğini belirtmektedir. Kur’an’a göre Hazreti Yunus Ninovalılara kızmış ve oradan ayrılıp bir gemiye binmiştir. Gemide kaçaktır. Tevrat ile Kur’an arasında büyük fark yoktur. Sonuçta Allah’ın sözünü dinlemeyip Ninova’dan uzaklaşan kimsedir.

Bizim buradan çıkaracağımız ders nedir?

Biz, halkımıza kızıp hemen hicret etmemeliyiz. Bize tebliğ imkanı vermezlerse hicret etmeliyiz. Yahut daha ileri bir uygarlık için davet alırsak hicret edeceğiz.

Adil Düzen Çalışanları cemaat olmalıdırlar, “Adil Düzen”i kurmak için bir araya gelmelidirler. Her şeyden önce bir apartmanda toplanmalı ve orada “Adil Düzen Dersleri”ne devam etmelidirler.

“Adil Düzen Dersleri” ne demektir, neyi öğreneceğiz?

a)      “Adil Düzen Anayasası”nı oluşturmalı ve öğrenmeliyiz. Bu anayasanın özelliği, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndan farkı çözümleri getirmesidir. Anayasada bir sorun yoktur. Demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk düzenidir. İnsanlık camiası içinde yerinden yönetime saygılı bir anayasa. Bizim anayasamız böyledir. Mevcut anayasa temennileri içermektedir ama müesseselerini göstermemektedir. Oysa “Adil Düzen Anayasası” böyle bir düzenin nasıl tesis edileceğinin çözümleri ile gelir. Her parti kendi çözümlerini getirir. Adil Düzene göre ekseriyet olmadığından sonunda uzlaşarak bir anayasa oluşturulur. Bizimle beraber yaşamak isteyenlerle uzlaşacağımız bir anayasayı ortaya koymalıyız. Hakemlere gidip orta yolu öyle bulmalıyız. O halde “Adil Düzen Anayasası” dayatma anayasası değildir, uzlaşma anayasasıdır. Herkes kendi anayasasını getirir. Sonunda görüşerek uzlaşamazsak hakem kararları ile uzlaşırız ve o uzlaştığımız anayasa anayasamız olur. Tabii ki yine o anayasa da meclisten geçecek, belki halkın da onayını alacaktır.

b)      Halk işletmelerinin hukukunu oluşturmamız gerekir. Yani fıkhı yeniden ele alıp halk işletmelerine göre düzenlemeliyiz. Şimdi ya bin sene evvelki ilkel ekonomi hukuku vardır, ya da Batı’nın sömürü hukuku vardır. Biz çağımızı ileri götürecek halk ekonomisinin hukukunu oluşturmalıyız. Bugün insanlar tarım döneminden sanayi dönemine geçtiler, bu yeni dünyanın hukuku da yeni olmalıdır. Hukukçular ne İslâmiyet’i ne de Batı’yı biliyorlar. Beş bin senelik tarım dönemi hukukunun mantığı içinde hayali hukuk üretiyorlar. Olaylara kanunları tatbik etmiyorlar, kanunlara olayları uyduruyorlar. Hayali olaylara hüküm veriyorlar.

c)      Halk ekonomisine dayalı muhasebemizi kurmalıyız. Artık bugün fıkıh yahut hukuk muhasebe ile destekleniyorsa bir şey ifade eder. Yoksa sadece yazılır ve kitaplarda kalır. Çünkü insan hafızası artık hukuku kafasında tutamaz. Bilgisayar hafıza ve muhakemesine mutlaka aktarmamız gerekecektir.

d)     Bütün bunların ifade edilmesi için iyi Türkçe ve iyi Arapça bilmemiz gerekir. Türkçeyi iyi bilmemiz gerekir, çünkü ulusumuzun dilidir. Arapçayı iyi bilmeliyiz, çünkü o insanlık dilidir, çağlar arası dildir.

Adil Düzen Çalışanları günlük siyasetle uğraşmazlar. Çünkü “Adil Düzen” gelmeden zulüm gitmez ve bitmez. Onu bugün yapanlar bizden iyi yapıyorlar; varsın yapsınlar. Bizim “Adil Düzen”in kendisini öğrenmemiz gerekir. Öğrenebilmemiz için de küçük çapta uygulama yapmalıyız. Biz Yenibosna’da bunu yapıyoruz. Destekleyenlerden Allah razı olsun.

إِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ (EiLay eLFulKı eL MaŞXUvNı)  “Meşhun fulke”

Şahana” kelimesi “şagala” kelimesi ile akrabadır. Şegal, işgal etmek ve doldurmak demektir. “Şahana” gemiyi yükle doldurmak demektir.

Fulk” kelimesi ve bir de “sefine” kelimesi vardır. Fulk, daha büyük ve daha çok insan taşıyan gemi demektir. Sefine, daha küçük geminin adıdır. Daha büyükler ise “cariye”dir. “Fulk” kelimesi burada harfi tarifle gelmiş ve marife olmuştur.

Mukaddes Kitap’ta yazıldığı gibi Hazreti Yunus mutat seferler yapan gemiye binmiştir. Nerede ineceği belli değildir. Kur’an o devirde gemi seferlerinin yapıldığını bize bildirmektedir. Asurlular zamanında gemicilik gelişmiş idi.  Burada “Fî’l-Fulki” denmiyor da “İle’l-Fulki” deniyor. Çünkü oraya kaçıyor ve kaçak biniyor. Fazlalık oluyor. Mukaddes Kitab’a göre, ağırlığı hafiflesin diye atmıyorlar, suçludur diye atıyorlar. Kura ile kimin suçlu olduğu ortaya çıkıyor. Bu sistem bugün geçerli değildir.

Neden kura çektiler?

Mukaddes Kitab’a göre suçlunun kim olduğunu ortaya çıkarmak için; bir görüşe göre yükü hafifletmek için; başka bir görüşe göre geminin etrafını balıklar sarmış, gemi hareket edemiyor. Gemi hareket etse balıklar onu durduramaz. Ama gemi kalkamıyor. Arka tarafa birini atarsanız balıklar ona hücum eder, siz de o esnada kürek çeker ve yol almaya başlarsınız. Bize göre en makul yorum budur. Her neyse; Kur’an da kura çektiklerini ve bunun Hazreti Yunus’a isabet ettiğini söylemektedir.  

فَسَاهَمَ (Fa SAvHaMa)  “Sehimleşti”

Sehm” bölüşmede düşen pay demektir. Hazreti Yunus kendi sehmini aldı, yani kura ona düştü. Hazreti Yunus onların gemisindedir. Zaten günahkârdır.

Acaba burada yaptığı bize delil olabilir mi, yani biz buna dayanarak kurayı meşru görebilir miyiz? Mesela bir kayıkta olsalar, fırtına çıksa, kayık batacaktır, ama yükü hafiflerse kurtulacaklardır. Birini denize atmak gerekecektir. Kimin atılmasına kura ile karar vermek sözkonusu olabilir mi?

Bizim içtihadımıza göre bu caiz değildir.

Bunun için başka fıkhi hükümler geliştirebiliriz.

a) En ağır kim ise onu atarız. b) En zayıf ve güçsüz kim ise onu atarız, çünkü gücümüz ona yeter. c) Kaptan kime atlama emri verirse o atılacaktır. d) En son binen atılacaktır.

Görülüyor ki başka çözümler vardır ve kura sözkonusu değildir.

Çok eşli koca seyahate çıktığı zaman yanına birini alacaksa kimi alacaktır? Kura usulünü kabul edenler vardır. Biz buna iştirak etmiyoruz. Koca istediği eşi alabilir. Ama sonra dönünce geceler bölüşülürken o eşe o kadar az gece ayıracaktır. Bu maslahata daha uygundur. Ona göre eşini alır ve götürür.

Bir de ortaklık payları ayrılıyor ve kime ne düşecek diye kura çekiyorlar. Biz buna katılmıyoruz. Başka ölçü bulunmalıdır. Parayı ilk dolduran, bir daireye ilk talip olan, seçmede en zayıf olan, vergiyi en fazla veren seçebilir. Biz bu hükmü “zarlarla bölüşmeyin” âyetinin açık delaleti ile anlıyoruz. O halde eğer bu delil kabul edilecekse mensuhtur demektir.  

Bununla beraber burada başka hüküm de çıkarıyoruz. Hazreti Yunus orada gemidedir. Gemideki düzene uyma dışında yapacağı bir şey yoktur. Dolayısıyla kura çekme kendi kuralı değildir. Orada yapılan bize delil olamaz. Ancak bir hususu bize öğretmiş olmaktadır. Eğer bir topluluğa katılmış isen onların şeriatına uyacaksın. Onun meşru olup olmadığına bakamazsın. Ya o topluluğu terk edecek, ya da o topluluğun kurallarına uyacaksın.

فَكَانَ مِنْ الْمُدْحَضِينَ (Fa KAvNa MıNa eLMuDXaDIyNa)  

“Müdhadinlerden oldu.”

DeHaDa” kaygan demektir. “ZeLeKa” da kaygan demektir. Dehada, ıslaklıktan dolayı oluşan kayganlıktır. Zeleka, toz toprak ve kuruluktan doğan kayganlıktır. Muzlak olmak, düşmek ve yuvarlanmak demektir. Mudhad olmak, kaymak veya yenilmek demektir.

Mudhadîn” kelimesini burada kurallı erkek çoğul olarak kullanmaktadır.

Başka müdhadler kimlerdir ve nasıl oluştular?

Buradan anlaşılıyor ki atılanlar arasında yalnız o yoktur. Birkaç kişi atılmıştır. Kura çekenler bir grup olmuşlardır. Böylece o da onlardan biri olmuştur. Buna göre meşhun olan gemi tehlikede iken bir grup insan suya atılmıştır. Kura kendilerine düşenler atlamışlardır.

Bunun erkek kurallı çoğul kullanılması, gruplaşarak pay almanın caiz olduğunu ifade ediyor. İsteyenler bölüşmede paylarını birleştirir ve kendi paylarını ortak olarak alabilirler.

“Müdhadin”e kurada kaybedenlerden oldu manâsını vermekte iseler de, suya atılanlardan idi demek daha uygun olacaktır. Çünkü arkasından “Fa” gelmektedir.

فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ (Fa ilTaQaMAHUv el XUvTu)  “Hut onu lokmaladı.”

Kur’an’da balık olarak “semek” kelimesi yoktur. “Hut” olarak burada geçmektedir. Ama Kur’an’da “saydu’l-bahri” geçmektedir. “Hut” kelimesini balık olarak aldığımızda memeli olan balinalar da balık olarak adlandırılmış olur. “Hut” balinanın adıdır.

Balina denizde yaşayan memeli bir hayvandır. Dünyanın en büyük memelisidir. Ağzının büyüklüğü beş altı metredir. Ağzına suyu alır ve çenesini kapatır, içinde bizim odamızdan büyük yer kalır. Suyun içindeki küçük hayvanlarla beslenir. İnce diş aralığından balıklar kaçamazlar. Zaman zaman dışarıya çıkar ve pis havayı dışarı atar, sonra yeniden dalar.

Kur’an “balina lokmaladı” diyor, “balina yuttu” demiyor. Hazreti Yunus balinanın ağzında hava boşluğunun bulunduğu yerde kalmıştır. Gemi zaten karaya yaklaşmıştır. Balinalar da karaya yaklaşmışlardır. Nefes almak için ciğerlerindeki havayı üfleyince Hazreti Yunus da dışarıya atıldı ve karaya düştü.

Hayatta bu tür mucizevi olaylar cereyan eder. İşte takdir budur. Yani doğa kanunları değiştirilemez, sadece onların cereyanları organize edilir. Mucize, bu kanunların bu şekilde düzenlenmesindedir.

El-Hut” burada marife gelmiştir. Maruf balık cinsi demektir ve o da balinadır.

وَهُوَ مُلِيمٌ (VaHuVa MuLIyMun)  “O mulim idi.”

O kendisinin yanlış olduğunu anlamış, ben bunu niye yaptım diyordu. Hatası neydi? Hatası Allah’tan izin almadan ülkesini ve tebliğini terk etmek olmuştur.

Benim hayatımda da benzer hata olmuştur. Ben hayatım boyunca birinci adam olmak istemedim. Hep bir başkan seçerek onun başkanlığında iş yapmak istedim. Başarıya gittiklerinde beni dışladılar. Ben de Türkiye’yi terk ettim. Kendim için iyi ettim, bu sayede çok bilgiler edindim, dünyayı daha yakından tanıdım. Ama sebat etmediğim için fiili başarı olmamıştır. “Adil Düzen” uygulaması yapılamamıştır.

İzmir’de kalabilir, Özdemir fabrikasını işletir ve “Adil Düzen” uygulamasını orada gösterebilirdim. Ankara’ya gider ve siyasi hayatı devam ettirebilirdim. Ama bunları yapsaydım bugünkü ilme sahip olamazdım.

İstiğfar edip Türkiye’ye dönmüş bulunuyoruz.

Artık peygamberlik yoktur. Bir kimse tek başına çıkıp “Adil Düzen”i kuramayacaktır. “Adil Düzen” bir cemaat tarafından kurulacaktır. Bizim yaptığımız o cemaatin oluşmasına hazırlıktır. Yazılıyor ve yayınlanıyor. Sizlerin elinizde saklanıyor. Ancak ders olmalı, şartlar tamam olmadıkça göç edilmemelidir.

فَلَوْلَا أَنَّهُ كَانَ مِنْ الْمُسَبِّحِينَ (Fa LAvLa enNaHu KAvNa MiNa eL mUsabBıXINa)  

“Müsebbihlerden olmasaydı.”

Yunus aleyhisselâmın yaptığı hata ne idi? ‘Bunlar adam olmaz’ deyip Allah’tan izin almadan Ninova’yı terk etmesi hata idi. Yani tebliği kendisinin yapamadığını görmeden Ninovalıları suçlu bulmuştu. Oysa eksiklik Ninovalılarda değil kendisindeydi.

Biz Adil Düzen Çalışanları da kimseyi suçlamadan kendi eksikliğimize bakmalıyız.

-Biz “Adil Düzen”i gerektiği şekilde ortaya koyabildik mi?

-Teorisini geliştirip örnek uygulamayı gösterebildik mi?

-Kendi partimizi “Adil Düzen”e göre kurabildik mi?

-İşletmemizi “Adil Düzen”e göre çalıştırabildik mi?

Bir bakkalı çalıştıramayan bizler nasıl olur da dünyaya yön verebiliriz? Eksiklik bunu kabul etmeyenlerde değildir, eksiklik bizdedir. Biz heyecanlanmamalıyız. Biz inancımızı kaybetmemeliyiz. Biz “Adil Düzen” için sonuna kadar çalışmalıyız. Ama sonucu bizim görmemiz gerekmez. Kur’an’da, bir kısmını görürsün diyor, bir kısmını görmezsin diyor.

Biz de “Adil Düzen” sayesinde Refah Partisi’nin birinci parti olmasını gördük, AK Parti’nin iktidar olmasını gördük. Dünyanın nasıl “Adil Düzen”e doğru gitmekte olduğunu gördük. Sovyetler ortadan kalktı. Ben Adil Düzen işletmelerini görmedim; göremeyebilirim. Ama sizler bırakmayacak ve devam edeceksiniz...

Tesbih etmek” demek, Allah’ın verdiği görevleri yerine getirmek demektir. Allah hiçbir şeyi eksik bırakmaz. Herkese bir görev verir ve onu takip eder. Görevlerini yapınca Allah’ı tesbih etmiş olurlar.

Kur’an’da namazda dört zikir vardır; tesbih, tahmid, tekbir ve istiğfar. Bunların anlamları vardır. Bir işe görevlenirsiniz. Görevi yapacak güç size verilir, imkan ve şartlar sağlanır. Sonra görevi yaparsınız. Bazıları da eksik kalır. Bu dört zikir bunları temsil eder.

“Allahu Ekber” demek, görevi aldım ve kabul ettim demektir.

“Hamd etmek” demek, görevi yapabilecek imkanları da Allah bana verdi demektir.

“Tesbih etmek” demek, görevleri yerine getirmek demektir.

“İstiğfar etmek” ise, yerine getirilmeyen görevlerden dolayı afv dilemek demektir.

Hazreti Yunus peygamber balığın ağzında görev yerine getirilmektedir. Allah’ı tesbih etmektedir. Kendi hatasını anlamış ve kendisini düzeltmiştir. Lâ ilahe illa ente subhaneke innî küntü minezzalimîn. Ey Allah’ım, senin bir kusurun, eksiğin yok. Senden başka bir ilâh yok. Ben zalimim, ben kusurlu ve eksiğim diyor.

Bu ders bilhassa Saadetçilerin kulağında olmalıdır. Onlar ‘biz ne kusur yaptık ki bu hâle geldik’ diye düşünmelidirler. AK Parti de yarın onların durumuna düşebilir. Halk seni sevse de artık sana oy vermez.

Halk oyunu verirken neye bakar?

Bu insan iyi midir? Bu insan becerikli midir? Bu insanın ordu ile arası nasıldır? Nihayet cesur olup olmadığına bakar. Seçtiği kahramanları öyle seçer.

Halk askerleri her zaman desteklemiştir. Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren. Bunların içinde halkın hoşlanmadığı işleri yapanlar oldu, ama halk bunları yine de destekledi Sivillerden de halk Adnan Menderes’i desteklemiştir, Süleyman Demirel’i desteklemiştir, Turgut Özal’ı desteklemiştir ve Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklemiştir. Bir de iki liderin çevresinde kümelenmiştir; Necmettin Erbakan ve Alpaslan Türkeş. Askerler dışında olanlar hep başarısız olmuşlardır. Başlarına gelenlerin sebebini kendilerinde aramadılar, müsebbihin olmadılar. Suçu kurumlara veya halka attılar.

Adil Düzen Çalışanları çok iyi bilsinler ki, eğer kendilerini yetiştirirlerse hiçbir kimse onlara bir şey yapamaz. Ama acemi acemi arabaya binerseniz arabayı devirirsiniz.

Hâsılı, Allah bizden müsebbih olmamızı ister. Kusuru Allah’ta değil kendimizde aramalıyız. O’nun halifesi olan toplulukta değil kendimizde aramalıyız.

لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ (La LaBiSa FIy BaONıHIy)  “Batnında lebs ederdi.”

Karnında kalırdı. Yani balık onu yutar, sonra hazmolur gider, bir daha âhirette dünyaya gelirdi.

Burada çok önemli bir tesbit yapmaktayız. Geçen derslerimizde insanların öldükleri yerde ve öldükleri şekilde dirileceğini açıkladığımızda, Emine Hocaoğlu, bu âyette var mı dedi. İşte şimdi bu hafta o suale cevap geldi.

Balık sonra ölecek ve yok olacaktır. Balık karnında bedeni eritilip gidecekti. Nasıl olacak da kıyamete kadar o balığın karnında kalacaktı. İşte buradan öğreniyoruz ki, dört boyutlu uzayda bekleyecek, öldüğü zamanki durumda kalacaktır. Ölen balık eski yutan balık olmayacaktı, sonraki balıklar olacaktı. O kıyamete kadar orada kalacaktır, bedeni kalacaktır. Sonra sûra üfürülünce ruhu oraya gelecek ve hayat oradan başlayacaktır.

إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (EiLAy YaVMı YuBGaSUvNa)  

“Ba’s olunacağı güne kadar orada karnında kalacaktı.”

20. asra ulaşıp da müsbet ilimler bizleri bugünkü bilgiye ulaştırmasaydı bizim bu âyetleri anlamamız mümkün olmayacaktı. Mecazi manâdadır, müteşabihtir diye geçecektik.

Âhirette hapsolunacağız. Sûra üfürülünce bu dünyaya dik istikamette dördüncü boyutta hayatımıza devam edeceğiz.

Sûrede Hazreti Yunus peygamberden bahsediyor, Ninova’dan bahsediyor. Ancak aynı zamanda âhiret hakkında da bilgi veriyor.

فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَاءِ (Fa NaBaÜNAvHu Bi eL GaRAE) “Onu araya attık.”

Ara’” çıplak anlamına gelen “uryan” kökündedir. Deniz kenarlarında kumların olduğu yer vardır ama bitki örtüsü yoktur. Çıplak bir yerdir. Ona “Ara’” denmektedir.

Hazreti Yunus deniz kenarındaki yahut nehir kenarındaki kumluğa atılmıştır. Balık attığı hava ile onu da kumlara düşürmüştür. Gemi batmaya başlayınca kaptan dümeni karaya doğru çevirdi diyor, Mukaddes kitap. Doğru ise zaten karaya yaklaşılmış olacaktır. Burada pamuk ağacı vardır. Kendisi de ıslanmış ve üşümüştür. Burada korunacaktır.

وَهُوَ سَقِيمٌ V aHUVa SaQIyMun Onu bitkin olarak kumluğa fırlattık.

Sakıym” bitkin demektir, halsiz demektir. O halde karaya çıkmıştır ama şartları Allah öyle hazırlamıştır ki kurtulmuştur. Kavmine dönecektir.

Bizim başımızdan da benzer olaylar geçebilir. “Adil Düzen” için çalışırken zorluklar içinde kalabiliriz. Ümidimiz kesilir, artık sonumuz geldi zannedebiliriz. Eğer Allah’a inanır, tevbe eder ve kendimizi düzeltirsek kurtulacağımızı Allah bize burada anlatmaktadır.

Peygamberlerin kıssaları her takdirde Allah’ın nasıl zaferyab olduğunu anlatmaktadır. Bu dünyada rahat yoktur. Allah’ın hizbi ile şeytanın hizbi devamlı çatışma içindedir. Bunu kaldırmak mümkün değildir. Kıyamete kadar bu çatışma devam edecektir.

Sömürü sermayesi bir taraftan insanları silahlandırıp kitle imha silahları ile insanlığı ifsad ediyor, diğer taraftan savaş edebiyatı yapmayı yasaklıyor. Oysa bâtıl için savaş ne kadar kötüyse, hak için savaş da o kadar kutsaldır. Askerlik yapmayı hor görmek, askerliği zemmetmek insanlığa karşı işlenmiş cinayet olur. Hak haktır, bâtıl bâtıldır. Hak ile bâtıla aynı muameleyi yapmak dünyayı ifsattır.

وَأَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً (Va EaNBaTNAv GaLaYHi ŞaCaRaTan)  

“Üzerine bir ağaç inbat ettik.”

Ağaç çok daha önce orada bitmişti ve büyümüştü. Hazreti Yunus’u o ağaç korudu. Kur’an, biz onun üzerine bitirdik diyor. Yani ağaç daha tohumdan düşüp büyümeye başladığı zaman oraya atılacağı planlanmıştır. O ağaç onun için büyütüldü.

Allah her şeyi insanlar için yapmaktadır. Baştan her şey planlanmıştır. Sonra olay yaşanmaktadır. Burada insan iradesi ne oluyor derseniz, onu açıklamak zordur.

Ninovalılar uyarılacak, onlar da uyanacaklardır. Bu takdirdir, bunu kimse değiştiremez. Peki, Hazreti Yunus tesbih ve istiğfar etmeseydi, balığın karnında kalsaydı ne olacaktı? Allah başka Yunus’u gönderecekti ve o yine öyle olacaktı.

“Şeceraten/ağaç” burada nekredir.

مِنْ يَقْطِينٍ (MiN YaQOIyNın)  “Yaktinden”

Kutn” pamuk demektir. Pamuk ağacı cinsinden bir ağaç bitirdik.

Canlılar hep aynı DNA’ları taşırlar. İlk hücre hem hayvan hem de bitki hücresi olarak yaratıldı. Hücreler suda çoğaldı. Sonra ölmeye başladılar. Canlılarda dayanışma ve yarışma olsun diye bu tek hücre parçalandı. Daha küçük hücrelere ayrıldı. Bakteriler oluştu. Kromozomlara karşılık da virüsler ortaya çıktı. Sonra bitki ve hayvan hücresi ayrıldı. Canlılar görünüşte evrimleşti. Yeryüzü insanlar için var edilmiştir. Biz deriyi giyeriz, yünden kumaşlar dokuruz. Ama bitkinin liflerinden veya pamuğundan da elbiseler yaparız. Döşeğimizi ve yorganımızı dikeriz.

Allah burada onu tehlikelerden korudu ve kurtardı.  

Hazreti Yunus peygamberin korunması ve kurtulması gibi, Adil Düzen Çalışanları da kendilerini kurtarabilirler. Bir de bakarsınız ki birden bire ibre ters döner ve ...

وَأَرْسَلْنَاهُ إِلَى مِائَةِ أَلْفٍ أَوْ يَزِيدُونَ

(Va EaRSaLNAvHu EiLAy MİEaTa EaLFın EaV YaZIyDUvNa)  

“Onu yüz binlere veya daha fazlasına irsal ettik.”

Allah kadınları çocuk yetiştirecek ve hizmeti yapacak şekilde yaratmıştır. Erkekleri de onların emrine bir tür hizmetçi olarak vermiştir. Kadınların kendi hizmetlerini yapabilmeleri için aşiret seviyesinde yani on kadar aile bir araya gelip bir ocak kurarlarsa yetmektedir.

Erkekler ise kendilerini savunmak için daha büyük topluluklar kurma durumundadırlar. Kazanmak için de büyük organizasyon söz konusudur.

İslamiyet’te insanlık kavimlere, kavimler şa’blara, şa’blar kabilelere, kabileler aşiretlere ve aşiretler de hanımlara hizmet ederler. Onlar da en şerefli işi yaparlar, çocuk yetiştirirler. Onlar fabrikalarda ve tarlalarda çalışmayı kaba iş kabul ederler.

Teşkilatlanma da onlu sisteme göre yapılır. Aile, semt, ilçe, bölge ve kıtalar ekonomik kuruluşlardır. Kur’an bunlardan bahsederken “ehli beyt, ehli karye” diye bahseder ve oraların halkını yer adları ile anar. Oysa aşiret, kabile, şa’b, kavm ve milletten bahsederken onlara ayrı ayrı adlar verir ve topluluk adıyla anar.

Sayılara gelince, “aşiret” onlu topluluk demektir. Bin “elf”tir, “ülfet”ten gelir. Ondan sonra 100 bin gelir. 100 bin bir ile tekabül eder. Bir manga 10 kişiden oluşur. Arada takım vardır. 100 kişi bir bölüğü oluşturur. Sonra tabur vardır. Bir alay 1000 kişiden oluşur. Arada tugay vardır. Bir tümen 10 bin kişiden oluşur. Sonra kolordu vardır. Bir ordu 100 bin kişiden oluşur. Bir devletin 10’a yakın ordusu olur, toplam bir milyon kişilik orduya sahip olur.

Kur’an insan topluluklarına “ma’şer” demektedir. Ma’şer onlu sistem demektir.

Biz “Adil Düzen Anayasası”nı hazırlarken bütün hükümleri Kur’an’a dayandırdık. Onlu sisteme göre sivil ve askeri teşkilatı oluşturduk. Sivilde her kademe onla çarpılmaktadır. Askerlikte iki kademe onla çarpılmaktadır.

Demek ki Kur’an bize Ninova’yı ve Hazreti Yunus peygamberi anlatırken birçok bilgi vermektedir. Ninova’nın da o zaman 100 bin askeri olan bir merkez olduğu ifade edilmektedir. Bu kent Asurluların kentidir. O günkü nüfus hakkında da bir fikir vermektedir. Aslında bugünkü harabelere inilerek ölçülendirme yapılır ve kaç ailenin yaşadığı ortaya çıkar. Yüz bin kişi mi yoksa yüz bin aile mi, tesbit edilecektir. Bize göre aile olacaktır.

فَآمَنُوا (Fa EavMaNUv)  “İman ettiler.”

Hazreti Yunus peygamber ilk tebliğini yaptıktan sonra kimse onu dinlemiyor. Diğer kavimlerin diğer peygamberlere yaptıklarını yapıyorlar. Bunlar adam olmayacak diye halkını terk ediyor ve gemiye binip firar ediyor. Sonra denize atılıyor. Karaya çıkıyor. Orada sağlığı korunuyor, sonra Ninova’ya dönüyor.

Mukaddes Kitap’ta anlatıldığına göre Hazreti Yunus Ninova’ya geliyor. Ninova büyük bir şehirdir. Bir baştan bir başa üç günde gidilebilmektedir. İlk geldiği gün konaklıyor ve oradaki halka ipekten elbiselerini çıkarıp çuha giymelerini emrediyor.

Bu ne demektir?

İki sınıf var, zenginler sınıfı ve yoksullar sınıfı. Gelişmiş bütün şehirlerde böyle sınıflaşma olur. Fakirler de zenginlere özeniyor, onlar da üst sınıftan olma çabasındadırlar.

Bugün de dünyada iki sınıf vardır. Biri sömürü sermayesi sahipleri ve onların taşeronları, diğeri de hayatı patronun iki dudağı arasında olan işçiler. Akşama evlerine ekmeği nasıl alacaklarını düşünen zavallılar. Kötü tarafı, onlar da zenginlerin lüks hayatına özenmektedirler. Bunlar yalnız ekonomi bakımından üstünlüğü iddia etmekle kalmıyorlar. Bunlar aile hayatını da yok etmek istiyorlar. Zinayı savunuyorlar. Zinanın özel hayat hakkı olduğunu iddia ediyorlar. Dahası var, bunlar Tanrı düşmanı. Onlara göre Allah’a inanmak gericiliktir, ilkelliktir. Daha da ileri gidiyorlar. Halk silahsız olacaktır. Halk savunmasız olacaktır. Onlar seni öldürecek ama sen onlara dokunamayacaksın. Onları asamayacak, hapishanelerde lüks otellerdeki gibi besleyeceksin.

İşte Ninova’nın durumu da bu idi. Hazreti Yunus peygamber Allah’tan aldığı emirle halka çuha giyeceksiniz, ipek giymeyeceksiniz dedi. Onlar da bu emri dinlediler. Halk artık çuha giymektedir. Hâlâ sürmekte olan İslâmiyet’te ipeğin haram olması hükmü oradan devam ediyor. Tabii ki burada çuha önemli değildir. Önemli olan o zihniyetin, sınıf ve lüks hayat zihniyetinin kalkmasıdır.

Şimdi bugün bunun sembolü başörtüsüdür. Başı örtmek veya açmak mühim değildir. O semboldür. İki mantığın sembolüdür. Sömürünün, serbestliğin, savaşın, terörün, dinsizliğin sembolü hâline getirilmiştir. Dünya iki kampa ayrılmıştır. Başörtüsü örtenler tarafı ve başörtüsüne düşman taraf. Alenen ilan ediyorlar. Lâiklik oylanacak. Deniz Baykal demokrasiyi kenara itip başörtüyü devletin de üstüne çıkarmıştır.

Hazreti Yunus peygamberin tebliğini kabul etmeye başlayan tüm Ninovalılar çuha giyiyorlar. Sonunda kral da çuha giyiyor ve Ninovalılar kurtuluyor.

Bundan sonra ne olabilir?

İnsanlık Ninovalıların yaptıklarını yapabilirler. Yeryüzü üç günlük mesafededir. Dünya uçakla her yere ulaşılır mesafeye inmiştir. Türkiye’nin cumhurbaşkanının hanımı örtünmüştür. Yarın ABD devlet başkanının hanımı da örtünebilir. Hatta başkan hanım olur ve örtünür. Çünkü örtü Hıristiyanların da örtüsüdür.

Burada tekrar edelim ki, yapılan iş bir semboldür ama bu siyasi sembol değildir.

a)      Başörtüsü demokrasinin sembolüdür. İsteyen örtecek istemeyen örtmeyecek. Bunu kabul ettiğiniz zaman demokrasiyi kabul etmiş olursunuz. Bunu kabul etmediğiniz zaman demokrasiyi reddetmiş olursunuz.

b)      Başörtüsü laikliğin sembolüdür. Baş örtüsü dini simgedir. İsteyen dindar olur ve dindarlığını gösterir. İsteyen dinsiz olur. Dinde zorlama yoktur. Baş örtüsünün serbest olması demek laikliğin yeryüzüne yayılması demektir.

c)      Başörtüsü zinaya karşı olmak demektir. Aile müessesini desteklemek demektir. Başı açık olanlar da şimdilik aile hayatına sahip çıkıyor. Batıda kilise nikahı azalıyor ama muta nikahı çoğalıyor. Her kadın bir erkekle yaşıyor. Bunun sembolü başörtüsüdür. Bir kadının iki erkekle birlikte yaşamayacağını ifade eder. Bu bakımdan Türkiye’de belki binde 999’u hükmen başörtülüdür. Yapılacak iş bunu ifade etme özgürlüğünü tanımaktır.

d)     Başörtülü olma cinsi tahriki eşlerine saklamaktır, insanların kadınlığı sömürmesini önlemektir. Sorun örtü değildir, sorun giyinmedir. Açıklık, güzel olmayan kadınların eşleri tarafından aldatılmasına sebep olmaktadır. Toplulukta giyinenler üst sınıf oluşturacaklardır. Kanunla değil halkın inancı ile.

Burada bir şey daha öğreniyoruz. O da gerçek inkılâplar krallardan değil halktan başlar. Halk değişir, sonunda krallar da değişir.

Türkiye’de üç yüz yıldır batılılaşma hareketi başlamıştır. Ancak bu batılılaşma halktan değil hep baştan yani padişahtan ve devletten başlamıştır. Üç yüz senedir halkın başını açtıramamışlardır. Oysa başörtüsü halktan gelen inkılâptır, gerçek inkılâptır. Başörtüsü şeklinde inkılâp yapılmıştır. Mukaddes Kitap’ta yazıldığı gibi en son kral örtecektir. Ama bu inkılâp halktan geldiği için tamamlanacaktır.

Halkın iki yanı vardır.

Biri geleneklere uymaktır. Bunda halk galip gelemez. Gelenekçiler mağlup olmaya mahkumdur. Çünkü o anlayış tarihi ömrünü tamamlamıştır.

Bir de yenilikçiler vardır. Eski tip çene altı başörtüsü tarih olmuştur. Onu savunanlar sonunda yenileceklerdir. Ama “türban” dedikleri yeni tip başörtüsü halktan gelmektedir ve yenilik taşımaktadır. Bu er veya geç galip gelecektir. Çünkü halktan gelen bir ilericiliktir. İnkılâpçıyız demek budur.

فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ (148) (Fa MatTAGNAvHuM EiLAy XıyNın)  

“Belli bir zamana kadar onları temti’ ettik.”

Asurlular Mezopotamya uygarlıklarının sonudur. Mezopotamya uygarlığı Sümer uygarlığıdır, çivi yazısı uygarlığıdır. Milad’a kadar yaşamıştır. Ondan sonra artık dünyanın her tarafında Tevrat uygarlığı, İbrani uygarlığı ve Hıristiyan uygarlığı olmuştur. Sümer uygarlığı Milad’a kadar sürmüştür. Ninova uygarlığı da o zamana kadar devam etmiştir. Bu âyetle sonra o da sona erdi denmektedir.

İnsanlık bugün büyük imtihan karşısındadır. Tarım döneminden sanayi dönemine geçmektedir. İnsanlık Hazreti Nuh peygamber zamanında kentleşmeye başlamış, ancak Nuh Tufanı ile kentleşme merhalesine geçebilmiştir.

Bugün de sosyal tufan olabilir, uygarlığa insanlık yeniden başlayabilir, Kur’an uygarlığı başlamış olur. İnsanlık eğer Kur’an’ın ve diğer kutsal kitapların sözlerine kulak verirse tufandan kurtulur, Batı uygarlığı daha beş yüz sene varlığını sürdürür. Yani bir taraftan ikinci Kur’an uygarlığı gelişirken, diğer taraftan da Batı uygarlığı demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk düzeni içinde varlığını sürdürür.

Hazreti Yunus’tan sonra da Ninova’nın ömrü bu kadar olmalıdır.

“Hîn” nekredir. Ne zamana kadar olacağı tam bilinemez.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org (0532) 246 68 92

 

 

 

 

 

 


AKEVLER KUR'AN MEÂLİ
1-FATİHA SURESİ-1-
6482 Okunma
2-bakara suresi-meal yok-tefsirden çıkıyor
4101 Okunma
3-ali imran-meal yok-tefsirden çıkacak
2066 Okunma
4-nisa suresi-meal yok-tefsirden çıkacak
3093 Okunma
5-maide suresi-meal yok-tefsirden çıkacak
2542 Okunma
6-enam suresi-meal yok-tefsir yok-123teberrük
2919 Okunma
7-araf suresi-meal yok-tefsirden çıkacak
2130 Okunma
8-ENFAL SURESİ-MEAL YOK-TEFSİRDEN ÇIKACAK
2154 Okunma
9-TEVBE SURESİ-MEAL YOK-TEFSİR YOK- TEBERRÜK
2567 Okunma
10-YUNUS SURESİ-MEAL YOK-TEFSİR YOK-TEBERRÜK
2030 Okunma
11-HUD SURESİ-MEAL YOK-TEFSİR YOK-TEBERRÜK
2284 Okunma
12-YUSUF SURESİ-MEAL YOK-TEFSİRDEN ÇIKACAK
2429 Okunma
13-rad suresi meali
2647 Okunma
14-İBRAHİM SURESİ MEALİ
2309 Okunma
15-hicr suresi meali
2680 Okunma
16-nahl suresi meali
3435 Okunma
17-İSRA SURESİ MEALİ
3333 Okunma
18-KEHF SURESİ MEALİ
3329 Okunma
19-meryem suresi- meal yok-tefsir yok-teberrük
2207 Okunma
20-taha suresi meali
3499 Okunma
21-ENBİYA SURESİ MEALİ
3297 Okunma
22-hacc suresi meali
2767 Okunma
23-MÜ'MİN'UN SURESİ MEALİ
2829 Okunma
24-nur suresi meali
3177 Okunma
25-furkan suresi meali
2628 Okunma
26-ŞUARA SURESİ MEALİ
3110 Okunma
27-neml suresi meali
3347 Okunma
28-kasas suresi meali
2764 Okunma
29-ankebut suresi meali
2878 Okunma
30-rum suresi meali
2583 Okunma
31-LOKMAN SURESİ MEALİ
2673 Okunma
32-SECDE SURESİ MEALİ
2268 Okunma
33-AHZAB SURESİ MEALİ
2652 Okunma
34-SEBE SURESİ MEALİ
3048 Okunma
35-FATIR SURESİ MEALİ
2787 Okunma
36-YASİN SURESİ MEALİ
3904 Okunma
37-SAFFAT SURESİ MEALİ
3740 Okunma
38-SAD SURESİ MEALİ
3048 Okunma
39-ZÜMER SURESİ meal tefsir yok TEBERRÜK
3386 Okunma
40-MÜ'MİN SURESİ MEAL TEFSİR YOK teberrük
2927 Okunma
41-fussilet suresi meali
2681 Okunma
42-şura suresi meali
2305 Okunma
43-zuhruf suresi meali
2820 Okunma
44-DUHAN SURESİ MEALİ
2846 Okunma
45-CASİYE SURESİ MEALİ
2105 Okunma
46-AHKAF SURESİ MEALİ
2591 Okunma
47-MUHAMMED SURESİ MEALİ
2485 Okunma
48-FETİH SURESİ MEALİ
2696 Okunma
49-HUCURAT SURESİ MEALİ
2822 Okunma
50-KAF SURESİ MEALİ
3147 Okunma
51-ZARİYAT SURESİ MEALİ
3017 Okunma
52-TUR SURESİ TEFSİR MEAL YOK teberrük
2235 Okunma
53-necm suresi tefsir ve meal yok teberrük
2237 Okunma
54-KAMER SURESİ TEFSİ MEAL YOK teberrük
2955 Okunma
55-RAHMAN SURESİ MEALİ
3627 Okunma
56-VAKIA SURESİ MEALİ
3571 Okunma
57-HADİD SURESİ MEALİ
2767 Okunma
58-MÜCADELE SURESİ MEALİ
2569 Okunma
59-HAŞR SURESİ MEALİ
2556 Okunma
60-MÜMTEHİNE SURESİ MEALİ
2167 Okunma
61-SAF SURESİ MEALİ
2365 Okunma
62-CUMA SURESİ MEALİ
2613 Okunma
63-MÜNAFİKUN SURESİ MEALİ
2278 Okunma
64-TEGABUN SURESİ MEALİ
2377 Okunma
65-TALAK SURESİ MEALİ
2459 Okunma
66-TAHRİM SURESİ MEALİ
2512 Okunma
67-MÜLK SURESİ MEALİ
3053 Okunma
68-KALEM suresi MEALi
3173 Okunma
69-HAKKA SURESİ MEALİ
2745 Okunma
70-MEARİC SURESİ MEALİ
2700 Okunma
71-NUH SURESİ MEALİ
2586 Okunma
72-CİN SURESİ MEALİ
3227 Okunma
73-MÜZZEMMİL SURESİ MEALİ
3482 Okunma
74-MÜDDESSİR SURESİ MEALİ
3567 Okunma
75-KIYAMET SURESİ MEALİ
2789 Okunma
76-İNSAN SURESİ MEALİ
3372 Okunma
77-MÜRSELAT SURESİ MEALİ
2504 Okunma
78-NEBE SURESİ MEALİ
3072 Okunma
79-NAZİAT SURESİ MEALİ
2775 Okunma
80-ABESE SURESİ MEALİ
3027 Okunma
81-TEKVİR SURESİ MEALİ
2770 Okunma
82-İNFİTAR SURESİ MEALİ
2727 Okunma
83-MUTAFFİFİN SURESİ MEALİ
3169 Okunma
84-İNŞİKAK SURESİ MEALİ
2592 Okunma
85-BÜRUC SURESİ MEALİ
2142 Okunma
86-TARIK SURESİ MEALİ
2562 Okunma
87-A'LA SURESİ MEALİ
2855 Okunma
88-ĞAŞİYE SURESİ MEALİ
2863 Okunma
89-FECR SURESİ MEALİ
2771 Okunma
90-BELED SURESİ MEALİ
2434 Okunma
91-ŞEMS SURESİ MEALİ
3165 Okunma
92-LEYL SURESİ MEALİ
3015 Okunma
93-DUHA SURESİ MEALİ
2633 Okunma
94-İNŞİRAH SURESİ MEALİ
2859 Okunma
95-TİN SURESİ MEALİ
3117 Okunma
96-A'LAK SURESİ MEALİ
3416 Okunma
97-KADR SURESİ MEALİ
3454 Okunma
98-BEYYİNE SURESİ MEALİ
2803 Okunma
99-ZİLZAL SURES MEAL TEFSİRYOK teberrük
1915 Okunma
100-adiyat suresi meali
2466 Okunma
101-karia suresi meali
3309 Okunma
102-TEKASÜR SURESİ MEALİ
3327 Okunma
103-ASR SURESİ MEALİ
2480 Okunma
104-HÜMEZE SURESİ MEALİ
3349 Okunma
105-FİL SURESİ MEALİ
4509 Okunma
106-KUREYŞ SURESİ MEALİ
2597 Okunma
107-MAUN SURESİ MEALİ
2846 Okunma
108-KEVSER SURESİ MEALİ
4294 Okunma
109-KAFİRUN SURESİ MEALİ
2862 Okunma
110-NASR SURESİ MEALİ
3363 Okunma
111-TEBBET SURESİ MEALİ
4011 Okunma
112-İHLAS SURESİ MEALİ
3170 Okunma
113-FELAK SURESİ MEALİ
2406 Okunma
114-NAS SURESİ MEALİ
2745 Okunma
115-KURAN KÖK HARFLER LÜGATI-LATİN HARFLERİYLE
38850 Okunma

© 2024 - Akevler