16 - NAHL SÛRESİ
Rahman Rahim Allah’ın ismine
DeFE (dal, hemze) : Deve tüyüdür.
HaRSe (ha, sad) : Elbisedeki yırtıktır.
FeRS (p.se) : İşkembede depolanmış ottur.
HaFD (ha, dal) : Kumaştaki nakıştır.
CeVV : Kovuk demektir. “C” “F” ye dönüşmüş “alan” anlamına gelmektir.
ZaĞuN (zı) : Semerin bağlandığı ip, kolan.
VeBR : Tüy demektir.
SeRaBiL (sin) : Kökü SBL’dir. Kemer görevi gören ip. Türkçe’de şalvar olarak söylenir. Don olarak tercüme edilecektir.
ĞeZL (ze) :İplik
RĞD: (reğeden) : Unla yapılmış sütlü bulamaç.
HLL (He Lam Lam) : Hilal yeni ay.
1- Allah’ın emri etvet etmiş olup onu isti’cal etmeyiniz. O sübhandır ve işrak ettiklerinden tea’ldir.
Allah’ın buyruğu gelmiş olup onu çabuklaştırmayınız. O arınmıştır ve ortak ettiklerinden yücedir.
2- Benden başka ilah olmadığını ve bana ittika etmelerini inzar etsinler diye emrinden olan rûh ile melekleri a’bdlerinden meşiet ettiği kimseler üzerine tenzîl eder.
Benden başka tanrı olmadığını ve bende korunmalarını uyarsınlar diye buyruğundan olan tin ile melekleri kullarından dilediği kimseler üzerine indirir.
3- Semalar ve arzı hakk ile halk etti. İşrak ettiklerinden tea’ldir.
Gökler ve yeri gerçek ile yarattı. Ortak ettiklerinden yücedir.
4- İnsanı nütfeden halk etti de o mübîn bir hasîm oluverdi.
İnsanı damladan yarattı da o açık bir çekişen oluverdi.
5- Ena’mı ise onları da halk etti. Size onlarda di’f ve menfaa’tlar vardır ve onlardan ekl edersiniz.
Davarları ise, onları da yarattı. Size onlarda tüy ve yararlar vardır ve onlardan yersiniz.
6- Ravh ettiğinizde ve serh ettiğinizde onlarda sizin için cemal vardır.
Çevirdiğiniz ve sürdüğünüz sürede sizin için güzellik vardır.
7- Ve onlar, enfusun şıkkı dışında baliğ olamayacağınız bir belede sakillerinizi haml eder. Rabbiniz Raufdur Rahimdir.
Ve onlar, kişilerin çatlamadan ulaşamayacakları bir kente ağırlıklarınızı taşır. Yetiştiriciniz Üstlenendir, Çalıştırandır.
8- Rekb edesiniz diye ve zînet olarak haylı, beğelleri ve himarları da.. Ve i’lm etmediğinizi de..
Binesiniz diye ve süs olarak atları, katırları ve eşekleri de.. Ve bilmediğinizi de..
9- Ve sebîlin kasdı Allah’adır, ondan cair de vardır. Ve meşiet etseydi sizlere ecmeî’n olarak hidayet ederdi.
Ve yolun amacı Allah’adır, ondan yan duran da vardır. Ve dileseydi sizlere birlikte yol gösterirdi.
10- O, semadan maı inzal eden kimsedir, ondan size şerab vardır, içinde isame ettiğiniz şecer de ondandır.
O, gökten suyu indiren kimsedir, ondan size içecek vardır, içinde otlattığınız ağaç da ondandır.
11- Onunla size zer’i, zeytûni, nehli, e’nabı ve semerlerin küllünden inbat eder. Bunda tefekkür eden bir kavim için ayet vardır.
Onunla size ekini, zeytini, hurmayı, üzümü ve yemişlerin hepsinden bitirir. Bunda düşünen bir ulus için kanıt vardır.
12- Ve size leyli, neharı, şemsi ve kameri teshîr etti. Ve necimler O’nun emri ile müsehherlerdir. Bunda a’kl eden bir kavim için ayetler vardır.
Ve size geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı düzenledi. Ve gezegenler O’nun buyruğu ile düzenlenmişlerdir.
13- Sizin için arzda levnleri muhtelif olarak zer’ ettiklerini de.. Bunda tezekkür eden bir kavim için ayet vardır.
Sizin için yerde boyaları değişik olarak saçtıklarını da.. Bunda anlayan bir ulus için kanıt vardır.
14- Ve kendisinden teriyy lehmi ekl edesiniz diye bahrı teshîr eden kimse O’dur ve lebs ettiğiniz hilyeyi ondan istihrac edersiniz ve içinde mahir olarak fülkü re’y edersin ve O’nun fazlında ibtiğa edesiniz diye de.. Şükr edersiniz diye de..
Ve kendisinden körpe eti yiyesiniz diye denizi düzenleyen kimse O’dur ve giydiğiniz binişi ondan çıkarasınız ve içinde yararken gemiyi görürüsünüz ve O’nun artısından araştırasınız diye de.. Karşılarsınız diye de..
15- İhtida edersiniz ve sizi meyd ettirsin diye arzda rasiyeleri, nehirleri ve sebilleri ilka etti.
Yol bulursunuz ve size genişletsin diye yerde sıra dağları, ırmakları ve yolları koydu.
16- Ve a’lametleri de.. Ve onlar necimle ihtida ederler.
Ve ulu dağları da.. Ve onlar gezegenle yol bulurlar.
17- Halk eden kimse halk etmeyen kimse gibi midir? Tezekkür etmiyor musunuz?
Yaratan kimse yaratmayan kimse gibi midir? Anlamıyor musunuz?
18- Ve eğer Allah’ın ni’metini a’ded ederseniz onu ihsa edemezsiniz. Allah Ğafûr’dur, Rahîm’dir.
Ve eğer Allah’ın iyiliğini sayarsanız onu dolduramazsınız. Allah Örten’dir, Çalıştıran’dır.
19- Ve Allah israr ettiğinizi de, i’lan ettiğinizi de i’lm eder.
Ve Allah gizlediğinizi de, açıkladığınızı da bilir.
20- Ve Allah’ın dununda da’vet ettikleri kimseler, kendileri halk olunmuşken hiçbir şeyi halk edemezler.
Ve Allah’ın dışında çağırdıkları kimseler, kendileri yaratılmışken hiçbir şeyi yaratamazlar.
21- Hayların ğayrısı mevttirler. Ve ne gün ba’s olunacaklarını şuu’r edemezler.
Dirilerin dışındakiler ölülerdir. Ve ne gün getirileceklerinin bilincinde olamazlar.
22- İlahınız vahid olan bir ilahtır. Ahirete iman etmeyen kimseler, onlar müstekbir olarak kalpleri münkiredir.
Tanrınız tek olan bir tanrıdır. Öteye inanmayan kimseler büyüklenerek yürekleri belirsizleyendir.
23- Allah’ın onların israr ettiklerini ve ilan ettiklerini i’lm ettiğine cerem yok. O müstekbirleri ihbab etmez.
Allah’ın onların gizlediklerini ve açıkladıklarını bildiğine kuşku yok. O büyüklenenleri sevmez.
24- Ve onlara rabbiniz size ne inzal etti kavl edilince, evvellerin satırları kavl ederler.
Ve onlara yetiştiriciniz size ne indirdi denilince öncekilerin dizeleri söylerler.
25- Kıyametin yevminde kendilerinin vezirlerini kamilen ve ilmin ğayrında idlal ettirdikleri kimselerin vezirlerinden de hamletmeleri için… ela vezr ettikleri sev’et etti.
Kalkış gününde kendilerinin yüklerinin tümünü ve bilimsiz şaşırttıkları kimselerin yüklerinden de taşımaları için böyle. Yüklendikleri kötü oldu haa.
26- Onların kabllerinde olan kimseler mekr etmişlerdi de Allah binalarına kaidelerinden etvet etmişti de sakf aleyhlerine fevklerinden harr etti ve a’zab şuu’r etmedikleri haysden onlara etvet etti.
Kendilerinden önce olan kimseler tuzak kurmuşlardı da Allah onların yapılarına direklerinden gelmişti de tavan üzerlerine üstlerinden yıkılmıştı ve tadış bilincinde olmadıkları yerden onlara geldi.
27- Sümme onları kıyamet yevminde ihza eder ve “Sizin içlerinde şikak ettiğiniz kimseler olan şeriklerim nerede?” kavl eder. İ’lim ita olunmuş kimseler “El yevm hizy ve su’ kafirlerin üzerinedir” kavl etti.
Sonra onları kalkış gününde aşağılayacak ve “Sizin içlerinde başkaldırdığınız kimseler olan ortaklarım nerede?” söyler. Bilgi verilmiş kimseler “Bugün alçaklık ve kötülük kapatanların üzerinedir” söyledi.
28- Onlar meleklerin nefislerinin zalimi olarak tevfiye ettiği kimselerdir. “Biz su’dan a’mel eden değildik” diye selemi ilka ettiler. Belâ, Allah a’mel ettiklerinizi a’lîmdir.
Onlar meleklerin kendilerinin ezeni olarak öldürdüğü kimselerdir. “Biz kötüden işleyen değildik” diye barışı koydular. Öyle değil, Allah işlediklerinizi bilendir.
29- İçinde halidler olarak cehennemin bablarına duhûl ediniz. Mütekebbirlerin mesvası bi’s oldu.
İçinde kalıcılar olarak tandırın kapılarına giriniz. Böbürlenenlerin yeri kötü oldu.
30- İttika eden kimselere rabbiniz ne inzal etti kavl edildi. Hayır kavlettiler. İhsan etmiş olan kimselere bu dünyada hasene vardır. Ve ahiret darı daha hayırdır. Muttakilerin darı ni’medir.
Korunan kimselere yetiştiriciniz ne indirdi söylediler. İyilik söylediler. İyilik yapmış olan kimselere burada iyilik vardır. Ve öte yurtta daha iyisi var. Korunanların yurdu gönendir.
31- Orası Adin cennetleridir. Oraya duhul edecekler. Tahtından nehirler cereyan eder. Orada onlar için meşiet ettikleri var. İşte Allah muttakileri böyle cezalandırır.
Orası sürekli yemişliklerdir. Oraya girecekler. Altında ırmaklar akar. Orada onlar için diledikleri var. İşte Allah korunanları böyle karşılar.
32- Meleklerin kendilerini tayyibler olarak teveffi ettirdikleri kimselere, size selam kavlederler. Amel ettiklerinizle cennete duhul ediniz kavlederler.
Meleklerin kendilerini arı olarak öldürdükleri kimselere, size barış söylerler. İşlediklerinizle yemişliğe giriniz söylerler.
33- Kendilerine meleklerin etvet etmesinden veya rabbinin emrinin etvet etmesinden başkasını mı nazar ediyorlar. Kendilerinden kabillerinde olan kimseler böyle fi’l etmişti. Ve Allah onlara zulmetmedi ve lakin onlar kendilerine zulmediyorlardı.
Kendilerine meleklerin gelmesinden veya yetiştiricinin buyruğunun gelmesinden başkasını mı bekliyorlar. Kendilerinden önce olan kimseler böyle yapmıştı. Allah onları ezmedi. Onlar kendi kendilerini eziyorlardı.
34- Amel ettikleri seyyieler onlara isabet etti. Ve istihza eder oldukları da onları havk etti.
İşledikleri kötülükler onlara çarptı. Ve eğlendikleri kendilerini sildi.
35- Ve işrak eden kimseler “Allah meşiet etseydi ne biz, ne de ebilerimiz O’nun dunundan hiçbir şeye i’badet etmezdik ve ne de O’nun dunundan bir şeyi tahrîm ederdik” kavl etti. Onlardan kabl olan kimseler işte böyle fi’l etti. Resûlün üzerine mübîn belağın dışında olanı mı var?
Ve ortak eden kimseler “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’nun dışında hiçbir şeye kulluk etmezdik ve ne de O’ndan başka bir şeyi yasaklardık” söyledi. Onlardan önce olan kimseler işte böyle yaptı. Elçinin üzerine açık ulaştırmanın dışında olanı mı var?
36- Ve biz ümmetin küllüsünün içine “Allah’a i’badet ediniz ve Tağût’a ictinab ediniz” diye bir resûlü ba’s etmişizdir. Onlardan kimine Allah hidayet etti ve onlardan kiminin a’leyhine de dalalet hakk etti. Arzda seyr ediniz de mükezziblerin a’kibetinin nasıl olduğuna nazar ediniz.
Ve biz toplulukların hepsinin içine “Allah’a kulluk ediniz ve Tağût’an yan durunuz” diye bir elçi göndermişizdir. Onlardan kimine Allah yol gösterdi ve onlardan kimine de şaşkınlık gerçek oldu. Yerde yürüyünüz de yalancıların sonlarının nasıl olduğuna bakınız.
37- Onların hidayetlerine hırslanıyorsan Allah idlal ettiği kimseye hidayet etmez, onlara nasırlardan da olmaz.
Onların yol bulmalarına yırtınıyorsan Allah şaşırttığı kimseye yol vermez, onlara yardım edenler de olmaz.
38- Ve “Allah mevt eden kimseyi ba’s etmez” diye yeminlerinin cehdi ile Allah’a iksam ettiler. Bela; a’leyhine hakk olarak va’ddır, ve lakin nasın ekserisi i’lm edemiyor.
Ve “Allah ölen kimseyi göndermez” diye andlarının çabası ile Allah’a and ettiler. Öyle değil; üzerine gerçek olarak sözdür, ancak insanların çoğu bilmiyor.
39- (Bu) onlara içinde ihtilaf ettiklerin tebyîn için ve küfr etmiş kimselerin kendilerinin kazibler olduklarını i’lm etmeleri içindir.
(Bu) onlara içinde ayrılığa düştüklerini açıklamak için ve kapatmış kimselerin kendilerinin yalancılar olduklarını bilmeleri içindir.
40- Biz bir şeyi irade edince ona kavlimiz yalnız “kün” kavl etmemiz olur, o kenv eder.
Biz bir şeyi dileyince ona sözümüz yalnız “ol” söylememiz olup o olur.
41- Ve zulüm olunmalarının ba’dından Allah’ın içine mühaceret eden kimselere, onlara dünyada haseneyi tebvî’ ederiz. İ’lm eder olsalar ahiretin ecri daha kebirdir.
Ve ezilmelerinden sonra Allah’ın içine göçen kimselere, onlara yakında iyiyi tayarlarız. Biliyor olsalar ötenin karşılığı daha büyüktür.
42- Onlar sabretmiş olan kimselerdir ve Rablerine tevekkül ederler.
Onlar dayanmış olan kimselerdir ve Yetiştiricilerine dayanırlar.
43-44- Ve senin kablinde kendilerine beyyineleri ve Zeburları iha ettiğimiz racullerin dışında olanları irsal etmedik. İlim edemiyorsanız zikir ehline sual ediniz. Ve tefekkür ederler diye onlara tenzil olunanı nasa teybin etmen için sana zikri inzal ettik.
Ve senden önce kendilerine açıklamaları ve Zeburları bildirdiğimiz adamların dışındakileri göndermedik. Bilemiyorsanız anış eline sorunuz. Düşünürler diye onlara indirileni insanlara açıklaman için sana anışı indirdik.
45- Seyyieleri mekr etmiş olan kimseler Allah’ın onları yere husuf etmeyeceğini veya şuu’r etmeyecekleri bir haysten onlara a’zabın etvet etmeyeceğinden emin midirler?
Kötülükleri tuzak yapmış olan kimseler, Allah’ın onları yere gömmeyeceğinden veya bilincine varamayacakları bir yerden tadışın kendilerine gelmeyeceğinden güvende midirler?
46- Veya onların tekallüblerinde onları ahz edip mu’ciz olamayacaklarından…
Veya onların dönüşlerinde onları yakalayıp geçemeyeceklerinden…
47- Veya tahavvuf üzerinde onları ahzetmeyeceğinden… Rabbiniz Raûf’dur, Rahîm’dir.
Veya korku üzerinde onları yakalamayacağından… Yetiştiriciniz Üstlenen’dir, Çalıştıran’dır.
48- Allah’ın bir şeyden halk etmiş olduklarının onlar dahir iken yemin ve şimallerden zıllerinin tefeyyü ettiğini re’y etmediler mi?
Allah’ın bir şeyden yaratmış olduklarının onlar doluşurken sağ ve sollardan gölgelerinin döndüklerini görmediler mi?
49- Ve semalardaki ve arzdaki dabbelerden ne varsa ve melekler de istikbar etmeksizin Allah’a secde ederler. ,
Ve göklerdeki ve yerdeki kımıllardan ve melekler böbürlenmeksizin Allah’a kapanırlar.
50- Fevklerinde olan Rablerinden havf ederler ve emredildikleri şeyi fi’l ederler.
Üstülerinde olan yetiştiricilerinden korkarlar ve buyuruldukları şeyi yaparlar.
51- Ve Allah, “İsneyn ilah ittihaz etmeyin, O vahid bir ilahtır, sadece benden irhab ediniz” kavl etti.
Ve Allah “İki Tanrı edinmeyiniz, O tek bir Tanrı’dır, sadece benden çekininiz“ söyledi.
52- Ve semalar ve arzdakiler O’nundur, vasib olarak din de O’nundur. Allah’ın ğayrından mı ittika edeceksiniz?
Ve gökler ve yerdekiler O’nundur, üleştirici olarak düzen de O’nundur. Allah’ın dışında mı korunacaksınız?
53- Ve nimetten size ne varsa Allah’tandır, sümme size durr mess edince O’na ce’r edersiniz.
Ve iyilikten size ne varsa Allah’tandır, sonra size sıkıntı dokununca O’na çığırtlarsınız.
54- Sümme sizden durru keşf edince, sizden bir ferik Rablerine işrak ediverirler.
Sonra sizden sıkıntıyı açınca sizden bir bölük Yetiştiricilerine ortak ediverirler.
55- Bunu kendilerine ita ettiklerimizi küfretsinler diye (yapıyorlar.) Temettü ediniz, Sevfe ilm edeceksiniz.
Bunu kendilerine verdiklerimizi kapatsınlar diye ( ). Geçininiz, ileride bileceksiniz.
56- Kendilerine rızk ettiğimizden bir nasibi ilim etmediklerine ca’l ediyorlar. Tallahi, iftira eder olduklarınızdan sual olunacaksınız.
Kendilerini beslediğimizden bir payı bilmediklerine bırakıyorlar. Allah için, uydurduklarınızdan sorulacaksınız.
57- Allah’a bintler ca’lediyorlar. O subhandır. İştiha ettikleri onların oluyor.
Allah’a kızları bırakıyorlar. O arınmıştır. İçlerinin çektiği onların oluyor.
58- Onlardan birine ünsa tebşir olununca O kezim olarak vechi müsvedden zill eder.
Onlardan biri dişi ile sevindirilince o kendini tutarak yüzü kapkara olur.
59- Kendisine tebşir edilenin su’undan dolayı kavminden tevari eder. Onu hun üzere imsak mı etsin yoksa turaba dess mi etsin. Hükmettikleri sevet etti haa.
Kendisine sevindirildiğinin kötülüğünden dolayı ulusundan yiter. Onu ütülenme üzere tutsun mu yoksa toprağa mı gömsün. Kestikleri kötü oldu haa.
60- Ahirete iman etmeyen kimseler için sevin meseli vardır. A’la mesel Allah’ındır. Hakim olan aziz O dur.
Öteye inanmayan kimseler için kötünün örneği vardır. Üstün örnek Allah’ındır. Kesen güçlü O dur.
61- Ve Allah nası zulümleriyle muaheze etseydi. Onun üzerinde dabb eden birini terk etmezdi. Ve Lakin onları müsemma bir ecele terk ediyor. Ecelleri ciet edince
de ne bir saat isti’har ederler ne de istikdam ederler.
Ve Allah insanları ezmeleriyle yakalasaydı, onun üzerinde kımıldan birini bırakmazdı. Ve ancak, onları adlandırılmış bir süreye erteliyor. Süreleri gelince de ne bir soluk ertelenirler ne de bir soluk öne alınırlar.
62- Kerh ettiklerini Allah’a ca’l ediyorlar. Hüsna kendilerinin diye lisanları kizbi vasf eder. Narın onlara olduğu ve onların mufretler olduğunda cürüm değil.
İstemediklerini Allah’a bırakıyorlar. İyilik kendilerinin diye dileri yalanı niteler. Ateşin onların olduğunda ve aşırı olduğunda kuşku yoktur.
63-Tellahi Senin kablinde ümmetlere irsal etmiştik. Şeytan onlara amallerini tezyin etti. O elyevm onların velisidir. Onlar için elim bir azap vardır.
Allah için, senden önce toplumlara göndermiştik. Şeytan onlara işlerini süsledi. O bu gün onların arkasıdır. Ve onlar için acıklı bir tadış vardır.
64- Kitabı, ihtilaf ettiklerinin kendilerine teybin etmen ve iman eden bir kavme hidayet ve rahmet olması dışında sana inzal etmedik.
Yazıtı, anlaşamadıklarının kendilerine açıklaman ve inanan bir ulusa yol gösterme ve esenlik olması dışında sana indirmedik.
65- Ve Allah semadan maı inzal edip onunla arzı mevtinden ba’d ihya etti. Bunda sem’ eden bir kavim için bir ayet vardır.
Ve Allah gökten suyu indirip onunla yeri ölümünden sonra diriltti. Bunda işitir bir ulusa bir kanıt vardır.
66- Ve size ena’mda bir i’bret vardır. Batınlarında olanlarından fers ve demin beyninde şariblere saiğ halis bir lebeni size iska ediyoruz.
Ve size davarlarda bir örnek vardır. Karınlarında olanlardan çiğnemlik ve kanın arasında içenlere kaygan arı bir sütü size suvarırız.
67- Ve nehîlin semerlerinden ve i’neblerden seker ve hasen bir rızkı ittihaz ediyorsunuz. Bunda a’kl eden bir kavîm için bir ayet vardır.
Ve hurma ve üzümlerin yemişlerinden içki ve iyi bir besin edinirsiniz. Bunda usa vuran bir ulus için bir kanıt vardır.
68- Ve Rabbin nahle “Cebellerden, şecerlerden ve i’raş ettiklerinden beytler ittihaz edin” diye îha etti.
Ve Yetiştiricin arıya “Dağlardan, ağaçlardan ve kurduklarından evler edin” diye bildirdi.
69- “Sümme semerlerin küllünden ekl edip zülel olarak Rabbinin sebillerinde islak et.” Onların batınlarından nasa şifa olan içinde muhtelif levnlerde şerab huruc eder. Bunda tefekkür eden bir kavîm için bir ayet vardır.
“Sonra yemişlerin hepsinden yiyip alçak olarak Yetiştiricinin yollarında seğirt.” Onların karınlarından insanlara sağlık olan içinde değişik boyalarda içki çıkar. Bunda düşünen bir ulus için bir kanıt vardır.
70- Ve Allah sizi halk etti sümme sizi teveffi edecek ve sizden, bir şeyi i’lmden ba’d i’lm etmemesi için ö’mrü erzele irdad olunan kimse vardır. Allah A’lî’dir, Kadîr’dir.
Ve Allah sizi yarattı sonra sizi öldürecek ve sizden, bir şeyi bildikten sonra bilmemesi için yaşın alçağına döndürülen kimse vardır. Allah Ölçen Bilendir.
71- Ve Allah ba’zınızı ba’zınıza rızkda tafdîl etti. Tafdîl edilmiş olan kimseler rızıklarını yeminlerinin mülkü olanlara red edip onda onları seva kılacak değillerdir. Allah’ın ni’metini mi cahd ediyorlar?
Ve Allah birbirinizi besinde üstün yaptı. Üstün kılınmış olan kimseler besinlerini ellerini altında olanlara verip onda onları eşit kılacak değillerdir. Allah’ın iyiliğini mi çekiştiriyorlar?
72- Ve Allah size nefsinizden zevceler ca’l etti ve size zevcelerinizden ibinler ve hafdler ca’l etti ve sizi tayyiblerden rızıklandırdı. Onlar batıla iman ediyor da Allah’ın ni’metini mi küfr ediyorlar?
Ve Allah size kendinizden eşler kıldı ve size eşlerinizden oğullar ve torunlar kıldı ve sizi arınmışlardan besledi. Onlar çürüğe inanıyorlar da Allah’ın iyiliğini mi kapatıyorlar?
73- Ve Allah’ın dunundan onlara semalar ve arzdan bir şeyi rızka mülk edemeyene i’badet ediyorlar ve istitae’ edemiyorlar.
Ve Allah’ın dışında onlara gökler ve yerden bir şeyi besine hanlık yapamayana kulluk ediyorlar ve güç de yetiremiyorlar.
74- Allah’a meselleri darb etmeyiniz. Allah i’lm eder ve siz i’lm edemezsiniz.
Allah’a örnekleri vermeyiniz. Allah bilir ve siz bilir değilsiniz.
75- Allah bir şeye kadr edemeyen memlûk bir a’bdi ve kendisine hasen rızkı bizden rizk edip ondan sırren ve cehren infak eden kimseyi bir mesel olarak darb etti. Müsavi midirler? Hamd Allah’ındır. Bel, onların ekseri i’lm etmiyorlar.
Allah bir şeyi ölçülendiremeyen tutsak bir köleyi ve kendisine iyi besini bizden besin yayıp ondan gizli ve açık kullandıran kimseyi bir örnek olarak verdi. Eşit midirler? Değer Allah’ındır. Değil, onların çoğu bilmiyor.
76- Ve Allah, iki raculu meselolarak darbetti. Olardan ehedi bir şeye kadir olamıyor ve ebkemdir ve mevlasına keldir. Onu nereye tevcih ederse bir hayırla etvet edemiyor. Bununla kendisi mustakim msırat üzerinde iken, adaletle emreden kimse istiva eder mi.
Ve Allah iki adamı örnek getirdi. Onlardan biri dilsizdir, bir şeye güç yetiremiyor ve beyine yüktür. Onu nereye yönlendirirse bir iyilikle gelemez. Bununla kendisi doğru yolda iken denkliği buyuran kimse eşitlenebilir mi.
77-Arzın ve semaların ğaybı Allah’ındır. Saatin emri beserin lamhı gibi veya daha karibi olması dışında değildir. Allah şeyin küllüne kadirdir.
Yerin ve göklerin görünmeyeni Allah’ındır. Süre işi göz kırpması gibi veya daha yakını dışında değildir. Allah her şeye gücü yetendir.
78- Allah sizi bir şey imletmezken ümmlerinizin batınlarından ihrac etmiş ve şükredersiniz diye semi, basarları, fuadlar caletmiştir.
Allah sizi bir şeyi bilmezken annelerinizin karınlarından çıkarmış ve karşılarsınız diye işitmeyi, görmeyi, topanlar vermiştir.
79- Semanın cevvinde musahherler olan tayre reyetmediler mi. Allah’ın dışında onları imsak eden nedir. İman eden kavme bunda ayetler vardır.
Göğün alanında düzenlenmişler olan uçanları görmediler mi. Allah’ın dışında onları tutan nedir. İnanan ulusa bunda kanıtlar vardır.
80- Allah size beytlerinizden sekinler caletti. Enamın cildlerinden de beytler ca’letti. Zağn yevminizde ve ikamet yevminizde onu istihfaf edersiniz. Savflarından, bevrlerinden, şi’lerinden hine dek metağ ve esas olmak üzere.
Allah size evlerinizden konutlar yaptı. Davarların derilerinden de evler yaptı.
Göç gününüzde ve durma gününüzde onları yenlik bulursunuz. Yünlerinden,tüylerinden, kıllarından bir süreye dek geçinme ve kullanma olmak üzere.
81- Allah size halk ettiklerinden ziller caletti. Ve size cebellerden kinnler ca’letti. Ve sizi hararetten vikaye eden serbiller ve besinizden vikaye eden serbiller ca’letti. Böylece İslam olursunuz diye sizin üzerinize nimetini itmam etti.
Allah size yarattıklarından gölgeler yaptı. Ve size dağlardan korunaklar yaptı. Ve size sıcaktan koruyan donlar ve kötülüğünüzden koruyan donlar yaptı. Böylece barışasınız diye sizin üzerinize iyiliğini bitirdi.
82- Tevelli ederlerse sana yalnız mübin belağın vardır.
Dönerlerse sana yalnız açık ulaştırmanın vardır
83- Allah’ın nimetini örf ederler sonra onu inkar ederler. Ekserisi kafirdir.
Allah’ın iyiliğini tanırlar, sonra onu belirsizlerler. Çoğu kapatandır.
84- O yevm ümmetin küllünden bir şehit ba’sederiz. Sonra küfretmiş olan kimselere izin verilmez. Onlar isti’tab da olunmazlar.
O gün toplumun hepsinden bir tanık göndeririz. Sonra kapatmış olan kimselere olur verilmez. Onlar paylanmazlar da.
85- Zulmetmiş olan kimseler azabı reyedince onlara tahfif olunmaz. Ve onlara inzar da olunmaz.
Ezmiş olan kimseler tadışı görünce onlara yenklikleştirilmezler. Ve onlar bekletilmezler.
86- İşrak etmiş olan kimseler şeriklerine reyedince rabbimiz senin dununda dua ettiğimiz kimseler olan şeriklerimiz bunlardır. Kavli onlara ilka ettiler siz kazinblersiniz.
Ortak koşmuş olan kimseler ortaklarını görünce yetiştiricimiz senin dışında çağırdığımız kimseler olan ortaklarımız bunlardır. Sözü onlara attılar. Siz yalancısınız.
87- Yevmeizin selemi Allah’a ilka ettiler. Ve iftira ettikleri onlardan dalletti.
O gün barışı Allah’a attılar ve uydurdukları onlardan şaştı.
88- Küfretmiş olan ve Allah’ın sebilinden sudud etmiş olan kimseler, ifsad eder olduklarından dolayı, onlara azabın fevkinde bir azabı ziyade ettik.
Kapatmış olan ve Allah’ın yolundan engellemiş olan kimseler, bozar olduklarından dolayı, onlara tadıiın üstünde bir tadışı artırdık.
89- Ve o yevm, ümmetin küllünde nefislerine, aleyhine bir şehit ba’sederiz. Ve seni de bunların üzerlerine şehit ciet ettik. Şeyin küllünü tibyan olarak ve hidayet, rahmet ve müslimlere büşra olarak kitabı sana tenzil ettik.
Ve o gün, her toplumda kendilerinden üzerine bir tanık göndeririz. Ve seni de bunların üzerine tanık getiririz. Her şeyi açıklamak üzere ve yol, esenlik ve barışçılara sevinç olmak üzere yazıtı sana indirdik.
90- Allah adl’i, ihsanı, kubralıya itayı emreder, fehşa, münker ve bağy’den nehyeder. Tezekkür edersiniz diye size va’zediyor.
Allah dengeyi, iyilik etmeyi, yakınlıya vermeyi buyurur ve taşkınlık, belirsizlik ve azgınlıktan kaçındırır. Anarsınız diye size öğüt veriyor.
91- Muahede edince, Allah’ın ahdini ifa edin. Tevkidinin ba’dinde yeminleri nakzetmeyin, Allah’ı üzerinize kefil ca’letmiştinizdir. Allah fi’lettiklerinizi ilm eder.
Anlaşınca, Allah’ın anlaşmasını yerine getirin. Pekiştirmenin arkasından andlaşmayı çözmeyin Allah’ı kendinize üstlenen kılmışınızdır. Allah yaptıklarınız bilir.
92- Kuvvetin ba’dında ğazlini enkasen nakz eden gibi olmayın. Bir ümmet diğer bir ümmetten erba olsun diye yeminlerinizi beyninizde dehel ittihaz ediyorsunuz. Allah onlarla sizi belv ediyor. Ve ihtilaf ettiklerinizi kıyamet yevminde size teybin edecek.
Erklikten sonra ipini döküntü olarak çözen gibi olmayın. Bir toplum diğer bir toplumdan daha gelişmiş olsun diye andlaşmalarınızı aranızda etken ediniyorsunuz. Allah onlarla sizi deniyor. Ve ayrılığa düştüklerinizi kalkış gününde size açıklayacak.
93- Allah meşiet etseydi sizi vahid bir ümmet ca’l ederdi. Lakin Allah meşiet ettiğini idlal eder, meşiet ettiğini de hidayet eder. Amel ettiklerinizden sual olunacaksınız.
Allah dileseydi sizi bir tek toplum yapardı. Ancak Allah dilediğini şaşırtır dilediğini de yola götürür. İşlediklerinizden sorulacaksınız.
94- Ve yeminlerinizi beyninizde dehel ittihaz edinmeyin, yoksa subûtunun ba’dinde kadem zell eder ve Allah’ın sebilinden sedd ettiğinizden dolayı suu zevk edersiniz. Ve a’zîm bir a’zab sizin içindir.
Ve andlarınızı aranızda etken edinmeyin, yoksa bir ayak tutulmasından sonra ayak kayar ve Allah’ın yolundan saptığınızdan dolayı kötülüğü tadarsınız. Ve güçlü bir tadış içindir.
95- Ve Allah’ın a’hdi ile kalîl bir semeni iştira etmeyiniz. İ’lm ediyorsanız yalnız Allah’ın i’ndinde olan size hayırdır.
Ve Allah’ın andı ile az bir akçeyi satın almayınız. Biliyorsanız yalnız Allah’ın yanında olan size iyidir.
96- İndinizde olan nefd eder, Allah’ın i’ndinde olan da bakidir. Ve sabr etmiş olan kimselerin ecirlerini, a’mel etmiş olduklarının en haseni ile cezalandırırız.
Yanınızda olan tükenir, Allah’ın yanında olan da kalıcıdır. Ve dayanmış olan kimselerin karşılıklarını, işlemiş olduklarının en iyisi ile karşılarız.
97- Mümin iken, zeker veya ünsadan kim salih amel ederse onu tayyib bir hayata ihya edeceğiz. Onların ecirlerini amel etmiş olduklarının ehseni ile tecizye edeceğiz.
İnanmış iken, erkek veya kadından kimse uygun işlerse onu arık bir yaşama dirilteceğiz. Onların karşılıklarını işlemiş olduklarının en iyisi ile karşılayacağız.
98-Öyleyse, Kur’an’ı kıraat ettiğinde, recim şeytandan Allah’a istiaze et.
Öyleyse, Kur’an’ı okuduğunda, taşlanmış şeytandan Allah’a sığın.
99- Onun iman etmiş olan ve rablerine tevekkül eden kimselere bir sultanı yoktur.
Onun inanmış olan ve yetiştiricilerini ardıl yapmış olan kimselere bir yetkisi yoktur.
100- Onun sultanı yalnız onu tevelli eden ve ona müşriklerinedir.
Onun yetkisi yalnız ona dayanan kimselere ve onun ortakları olan kimseleredir.
101- Allah tenzil ettiğini e’lemken ve biz bir ayeti başka bir ayetin mekanına tebdil edince onlar sen sadece müfterisin kavlettiler. Bel onların ekserisi imletmiyor.
Allah indirdiğini daha iyi bilirken ve biz bir kanıtı başka bir kanıtın yerine değiştirince onlar sen yalnız yalan atansın söylediler. Değil onların çoğu bilmiyor.
102- Onu rabbinden hakla iman etmiş olan kimseleri tesbit etmek ve Müslimlere hüda ve büşra olarak kudusün ruhu tenzil etti kavlet.
Onu yetiştiricinden gerçekle inanmış olan kimseleri tutundurmak ve barışçılara yol gösterme ve sevindirme için kutlunun tin indirdi söyle.
103- Ve biz onların ona yalnız bir beşer talim ediyor kavl ettiklerini ilm etmekteyiz. İlhad etmiş oldukları kimsenin lisani a’cemdir. Oysa bu mübin bir Arap lisanıdır.
Ve biz onların ona yalnız bir kişi öğretiyor söylediklerini bilmekteyiz. Dayanmış oldukları kimsenin dili yabancıdır. Oysa bu açık bir Arap dilidir.
104- Allah’ın ayetlerine iman etmeyen kimselere Allah hidayet etmez ve onlara elim bir azap vardır.
Allah’ın kanıtlarına inanmayan kimselere Allah yol göstermez ve onlara sıkıcı bir tadış vardır.
105- Yalnız Allah’ın ayetlerine iman etmeyen kimseler kezibi iftira ederler. Onlar kazibtirler.
Yalnız Allah’ın kanıtlarına inanmayan kimseler yalanı atarlar. Onlar yalancıdırlar.
106- Kalbi iman ile mutmain iken ikrah edilen kimsenin dışında, imanın ba’dında, Allah’a küfreden kimselere sadrı küfre şerheden kimselere Allah’ın ğazabı vardır. Ve onlara azim bir azap vardır.
Yüreği inançla kanmış iken dayatılan kimsenin dışında, inanışının arkasında Allah’a kapatan kimselere başı kapamaya açan kimselere Allah’ın kızması vardır. Ve onlara ulu bir tadış vardır.
107- Bu dünya hayatını ahiret üzerine istihbab etmelerinden dolayıdır. Ve Allah kafir kavme hidayet etmez.
Bu yakın yaşamı öte üzerine daha sevmiş olmalarından dolayıdır. Ve Allah kaptan ulusa yol göstermez.
108- İşte onlar Allah’ın kalpleri, semleri ve basarları üzerine tabetmiş olduğu kimselerdir. Ve işte onlar ğafillerdir.
İşte onlar, Allah’ın yürekleri, işitmeleri ve görmeleri üzerine damgalamış olduğu kimselerdir. Ve işte onlar dalgınlardır.
109- Onların ahirette hasirlerden olacağına cerem olmadı.
Onların ötede yıkılanlardan olacağına kuşku yoktur.
110- Sümme rabbin fitne olunmalarının ba’dından, muhaceret etmiş, sonra cihad ve sabretmiş kimselerindir. Rabbin onların ba’dından ğafurdur, rahimdir.
Sonra yetiştiricin denenmelerinin ardından, göçüşmüş, sonra uğraşmış ve dayanmış olan kimselerindir. Yetiştiricin bunların sonrasında örtendir, çalıştırandır.
111- O yevm, nefsin küllü nefsiyle mücadele ederek etvet edecek. Ve nefsin küllüne kendileri zulmedilmeden amel ettiği tevfiye olunur.
O gün, hepsi kendisiyle çekişerek gelecek. Ve hepsi kendileri ezilmeden işledikleri ödenir.
112- Ve Allah bir karyeyi misal olarak darp etmektedir. Mutmain olarak amin idi. Rızkı mekanın küllünden etvet ediyordu. Allah’ın nimetlerine küfretti de sunetmiş olduklarından dolayı Allah cu’ ve havf libasını ona izake ettirdi.
Ve Allah bir kenti örnek olarak getirmektedir. Kanmış olarak güvede idi. Besini bütün yerden geliyordu. Allah’ın iyiliklerini kapattı da yapmış olduklarından dolayı Allah açlık ve korku giysisini onlara tattırdı.
113- Onlara kendilerinden bir rasul ciet etmişti de onu tekzip etmişlerdi. Ve onlar zalimler iken azap onları ahzetti.
Onlara kendilerinden bir elçi gelmişti de onu yalanlamışlardı. Onlar ezenler iken tadış onları yakalayıverdi.
114- Allah’ın size rızk ettiklerinden tayiben helal olarak eklediniz. Sizler yalnız ona ibadet ediyorsanız Allah’ın nimetine şükrediniz.
Allah’ın size beslediklerinden arık uyar olarak yeyiniz. Sizler yalnız ona tapıyorsanız Allah’ın besinini karşılayınız.
115- Size meyteyi, demi, hınzırın lahmini, ve Allah’ın ğayrı için ihlal olunanı tahrim etti. Bağ ve adın olmaksızın izdirar etmiş olan kimseye Allah ğafurdur, rahimdir.
Size ölüyü, kanı, domuzun etini ve Allah’tan başkası için adananı yasakladı. Azgın aşmaksızın sıkışmış olan kimseye Allah örtendir, çalıştırandır.
116- Allah’a kizbi iftira etmek için Lisanlarınızın vasfetmiş olduklarına bu helaldır, bu haramdır deyip kizbi kavl etmeyin. Allah’a kezbi iftira eden neden kimseler iflah etmezler.
Allah’a yalanı uydurmak için dillerinizin nitelediklerine bu uyardır bu yasaktır deyip yalanı söylemeyin. Allah’a yalan uyduran kimseler başaramazlar.
117- Kelîl bir meta’dır. Onlara elim azap vardır.
Az bir geçinme vardır. Onlara sıkıcı tadış vardır.
118- Ve sana kasas ettiklerinizi bundan kabl Hevd eden kimselere tahrîm etmiştik. Ve biz onlara zulmetmedik ve lakin onlar kendi nefislerine zulmediyorlar.
Ve sana anlattıklarımızı bundan önce yol bulanlara yasaklamıştık. Ve biz onları ezmedik ancak onlar kendilerini eziyorlar.
119- Sümme, senin Rabbin, cehaleti ile sûu amel etmiş, sümme bunun ba’dından tevbe etmiş ve islah olmuş kimseler için senin Rabbin onlardan ba’d Ğafûr’dur, Rahîm’dir.
Sonra yetiştiricin, bilmemezlik ile kötülüğü işlemiş sonra bundan sonra dönmüş ve uygun olmuş kimseler için, yetiştiricin onlardan sonra örten’dir, çalıştıran’dır.
120- İbrahim Allah’a kanit hanif bir ümmet oldu ve müşriklerden değildi.
İbrahim Allah için duran görevli bir topluluk oldu ve ortaklayanlardan değildi.
121- Nimetlerine şakirdi. Onu ictiba edip mustakim sirata hidayet etti.
İyiliklerini karşılayandı. Onu seçip doğru yola götürdü.
122- Ve ona dünyada hasene ita ettik. Ve o ahirette salihlerdendir.
Ve ona yakında iyiliği verdik ve o ötede uygunlardandır.
123- Sonra sana İbrahim milletine hanifen ittiba et diye ivha ettik. Ve o müşriklerden olmadı.
Sonra sana İbrahim birliğine görevli olarak uy diye bildirdik. Ve Ortakçılardan olmadı.
124- Sebt yalnız kendisinde ihtilaf etmiş olam kimselere ca’ledildi. Kıyamet yevminde kendisinde ihtilaf ettiklerinde beynlerini rabbin hükmedecektir.
Dinlenme yalnız kendisinde tartışmış kimselere kılındı. Kalkış gününde kendisinde tartıştıklarında aralarını yetiştiricin kesecektir.
125- Rabbinin sebiline hikmetle, hasene meviza ile davet et. Onlarla en hasan olan ile mücadele et. Rabbin sebilinden dalleden kimseyi alemdir O ve O mühtedileri de en alimdir.
Yetiştiricinin yoluna bilgelikle, iyi öüğtle çağır. Onlarla en iyi olanı ile çekiş. Yetiştiricin yolundan şaşan kimseyi en iyi bilendir O ve O yoldakileri en çok bilendir.
126- Onlarla ikabe edecekseniz i’kab olunduğunuzun misli ile ikabe ediniz. Sabrederseniz o sabredenlere daha hayırlıdır.
Onları kovalayacaksanız kovalandığınızın benzeri ile kovalayınız. Dayanırsanız O dayananlara daha iyidir.
127- Sabret senin sabrın sadece Allah’a dır ve onlara hüznetme mekrettiklerinden dayk içinde olma.
Dayan, senin dayanman sadece Allah’adır ve onlara üzülme, tuzak kurduklarından sıkıntıda olma.
128- Allah ittika eden kimselerle muhsin olan kimselerle beraberdir.
Allah korunan kimselerle ve iyi olan kimselerle beraberdir.
AÇIKLAMA:
“Allah’ın emri gelmiştir, onu istical etmeyin” bu sureler Mekke’de nazil olmuştur. İnsanlığın İbrani medeniyeti gibi yeni medeniyete geçmek üzere olduğunu bildirmektedirler. İbrahim peygamber Mezopotamya’dan Filistin’e gelmiş bir oğlunu orada bırakmış bir oğlunuda Mekke’ye götürmüştür. Tevrat’ın bildirdiğine göre Allah İbrahim’e seni büyük millet yapacağım İsmail’in neslinden de büyük ümmet çıkacak, ama senin asıl ümmetin İshak’tan olacak demiş ve Yusuf, Musa ve Davut peygamberlerle o büyük uygarlık oluşmuştur. Kur’an’da Mekke’lilere Firavuna gönderdiğimiz bir elçi gibi size de bir elçi gönderiyoruz diyerek İbrahim’e vaat edilenin gerçekleşmekte olduğunu ilan etmiştir. Bu sure işte onu haber veriyor. Muhammed’de Musa gibi Mekke’den hicret edecek ve kuracağı devlet sonra dünyaya hakim olacaktır. Bu gün yeryüzünde sayı olarak 2 milyar civarında Hıristiyan ve 1.5 milyar civarında Müslüman vardır. 4 b,in yıl önce İbrahim’e söylenen ve bu ayetin burada 1500 sene önce verdiği haber gerçekleşmiş bulunmaktadır. Kur’an’ın verdiği haberler mutlaka gerçekleşir. Ancak günü beklenmelidir. Kur’an 3. bin yılda 2. Kur’an uygarlığını oluşacağını haber vermiştir. Müminler Buna hazırlık yapıp beklemelidirler ama acele etmemelidirler. “Melekleri ruh ile tenzil eder” denmektedir. Kadir süresinde de “melekler ve ruhlar tenezzül eder” denmektedir. Buradaki ruhtan maksat melekler gibi varlık olan ruhlardır. Melek ve ruh beraber gelmektedir. Melek cinler gibi yüksek hızda (ateşte) yaşayan batını varlıklardır. Ruh ise, insan gibi düşük hızda (moleküler aleminde) yaşayan varlıklardır. İnsanın ruhu da bu varlıklardandır. Ruhlar hızlı hareket edemezler. Melekler de insanlarla diyalog kuramazlar. İkisi birden görevlendirilince biri öbürünü alarak süratle insana ulaşır, ikincisi de insanla diyalog kurarak emri tebliğ eder. Ruh ile meleği ifadesi ile ruh ve melek ifadesi aynı şeyi ifade etmektedir. “İnsanı nutfeden yarattı en’amı da nutfeden yarattı” denmektedir. Sonra insanla enam arasındaki uygunluğu anlatmaktadır. Bu uygunluğun nutfeden olduğu ifade edilmektedir. 20. y.y.’da keşfedilen DNA’lardan oluşmuş genler nutfe tarafından nesilden nesile intikal ettirilmektedir. Ve insanlarla hayvanlar arasındaki dayanışma o nutfelerdeki DNA’lara dayanmaktadır.
“Onlarda sizin için dif’ ve menfaat vardır” . Di’’den maksat kıllarından ve tüylerinden yararlanmaktadır. Menfaat ise, taşıma ve benzeri yararlardır. Ayrıca onlardan yersiniz denmektedir. Hem et ve hem de sütü yemekteyiz. Akşamleyin dönerken ve sabahleyin salarken sizin için onlarda cemal (güzellik) vardır denmektedir. Burada besi hayvanlarından mera hayvanlarının daha iyi olduğu ifade edilmiştir. Otlayan hayvanlar, hem temiz hava almış hem bedenlerini çalıştırmış hem de her çeşit bitkileri yedikleri için etleri ve sütleri daha çok besleyici ve şifalı olmaktadır. Develerin aynı zamanda taşımada kullanılmaları ile her bakımdan yararlı bir hayvan olduğu da belirtilmiştir. Yukarıda geçen menfaatler kelimesinde taşımadan çok tarla sürmek dolap döndürmek gibi gübrelerinden yararlanmak da söz konusu olur. Soğuk memleketlerde hayvanlardan ısıtıcı olarak da yararlanılmaktadır. Atları, katırları ve eşekleri de binmek için diyerek onların daha çok taşıma işlerinde kullanıldıkları anlatılmaktadır. Onların da nutfe’den olduklarına işaret edilmektedir. Enam için cemal, bunların için de ziynet denmektedir. Tabiatta denge sadece kuru işler üzerine kurulmamıştır. Bir çiçekli ağaç arılar için aynı zamanda son derece güzeldir. İnsanların da yararlandıkları eşyalar hoşlandıkları eşyalardır. Allah onlarla ilişki kurmak için insan duygularını onlardan zevk alacak şekilde yaratmıştır. Yararlı olanlar güzel kokuludur, tatlıdırlar ve güzel görünüşlüdürler. Bilmedikleriniz de yaratacak denmektedir. Yani bilmeniz için bilmediklerinizi de yaratacak deniyor. Bugün araştırma araçları olarak otomobil, tren, uçak ve füze gibi o zaman bilinmeyen araçları Allah var etmiştir. İnsanlara öğretmiştir. Bundan sonra da yeni binek araçların icat edileceğine işaret vardır. “Yolun kasdi Allah’adır, yani yol insanları Allah’a götürür. Onlardan ayrılanlar, sapanlar var. Allah isteseydi hepinize hidayet ederdi.” İnsanlar kendi iradeleri ile doğru yola gitsinler diye Allah her iki yolu da döşemiştir. İsteyen sağa isteyen sola gider. Sola gidenler de sağa gidenler de kıyamete kadar var olacaklardır. Yoksa insan iradesini kullanamazdı. “Sema’dan suyu indirdi, onda şarap vardır ve onda şecer vardır deniyor”. Böylece bitkilerin sudan oluştukları ifade edilmektedir. Canlıların yapısının %90’ı kadarı sudur. “İçinde isame edersiniz” yani hayvanlarınızı yayarsınız. Bu ifadelerle mera hayvancılığının devam edeceğini ifade etmiş oluyor. Ayrıca, at ve katırın eşeğin de kıyamete kadar taşıma işini yapacaklarını bildiriyor. Diğer araçların yola, meydanlara ihtiyacı olduğu gibi yakıta da ihtiyacı vardır. Halbuki bu hayvanlar, dağlık yerlerde kendi besinlerini oradan alarak taşıma işlerini yapabilmektedirler. Bu gün bunların önemi azalmış ise de ileride yeniden bunlardan daha çok yararlanma tekniğinin gelişeceği anlaşılmaktadır. “ekinden zeytinden hurmadan, üzümden ve her çeşit meyveden sizin için bitirir” demekle yine aynı genetik, usulü ile insan, hayvan ve bitkiler arasında bir uyum vardır. Her hayvan her bitkiyi yememektedir. Midesi, özel bitkileri ve hayvanları sindirmek üzere yaratılmıştır. Yani bitkilerin genetiği ile onu yiyen hayvanın genetiği arasında akort vardır. Burada dört türlü bitkiden bahsedilmektedir. Ekin, tahılı; zeytin, yağlı bitkileri; hurma ve üzümü ayrı ayrı zikredilmektedir. Üzümün özelliği, insan diğer bütün şekerleri ve nişastayı üzüm şekerine çevirerek kullanmaktadır. Bunlara ek olarak her meyveden denmiştir. Meyvelerin besleyicilik dışında vitamin dediğimiz diğer maddeleri üreten, üretme özellikleri vardır. Bu vitaminlerin çoğunu insanlar az da olsa vücutlarında bulundurmak zorundadırlar. Bunları da diğer çeşitli meyvelerden, yukarıda sayılan besinlerle birlikte almaktadırlar. Çeşitli yemek yemenin yararı budur. Bütün dünyada otlan hayvanların Mekke’de kurban edilip etlerinin karıştırılarak bütün dünyaya dağıtılması sistemi bunun gerçekleşmesi içindir. Gece ve gündüzün, güneş ve ayın ve yıldızların musahhar olmasında zikredilen gece ve gündüz ,madde ve enerjidir. Güneş, ay ve yıldızlar ve atomlar, moleküller hep çekme ve itme kanunlarına tabidir. Denge böyle oluşmaktadır. “Bunda akleden kavme ayetler vardır” deniyor. Burada ayetler çoğun, bunda ise tekil olarak kulalnılmıştuır. Yani gerek makro gerek mikro fizik alemi tek bu diye gçsterilmiştir. Ama bunda çok ayet olduğuna işaret edilmiştir. Akleden kavme denmiştir akleden kimse için denmemeiştir: Yani ilim sosyal bir olaydır. Topluluk ilem değer verirse ilmi pazarı olursa o toplulukta ilim gelişir. Almler ortaya çıkar. Topululuk eğer ilme önem vermiyorsa kişilerin ayrı ayrı çalışmları bir sonuç vermez ve onlar için bu delillere ulaşmak mümkün olmaz. İsrailoğulları ilme önem veren topluulklardır. Türkler de aksine ilmi horlayan topluluklardır.
Arzda sizin için muhtelif rente olan şeyleri ekti” diyor. Bitkilerden besin olarak değil de başka amaçlarla yararlandığımız pek çok bitki vardır. Gelişen sanayi de bunlardan teskstile benzer ve ilaç olmak üzere pek çok ürün elde edilmektedir. İleride bundan yararlanma teknolojisi gelişecektir.
Yukarıda sayılan nimetler karada sulamak suretiyle yaşayan canlılardır. Ama denizlerde de canlılar vardır. Onlarda da bizim için besin ve diğer yararlar mevcuttur. Buna iki kelime ile işaret edilmektedir. “Lehm” diyor ve giydiğiniz “hilye” diyor. “Hilye”, süs anmalına gelmekle beraber giydiğiniz demekle onların da tekstil için kullanılabileceği anlaşılmaktadır. Bugün denizden çıkarılan mercanlar ve yosunlardan da yararlanılarak organik maddeler elde edilebilmektedir. Gelecekte daha çok insanlar bu maddelerden yararlanacaklardır.
“Denizde gemilerin aktığı görürsün denerek deniz ulaşımının gittikçe önem kazanacağı ifade edilmiştir. Bu ayetlerin indiği sıralarda ancak Akdeniz içinde seyahat yapılabiliyordu. Okyanuslarda da ancak sahiller tak,ip edilebiliyordu. İslamiyet’le astronominin coğrafyanın gelişmesi, pusulanın barutun bulunması, buharlı gemilerin icadı bütün denizleri dolaşabilecek gemilerin yapılmasına imkan vermiş, böylece dünya tek uygarlık olmuştur.
“Etinden yemeniz için denizi size musahhar kıldı ve fadlından ibtiğa etmeniz için de musahhar kıldı” denmektedir. Mübadele, her iki tarafın mallarında değer artışı sağlar. Herkesin ayrı ayrı üretip tüketmesi ile mübadele etmek suretiyle tüketme arasında onlarca yüzlerce hatta binlerce fayda artışı vardır. Kur’an buna fadl demektedir. Çünkü emeksiz elde edilmektedir. Topluluğun getirdiği bir paydır, onun için kendisine izafe edilmiştir.
“Ve şükredersiniz diye” diyor. Şükretmek demek, nimetini yerinde kullanmak demektir. Gözü eğer, uygun olan şeyleri görmek için kullanırsak o şükür olur. Kullanmaz veya kötüye kullanırsak o da küfür olur.
“Arzda sıra dağlar yerleştirdik, o araz sizin için meydan olsun” diye denmektedir. Sıra daların var olması ile yağmurlar oluşmakta, yağmurlar ırmaklara dönüşmekte ve bu sayede yer yüzü yaşanacak, barınacak bir şekle dönüşmektedir. Dağlar olmasaydı, ekvatorda yükselen buharlar kutuplarda yağmur olur ve ekvatora doğru akardı. Karalar çöl olurdu. Yağmur yağmaz, dereler akmaz, bitkiler bitmezdi. Bugün yeryüzünde mevcut olan çöller bunun örneğidir. Bunu sizin için yaptı demekle, yeryüzünü Allah insanlar için yaratmıştır, bu dağlar sayesinde bizim için yaşanacak alan olmuştur. Dağların yanında nehirleri ve yolları zikretmektedir. Dağlar öyle sıralanmıştır ki yer yer geçit vermekte ve sular vadilerde toplanıp ırmaklar olmaktadır. “Bunları yol bulasınız diye yaptı” deniyor. Ve “alametler yaptı” ekliyor. Alametler sivri yüksek dağlar demektir. Bu dağların sıra dağlar gibi görevleri vardır. Ama bir de insanların yerleri tespit etmek için başvuru noktaları oluşturmaları görevi vardır. Bugün bunların tepelerinde birer taşlar konmakta ve bu taşlarla, taşlar üzerine konan aletlerle yeryüzünün haritaları çıkarılmakta yerler tespit edilmektedir. Buralara konan antenlerle haberleşme yapılmakta ve yayınlar yayınlanmaktadır. Onlar yıldızlarla da yol bularla denmektedir. Burada sizler yol bulursunuz denmemi,ş de onlar yol bulurlar denmektedir. Siz ihtida edersiniz onlar ise yıldızlarla ihtida ederler diyor. Burada onlardan kasıt kimlerdir. Burada Kur’an’a inanmayan kimselere onlar denmektedir. Astronominin ve coğrafyanın müspet ilim metoduyla gelişerek teknolojiye uyarlanmasının Müslüman olmayanlar tarafından yapılacağına işaret edilmektedir. “Alamat” sözleri ile coğrafya “necm” sözü ile astronomi teknolojisi anlatılmıştır. Alamat kelimesi arada getirilmiştir. Coğrafya ve koordinat sistemi Avrupalılara Müslümanlar tarafından öğretilmiştir. Ama sanayi inkılabı il astronomi ve coğrafyadan yararlanma teknolojisi Avrupa’lılardan tarafından bulunmuştur. Bu ayet buna işaret etmektedir.
“Yaratan yaratmayan gibi midir” diyerek bütün bunların Allah’ın yaratması il olduğu bildirilmektedir. Bir taraftan bu kainata öyle özellikler vermiştir ki, bu sanayi inkılabı olsun diğer taraftan da insanın beyninin öyle yaratmıştır ki bunu yapabilsin. Bu sebeple, bütün bunlar Allah’ın yarattıklarıdır. Allah’ın nimetlerini sayacak olursanız onu ihsa edemezsiniz ayetinde ta’dat ve ihsa aynı cümlede ifade edilmiştir. Saymak, birbirine benzeyen varlıkların çokluğunu ifade eder. İhsa ise, birbirine benzemeyen ama aralarıdan ilişki bulunan varlıkların ayrı ayrı çokluklarını bir arada göstermedir. Buna bugünkü matematikte matris diyorlar.
Allah’ın nimetlerinin matrislere sığmayacağı ifade edilmektedir.
Allah’ın dışında dua ettikleri kimseler bir şey yaratamazlar yaratılmışlardır. Ölüdürler diri değildirler. NE zaman dirileceklerini de bilmiyorlar. Burada işret edilen ölüler ve ölülerin resim ve heykellerine tapmadır. Ölmüş kimselere büyük güçler izafe edilir, tanrılaştırılır ve onlara tapılır. Çağımızda bu putperestlik en çok moda olan bir putperestliktir. En şiddetli çağını 20. y.y’ın diktatörleri döneminde yaşanmıştır.
“İlahınız tek ilahtır,” bu söz, çok basit ve gerçek bir söz olmakla beraber insanlar hiçbir zaman buna inanarak hareket etmeyecekler. Hep Allah’ın yanından başka güçler kabul ederek onların yanında koşmaya devam edeceklerdir. Bu ayet de her zaman onlara ilahınız tek ilahtır diyecek. Dünyada adalet olmadığını, dolayısı ile Allah’ın adil olmadığı ifade edilmekte zalimlerin de tanrı gibi kendi başlarına zulmettikleri inancı vardır. Oysa, dünyada her zaman adalet tam olarak gerçekleşmez. Geçici dünyanın gereği olarak, zalimlere zulmetmeleri için imkan verilir. Bunun dengelenmesi için, ahiret vardır. Ahirette, herkese bir miskal eksiltilmeksizin verilecektir. Ahirete inanmayanlar Allah’a da inanmamış olurlar. Ve onlar kendi güçlerine dayanarak zulmetmektedirler.
Allah’ın müstekbirleri sevmedikleri ifade edilmektedir. “Onlara rabbinizin bu inzal ettiği nedir dendiğinde, evvelkilerin esatiri derler” burada “evvelkilerin esatirinden” maksat evvelkilerin yaptığı esatir anlamında olabildiği gibi, sizin evvelkiler hakkında yaptığınız esatirler anlamında da olabilir. Esatir, gerçeklerle tam uyumlu olmayan, geçmişteki olayların hayalde değiştirilerek veya geliştirilerek anlatılmasıdır. Kur’an’ı okuyanlar, Kur’an’da olanları, böyle esatir olarak vasıflandırmaktadırlar. Kur’an’da söylenenlerle ilgili bilgileri olmayınca kendi bilgilerine uymayınca onu bir esatir olarak vasıflandıranlar vardır. Gerçi, Kur’an gerek geçmişte olanları, gerek gelecekte olanları, haber verirken, teferruatlara girmemekte, asıl olayların ibret olan kisımlarına işaret etmek için onlar işaret etmektedir. Orada söylenenlerin hepsini bizim tam olarak anlamamız mümkün değildir. Kur’an bunlara müteşabih diyor. Çok kolay anlaşılan ve kesin olan bir çok bilgiler vardır. Biz onlara göre hareket etmekle yükümlüyüz. Hala Kur’an’a inanan kimselerin bir kısmı kuranda anlatılanların bir romanda anlatıldığı gib hayal olduğunu ileri sürenler vardır. Oysa kuran bunların hepsini reddetmekte, geçmişi ve geleceği içeren ve gerçekleri anlatan bir kitap olduğunu defalarca söylemektedir.Bunu söyleyenler kıyamet gününde kendi yüklerini tamamen yüklenecekler. Bir de bunu söyleyerek şaşırtmış olan kimselerin yüklerini de yüklenecekler deniyor. Kendi yükleri için kamil deniyor, şaşırttıkları için kamil demiyor. Çünkü şaşıranların da sorumlulukları var.(16/25
Kendilerinden önce gelenler de mekr yaptılar da Allah yapılarının temelinden girdi ve tavanları üstlerine çöktü ve onlara azap farkında olmadan geldi. İnsanlar, normal hayatlarını yaşarken bir değişmenin olmayacağını, durumlarının sürüp gideceğini sanırlar. Başarılı olanlar, başarılarının bitmeyeceğini sanırlar, başarısız olanlar da ümitlerini kesip kurtulamayacaklarını sanırlar. Oysa Allah beklemedikleri bir yerden ve farkında olmadan azabı getirir ve ümitsiz bir halde de kurtuluşa götürür(16/26)
Onların içinde şikak ettiğiniz şerikleriniz nerede diye sorulur. Onların içine şikak ettiğiniz tabiri ile aslında şirkin bir inanç, kanaat, bilgiden değil eşkıyalık yapabilmek için bir araç olarak kullanmaktadırlar. Bugünkü diktatörlere tapınma ve onları tanrılaştırma, onlara duyulan saygı ve sevgiden çok onlara dayanılarak oluşturulmuş mafyanın varlığını sürdürebilmek için bir araç olduğu herkes tarafında n bilinmekte olduğu görülmekte ve anlaşılmaktadır.
“Melaikeler tevfiye ettiğinde” sözünde “vefa” bir borcun yerine getirilmesi demektir. İnsanların öldürülmesi de bu kelime ile ifade edilmektedir. Allah insanlara adaleti vaat etmiştir. O vaadin yerine gelmesi için ahiret hayatına ihtiyaç vardır. Ölüm Allah’ın bir vaadi olarak vasıflanmaktadır. “Selemi ilka ederler”, barışı ortaya koyarlar. Yani çekişmeyi ve tartışmayı bırakırlar. Nizaı kaldırırlar demektir. Barış hakemlerin kararlarına rıza göstermektir. Dünyevi bakımından İslam hakemlerin verdiği kararlara uymayı taahhüt etmekten ibarettir. Biz kötülük yapmış değildik demeleri onların kötülük hakkında da açık bilgi ve kanaatleri olmadığı anlaşılmaktadır. İnsanlar farkına varmadan kötülük yapmaktadır. Bu sebepledir ki, tebliğ ve hakkı tavsiye müminlere farz kılınmıştır.
“Cehennemin mütekebbirlere kötü bir yer” olduğu ifade edilmektedir.(16/29). Burada küfrün kaynağı tekebbür, büyüklenme olarak gösterilmektedir. İnsanlar diğer insanlardan üstün olmak isterler. Bu üstünlüğü göstermek için de halkın yaptığını yapmamağa çalışırlar. Herkesin namaz kıldığı bir yerde gidip onlarla beraber namaz kılmak kendileri için onların seviyesine inme olduğundan kabul edilmez bir şey görülür. İşte bunlar için içinde ebediyen halidin olarak kalacağınız cehennem kapılarından girin” denmektedir. Bu gün bu kibirlerinden dolayı ibadet yapamayan pek çok insan ve zümre vardır.
İttika eden kimselere yani kendilerini koruyacak bir araç arayan kimselere “rabbinizin bu indirdiği nedir dendiğinde hayır olarak indirilmiştir derler”. Böylece kafirler esatirdir diyorlar, müminler de hayırdır diyorlar. İhsan edenlere bu dünyada da hasene vardır. Burada ihsana eden değil de ihsan edenlere deniyor. Her iyilik eden insan tek başına bunun karşılığını bu dünyada almamış olabilir. Bu dünyada uğradığı bu zulmün karşılığını ahirette alır. Oya iyilik eden toplumun karşılığını ahirette alması mümkün değildir. Çünkü orada kişisel sorumluluk vardır. Bu dünyada iyi olan topluluklara Allah iyilik vereceğini burada açıkça belirtmektedir.
Ahiret darı daha iyidir. Orada ahiret için “dar” kelimesi kullanılmaktadır. “dar” etrafı duvarla çevrili, yani surla korunmuş, kenttir. Diğer yerlerde özel mülkleri olan yaşamaya elverişli olan yer demektir. “Muttakilerin darı nimedir” denmektedir. Bundan evvel hem dünya hem de ahiretten bahsetmişti. Buradaki “dar”dan hem bu dünya hem de ahiret anlaşılabilir. Ancak bundan sonra ahiret darı olduğu yönde işaret vardır Ahirete de bu dünyaya benzer ayrıcalıklı yerlerin olacağı ifade edilmektedir.
“Adn cennetlerine girerler, orada her istedikleri vardır”. Adn cenneti demek yaz kış meyvesi olan bahçe demektir. İnsanlar onlardan yiyerek yaşarlar. Ahiret hayatı, dünya hayatı gibidir. Besinlerinden yararlanarak onun verdiği enerji ile hayat sürdürülür. Bu ayetler ahiret hayatının bizim bu dünya hayatı ile benzediğini ama bu hayattan çok üstün ve sonu olmayan bir hayat olduğunu ifade etmektedir.
“Onlar meleklerin gelmesini mi bekliyorlar yoksa rabbini gelmesini mi bekliyorlar”. Melekler, emr arasından ne ayrılık veya benzerlikler var. Emr iş demektir. Şuurlu görevliler meleklerdir. Onlar özel görevle gelirler ve gerekli afeti getirirler. Emr ise bilinçsiz kanunlardır. O kanun ve kurallarla topluluk cezalandırılır. Kendilerinden önce gelenler de böyle yaptılar. Onlara Allah zulmetmedi onlar kendilerine zulmettiler denmektedir. Onlara yaptıklarının kötülükleri isabet etti ve eğlendikleri şeyler onları çarptı. Bu ayetler toplulukların çökülüşü ve yıkılışının kendi iç faaliyetlerinden kaynaklandığını ifade etmektedir. Dışarının müdahalesi ile olduğu sanılan bir çok olaylar Allah’ın izni ile olmaktadır ve toplulukların kendi yaptıkları ile ilgilidir.
Müşriklerin söylediklerinden biri de “Allah istemeseydi biz bir şey yapamazdık demeleridir” ve “ne biz ne de babalarımız onun dununda bir şey haram edemezdik.
Kendilerinden önce gelenler de böyle yaptılar. Böyle söylediler demiyor da böyle yaptılar deniyor. Yani, bu açıklamaların, kendilerinin yapmakta olduklarını savunmak için, daha öncekiler de böyle yaptılar deniyor. Bu gün de böyle söyleyenler çoktur. “Resule düşen sadece açık tebliğdir değil mi” böylece biz sadece tebliğle yükümlüyüz. Başka görevimiz yok. Kendimizden yükümlüyüz. Nitekim bundan sonraki ayette (16/35) biz her ümmetin içinde bir resul ba’setmiş bulunuyoruz” denmektedir. Her ümmet içinde gönderilen resul sadece kendi çağı için mi yoksa bütün çağlar için bir resul mu. Eğer her çağ ayrı ayrı düşünülecekse, burada kastedilen resul vahy almış, kitap sahibi bir peygamber değil de o güne kadar gelen resuller içinde onlar gibi tebliğci olan mümindir. Allah’a ibadet edin tağuttan ictinab edin, tauta ,ibadet edenler azdıran şeylere ibadet ederler. Camiye gitmeyenler meyhanelere giderler. Yeryüzünü dolaşın mükezziblerin akibetlerinin nasıl olduğuna nazar edin. Burada Allah müminlere iki görev vermektedir. Biri dolaşın, görünenleri değerlendirin, yani cağrafyayı tarihi öğrenin demektir. İkincisi ise kazılar yaparak geçmişte olan olayları kazı yoluyla tespit edin demektir. Oralarda çökmüş ve yıkılmış topluluklar görülecek. İnsanlığın geçirdiği tarihi maceraları öğrenmiş olacaktır. (36)
Sen ne kadar istesen de Allah onlara hidayet etmeyecektir. Mealindeki bu ayetin pek çok benzeri vardır. Kur’an hep bizden sadece tebliğ istemekte ve ondan sonrasına karışmamamızı istemektedir. (37)
Bütün güçleri ile yemin ederek Allah’a kasem ederler, ölen dirilmeyecektir derler. Hem Allah’a inanıyorlar hem de dirilmelerinden şüphe ediyorlar hem de dirilmeyeceklerini iddia ediyorlar. 19. yy.’da geliştirdikleri bir felsefe ile o günkü ilmi verilere dayanarak bir Allah’sız dünyayı düşünebiliyorlardı. Onların ahreti inkar etmeleri bugünkülerin inkar etmeleri kadar çelişkili değildir. Kainat kendi kendine var olmuşsa, ahiret olmayabilirdi. Oysa 20. y.y.’da artık Allah’ı inkar etmek mümkün değildir, dolayısı ile Allah’a iman ahirete imanı kendiliğinden zorunlu kılar.
Öyle değil Allah vaat etti, vaat ettiği içinde insanların öldükten sonra diriltecek. Ne zaman vaat etti. Her insanın beynine ölmemeyi ve yok olmamayı arzu haline getirdi. Bunu ona istetti. Bu bir vaattir. Yoksa Allah bunu istemede insanları kandırmış olurdu. Her zaman gelen peygamberlere de ahiret vaat edildi. Bütün topluluklarda da ahiret inancı var olmuştur. Ataları çocuklarına vaat etmiştir.
İnsanların çoğu bunun bir vaat olduğunu bilemiyor. Niçin tekrar diriltecek, ihtilaf ettikleri şeyi açıklayalım ve tartıştıkları şeyin doğrusunu gösteren diye bir de kafir olanlar yalancı olduklarını öğrensinler diye. Yani onlar da ağızları ile ahreti ve Allah’ı inkar ediyorlarsa da beyinlerinde bu ,inanç vardır. Bu inanç olmasaydı Leninlere Kemallere tapmazlardı.
“Biz bir şeyi murat ettiğimizde ona sadece ol deriz o da olur. Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret eden kimseleri güzel yurtlara yerleştireceğiz. Sabretmiş ve tevekkül etmiş olan kimselerin ahiretteki ücretleri bilseler çok daha büyüktür”. Bu ayet Mekke de nazil olmuştur. Medine’ye göç ettikten sonra iyiliklere kavuşulacağı vaad edilmiştir. Sonra Medine’ye hicret edildi, sonra Mekke fethedildi ama insanlar Mekke’ye dönmediler. Onlar Medine’de daha iyi bir hayat bulunmuş olduğu anlaşılmış oluyor. Bu da Kur’an’ın vadinin o zaman yerine geldiği ve bundan sonra da yerine gelişeceği belirtmiş oluyor. Çok önemli bir vurgu vardır. Hicretten bahsediliyor. Allah yolunda, hicret denmiş olması, tebliğ yaparken zulme uğramalarında dolayı yurtlarını terk etmiş olmalarından bahsetmektedir. Müminleri görevi, hakkı tebliğdir. Bu tebliğ de uğrayacakları zulümlere sabretmektir. Tebliğ görevi bitince oradan hicrettir. Allah onlara gidecekleri yerde daha iyi bir yurt vaat etmektedir. Ama sadece dünyadaki yurt değil ahiretteki ebedi yurdu kazanacaklarını vaad etmektedir.
“Senden evvel de kendilerini vahy ettiğimiz ricalden başkasını irsal etmedik.” Böylece peygamberlik görevinin erkeklere verildiği ifade edilmektedir. Bu kadınlara vahy edilmediği anlamına gelmez. Sadece onlar dini yaymakla mükellef kılınmamışlar, sadece kendilerinin yapacakları şey onlara vahy edilmiştir.
Burada sadece risaletten bahsedip nübüvvetten bahsetmemektedir. Kadınlardan resul olmadığı belirtilmiş ise de nebinin olmadığı ifade edilmemiştir. Bilmiyorsanız zikir ehlinden sual ediniz denmektedir. Burada “fe” harfi getirmiştir. Fe harfinden sonraki ifade sadece ondan önce söylenen olayları değil bütün olayları içerir. Dolayısı ile bu ifade bütün konularla ilgilidir. Kuranda ,ilim adamlarından seviye olarak bahsedilir. En üst seviyedekiler rasihlerdir bunlar tevil yapma yetkisine sahiptirler. Müteşabih ayetleri yorum yapma yetkisine sahiptirler. Ondan sonra fakihler gelir. Fakihler delillerden hüküm çıkarma yetkisine sahiptirler. Ondan sonra ehli zikir gelir, ehl zikir anlayanlar anlamındadır. Yani rasihlerin ve fakihlerin içtihatlarını anlayıp anlatabilen kimselerdir. Bunlar projeleri uygulatanlardır. İşçiler, çalışanlar, bunlara sorarak amel ederler. Bunlar ise, fakihlere sorarak değil kitaplara bakarak fetva verirler.
“Beyyinat ve Zubur ile irsal ettik diyor.” İrsal ettikleri peygamberler açıklamalarla ve kitaplarla gelmişlerdir. Beyyineyi önce Zuburu sonra zilkr etmiştir. Eski peygamberlerde önce peygamber sonra kitap esastır. Sana ise deniyor, zikri inzal ettik, onunla nasa beyan edesin diye” kendilerine inzal olunanı beyan edesin diye. Böylece, İslam’da önce kuran sonra sünnet gelmektedir. Ve “lealehum yetefekkerun” onlar tefekkür etsinler diye, asıl olan onların tefekkür etmeleridir Bu da onların içtihat ve icma etmeleridir. Yani kuran dininde kitap ve sünnet ictihat ve icmaların aracıdır. Asıl hüküm içtihat ve icmalarla oluşur.
Böylece peygambersiz bir dünyada oluşacak düzen bildirilmektedir ki bu düzen daha Mekke’de ifade edilmektedir. Medine’ye gidilecek sünnete dayalı devlet kurulacak ondan sonra müçtehitler ortaya çıkacak ve “lallehum yetefekkerun” un gerçekleşmesini sağlayacaktır. Bunların hepsi kurnanın ğayb haberlerindendir çoğu gerçekleşmiş ve çoğu da gerçekleşecektir. Ve bundan sonra “fe” harfi ile bu içtihadı yapmayanlar yani kurandan peygamberin hareket ettiği yoldan hareket etmeyen ve içtihat ve icma ile hareket etmeyenlerin karşılaşacakları kötülükler anlatılmaktadır. İnsanları kuranın bu öğrettiklerine ve haberlerine dikkati çekip onun misalle açıklamak için “gölge ile ilgili bir ayet getirmektedir. “onlar görmüyorlar mı ki, Allah her şeyden yarattıklarının gölgesi, sağ ve sollardan dönmektedir. Onlar dahir iken gölge de Allah’a secde eder durumdadır. “onlar dahir iken” sözünde “onların secdede iken” anlamını verebiliriz. Yani, onların secdesi ile gölgelerin secdeleri arasında bir benzerlik kurulmaktadır. Güneş, doğduğu zaman batıdan gölge, gerisin geriye çekilerek kısalmaktadır. Biz de güneş doğmadan evvel namaza başlamış oluyoruz. Bu ayete uyulduğu taktirde güneş doğarken namaz kılmamız gerekmektedir. Ama başka ayetlerde “kalbe tului şems” diyerek güneş doğmadan önce namazı bitirmiş olmamız gerekmektedir. Ancak sabah aydınlığı bir gölgedir. Bir dağın değil arzın gölgesidir. Dolayısı ile aydınlık zamanında kıldığımız namaz gölge dönüştüğü zamandır (gölgenin fey zamanıdır). İkinci fey zamanı ise güneşin en kısa olduğu vakittir. O da öğle vaktidir. O zaman da yine namaz kılmaktayız. Akşam vakti de, yine, gölge vaktidir. Yerin gölgesidir (yatsıya kadar). Böylece, güneşin doğması, en yüksek yere çıkması ve batması zamanlarında biz ibadetlerimizi yaparken adeta gölge de bizim gibi hareket etmektedir. Gölge, bir varlık mıdır. Yoksa, bir karanlı mı, yokluk mu. Gölge bir yokluk değildir. Çünkü yokluk olsaydı orada aydınlık olmaması gerekirdi. Halbuki hem sabah, hem akşam ve hem de gölge içinde ışık vardır. Onun dışında olan yerde ise güneşin ışığı vardır. Gölgede ise, güneş ışığından oluşmuş ama gölgenin ışığı vardır. Güneşin ışığına ziya denmekte varlığın güneş ışığından oluşturduğu ışığa nur denmektedir. Bundan dolayıdır ki Güneşe ziya aya nura izafe edilmektedir. Görme olayı ziyada değil nurda olmaktadır. Sücceden kelimesini kullanmaktadır. Buradaki sücceden kelimesinin anlamı gölgenin yerde belirmesidir. Secde yere kapanma demektir. Gölge yerde sürünmektedir. O sebeple sücceden denmektedir. Yoksa insanların secdesine benzer secde yaptığı anlamında değildir.
Burada “yemin” sağdan ve “şemail” sollardan tabiri geçmektedir. Bu yemin nedir, şemail nedir. Şimal niye çoğul kullanılmıştır. Kuzey yarım kürede güneşe doğru dönüldüğünde güney tarafı yemindir. Kuzey tarafı şimaldir. Güney tarafında doğruya dönüldüğünde yemin tarafı gölgeliktir. Güneşi tarafı şimaldir. Karaların çoğu kuzeydedir. Kur’an’ın nazil olduğu, insanları için hac merkezi olarak kabul edilen Mekke kuzeydedir. Bu ayet oradaki duruma göre açıklanırsa diğer taraflar ki güney yarım küresi denmektir buraya kıysa edilebilir. Bu ifadede her yerde böyle olduğuna dair bir delalet yoktur. Mekke’de senenin çok az ayında öğle vakti, gölge, güneye düşer, ama senenin çoğunda ve ekvator gölgesinde olmayan yerlerde güneye hiç gölge düşmez. Ama doğuya batıya ve kuzeye ise gölge her gün dolaşır. O halde bu ayeti, senenin ekseri gününde ve karaların en çok olduğu yerlerde yorumlarsak gölgesi güneyi bırakarak, güneyden tecrit edilmiş olarak kuzeylerde dolaşır. Arada ve harfi olmasaydı. Bu mana kolay verilebilirdi. Ancak o taktirde de senenin bir kısmı ve güney yarım küre ifade dışı kalırdı. Bu sebeple öyle bir ifade kullanılmıştır ki biz üzerinde düşünür ve yere göre karar veririz. Kuzeyde isek , güneyde ise, yaz içinde veya kış içinde isek ona göre anlarız. İşte bu tür ayetler mücmel ayetlerdir. Yani insanların yere ve zamana göre beyana ihtiyaç göstererek anlayacakları ayetlerdir. Şimalin çoğul olarak kullanılması, karaların daha çok kuzeyde olması ve gölgenin doğu, kuzey ve batıyı taramış olmasından dolayıdır.
Kur’an’da bir şeye işaret ettiği zaman onun önemini belirtmiş oluyor. Mezopotamya’dan beri insanlar gölge saati ile günlerini belirlemişlerdir. Hatta halen kırsal alanlarda vakit güneş gölgesinin hareketleri ile belirtilmektedir. Bundan sonra “dabbeden göklerde olanlar, yerlerde olanlar ve melekler, Allah’a secde etmektedirler ve onlar istikbar etmezler. Fevklerinde olan rablerinden havf ederler ve onlara be emredilirse yerine getirirler” denmektedir. Böylece meleklerin ve dabbelerin kendi iradeleri ile değil Allah’ın emri ile hareket ettikleri ifade edilmektedir. İnsanın bunlardan farkı kendi iradesi ile Allah’ın emrine karşı gelebilmesidir. Hayvanların da emr edilmiş olmaları iradeleri olmamakla beraber onların da idrak ettikleri ve bilinçli olduklarını ortaya koymaktadırlar.
“Allah iki ilah ittihaz etmeyin dedi” deniyor. Kainatta ve canlılarda denge vardır. Bir taraftan gelişme ilerleme olurken diğer taraftan da onu frenleyen ve dengeleyen kuvvetler vardır. Newton’un tesir ve aksi tesir kuralı fiziğin temel kanunudur. Canlılar, birbirlerini yiyerek geçinmektedirler. İnsanlar da böyle çatışma içindedirler. İyilikler ve kötülükler vardır. Kitaplarda bu denge şeytan ve melek kavramları ile izah edilmiştir. Şeytan’ı da yaratan Allah’tır ve ona şeytanlık görevini vermiştir. İnsan ve cinlerden oluşan orduları vardır. Dinler zamanla bozulunca şeytan ve meleğin ayrı iki ilah kabul ederek kainatın çatışan iki tanrı ile izah etmek istemişlerdir. İranlılarda böyle bir inanış vardı. Allah eski kitaplarda da bu tür inanca ve bu inançla yaşamaya izin vermediğini bize bildirmektedir.
Sizde olan nimet Allah’tandır. Ama onu siz kendiliğinizden bilirsiniz. Sonra size zarar dokununca çığlık koparırsınız. Sonra Allah sizden onu kaldırınca içinizden bir grup Allah’a şirk koşar ve kötülüklerden kurtulmayı başkasına atfetmeye başlar. Bizim istiklal savaşımız bunun açık örneğidir. Savaşta Allah’a dua edilmiş ve savaştan sonra Allah unutulmuş ve başka tanrılar edinilmeye çalışılmıştır. Bunu kendilerine vermiş olduklarına nankörlük etmek için yapmışlardır. Geçinin bu halinizle yaşayın ileride öğreneceksiniz. Burada ileride sözü böyle bir durumun bir ömre sahip olduğunu ifade eder. Yani hemen cezalandırılmaz.
Kendilerine rızık verdiklerimizden bilmediklerine pay ayırırlar(56). Burada bilmediklerinden kasdın ne olduğu düşünülürse “men” değil de “ma”nın gelmiş olması bütçedeki sarf yerine işaret etmiş olabileceğini gösterir. Gerek aile, gerek şirket ve gerekse devlet bütçelerinde insanlar moda olan şeylere pay ayırmakta ve onlara harcama yapmaktadır. Protokol giderleri, eğlence giderleri, tören giderleri, spor giderleri, sanat giderleri içinde böyle anlamsız yararsız kısımlarına da harcama yaparlar. Tanrılara tapanların harcadıkları da bunlardandır. “İftira ettiklerinizden tallahı sorulacaksınız” (56) yani israfın hesabı krizlerle ödenecektir. Çökmekte olan ülkeler bayram şatafatı ile debelenerek canlarını verirler.
Tarih boyunca erkeklerin oluşturduğu topluluk kadınları hakir görmüştür. Uygarlıkları, savaşa dayanan toplulukla daima erkek çocuk istemişlerdir. Bir taraftan da kişisel olarak eşlerine bağlılık onları sözde korumaya götürmüştür. Kendileri kız çocuk istememişler ve kız doğduğu zaman genellikle hoş karşılamamışlardır. Bu durum bugünkü insanlarda da mevcuttur. Çünkü erkek çalışacak yaşa gelince kendisini koruyabilmektedir. Ama kadınlar genellikle daima korunma ihtiyacındadır. Bu sebeplerle kız çocuk aileye daha bir külfet kabul edilmekte anne de baba da erkek çocuğu tercih etmektedirler. Bir taraftan da kızlara karşı duydukları şefkatı onların tanrıya ait olduğunu ifade ederek kendi kötü düşüncelerini kamufle etmek istemişlerdir. İşte kuran bu iki zıt duyguyu bu ayetlerle ifade etmektedir. Eski topluluklarda Arabistan da bu anlayış o kadar ileri gitmişti ki, kendisini eşraftan sayan bir kimsenin kız çocuğu olunca ona yakışanı onu öldürmektir. Bu düşüncelerin kötülüğü kuranda değişik ayetlerde anlatılmaktadır. İnsanlar için modanın, örf ve adetin ne kadar kötü olabileceği bu misalle anlatılmaktadır. Bir şeyin insanlar tarafından doru kabul edilmesi onun doğru olduğunu göstermez. Bir şeyin doğru veya yanlış olmasının ancak ilahi vahye dayanan kitapların koyduğu varsayımlara dayanarak yapılacak ilmi açıklamalar ve denemelerle elde edilecek sonuçlarla tespit edilmelidir. Tek evliliği yasaklayıp serbest cinsi ilişkiyi meşru gören bir zihniyet, çocuk yapmayı ayıp gören bir zihniyet bu nevi çarpık mantığın bugünkü tezahürleridir. Ahirete iman etmeyenler için kötülüğün meseli vardır. Yüce mesel Allah’ındır, o azizdir, yücedir ifadesi ile ahirete inanmayanların sonunda iyi ve kötülüğü ancak galibiyet ve mağlubiyetle izah etmeleri ile olur. Hak kavramı onlarda oluşamaz.
Zulümlerinden dolayı Allah nası muaheze etseydi, yeryüzünde bir dabbe bile kalmazdı.(61) Yani zulümleri o kadar çok ki hayvanlar bile onlara kefaret etmezdi. Ama Allah belirlenen müddete kadar azabı onlara tehir ediyor. Ecelleri gelince bir saat geri kalmayı isteyemezler bir saat da erken olmaz. Bu ayet, toplulukların da birer canlı olduğu, canlılardaki doğma, gelişme, yaşlanma ve ölme olaylarının bunlarda bulunduğunu ifade etmektedir. Esasen canlı demek bir çok hücrelerin yani canlıların bir araya gelmesi ve bir hücreler topluluğu oluşturması ile var olmaktadır. İnsan topluluğu ile hiçbir farkı yoktur.
Hoşlanmadıkları şeyi Allah’a nispet ederler. Yani bir kötülük olursa Allah yaptı derler. Kendi suçlarını ona yüklerler, yalan söylerler, iyilik olursa onu kendilerine bırakırlar. Kuşku yok ki onlar için ateş vardır. Onlar ifrat olunmaktadırlar. Her şeyi Allah yapar. Ama insanların dilemelerine göre onlara o yaptıklarında görev verir. Onlar istemeselerdi o işte onlar olmazdı. Senden önce de ümmetlere irsal etmiştik. Şeytan onlara amellerini süsledi. Bu gün de onların velileri o dur. Ve onlar için elim azap vardır.(63). Ayetinde babalarının izinden giden kafirler dün ne ise, bugün de odurlar. Ve gelecekte de o olurlar. Müminlerin karşısında hep aynı davranışları sürdüreceklerdir. Görüntülerini değiştirecekler, putlarını değştir4ecdekelr, metotlarını değiştirecekler ama hep aynı yönden saldıracaklar. Biz sana bu kitabı sadece onlara ihtilaf ettikleri konuları açıklamak için indirdik. İnsanlığın bi,r çok sorunları vardır. Bir çok mezhepleri vardır. Bunlar üzerinde tartışmakta ama çözüm üretememektedirler. Müminlerin görevi, kuranı esas alarak günümüzdeki sorunları nasıl çözüleceğini onlara anlatmaktır. Sonrası onlara aittir. Allah’a aittir. “İnanan kavme de rahmettir” denmektedir. Böylece kuran sorunları çözer inanıp uyanlar da ondan yararlanır uymayanlar ise ecelleri gelir ve helak olurlar. Arada hidayettir sözünü de kullanmıştır. Hidayet hem yukarıya hem de aşağıya atfedilebilir. Yukarıya atfedildiği zaman yol gösterir anlamında aşağıya atfedildiği zaman yolla götüren anlamına gelir. Her iki anlama gelmesi yönünde araya konmuştur.
“Allah gökten suyu indirir, ölümünden sonra yeri ihya eder. İşiten kavme bunda bir ayet vardır” deniyor. Burada işiten demekle kuranın bu hususta söylediklerini işiten kavim anlamındadır. Helak olan bir topluluğun tekrar canlanması söz konusu olduğu gibi, ölen insanların ahirette yeniden canlanmaları da söz konusudur. Çünkü ölüm daha iyisinin doğması içindir. Kıyamet de daha iyi bir kainatın oluşması için olacaktır.
“Davarlarda da sizin için ibret vardır” deyip sütün oluşması anlatılmaktadır. “Şaribinler için saiğdir” denmektedir. İnsan midesi öyle yaratılmıştır ki, davarların ürettiği sütü sindirebilmektedir. Davarların yapısı da öyle oluşturulmuştur ki, ürettiği sütten insanlar yararlanmaktadır. Bu sayededir ki, bir taraftan insanlar otlarla beslenme imkanı bulmaktadırlar, diğer taraftan da insanlar hayvanlara otlak yerleri hazırlamaktadırlar. Bu hayvanları yırtıcılardan korumaktadırlar. Karşılıklı iş bölümü ortaya çıkmaktadır. Hayvanlar ayrı tür insanlar ayrı tür. Ayrı evrim kollarında gelişmişlerdir. Nasıl oluyor da bunlar arasında böyle bir uyum ortaya çıkmaktadır. “İşkembe ile kan arasında sütü oluşturmaktadır” denmektedir. Davarlar diğer hayvanların aksine topladıkları otları işkembelerinde depolarlar, sonra onları dinlenme zamanlarında çiğneyip sindirerek kanın alabileceği besinlere dönüştürürler. Kan bunları meme bezlerine götürür orada süt yapar. Ve bu sütü insanlar da yararlansınlar diye kendi yavrusuna yeteceğinden fazlasını yaparlar. Böylece insanla davarlar arasında bir uyum sağlanmış olur.
Hurma ve üzümün meyveleri için de benzer anlatmalar vardır. Bir ormana girdiğimiz zaman binlerce çeşit bitkilerle karşılaşırız. Ama bize yarayan bitkilerin sayısı sayılıdır. Midemiz bunların sindirecek şekilde yaratılmıştır. Bunları da özel bahçelerde yetiştiririz. Onlar bize meyvelerini verirler biz de onlara imkanlar hazırlarız. Meyveleri dorudan doğruya yediğimiz gibi meyvelerden pekmez, reçel gibi mamuller de üretiriz. Bunların içinden sarhoş edici içkiler de yaparız. Yani Allah bize verdiği rızkı kötüye kullanmamıza da izin vermiştir. Bunda da bir ayet vardır deniyor. Burada işaret edilen ayet, canlılar arasındaki besin zinciri oluşunda tamamlayıcı düzendir. Öyle bir besin zinciri oluşturulmuştur ki, her canlı kendi besininden başkasını sindiremiyor. Bu da zincir halkasının dengeli kalmasını sağlıyor. Kurtlar çoğalınca kuzular azalır. Kurtlar beslenemez ve azalmaya başlar. Bu sefer kuzular çoğalmaya başlar. Böylece kuzu kurt arasında sayı dengesi kurulmuş olur. Aynı şekilde otla kuzular arasında da da denge vardır. Yine bu doğrultuda Arı’dan bahsetmektedir. Arıların dağlarda kaya kovuklarında ve ağaç kovuklarında yuva yaptıkları görülmektedir. Ancak uygun yuva bulamayan arılar çoğalmamaktadır. İnsanlar yüksek yerlere kovanlar koymakta buralara gelip yerleşen arılar daha çok çoğalıp yayılmaktadırlar. İnsanlar da, bunların ballarından yararlanmaktadır. Bal insanların arılardan aldıkları kiradır. Sonra Arıya hitap ederek “her meyveden eklet” denmektedir. Ve burada arıya hitap ederken müennes sigasını kullanmaktadır yani dişi olarak hitap etmektedir. Bugün arıcılıkta bilinmektedir ki kovanda üç çeşit arı vardır. Anaç arı yalnız yavru doğurur, erkek arılar döllenme yaparlar, asıl iş yapan bal toplayan arılar kısırlaştırılmış dişi arılardır. Böylece Kur’an’ın bir mucizesi de burada ifade edilmiş oluyor.
“Zulülen rabbinin yoluna koyul” denmiştir. Buradaki “zulül” kelimesi, “zilal” kelimesine akrabadır. Arı yolunu güneş ışığından yararlanarak gölgesi ile gideceği istikamette uçar. Bunu saatle belirler döndüğü zaman yine aynı ışıktan yararlanır ama güneş yerini değiştirmiştir, başka açıyı hesaplayarak döner. Arı çok yüksek hesaplar yapan bir mühendistir. Bal koyacağı peteği yapmaya başladığı zaman arılar değişik yerlerden başlarlar. Aynı büyüklüklerde genişletirler, fakat büyük küçük diye bir bitişme noktası belirmez. Peteklerin ölçüleri de hep aynıdır ve en ideal ölçülerdir. Ürettiği bal ise, değişik üsarelerden oluştuğu halde belli yapıya dönüşmekte çürümemesi, kokmaması için gerekli bütün katkılar uygun şekilde katılmaktadır.
Sonra şarap batnından çıkar denmektedir. Midesinden demeyip batnından yani içinden çıkar demiş olması ile balın arı tarafından kursağından yapıldığına işaret edilmektedir. Renkleri muhteliftir. “İçinde insanlar için şifa vardır denmektedir Bu gün insan vücuduna gerekli olan maddeler içinde bedenini oluşturan azotlu maddelerle enerjiyi veren şekerli maddelerin yanında insanların sağlığını koruyan vitaminlere ihtiyacı olduğu bilinmektedir. Balda insanın muhtaç olduğu vitaminlerin çoğu mevcuttur. Vitaminler hap halinde verildiğinde yan tesirleri vardır. İkinci, üçüncü vitaminlerle o yan tesirler giderilmeye çalışılır. Baldaki vitaminlerin düzeni öyledir ki, hem sağlığı temin etmekte hem de yan tesirlere olmamaktadır. Şeker hastalarına bile bal dokunmamaktadır. Bunda da tefekkür eden kavme için ayetler vardır deniyor. İman eden kavme, işiten kavme, akl eden kavme ve burada da tefekkür eden kavme ayetler vardır denmektedir.
Bunlar arasındaki farklar ve bu ayetlerde olan uygunluklar üzerinde üşünülmesi gerekir.
“Allah sizi yarattı, sonra öldürecek. Sizden bir kısmının ömrünü en düşük duruma kadar uzatır. Bildikten sonra bir şeyi bilmez hale gelsin diye(70).” Ayetinde insanların bazılarında çocuklaşacak şekilde ömürlerinin uzatılmış olduğunu bildirmektedir. Bu insandaki bilgi ve gücün Allah’ın takdîri ve takviyesi ile olduğunu anlatması içindir. İnsanlar bilgilerine güvenerek kendilerinin diğerlerinden, hatta Allah’tan bile üstün görmeye başlamışlardır. Allah ibret olsun diye bazı kimseleri uzun zaman yaşatır ve bunaklık dönemine götürür. Diğer insanlar için bu ibret olur. Uzun yaşayanlar ve sonunda çocukluk dönemine dönerler ve böylece tevbe etme imkanını bulamayanlar için bu durum bir mazeret ise bu kendilerinin lehine olur. “Allah, A’lîm’dir, Habîr’dir” işareti ile bu durumu kendi bilgisi ve kudreti içinde olduğuna işarettir. Burada işaret edilen başka bir husus insanların dünya hayatında bedenen de eşit yaratılmadıklarıdır.
Bundan sonra ayette “Allah rızıkta sizi bir birinize tafdîl etti(71)” denmektedir. Böylece bedeni farklılıktan sonra mali farklılığa da işaret edilmiş. Bu farklılığı bir örnekle anlatıp insanları kendi üzerlerinde düşündürmektedir. Bu da kölelere insanlar kendi mülklerini verip de onları kendi seviyelerine çıkarmamaktadır. Eşitlik iddiasında bulunanlar kendi hayatlarında bunu uygulamamaktadırlar. Dünyayı bir asır meşgul eden K. Marx, kendi hayatında ne ailede ne de mülkiyette teorilerini kendisine uygulamıştır.
“Allah’ın ni’metini mi cehd ediyorlar, onlara Allah ni’met vermiş , o ni’meti paylaştırmıyorlar. Allah ise doğrudan kendisi ni’met vermektedir. Onu eşit olarak paylaştırmasını gerektiren sebep ne olabilir?(71).”
“Kendi nefislerinizden zevceler ca’l etti ve zevcelerinizden size benin ve hafede verdi(72).” Hafed, torun demektir, hafede ise torunlar demektir. Kız çocukları dahil, çocukların çocuklarını da içine alır. Benin ise oğulları ve oğulların oğullarını içine alır veya benin, oğulların oğullarını, hafede ise kızların kızlarını içermektedir. Hafed aynı zamanda hizmetçi demektedir. Akrabalıkta erkeklerle kadınlar arasında iş bölümü vardır. Bedenen hizmet edip bakmak kadınlara, nafaka temin etmek ise erkeklere aittir. Bu görev kadınlardan gelen kadınlar tarafından ve erkekler tarafından gelen erkekler tarafından yapılır. Arada kadın erkek karışımı varsa bunlar bu görevleri yüklenmezler. Ancak birincileri diğerleri yükümlü olur. Mirasın bölüşülmesi de buna göre yapılır. Fıkıhta birincilere sahîh neseb, ikincilere ise fasid neseb (bu ifade hatalıdır, saf ve karışık olmalıdır) denmektedir.
“Onlar batıla inanıyor da Allah’ın nimetine küfür mü ediyorlar(72)”. İnsanları gerek bedenen ve gerek malen farklı yaratmış olmasının hikmeti insanları birbirine muhtaç ederek onlar arasında birliği sağlayıp toplulukları oluşturmaktır.
“Allah’tan başkasına tapıyorlar, onlara ne yerde ne de gökte rızık vermezler ve güçleri yetmez(73).”
“Allah’a misaller getirmeyin, Allah biliyor, siz bilmiyorsunuz(74).” İnsanların bilgileri arttıkça bilmediklerinin sayısı daha da artmaktadır. Sokrates “Bir şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimdir” demiştir. 19. asırdaki bilginler her şeyi öğrendik, ondan sonra fazla öğreneceğimiz şey kalmadı, demişlerdi. Oysa ışık 20. yüzyılda tahlil edilmiş ve atomun iç yapısı ondan sonra öğrenilmiştir. DNA’lar 20. yüzyılda bulunmuş ve hayat ancak ondan sonra açıklanmaya başlanmıştır. Bilgisayarın dayandığı elektriki devreler 20. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bütün bunlar bizim bilmediklerimizi artırmıştır. Hele 20. asırda keşfedilen her bildiğim,izde hata vardır, kesin olarak hiçbir şeyi bilemeyiz, kuralı insanın daima bilmedikleri olacağı hususunun ilmi ispatıdır. Bu sebepledir ki, Allah’ın bize bildiklerinde eğer ilmen aksini ispat edemiyorsak ona uyarız. Çünkü, biz her şeyi ispat etme gücüne sahip değiliz. Yine 20. yüzyılda insanlar bu sebeple felsefenin konusunu değiştirmişler, ne olması gerektiği üzerinde değil; ne olduğu üzerinde durmalı, kainatı biz yaratmadık ona düzeni biz veremeyiz. Eşitlik gibi moda kavramların peşinden gidenler hüsrana uğrarlar.
Bu ayetler yeryüzünde mevcut olan eşitsizlikleri bize örneklerle anlatmaktadır. “Hiçbir şey beceremeyen bir köle ile becerikli ve başarılı bir köleyi sahipleri eşit mi tutar? Allah’ın verdiği görevleri yerine getirenlerle getirmeyenleri bir mi tutacak? Bunlar bir olur mu? Bütün hamd Allah’ındır ama onların çoğu bilmiyor(75).”
Yine iki kişiyi örnek göstermekte. “Biri hiçbir şeye kadir değil, mevlasına yük. Ne tarafa gitse hayır getirmek kimse ile adaleti emr eden ve dostoğru yol üzerinde olan kimse ile eşit mi olacak(76).” Allah yeryüzünü, dünyayı imtihan için yaratmış çalışanlar sınıflarını geçecek, çalışmayanlar ise kalacaklarıdır.
“Semalar ve arzın ğaybı Allah’ındır, bu dünyanın sonu gelip öte hayatın başlaması bir göz kırpması kadar yakın, hatta daha da yakın(77).” Kainat 10 milyar yıl kadar önce yaratılmış. 10 milyar yıl daha varlığını sürdürecek durumda. Göz kırpmayı bir saniye olarak kabul edersek ahiretin uzunluğu bu dünya hayatının uzunluğundan ne kadar fazla olduğunu hesaplayabiliriz. Kur’an’da cennetten sonra “Allah’a rucu’ edeceksiniz” denmektedir. Cennette de sınıfı geçenler daha üstün bir hayata geçeceklerdir.
“Allah sizi annenizin karnından hiçbir şey bilmez çıkardı, sizin için sem’, basar ve efide ca’l etti(78).” Ayetin ifade ettiği ile şunu öğreniyoruz ki, rahimdeki çocuğun hayatı bitkisel hayattır. Beyindeki bilgisayar oluşmakta ise de henüz program yüklenmemiştir. (Derse devam eden Sebahat Güner, sistem programının anne karnında oluştuğunu ileri sürerek itiraz etti.). Doğduğu andan itibaren göze gelen ışı, kulağa gelen ses programı çalıştırmaya başlar.
“Semanın cevvinde müsahhar olan tayra bakmıyorlar mı? Onları Allah’tan başkası imsak etmiyor, durdurmuyor(79).” Kuşların sahip olduğu uçuş teknolojisini onlara yerleştiren kimdir? Bu teknolojinin kendi kendisine olması, derelerde çalkalanan taşların bir gün kendi kendilerine Kuzey Kutbu’ndan Güney Kutbu’na uçabilen uçak olma ihtimaliyatı kadardır.
Allah evlerinizden size seken yaptı. Hayvanların derilerinden de beytler yaptı. Onları istihfaf edersiniz. Za’n ve ikamet günlerinde kullanırsınız. Seken hareketsiz sabit evler demektir. Beyt ise, daha geniş olarak çadır ve çardaklar da binalar gibi beyttir. Derlilerden çadırların yapılmasına işaret edilmektdir. Ve bunu hem barış hem de savaş günleri için tavsiye etmektedir. Şehirleşme uygarlığın zorunlu kıldığı bir gelişmedir. Ancak, bu şehirleşmenin insanlığa getirdiği iki sorunu vardır. Bunlardan biri, hava kirliliğidir. Yeşillikten uzak sahalarda oksijensiz hava insanları tedricen zehirlemekte ve bozmaktadır. Şehirde oturanların bu sorunları çözebilmeleri için fırsat buldukça arabaların koydukları çadırlarla dinlenme yerlerine giderek temiz hava almaları gerekmektedir. İkinci soru ise savaş sorunudur. Gelişmiş olan savaş teknolojisi ile yoğun yerleşim bölgeleri bombalanmakta ve büyük tahribat meydana gelmektedir. Yerinde savunma hemen hemen imkansızdır. Sığınaklarda korunsa bile hava kirliliği biyolojik ve kimyasal silahlar radroaktif maddeler oraları yaşanmaz hale getirebilmektedir. Bundan kurtulabilmek için çadır hayatına alışık olmamız gerekmektedir. Tehlikeli anlarda kentlerden uzaklaşıp dağlık yerlerde çadır hayatı sürdürülebilir. Bugünkü gelişmiş teknoloji ile iş hayatı ve üretim oralarda da sürdürülebilir işte buna işaret ederek çadırın ézam yevminde ve ,ikamet yevminde istihfaf edilerek kullanılmasını teşri etmektedir.
Savf yün , vebr deve tüyü, şa’r keçi kılı; bunların kullanma özellikleri farklıdır. Yünde kumaş yapılır. Keçi kılından çadır, benzeri bez yapılır Deve tüyü ile de yastık ve yorgan için daha çok kullanılır. Belli bir zamana kadar esas ve metağ olmak üzere denmiştir. Esas ev eşyası metağ da diğer kullanılan elbise, çuval vb. dir. Burada ila hin denmesi teknolojinin gelişmesinden sonra suni elyaf yerini alacak ve bunlara fazla ihtiyaç olmayacak. Bugün pamuk ve keten dokumaların yanında suni elyaf da geliştirilmiş bulunmaktadır. Ama henüz bunların yerini tamamen almış değildir.
Halk ettiklerinden size gölgeler yaptık. Bunlar güneş ışınların karşı gölge yapan dağlar ve ağaçlar olabileceği gibi düşmanın saldırısına karşı koruyan veya gizleyen siperler de olabilir. Dağlardan gizlenecek yerler yaptı denmektedir. Savaşlarda en iyi korunma yeri dağların içine kurulacak mağara kentlerdir. Yüksek yerde olmaları sebebiyle hava kirliliğinden korunmuş olur. Dışarıdan gelecek bombalamalara ve saldırılara karşı da en sağlam korunacak yer olur. Sizi sıcaktan koruyacak giysiler yaptık ve sizi birbirinizden koruyan giysiler yaptık. Buradaki kötülük kılış darbeleri ve kurşuna karşı korumanın yanında kimyasal ve biyolojik saldırılara karşı da yine elbiseler yaptık. Böylece Allah sizin üzerinizdeki nimetini tamamladı ki selamete eresiniz. Teknoloji ilerledikçe maddelerin özelliklerini öğrendikçe bütün ihytiyaçlarımızı gidermek için her türlü özellikleri taşıyan maddelerin bulunmakta olduğu görülüyor. Demir sanayinde, bilgisayarda, ilaçlarda bu tür özellikler taşıyan maddeler var ki, bugünkü uygarlığa ulaşmış bulunuyoruz. Maddelerin bu özelliklerin tesadüflerle açıklamak zordur. Ama asıl daha büyük ayet bu özellikleri taşıyan maddelere bizim ne kadar ihtiyacımız varsa yeryüzünde onlar da o kadar vardır. Bu uygun ölçülendirme tesadüflerle izah edilemez. Bunları anlattıktan sonra “fe” harfi ile “eğer tevelli ederlerse senin üzerine düşen yalnız belağdır” denmekte ve müminin asıl vazifesinin tebliğ olduğu hatırlatılmaktadır. Ne var ki, tebliği yapabilmek için yukarıda anlatılanların bilgisine sahip olmamız gerekmektedir ve müminler artırabildikleri zamanlarını müspet ilimleri öğrenmeye harcamalıdırlar.(82) “Allah’ın nimetlerini görürler sonra inkar ederler ekserisi kafirdir” (83) diyerek tebliğden sonra olacakları haber vermektedir. “her ümmetten bir şehit ba’sedeceğiz” sözü ile her toplulukta doğru sözlü kimselerin bulunacağına işaret etmektedir. Sonra küfretmiş olan kimselere, izin verilmez veya çağırılmaz ve onlara ‘itab da edilmez” “İtab” suçluyu azarlayıp , cezasını vermemektir. Bir nevi aftır. Bu muamelelerle onlar tabi tutulmaz denerek kes,n ve katı kuralların onlar için işletileceği belirtilmiştir.
“zalimler azabı görünce, onlardan ne tahfif olunur ne de ertelenir” (85) tahfif ve tehir yusrun (kolaylığın) iki unsurudur. Namazda tahfif vardır, oruçta tehir vardır. Bu ifade ile o iki müesseseye işaret vardır.
Müşrikler, şirk ettiklerini görünce, işte bizim ortaklarımız ki senden başka biz onlara dua ediyorduk. Onlara söz aratarak siz yalancı imişsiniz derler. Böylece bu dünyada peşlerine gittiği kimselerle o gün tartışmaya başlarlar. O gün artık Allah’a teslim olmuşlardır. Ve iftira etmiş oldukları şeyler onlardan ayrılmıştır.(86) Küfretmiş ve Allah’ın yolundan saddetmiş kimselerin azabın üstüne azabı artırırız. Çünkü onlar ifsad etmişlerdir. İfsad edenler, başkalarını da kötülüğe sürükleyenlerin azabının daha fazla olacağını bildirmektedir. Kendileri fesat yapmış olanlar ise cezalanacaklar cezaları tahfif edilmeyecek ama ifsad edenlerin artırılacak.
“Biz her ümmetin içinden kendi aleyhlerine bir şehiid ba’sederiz. Seni de bunlara şehiid yaptık”, müminlerin bütün görevi bu şahitliği yapmaktır. Tebliğ yapacaklar ve ahirette de tebliğe karşı olan davranışlarını gösterecekler. Allah’ın oynattığı filim orada şahitlik yapacak.
“Sana her şeyi açıklayan bir kitap indirdik. Hidayettir, rahmettir, barışçılara müjdedir.” Buradaki barışçılara müjdedir in barışçılara rahmettir, hidayettir ve her şeyi açıklayandır. Her şeyi açıklayandır demek içtihatla kitapta her şeyi bulurlar demektir.
Bu ayetlerde imandan sonra İslam’dan bahsedilmiş olmaktadır. Allah size adaleti, ihsanı, zilkurbaya itayı emrediyor. Adl, herkese, kendi hakkını vermek zulüm yapmamaktır. İhsan ise, kendisine ve mensup olduğu topluluğa insanlığa iyilik yapmaktır. Zilkurbaya ita ise, özel yakınlarına karşı olan mali mükellefiyettir. Fehşa, münker ve beğ’den nehyeder. Fehşa adalete karşı kullnılmış, adil davranmama, dengeli olmama anlamındadır. Münker ihsana karşı kullanılmış, yani kötlülükler yapma demek. Bağy’ de belli şahıslara karşı yapılan haksızlıklardır.
Fehşa topluluğun düzenini bozmak; münker, topluluğun zararına olan işleri yapmak; bağy de kişilere karşı tecavüzde bulunmaktır.
Anlarsınız diye size va’zetmektedir deniyor. Müminler, her Cuma günü hutbeden sonra bu ayeti okumaktadırlar ve Allah’ın insanları adil düzene çağırdığını bildirmektedirler. Yukarıda üçer emri ve üçer nehyi zikretti ve Allah böyle emrediyor diyerek kişilere de ayrı ayrı hitap etmiş oldu. Bundan sonraki ayette “ahitlerinizi bozmayın, ahitlerinizi yerine getirin, yeminlerinizi tevkidinden sonra bozmayın, yeminde Allah’ın kefil tutmuş oluyorsunuz. Allah yaptıklarınızı bilmektedir. Böylece dördüncü emir ve nehiy de sözleşmeler olarak ortay
konmuştur. Sözleşmeler de taraflar zorluk içine girerlerse sözlerini yerine getirmeyebilirler. Bundan söz alan kimse zarar görürse bu dayanışma içinde giderilir. Yeminde ise, verilen söz sıkıntılı olsa da yerine getirilmelidir. Zarar doğmuşsa kendisi tazmin eder ve ayrıca yemin kefaretini de verir.
Yün, kolayca eğrilip iplik haline gelebilmektedir. Oysa, iplik hane geldikten sonra dokumada kullanılınca eğer dağıtılırsa bir daha aynı kolaylıkla veya aynı vasıfta iplik haline getirilemez. Sözleşmeden evvel insanların yapacakları işlerden sözleşme yaparak onu tamamlamak kolaydır. Ama, sözleşme yapıldıktan sonra başlana işler bozulur ve dağılırsa bir daha onu tekrar diriltmek çok zordur. Bu sebeple insanlar söz vermeden önce iyice düşünmeliler bir işe, öylece girişmeliler. Ama sözleşme yaptıktan sonra başladıkları işleri sabırla ve sebatla bitirmelidirler. Şeytan insanları önce birleştirip işe başlatır sonra da aralarına girerek onları dağıtmak ister. Allah bunu dokumayı parçalama örneği ile anlatmaktadır.
Bir topululuk başka topluluktan daha iyi gelişsin diye yeminlerinizi aranızda dehel yapıyorsunuz. Bu ayet, iki şekilde yorumlanır. Birbirleri ile hayırda yarışan iki iki topluluğun fertleri yeminlerle birbirine bağlanarak topluluklarını geliştirmeye çalışırlar. Veya kişiler, ben yemin ettim bir daha bu işi yapmam diyerek iyilik yapmakta bahane yaparlar anlamı verilir. Allah sizi imtihan etmektedir denmektedir. Yani hangi niyetle yaptığınızı denemektedir. İyilikte yeminlere sadakat, kötülükte ise yeminleri bozup kefaret ile karşılamak gerekmektedir. Allah başka yerde böyle kötlüğkte yemin edenleri yeminleri bozdukları iç,in değil böyle yemin yaprıklatı ,için muahaze eder denmektedfir Yani böyle yemin yapan hemen kefaretini vermeli ve hemen yeninin bozmalıdır. Kıyamet gününde size bunlar açıklanacak den,yor (92) Allah isteseydi sizi tek ümmet yapardı fakat Allah dilediğini hidayete götürür yaptıkalrınızdan soırulacaksınız” ayeti ile insaların tek ümmet olmadıkları belirtilmektedir. Başka ayette de insanlar teke ümmettir denmektedir Bu şiki ayetin telifi merkezi teşkilatlanma ve yerinden yönetim sistem,inin kabul eidlmesidir. Hizmet bakımında merkesi kuruluşla olacak ama merkezi kuruluşlar taşraya müdahale etmeyecekler ve karışmayacaklar.
Yeminlerinizi arazınıda dahal yapmayın yoksa subutunuzdan sonbra ayaklarınız kaya ve Allah’ın yolunda sudud etmiş olduğuınuzdan dolayı kötlülüğü tadarsınız ve sizin ,için azim azap vardır. Buradki “dahal” yeminlerin bahane edilmesidir. Ben yemin ettik kimseye kefil olmam, ben yemin ettim, kimseye bunu kullandırmam gibi yeminler kötü ve bozucu yeminlkerdir. Allah buından bizi men ediyor. Böyle yeminleri yapmayacağız yaparsak da hemen bozup kefaretini vereceğiz.
“Kalil semeni Allah’ın adi ile iştira etmeyin bilseniz Allah’ın yanından olan daha iyidir.” Bir kimse, başka bir kimse ile bir sözleşme yapınca Allah ile sözleşme yapmış olur. Çünkü kendisi Allah’ın halifesidir. Karşısındaki Allah’ın halifesidir. Bunun hukuki anlamı bir kimse diğer bir kimse ile sözleşme yaptığında toplulukla sözleşme yapmış olur. Onun içindir ki mahkemeler bu sözleşmeyi bozanları yerine getirmelerine zorlar:
Bu sebepledir ki, mahkemeler davalara masrafsız bakarlar. Batı hukukunda parası olan avukat tutar, mahkeme masraflarını öder karar çıkartır. Bu bedele karşı hakkını alır. Yani bugünkü senet mafyaları türünde bir iş yapmaktadırlar. İslam düzeninde ise avukatlık yoktur, hakemlik vardır ve davalar masrafsızdır. Hakemlerin ücretleri bütçeden karşılanır.
Sizde olan biter Allah’ın indinde olan bakidir. Sabreden kimseleri amel ettiklerinden dolayı en iyi şekilde ücretlendireceğiz (96) Böylece iman edip ameli salih işleyen kimselerin sıkıntıya girecekleri ve sabretmeleri gerektiğini bize haber vermektedir.
Mümin iken, kadın olsun erkek olsun kim salih amel yaparsa biz onu tayip bir hataya ihya edeceğiz. Ve onları amel etmiş olduklarının en iyisi ile ücretlendireceğiz. Başka yerlerde kim salih amel ederse deniyor. “Kim” in içinde erkek ve kadın dahil bulunuyor. Burada ise açıkça erkek ve kadından ifadesi ile kural teyit ediliyor. Birinci ifade zahir bu ifade nastır. Dünyada iş bölümü vardır görevler farklıdır, görevlere göre de ücretler farklıdır. Ahirette ise kadın ve erkek kim olursa olsun hepsi eşitlik içinde kendi amelleri ile karşı karşıya kalacaklardır.
Bundan sonra “fe” harfi ile “kuranı kıraat ettiğin derecim şeytandan Allah a istiaz et. Kuran okunurken zaman zaman insanın aklına kabul edemeyeceği veya kuşkulanacağı ifadelerle karşılaşabilir. Bu taktirde, insan kuranın Allah sözü olduğunu hatırlayacak ve orada görülen yanlış ifade ya bizdeki yanlış düşünceden veya bizdeki yanlış anlamadan geldiğini yorumlayacak ve onu atlayıp devam edecek. Bu yalnız kuran için değil herhangi bir kitap okuduğumuzda veya har hangi birini dinlediğimizde kitabın yanlışlarını aramaktan çok doğrularını aramakla uğraşmalıyız: Kişinin yanlışlarını değil doğrularını bulup almalıyız.Bizim için yararlı olanı bu dur. Onun için kuran diyor ki “ her sözü dinlerler ve en iyisine uyarlar”
“Şeytanın iman etmiş olan kimselere bir sultası yoktur”. Yani kuran okurken şeytanın verdiği vesvese Allah’a istiaze edince o amele geçmez. Bir insanın yanlış düşünmesi hatta kötü düşünmesi kendi iradesinde değildir. Onu fiiliyata geçirme kendi iradesindedir. Dolayısı ile fiiliyata geçmeyen düşüncelerden insanlar sorunlu değildir.
“Onun sultası ondan sırtlarını çevirmiş olan kimseleredir ve müşrik olanlaradır”.
Bir insan hayatını belli varsayımlara dayalı sistem üzerine kurar karşılaştığı sorunları o varsayımlarla çözer. Daha iyi sistem buluncaya kadar o sistem içinde faaliyet gösterir. Daha iyi sistem bulunca da oraya geçer. Parça parça hareket sistemi bozar. Onun içindir ki Allah önce iman etmeyi emretmektedir sonra o imana göre amelleri emrediyor. İman etmeden önce ameli kabul etmiyor. Yine kuran bundan daha iyisini getirin, ben ona uyayım de” diyor. Böylece bütün insanlara daha iyisini buldukları taktirde oraya geçmelerini tavsiye ediyor.
Uygarlıkların gelişmesi ile, eski kitapların ve peygamberlerin çözümleri çözüm olmaktan çıkmıştır. O sebepledir ki yeni kitaplar ve yeni peygamberler gelmiştir. Tutucular, yeniliği kabul etmezler. Ve yeni kitap getirenlere müfteri derler. Oysa Allah bir ayeti başka bir ayetle tebdil etmiştir. Kuranda bu yeniliklerden birisidir. İman etmiş olanları tespit etmek için denmektedir. Hıristiyanlardan ve Yahudilerden veya Budistlerden iman etmiş olan kimseler zaman geçtikçe kitaplarının emirlerini uygulamaz hale gelince imanlarında n şüphe etmeye başlamışlardır. Nitekim bugün de Müslümanların durumu budur. 1000 sene evvel ki içtihatlarla bugünkü sorunlar çözülemeyince kuranı bir türkü gibi okuyup içindekileri düşünmez hale gelmişler ve imanları sarsılmağa başlamıştır. İşte yeni kitap ve yeni peygamber müminleri bu durumdan kurtarmak için yeni çözümleri getirmektedir.
Bugün yeni kitap gelmeyecektir. Ama yeni içtihat ve icmalarla günün sorunları çözülecektir. Bu peygamberlerin yerini ilim almıştır. İman etmiş olan kimseleri imanda sabit kılmanın yanında onların sorunlarını da çözmüş olacaktır. Hidayet içtihat ve icmalarla olacaktır.
Barışçılar için müjdedir. İman etmiş olan kimseleri sabit kılmak, barışçıları da müjdelemek için. Kurana inanmamış olsalar da barışçı olmak şartı ile bütün insanlar müjdelenmiştir. Kuranın müspet ilimle yorumlanması sonunda ortaya çıkmış buluna adil düzen yalnız kurana inananların değil barışçı olan bütün insanlara müjdedir. Bugünkü sorunları çözecektir. Aç insan kalmayacaktır. İşsiz insan kalmayacaktır. Çekişmeler kavgalar olmayacak, gelişi güzel bombalar yağmayacaktır.
“O’na bir beşer öğretmektedir diyeceklerini veya demekte olduklarını biliyoruz, ilhad ettikleri kimsenin lisanoı acemidir, bu ise açık arabidir”(103)
burada ellezi kelimesi kullanılmış öğreten bilen kimsedir ve bu da Arap değildir. Peygamber Muhammed’e Bahira rahibinin telkinde bulunduğu hadis kitaplarında yazılıdır. Burada o kastedilmiş olabilir veya Selmani Farisi olabilir. Ancak SElmani Farisi hıriswtiyan olamdığı için o kastedilmiş ol
olmayabilir. İleride gelecek tarihçiler yeni birisini keşfedip böyle bir iddiada bulunabilirler. Kur’an’la Tevrat ve İncil arasındaki büyük benzerlik analtılanların birbirine çok yakın olması Avrupa’lıları böyle bir kişiyi aramaya koymuştur. Bugünkü telif hakları gibi hak olarak kabul edip oradan aldıklarını kopya etmiştir diyenler vardır. Gerçekten bütün bunlar Tevrat ve İncil’den bahsetmeksizin anlatılmış olsaydı, böyle bir kopya söz konusu olabilirdi. Mekke ve Medine’de Araplarla Yahudiler arasında çekişme vardı. Araplar Yahudilerin kültür üstünlüklerine karşı haset etmekteydiler. Kendileri siyasi üstünlüklere sahiptiler ama onların kültür üstünlüklerine erişemiyorlardı. Peygamber Muhammed eğer kendisi uydursaydı bunları siyasi bakımdan Tevrat ve İncil’e karşı cephe almış olması gerekirdi. Oysa Kur’an tam tersini yapmıştır. Ve benzerlik ilahi olduğunu göstermektedir. Bu ise mübin bir Arabi dilidir denmektedir. Tevrat ve İncil de anlatılanlar Kur’an’da da anlatılmış ve Kur’an çok veciz bir şekilde bütün kitapların bildirdiklerini 600 sayfalık metin içinde toplamıştır. Ondan sonra gelişmiş olan Arap dili grameri ve fıkıh yoluyla yapılan açıklamaları ile Kur’an o kitapların anlattıklarından çok fazlasını anlatmıştır. Yeni yorumlarıyla da anlatmaya devam etmektedir. “Allah’ın ayetlerine iman etmeyenlere Allah hidayet etme4z onlar için elim azap vardır” ayeti çok açık olarak, Allah’a iman etmeyenler demeyip ayetlerine iman etmeyenler demesiyle kurana nem vermeyenler Tevrat ve İncil’le birlikte Allah’ın ayetlerini değerlendirmeyenler hiçbir zaman çıkış yolu bulamayacaklarını ifade etmektedir. Adil Düzen’i bir tarafa bırakarak Avrupa Birliğinde veya Amerikanın strateji ortaklığında çıkış arayanlar hüsrana uğrayacaklardır. Bunun için çok uzun yıllar beklemek gerekmeyecek. Allah’ın ayetlerine inanmayanlar yalan uydurmaktadırlar, yani, kuranın yalan söylediğini söylemektedirler, oysa asıl yalancı kendileridir. İmanından sonra Allah’a küfretmiş olanlar üzerine Allah’tan gazap vardır ve onlar büyük azap vardır. Yukarıda baştan inanmayanlar için Allah yol göstermez ve onlara sıkıcı azap vardır denmektedir. İnandıktan sonra küfretmiş olan kimselere ise Allah’ın onlara gazabı vardır ve onlara büyük gazap vardır denmektedir. Adil Düzen’i kabul ettikten sonra onu bırakanlara Allah’ta büyük gazap vardır ve büyük azap vardır. Ancak burada bir istisna yapmaktadır. Kalbi imanla dolu iken zorlanan kimse zorunlu kimse Adil Düzen’i dille savunmaktan vazgeçmiş ise bu uyarı onlara değildir. Ama gönül hoşluğu ile terk etmişse asıl gazap ve büyük azap onlaradır. Gerek saadet Partisi gerek AK Parti şimdilik Adil Düzenden uzak durmaktadırlar. Dua ederiz ki bu takiyye olsun. Bunlar ahiret hayatına dünya hayatını tercih etmişlerdir. Ve Allah kafir olan kavme hidayet etmez. Adil Düzen’den vazgeçme bir taktik ise sorun değil ama eğer bu o yoldan başarı elde edemiyoruz başka yoldan başarı elde edelim şeklinde ise bu küfürdür. Allah onların yüreklerini işitmelerini ve görmeleri mühürlemiştir. Onlar gafildirler. Bunların bu ayeti sık sık okuyarak gafletten uyanmaları gerekmektedir. Müminlerin görevi bu ayeti onlara hatırlatmaktır. Şüphe yok ki ahirette onlar hasirlerdir. Yani bu dünyada başarıya ulaşamazlar ama ahirette de ziyandadırlar.
Sonra muhakkak ki rabbin fitneye uğratılmasının arkasında hicret etmiş cve sonra cihat ve sabretmiş olan kimseler için rabbin bunun arkasında ğafurdur rahimdir. Hecere kelimesi göç etmektir. Hacere kelimesi ise birbirine göç etmektir. Yani bir yerde toplanmaktır. Zalim düzende fitneye uğrayanlar önce bir araya gelecekler ve birlikte zulme karşı cihat yapacaklar, cihat ne harptir ne de kitaldir. Cihat gerçekleri söylemektir. Ve hak düzeni içinde yaşamaya çalışmaktır. Buna sabrederler kelimesi eklenmiştir. Yani böyle kimselere baskı yapılacağı ifade edilmiştir. Müslümanların cemaatleşmesi bir muhacerettir. Risalei Nur şakirtleri, Süleymancılar, Akevler ve Milli Görüşçüler böyle toplanmış hicretleşmişlerdir. Ve bunlar fitnelere uğramışlardır. Bunlar dağılmadıklarına göre sabretmektedirler. Bu cihatlarından vazgeçmemeleri halinde Allah onların günahlarını mağfiret edecek ve onlara rahmet edecektir. 3. bin yıl uygarlığının kurucuları olacaklardır inşallah.
O gün herkes kendi nefsi ile mücadele ederek gelecek ve herekse yaptığının karşılığı verilecek ve kimseye haksızlık yapılmayacaktır. Hakkı üstün tutan düzenin gelmesi için cihat yapanlara bu bir müjdedir. Allah size bir karyeyi misal olarak getiriyor burada kariye nekiredir. Nekire olması belki bilinin bir karye değil bu tür karyelerden herhangi biridir. Kur’an’da böyle farazi misaller de getirilir. Ama Arapçanın beliğ ifadesi ile eğer marife ise bu farazi bir olay olmaz. Mesela Yasin suresinde size bir mesel darp edilmektedir. Eshabı Karye denmektedirç ki orada karye marifedir. O gerçekten olmuş bir olaydır. Halkı güven içindeydi. Bol bol rızkları geliyordu, her taraftan bereket yağıyordu. Allah’ın nimetlerine küfrettiler ve Allah onlara açlıkı ve korku libasını giydirdi. Bu onların yapmış olduklarında n dolayı böyle oldu. Bu ayet toplulukların uğradıkları sıkıntılarının kendi yaptıklarından ileri geldiğini açıkça ifade etmektedir. Eğer bugün Türkiye gerek ekonomi ve gerekse siyasi sıkıntılar içinde ise Türkler in yapmış olduklarının sonucudur. İstiklal savaşını kazanan Türk halkı Allah’a şükredeceğine Allah’ın ayetlerini inkar yoluna gitmiş ve seksen yıllık hayatı bu güne getirmiştir. Bugün hala tevbe kapısı kapanmamıştır. Bu milletin içinde çıkmış olan uyarıcı grupların cihatları sayesinde bugün hala kurtuluş imkanlarına sahiptir. Kur’an sayesinde kurtulabilme imkanları vardır. Onlara kendilerinden bir resul geldi onu tekzip ettiler. Onlar zulmederken azap onları ahz etti. Müminlerin görevi uyarmaktır. Kabul edip etmemeleri kendilerine ait olduğu gibi onları cezalandırmak onlarla savaşmak da müminlerin görevi değildir. Bu sebepledir ki, siyasi partiler tebliğ için Müslümanların bir aracıdır. Müslümanlar her türlü meşru araçları kullanarak kuranı topluluğa ulaştırmalıdırlar. Partiler, şirketler, okullar, tarikatlar kurmalı ama hepsinde gaye tebliğ olmalıdır. Halk değişmedikçe yönetim değişmez. Onun için iktidar olmak amacıyla parti kurulmaz. Adil düzen’de ekseriyete dayalı bir yönetim söz konusu olmaz. Müminler siyasi partiler kurup tebliğ görevini yapmalılar halk kabul ettikten sonra bütün partilerin mütabakatı ile iktidar siyasi düzeni de değiştirmiş olacaktır.
BU ifadeden sonra “fe” harfi ile müminlerin zulüm düzeninde ne yapmaları gerektiğini anlatmaktadır. “Allah’ın size rızık olarak verdikleri tayip olarak helali ekledin ona ibadet ediyorsanız Allah’ın nimetlerine şükredin” şükretmek demek Allah’ın verdiği imkanları onun istediği gibi kullanmak demektir. Yani bu ayet bize kendi özel hayatımızın kuran kuralları içinde geçmesi gerektiğini ve elimizde olan imkanları Allah’ın istediği şeriatı getirmek için çalışmamamız gerektiğini ifade etmektedir. “Allah size, ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkasına kesilmiş olanı haram kılmıştır.” Sadece bunları haram kılmıştır. Bu ifade yukarıda “size verdiği rızıklar” ın açıklaması olduğundan yiyeceklerden sie bunları haram kıldı denmektedir. Bu ayette baştan “inneme” gelmektedir. İlk bakışta bundan başka hiçbir şeyin haram olmadığı gibi görülmektedir. Ama, gerek hadislerle gerek icma ile daha bir çok haramların olduğu sabit olmuştur. Bu ayet bize şunu göstermektedir ki illetlerle sabit olan kıyasla belirlenenler de kuranın ifadeleri içindedir. Yani ölü demek bozulmuş bulunan yiyecek demektir. Kesilmeden ölen bir hayvanın eti zehirlenmektedir. Kirlenmiş kan vücutta kalmakta ve bu da zehirlemektedir. Bu nefes almadığımızda meydana gelen bir zehirlenme gibidir. Yiyecekler bu derecede bozuldukları zaman haram olurlar.
Kan vücudu zehirleyen hücreleri içine alan bir sıvıdır. Organik bir maddedir. Hasta edici bakterilerin karışması ile sıvılar bilhassa su kirlenmektedir. Bir damla kanı bir suya damlattığımızda rengi bozulmaya başladığı an o su kirlenmiştir. Renksiz olsa da bunların taşıdığı kadar zehir taşıyan diğer canlıların bulunduğu su kirlidir.
Domuz eti denmiştir. Domuz denmemiştir. Dolayısı ile domuzun kıl, deri, kemik vb. yararlanılabilir. Yağ ve süt ise ete kıyas edilerek haram olur. Canlılarda besin zinciri vardır. Her canlı için besin olarak özel canlı yaratılmıştır. Onun sindirim organları onu sindirecek şekilde yaratılmıştır. Genel olarak aynı seviyede bulunan canlılar birbirinin etlerini yemezler. İnsanlar meyvecil bir canlıdır. Ot yiyenleri yer. Meyve yiyenleri yiyemez. Et yiyenleri hiç yiyemez. Maymun ve domuz meyve yiyenlerdendir. Allah örnek olarak bir hayvanı seçmiş o da domuzdur. Meyve yiyenler ve et yiyen hayvanlar buna kıyas olunur. Bunlar biyolojik olarak zararlı canlılardır. Bunun dışında sosyal olarak zararlı kabul edilen yiyecekler vardır. O da Allah’ın gayrısına adanan hayvanlardır. Böylece biyolojik bakımından zararlı olmadığı halde Allah bunun yenmesini haram kılmıştır. Alıp satılması yasak değildir ama yenmesi haramdır ve pis sayılır. Yani bunlarla namaz kılınmaz. Alkol içmek için ambalajlanır satılırsa haram olur ve pistir. Ama başka maksatlarla ambalajlanır ve satılırsa o helaldır ve pis değildir. Böylece bu ayet pazarlama ve üretme teknolojisinde ürünlerin kullanılma amaçlarına göre helal veya haram, pis veya temiz olarak kabul edilir. Haram malların cezası yoktur. Kullanılmadığı taktirde kişilere ceza verilmez. Ancak bu mallar hukukça korunmaz. Bunun alınıp atılmasından doğan borç ve akitler geçersizdir. Bunların yasaklanması bu malları azaltır. Kıymetlendirir. Karlı hale getirir. Yani kolay üretilir ama pahalı satılır. Kaçakçılık başlar ve şebekeler oluşur. Oluşmuş olan bu şebekeler bunları halka alıştırmağa çalışırlar. Bunun için bunlar üzerinde sadece kullananlara ceza verilebilir. Üreten, taşıyan ve satanlara da ceza verilmez.
Dillerinizin vasf ettiklerine bu helaldir bu haramdır demeyin. Allah’a yalan uyduranlar iflah olmazlar. Taşınması alınması satılması helal oldupğu0ve yasak olmadığı halde yasak yapıp ceza verme kalkışmak kendi aklımızla ilahi düzene karşı gelmektir. Bu da yarar yerine zarar getirmektedir. Deneyler göstermiştir ki bu konuda artırılan cezalar caydırıcı değil teşvik edicidir.
Allah’a yalan uyduranlar kendi kafalarıyla ilahi düzene müdahale edenler iflah olmazlar, biraz geçinirler sonra onlara sıkıcı azap vardır.
Yahudilere daha önce size anlattıklarımızı haram ettik. Biz onlara haram etmedik kendi kendilerine haram ettiler. Bu ayetlerde helal ve haram ikisi de delile dayanmalıdır hükmünü getirmektedir. Peygamber “helel beyindir haram da beyindir” yani bir şeyin hel olduğuna da haram olduğuna da delil getirmeniz gerekmektedir.
İbahiyeciler, harama delil gerek helala gerekmez diyorlar. Hazeriyeciler de helala delil gerekir diğerlerine delil gerekir. Genel usul yiyecekte helallik için delile ihtiyaç var. Diğer konularda ise haramlıkta delile ihtiyaç var. Yukarıdaki ayetlerde “vav” harfi ile bu helaldir bu haramdır ifadesi geçtiği için kıysa yoluyla üç gruba ayırabiliriz. Hem helal hem harama delil gereken yerler vardır. Helallin asıl oldu ve haramın asıl olduğu yerler vardır. İlletlerle bu yerleri belirlememiz ve kuranda bunlara birer misal bulmamız gerekir. Bütün bunlar böyle olmakla beraber eğer cehaletle bir kötülük işlenirse ve sonra tevbe edilir ıslah yapılırsa Allah bundan sonra ğafurdur rahimdir. Denmektedir. Burada tövbeye ıslah kelimesi getirilmiştir. Yani zararlar giderilmelidir. Yapana kalmamalıdır.
Surenin sonunda İbrahim peygamberden bahsetmektedir. Tevrat İncil ve kuran benzer şeriat hükümlerini ihtiva etmektedir ve bu hükümler İbrahim as den beri gelmekte olan hükümlerdir. İbrahim peygamber yönetimi tesis etmemiş ama hela ve haramla ilgili olan hükümleri getirmiştir. Kuranda helal ve haram ile emri ve nehiy vardır. Emir ve nehiy İslam düzeninin kurulduğu yerlerde geçerlidir. İlletleri maruf ve münkerdir.
Halal ve haram ise müminler için her yerde geçerli olup soruludurlar illetleri tayip ve habistir. Başka ayetlerde bu açıklanmıştır.
İbrahim bir ümmet idi. Burada İbrahim bir kişi olduğu halde ümmet kelimesi kullanılmıştır. Çünkü her mümin tek başına olsa da topluluk içinde imiş gibi davranır ve kendi hayatını ona göre düzenler. Kendisi cemaat olur ve kendisine imamlık yapar. Onun içindir ki tek başına da olsa kamet getirir ve ezan okur. İki kişi bir araya gelince askerlikte olduğu gibi biri bir vakit içinde imam yapmak zorundadır.
“Allah’a kunut ederek” denmektedir. Yani devamlı olarak Allah’ın emirlerine sürekli kulak vererek denmektedir. Namazda biz Kur’an’ı okuruz ve tek başına olduğumuzda biz dinleriz. “Hanifen” kelimesi kullanılmaktadır. Hanifen halife demektedir. Yani her mümin aynı zamanda halifedir. Bütün hareketlerini Allah adına halife olarak karar alır. İçtihat bu dur. Çünkü şeriatı koyma Allah’ın işidir. Ondan sonra döner içtihadına uyarak kulluk yapar. İşte hanif budur. İçtihat ilimle başlar. İbrahim getirmiştir. Yani içtihadı getirmiştir. Dolayısı ile hanif olma onunla başlar. O müşriklerden değildi. Eğer insan içtihat yaptığı zaman yani kararlar verdiği zaman kendisi buna yetkili imiş gibi kararlar alırsa müşrik olur ama Allah’ın halifesi olarak alırsa hanif olur.
“Nimetlerine şükredici olarak”, yani verdiği nimeti yerinde kullanarak, hakkını vererek, bir ümmet olmuştu. Allah ona ilim vermişti. O da ilmini tek Allah’a inandırmak için kullanmıştı. “Onu seçti ve ona doğru yolu gösterdi”. İcteba seçmeden çok olgunlaştırma anlamındadır. Dünyada ona iyilik verdik. Ahirette de o salihlerdendir. Sonra sana İbrahim milletine hanifen tabi ol diye vahy ettik. Müşriklerden değildi. İbrahim’e değil de İbrahim milletine tabi ol denmektedir. O millet de Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlardır.
Hanif olarak denmiş olması, halife olarak demektir. Siz hayırlı ümmetsiniz, insanlara marufu emretmek, münkeri nehy etmek için çıkarıldınız” ayetinde de belirtilen hususa işaret edilmektedir. Yani görevli olmak seçilmiş olmak anlamındadır. Seçilmiş olmak üstün olmak anlamında değil görevli olma anlamındadır. Müminlerin görevi Kur’an’ın öğrettiklerini dünyaya ulaştırmaktır.
“Sebt’i içinde ihtilaf etmiş olan kimselere yaptık. Sebt kelimesi aslında yedi anlamındadır. Hafta manasına gelmektedir. Arapça’daki seb’a kelimesi ile akrabadır. Türkçe’de “s” “y” ye dönüşebilmektedir. Yedi kelimesi de sebt kelimesinden türetmiştir.
Avcılık döneminde herkes, yiyecek olan hayvanları avlar ve geçinirlerdi. Bu hayvanları avlayan yırtıcılar ise çoğalır. Çadır veya mağaraların bulunduğu yerlere saldırırdı. Bunların da avlanılması gerekirdi. Ne var ki kişilere faydası olmadığı için kimse gitmek istemezdi. Bu sebeple onların şeriatında haftada bir gün yırtıcı hayvanları avlama günü idi. O gün başka avları avlamak haram kılınmıştı. Arapça’da “sebt” hem yedi hem de “yırtıcı hayvan” demektir. Davut peygamber zamanında büyük iş yerleri oluşturulmuş ve ücretle insanlar çalıştırılıyordu bunların haftada bir gün tatil yapmaları emredilmiştir.
Şeriat olarak Hıristiyanlar da Tevrat’a tabi olduklarından onlar da haftada bir gün tatil yaptılar.
İhtilaf diye burada bahsedilen şey tatil gününün cumartesi mi yoksa Pazar mı olması konusudur. Hıristiyanlar cumartesi çalışıyorlar Yahudiler de Pazar günü çalışıyorlar. Kur’an da sadece Cuma saatinde çalışma haram kılınmış, diğer zamanlarda ise serbest bırakılmıştır. Burada da “sebt” sadece ihtilaf edilen kimselere tatil kılındığı için sadece Yahudiler ve Hıristiyanlar bundan mükelleftirler Müslümanların böyle bir mükellefiyetleri yoktur. Çünkü İslam düzeninde işçilik değil ortaklık düzeni vardır. Kişi istediği zaman çalışır istediği zaman tatil yapar.
Bu izahtan sonra surenin sonunda müminin ne yapması gerektiğini anlatmakta ve görev vermektedir. Görev“rabbinin yoluna hikmet ve hasene mev’iza ile davet et” tir. Burada hikmet ve hasebe meviza ile bahsetmektedir. Hikmet insanın düşünce ve ilmine hitap eder. Hasene meviza ise insanın duygularına hitap eder. O halde Müslümanlar, hem ilimle hem de sanatla insanları rabbin yoluna çağıracaklardır. Müminlerin bugünkü ilimleri de öğrenerek Kur’an’ı çağımızın sorunlarını çözecek şekilde açıklamak ve uygulayarak sanayide ve ilimde insanlara rehber olmakla mükellef olduğumuz gibi hasene meviza ile de sanat eserleri üreterek onların aracılığı ile davet etmekle mükellef olduğumuz ifade edilmiştir.
“Ahsen olan yolla cidal yap” yani onların yapmış oldukları kötülüklerden vazgeçirmek durumunda olursan çekişmede boğuşmadan yapabilirsen savaşı en sona bırak diyor.
“Saldırırlarsa benzeri kadar sen de saldır.” Böylece, savunmanın ötesinde saldırmaya da müsaade edilmiştir. Çünkü askerliğin bir kuralı vardır. Savunma ile savaş kazanılmaz. Saldırana mukabele caizdir. Ancak saldırmak ihtimali vardır diye saldırıya geçilemez. Potansiyel tehlike fiil saldırı ile karşılanırsa zulüm olur.
Hatta diyor ki “ sabrederseniz o sabrederseniz o hayırdır” böylece saldıranlara karşı bile imkan varsa saldırmadan savma yolu aranmalıdır.
“Sabret senin sabrın yalnız Allah içindir. Onlara üzülme, yaptıklarından dolayı da sıkılma”. İnsanlar maddi saldırılardan çok fiili saldırılardan çok kavli saldırılarda bulunurlar. Buna dayanmak daha zor ama Allah buna sabretmemizi istiyor. Fiil saldırılara mukabele etmek müsadesi verilmiş, kavli saldırılar için böyle bir müsaade zikredilmemiştir. Onun için yukarıda “ikab” kelimesi kullanılmıştır. İkab kavli içine almaz. Allah ittika edenlerle beraberdir ve onlar muhsindirler”. İttika etmek demek, korunmak demek, şeriatın çizdiği sınırlar içinde dolaşmak demektir. Böyle olmak her mümine farzdır. İhsan ise, iyilikler yapmaktır. Allah’ın bizimle beraber olması için ittika ile beraber ihsanı da yapmamız gerekir.
Surenin başına Allah’ın emri gelmiştir. Acele etmeyin denmiş, sonunda da sabredin Allah sizinle beraberdir diyerek gelecek hakkında haber vermiştir. Bu sure Mekke de nazil oluş. O günkü insanlar bu ayetleri ilk defa duyuyorlar ve inanıyorlardı. Ondan sonra bu ayetlerin verdikleri haberler defalarca gerçeklemiştir. Oysa bizler hala tam olarak inanamıyoruz.