34 – SEBE’ SURESİ
Rahman Rahim Allah’ın ismine
A’zib (ayn, ze) : Meraya salınmış sahibinden uzak develer.
Mizka (ze, kaf) : Pamuk tüyüdür.
Tesbiğ (sin) : Tolga, baş zırhıdır.
Sırad (sin, dal) : Biz, delici alettir.
Seyl (sin) : Sel demektir.
Katr (kaf, tı) : Maden eriyiğidir.
A’rim (ayn) : Bent, yığıntı demektir.
Nese’ (sin) : Dinlenme yeridir.
Sebe’ (sin) : Şehir adı, şarabın yapıldığı üzüm bahçelerinin olduğu bir yerdir.
Hamt (hı, tı) : Koruktur.
Esel (hemze,p.se) : Ilgın ağacıdır.
Sidr (sin, dal) : Kiraz ağacıdır.
Nevş : “Nasiye” alındaki perçindir, “sad” “şin”ne dönüşmüş tutmak, yakalamak anlamında fiil olmuştur. “Tenavüş” peşinden koşup yetişmek demektir.
1- Hamd, semalarda olanların ve arzda olanların kendisinin olan Allah’ındır, ahirette de, hamd O’nundur. O, hakimdir, habirdir.
Değer, göklerde olanların ve yerde olanların kendisinin olan Allah’ındır, ötede de, değer O’nundur.
2- Arzda velc edeni, ondan huruc edeni, semadan nüzul edeni ve oraya u’ruc edeni i’lmeder. O, rahimdir, ğafurdur.
Yere katılanı, ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya çıkanı bilir. O, çalıştıran, örtendir.
3- Küfretmiş olan kimseler “Sa’at bize etvet etmeyecek” kavlettiler. “Bela, ğaybin a’limi rabbim için o size etvet edecek. Ne semalarda, ne de arzda zerre miskali ondan a’zbeder. Mübin bir kitabın dışında ne bundan daha sağiri ne de daha kebiri vardır”, kavlet.
Kapatmış olan kimseler, “Süre bize gelmeyecek” söylediler. “Değil, görünmeyenin bilgini Yetiştiricim için o size gelecektir. Ne göklerde, ne de yerde toz ağırlığında olan ondan ıraktır. Açık bir yazıtın dışında ne bundan daha küçüğü, ne de daha büyüğü vardır”, söyle.
4- (Bu) İman etmiş ve salihleri a’mel etmiş olan kimseleri cezalandırmak içindir. İşte onlara mağfiret ve kerim bir rızk vardır.
(Bu) İnanmış ve uygunları işlemiş olan kimselere karşılık vermek içindir. İşte onlara örtme ve görkemli bir besin vardır.
5- Ayetlerimizde mu’aciz olarak sa’y eden kimseler, işte onlara elim riczden bir a’zab vardır.
Kanıtlarımızı geçersizleştirmeye çabalayan kimseler, işte onlara acıklı pislikten bir tadış vardır.
6- İ’lim ita olunan kimseler, rabbinden sana inzal olunanı, onu hakk ve hamid a’zizin sıratına hidayet eder olarak re’y ederler.
Bilgi verilen kimseler, Yetiştiricinden sana indirileni, onun gerçek ve değerli güçlünün yoluna götürmekte olduğunu görürler.
7- Küfretmiş olan kimseler “Sizi; size, “siz mümezzekin küllüne temzik olunduğunuzda cedid bir halkde olacaksınız” diye tenbi edecek olan bir recüle delalet edelim mi?
Kapatmış olan kimseler “Sizi; size, “siz hepten ufaltılmış olarak ufalandığınızda yeni bir yaratılışta olacaksınız” diye bildirecek olan bir adama götürelim mi?
8- Allah’a kizbi mi iftira etti yoksa kendisinde cinlik mi var? Bel, ahirete iman etmeyen kimseler a’zab ve be’id dalal içindedirler.
Allah’a yalan mı uydurdu yoksa kendisinde cinlik mi var? Değil, öteye inanmayan kimseler tadış ve uzak şaşkınlık içindedirler.
9- Sema ve arzdan eydlerinin ve halflerinin beyninde olana re’yetmediler mi? Eğer meşiet edersek onları arza hasf ederiz ya da onların aleyhine kisefi semadan iskat ederiz. Bunda münib a’bdin küllüne ayet vardır.
Gök ve yerden önlerinde ve arkalarında olana bakmıyorlar mı? Eğer dilersek onları arza gömeriz ya da onların üzerine yığını gökten düşürürüz. Bunda uysal kulun hepsine kanıt vardır.
10- Davud’da bizden bir fazlı ita etmiştik. “Ya cibal ve tayr, onunla beraber te’vib ediniz.” Ona hadidi leyn ettik.
Davud’a bizden bir artıyı vermiştik. “Ey dağlar ve kuşlar, onunla beraber yöneliniz.” Ona demiri yumuşattık.
11- “Sabğeleri amel et, serdde takdir et ve salihi a’mel et. Ben a’mel ettiklerinizi basirim.
“Tolgaları yap, örgülerde ölçülendir ve uygun olanları yap. Ben yaptıklarınızı görenim.”
12- Süleyman’a, ğudvu bir şehr ve revahı da bir şehr olan rihi verdik ve ona kitrin a’ynını isale ettik. Yedeyinin beyninde Rabbinin izni ile a’mel eden kimseler olan cinlerden vardı. Onlardan emrimizden zeyğ eden kimselere se’irin a’zabından ona zevk ettiriyorduk.
Süleyman için, erkeni bir ay ve geci da bir ay olan yeli yaptık ve ona eriyiğin kaynağını akıttık. Önünde Yetiştiricisinin oluru ile iş yapan kimseler olan cinlerden vardı. Onlardan buyruğumuzdan sapan kimselere sıcağın tadışından ona tattırıyorduk.
13- Ona; mahreb, temsil ve cabe gibi cifin ve rasiye kıdırlarladan meşiet ettiğini a’mel ederlerdi. “Davud aline, şükren amel ediniz. A’bdlerimden şekür kalildir.
Ona; döküm yerleri, örnekler ve kova gibi kap ve sıralanmış kazanlardan dilediğini işlerlerdi. “Davud eline karşılık olarak işleyiniz. Kullarımdan karşılık veren azdır.
14- Ona mevti kada ettiğimizde, minseesini ekleden arzın dabbesinden başkası onun mevtine delalet etmedi. Harredince cin tebeyyün etti. Ğaybı i’lmediyor olsalardı mühin a’zabda lebsetmezlerdi.
Ona ölümü biçtiğimizde, dayanağını yiyen yerin kımılından başkası onun ölümünü onlara göstermedi. Çökünce cinler anladı. Görünmeyeni biliyor olsalardı iğrenç tadışta kalmazlardı.
15- Sebe’in meskenlerinde bir ayet vardır. Yemin ve şimalden cennetler vardır. Rabbinizin rızkından eklediniz ve ona şükrediniz. Tayyib bir belde ve ğafur bir rabb..
Sebe’in evlerinde bir kanıt vardır. Sağdan ve soldan yemişlikler vardır. Yetiştiricinizin besininden yiyiniz ve ona karşılık veriniz. Arı bir kent ve örten bir Yetiştirici..
16- İ’raz ettiler de, a’leyhlerine a’rimin seylini irsal ettik ve onlara cennetlerini, hamt ve esl üküllü ve kelil sidirden bir şey olmak üzere cennetlere tebdil ettik.
Karşı koydular da, üzerlerine yığının selini gönderdik ve onlara yemişliklerini, koruk ve ılgın yeyişli ve az kirezden bir şey olmak üzere yemişliklere değiştirdik.
17- Böyle, küfrettiklerinden dolayı onları cezalandırdık. Kefurun dışında cezalandıracak mıyız?
Böyle, kapattıklarından dolayı onlara karşılık verdik. Kapatanın dışında olana mı karşılık vereceğiz?
18- Onların beyni ile içlerinde mubarek ettiğimiz kariyeler beyninde zahir kariyeleri ca’lettik ve oralarda seyri takdir ettik. Oralarda aminler olarak leyl ve yevmlerde seyrediniz.
Onların arası ile içlerinde bolarttığımız kentler arasında açık kentleri yaptık ve oralarda dolaşmayı düzenledik. Oralarda güven içinde olarak gece ve gündüzleri dolaşınız.
19- “Rabbimiz, seferlerimizin beynini mübaa’de et” kavlettiler de nefislerine zulmettiler. Biz de onları hadiseler ca’lettik ve onları mümezziklerin küllüne temzik ettik. Bunda şekur sabırlıların küllü için ayetler vardır.
“Yetiştiricimiz, yolculuklarımızın arasını uzaklaştır” söylediler de kendilerini ezdiler. Biz de onları olgular yaptık ve onları hepten ufaltılmış olarak ufalandırdık. Bunda karşılık veren dayananların hepsi için kanıtlar vardır.
20- İblis onların üzerine zannını tasdik etmişti de mü’minlerden bir ferik dışında ona ittiba’ ettiler.
İblis, onların üzerindeki sanısını gerçekleştirmişti de inanlardan bir bölük dışında ona uydular.
21- Ahirete iman eden kimse ile ondan şek içinde olanı i’lmetmemiz dışında onun onlar üzerinde bir sultanı yoktu ve rabbin şeyin küllüne hafizdir.
Öteye inanan kimse ile ondan kuşku içinde olanı bilmemiz dışında onun, onlar üzerinde bir yetkisi yoktur ve Yetiştiricin, her şeyi koruyandır.
22- “Allah’ın dunundan zu’mettiğiniz kimseleri da’vet ediniz” diye kavlet. Ne semalarda, ne de arzda zerrenin miskaline malikdirler. Ne onların oralarda bir şirki var ne de onun onlardan bir zahiri var.
“Allah’tan başka savunduğunuz kimseleri çağırınız” diye söyle. Ne göklerde, ne de yerde bir tozun ağırlığını onlarındır. Ne onların oralarda ortaklığı var, ne de onun onlardan bir arkası var.
23- O’nun i’ndinde, O’nun izin verdiği kimse dışında şefa’at nef’ etmez. Hatta kalblerinden tefzi’ olununca “Bu rabbiniz kavlettiği nedir?” diye kavlettiler. “Hakkı” diye kavlettiler. A’liy O’dur, kebir O’dur.
Onun yanında, O’nun olur verdiği kimseler dışında aracılık yaramaz. Yüreklerinde korku giderilince “Bu Yetiştiricinizin söylediği nedir?” diye söylediler. “Gerçeği” diye söylediler. Üstün O’dur, Büyük O’dur.
24- “Sizi, semalardan ve arzdan rızıklandıran kimdir?” diye kavlet. “Allah’dır ve biz veya siz, bir hidayet üzere ya da mübin bir dalalet içindeyiz” diye söyle.
“Sizi, göklerde ve yerde besleyen kimdir?” diye söyle. “Allah’tır ve biz veya siz, bir yol üzere veya açık bir şaşkınlık içindeyiz” diye söyle.
25- “Bizim icram ettiklerimizden siz sual olunmayacaksınız, biz de sizin a’mel ettiklerinizden sual olunmayacağız” diye kavlet.
“Bizim suçlarımızdan siz sorulmayacaksınız, biz de sizin işlediklerinizden sorulmayacağız” diye söyle.
26- “Rabbimiz beynimizi cem’ eder, sümme beynimizi hakla feth eder ve a’lim fettah O’dur” diye kavlet.
“Yetiştiricimiz aramızı birleştirir, sonra aramızı gerçekle açar ve bilen açıcı O’dur” diye söyle.
27- “Ona şerik olarak ilhak ettiğiniz kimseleri bana irae edin. Kella, bel, O, hakim a’ziz Allah” diye kavlet.
“Ona ortaklar olarak kattığınız kimseleri bana gösterin. Yok; değil, O, kesen güçlü Allah’tır” diye söyle.
28- Beşir ve nezir olarak nasın kaffesi dışında biz seni irsal etmedik. Ve lakin nasın ekserisi i’lmetmiyor.
Sevindirici ve uyarıcı olarak insanların topu dışında biz seni göndermedik. Ancak insanların çoğu bilmiyor.
29- “Sadikler iseniz bu va’d ne zaman?”, kavlediyorlar.
“Doğrucular iseniz bu söz ne gün?” Söylüyorlar.
30- “Size bir yevmin mia’dı var, ondan ne bir sa’at isti’har eder, ne de istikdam edersiniz”, diye söyle.
“Size bir günün sözü var, ondan ne bir sayım geciktirebilir, ne de öne alabilirsiniz”, diye söyle.
31- Küfretmiş olan kimseler “Ne bu Kur’an’a iman edeceğiz ve ne de onun yedeyinin beyninde olana.. Zalimleri re’y etsen, rablerinin i’ndinde mevkufturlar, kavli ba’zısı ba’zısına rec’ eder, istida’f ettikleri kimseler istikbar etmiş olan kimselere “siz olmasaydınız biz mü’min olacaktık” kavletti.
Kapatmış olan kimseler “Ne bu Kur’an’a inanacağız ve onun önünde olana.. Ezenleri görsen, Yetiştiricilerinin yanında tutukludurlar. Sözü birbirine çevirirler. Düşkün sayılan kimseler, büyüklenmiş olan kimselere “siz olmasaydınız biz inanan olacaktır” söyledi.
32- İstikbar etmiş olan kimseler, istida’f olunanlara “Size ciet ettikten ba’d hüdadan sizi biz mi saddettik; bel, sizler mücrimler idiniz” kavletti.
Büyüklenmiş olan kimseler, düşkün sayılanlara “Size geldikten sonra yoldan sizi biz mi engelledik; değil, sizler suçlular idiniz” söyledi.
33- İstid’af olunan kimseler, istikbar eden kimselere “Bel, siz bize Allah’a küfretmemizi ve O’na nedler ca’letmemizi emerederken leyl ve neharın mekriydiniz” kavletti. A’zabı re’y ettiklerinde nedameti israr ettiler ve küfretmiş olan kimselere u’nuklarda ğilleri ca’lettik. A’mel etmiş oldukları şeylerin dışında mı icza olunuyorlar?
Düşkün sayılan kimseler, büyüklenen kimselere, “Değil, siz bize Allah’ı kapatmamızı ve O’na denkler yapmamızı buyururken gece ve gündüzün kurmasıydınız” söyledi. Tadışı gördüklerinde öykünmeyi gizlediler ve kapatmış olan kimselerin boyunlarında bukağılar yaptık. İşlemiş oldukları şeylerin dışında mı karşılık görürler.
34-Bir karyeye mütrifleri “biz irsal olunanın kafirleriyiz” kavletmedikleri bir nezir irsal etmiş değiliz.
Bir kente, baylarının “biz gönderilenin kapatıcılarıyız” demedikleri bir uyarıcı göndermiş değiliz.
35- “Biz mal ve veletler olarak ekseriz, mua’zzep olacak da değiliz” diye kavlettiler.
“Biz varlık ve çocuklar olarak çoğuz. Tattırılacak da değiliz” diye söylediler.
36- “Rabbim meşieti olan kimseye rızkı bast eder ve kadr eder. Ve lakin nasın ekserisi i’lmetmez” diye kavlet.
“Rabbim dileği olan kimseye besini yayar ve ölçülendirir. Ve ancak insanların çoğu bilmez” diye söyle.
37- İman etmiş ve salihi a’mel etmiş olan kimselerin dışında i’ndimizde zülfa olarak sizi takrib eden ne mallarınız, ne de veledlerinizdir. İşte onlara a’mel ettiklerinden dolayı di’fiz cezası vardır ve onlar ğurfelerde aminlerdir.
İnanmış ve uygunu işlemiş olan kimselerin dışında yanımızda yankın olarak sizi yanaştıran ne varlarınız, ne de çocuklarınızdır. İşte onlara işlediklerinden dolayı katın karşılığı vardır ve onlar odalarda güvelidirler.
38- Ayetlerimizde mu’acizler olarak sa’y eden kimseler, işte onlar a’zabda muhdardırlar.
Kanıtlarımızda alıkoyanlar olarak çaba gösteren kimseler, işte onlar tadışta bulundurulurlar.
39- “Rabbim, a’bdlerinden meşieti olan kimseye rızkı bast eder ve ona kadr eder ve bir şeyden neyi infak ederseniz; o, onu ihlaf eder. Ve O, raziklerin hayrıdır” diye kavlet.
“Yetiştiricim, kullarından dileği olan kimseye besini yayar ve ona ölçülendirir ve bir şeyden neyi kullandırırsanız; o, onun yerine koyar. Ve O, besleyenlerin en iyisidir” diye söyle.
40- O yevm onları cemia’n haşr eder, sümme meleklere “Bunlar mı size i’badet ediyorlardı” diye kavleder.
O gün onları birlikte toplar, sonra meleklere “Bunlar mı size kulluk yapıyorlardı” diye söyler.
41- “Sen sübhansın, onların dunundan velimiz sensin. Bel, onlar cinne i’badet ediyorlardı. Ekserisi onların mü’minleriydi” kavlettiler.
“Sen arınmışsın, onların dışında arkamız sensin. Değil, onlar cinne kullu yapıyorlardı. Çoğu onların inanmışlarıydı” söylediler.
42- El yevm, ba’zınız ba’zısına ne bir nef’a, ne de bir zarara maliktir. Zulmetmiş olan kimselere “Tekzib etmiş olduğunuz narın a’zabını zevk ediniz” kavlederiz.
Bugün, birbirinize ne bir yarar, ne de bir sıkıntı verebilirsiniz. Ezmiş olan kimseler “Yalanlamış olduğunuz ateşin çektirmesini tadınız” söylediler.
43- Mübeyyin ayetlerimiz onların üzerine tilavet olununca “Bu ebilerinizin i’badet ettiklerinde sizi seddetmeyi irade eden bir recülden başkası değildir” kavlettiler. Ve “bu müftera bir ifkten başkası değildir” kavlettiler. Ve küfretmiş olan kimseler, kendilerine ciet ettiğinde hakka “Bu mübin bir sihirden başkası değildir” diye kavletti.
Açıklanmış kanıtlarımız kendilerine aktarılınca “Bu atalarınızın kulluk yaptıklarından sizi engellemeyi isteyen bir adamdan başkası değildir” söylediler. Ve “Bu uydurulmuş bir dolandan başkası değildir” söylediler. Ve kapatmış olan kimseler, kendilerine geldiğinde gerçeğe “Bu açık bir büyüden başkası değildir” diye söyledi.
44- Onlara dersettikleri bir kitap ita etmemiştik ve bundan önce nezirden de onlara irsal etmemiştik.
Onlara okudukları bir yazıt vermemiştik ve bundan önce de uyarıcıdan onlara göndermemiştik.
45- Kendilerinin kabllerinde olan kimseler de tekzib etmişlerdi. İta ettiklerimizin mi’şarına buluğ edemediler. Rasullerimizi tekzip ettiler de nekirimiz nasıl oldu!
Kendilerinden öncekiler de yalanlamışlardı. Verdiklerimizin içeriğine erişemediler. Elçilerimizi yalanladılar da ilgilenmeyişim nasıl oldu!
46- “Ben size yalnız bir vahidi, Allah’a mesna ve furada olarak kıyam etmenizi sümme sahibinizde bir cinnetin olmadığını tefekkür etmenizi va’zediyorum” diye kavlet. O, şedid bir a’zabın yedeyinin beyninde bir nezirden başkası değildir.
“Ben size yalnız bir şeyi, Allah’a ikişer ve birer olarak kalkmanızı sonra arkadaşınızda bir deliliğin olmadığını düşünmenizi öğütlüyorum” diye söyle. O, sıkı bir tadışın öncesinde bir uyarıcıdan başkası değildir.”
47- “Sizden hiçbir ecir sual etmedim, o sizin olsun. Ecrim yalnız Allah’ın üzerinedir. O da şeyin küllüne şehiddir” diye söyle.
“Sizden hiçbir karşılık istemedim, o sizin olsun. Karşılığım yalnız Allah’adır. O da her şeye tanıktır” diye söyle.
48- “Rabbim, hak ile kazfedendir, ğayblerin a’llamıdır” diye söyle.
“Yetiştirici gerçek ile taşlayandır, görünmeyenlerin bilginidir” diye söyle.
49- “Hak ciet etti ve batıl ne ibda eder ne de ia’de eder” diye kavlet.
“Gerçek geldi ve çürük ne yeniden oluşur, ne de geri gelir” diye söyle.
50- “Dalledersem yalnız nefsim üzere dalalet ederim, ihtida edersem de rabbimden bana iha olunan iledir. O, semi’dir, karibdir” diye kavlet.
“Şaşarsam yalnız kendim şaşarım ve yolu bulursam da Yetiştiricimden bana bildirilen iledir. O, işitendir, yakındır” diye söyle.
51- Fez’ edip fevtin olmadığında ve karib bir mekandan ahz olunduklarında onları re’y etsen!
İrkilip kaçış olmadığında ve yakın bir yerden yakalandıklarında onları bir görsen!
52- “Ona iman ettik” kavlettiler de onlara, be’id mekandan ona nereden tenavüş edecekler?
“Onan inandık” söylediler de onlara uzak bir yerden ona nereden yetişecekler?
53- Ve ona min kabl küfretmişlerdi. Bei’d bir mekandan ğayb ile kazf ediyorlardı.
Ve onu önceden kapatmışlardı. Uzak bir yerden görünmeyen ile taşlıyorlardı.
54- Min kabl şia’ları ile fi’l olundukları gibi kendileri ile iştiha ettikleri beynine havl olundu. Onlar mürib bir şekde idiler.
Önceden birliklerine yapıldığı gibi kendileri ile istediklerinin arası engellendi. Onlar bulandıran bir kuşkuda idiler.
AÇIKLAMA : “Ahirette de hamd O’nundur” sözü ile ahirette de ibadetin olduğu belirtilmektedir.
“Küfretmiş olanlar “bize sa’at gelmez” sözleri ile “sa’at”in anlamının dünyevi helak da olabileceğine işaret edilmektedir.
“Zerre miskalinin küçüğü veya büyüğü O’ndan kaçmaz, açık bir kitab içindedir” ayeti ile her parçacığın, bütün zamanları içine alan bir kayıt sisteminin olduğunu ifade ediyor. Böylece dördüncü boyuta işaret edilmektedir.
“İlim sahipleri sana indirilmiş olanın hak olduğunu görürler” ayeti ile Kur’an’ın ilahi söz olduğunun, ilimle ispatlanabileceğine değinilmektedir.
Davud (AS)ye “Ey dağlar ve kuşlar, ona iyabe ediniz” ayeti ile, dağlardan ve kuşlardan yararlanabildiğini yani onları nasıl kullanabileceğini bildiğini, haber vermektedir. “Demiri onun için yumuşattık” sözü ile de, demir çağını başlatmış olduğunu belirtmektedir. Demir daha önce Hititler tarafından bulunmuşsa da Hititler, sadece demiri süs eşyası olarak kullanmışlardı ve yapımını da kimseye öğretmemişlerdi. Davud (AS) zamanında demir İbranilerde gelişmiş bir teknoloji olarak ortaya çıkmıştır. Avrupalılar da bunu öğrenmiş ve Hititleri demir silahlarla yenip ortadan kaldırmışlardır.
“Sabiğleri i’mal et, serd takdir et, salihi a’mel et” sözleri ile üretimde standartlamayı emretmiş olduğunu beyan ediyor ve bize de emir olduğu için standartlamayı emretmiş oluyor. Başka yerde geçen “Az olsun, çok olsun yazın” emri, bu ayetle uyum içindedir.
“Süleyman’a da sabah yeli bir ay, akşam yeli bir ay estirdik” ayeti ile yelkenli gemilerin o tarihlerde kullanıldığını ve Akdeniz’de belki de Hint Okyanusu’nda bir ay karadan denize, bir ay da denizden karaya esen rüzgarları ifade ediyor. Bu esintiler yılda birer ay civarında sürmüş olabilir.
“Ona dökümün pınarını akıttık” ayeti ile döküm sanayinin o tarihlerde geliştiğini anlatıyor. Bugünkü tarihi araştırmalar ve Ahd-i Atik’deki bilgiler bütün bu verileri doğrulamaktadır.
“Rabbinin izni ile gözlerinin önünde çalışan cinlerden kimseler vardı” sözü ile yabancıları işçi olarak çalıştırdığı anlaşılmaktadır. Cin sözünü kullanmış olması, onların gizli olarak oralarda çalıştığını gösterir. İbranilerin sanatta bir eğitimleri olmadığı için çevredeki sanatkarları çalıştırmış olmalılar. Bir yabancı Yahudi olamadığı için sonunda bunların kendi ülkelerine dönmesi gerektiği anlaşılıyor. Sanatları öğretmemeleri için de geldikleri toplulukları sanatlarını öğretmeyi yasaklamış olabilir. Gizliklileri bundan ileri gelir. Bugünkü mason teşkilatı bu statüden esinlenerek kurulmuştur.
“Ona döküm haneleri, modelleri, potaları ve kalıpları üretiyorlardı” diyerek döküm sanayisinin temel bölümlerini ifade ediyorlardı. “Davud’un aline şükren a’mel ediniz” ayeti ile şükrün dille değil de amelle karşılanması gerektiği anlatılmaktadır.
Süleyman (AS) ölünce onlar onun ölümünü, yabancılar, böceklerin dayanağını çürütüp devirmesi ile anladılar. Anlaşılan Süleyman’ın dışında kimse onları çalıştıramıyordu. Öldüğü anlaşılınca da işi bırakacaklardı. Oysa bitmesi gereken önemli işler vardı. Bu nedenle yöneticiler O’nu bir iskemlede oturtup sağmış gibi beklettiler. İskemlenin devrilmesi ile yabancılar Süleyman’ın öldüğünü ancak o zaman anlayabildiler. Süryanilerin ölülerini sandaliyeye oturtarak önce bekletmeleri sonra da o şekilde gömmeleri Süleyman’ın sandaliyede bekletilmesinden ileri geldiği söylenebilir.
Sebe’, Arabistan’ın güneyinde bir yerin adıdır. Süleyman (AS) zamanında orada kadın bir hükümdar vardı. Bu ayetlerde o ülkeden bahsedilmektedir. “Onların meskeninde bir ayet vardır” diyor. Yani “meskenlerinde” demiyor. Buradaki mesken cins isim olabilir. O takdirde her birinin sağında ve solunda ikişer bahçesi olan bir ev tipini anlatmaktadır. Bunların ayet olması, arkeolojik araştırmalarda böyle meskenlerin bulunması halinde Kur’an’ı bunları bilmiş olması onun mucizesi olur. Veya bizim geliştireceğimiz dinlenme yerlerine bir örnek teşkil edecektir. Mesken ev değil de kent olarak anlaşıldığı takdirde sağda ve solda iki bahçenin bulunduğunu ifade etmiş olur. Meskenlerin bahçelerin arasında bulunmasını “tayyib belde” olarak nitelendirmektedir. Bu da bugünkü sıkışık oksijensiz ve sağlıklı olmayan kentlere karşı ağaçlıklı yerlerin sağlıklı olduğunu bildirmektedir.
Bundan sonra bu ülkenin çakıllı selle kaplandığını ifade etmektedir. Bu da kazılarda ortaya çıkabilecek bir husustur. Bundan sonra verimsiz iki ağaçtan ve biraz da kirazdan bahsetmektedir. Bunların hepsi kazılarla ileride ortaya çıkabilecek Kur’an’ın ğayb haberlerinden olacaktır.
“Sebe’ ile bereketli kılınan karyeler arasında zahir olan karyeler yaptık” diyor. Buradaki zahir “destekleyen” anlamında olabilir veya sursuz kentlerdir. Bu kentler Sebe’ye gelip giden yolcuları ağılıyorlardı. Böylece kent, kalp; yollar da damarlar olmuştur. Gelip gidenlerin fazla olmasından rahatsız olmalılar ki, “yolcularımızı azalt” diye dua etmişlerdir. Böylece kentin bereketi kesilmiş ve paramparça olmuşlardır. Kazılarda bu da görülebilir. Bu olayı Kur’an şeytanın yaptırdığını ve şeytanın insanlar hakkındaki kanaatinde haklı çıktığı şeklinde ifade edilmektedir.
“Onun yanında onun için izin olmadıkça kimsenin şefa’ati işe yaramaz”. Yani Allah kimi kurtarmak istiyorsa onun için şefaat de bir vesile olacaktır. Dua bunlar için geçerli.
“Biz seni yalnız beşir ve nezir olmak üzere bütün insanlara gönderdik” deniyor. Burada “bütün insanlara beşir ve bezir olarak” ifadeleri “illa”dan sonra gelmektedir. Yani “Seni Araplara değil de bütün insanlar gönderdik” denmektedir. “Seni yönetici olarak değil de sadece uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderdik” diyor. Böylece diğer devletlerin yanında tek bir İslam Devleti yerine, birden fazla İslam devletleri olacak, din, sadece beşir ve nezir olarak bütün insanlara hitab edecektir. Bu ayet “Dinde zorlama yoktur” ayeti ile ve “Her kavmin bir hadisi var” ayeti ile uyum halindedir.
“Size bir yevmin mia’dı var” sözü ile herkese gelecek helakin farklı olduğunu ve bunun zamanının Allah tarafından tayin edildiğini ifade etmektedir. “Bir sa’at te’hir olunmazsınız, bir sa’at takdim de olunmazsınız” diyor. Bu ifade ile tarihi akışın kaderle belli olduğunu, insanların bu akışta, akışın kendi mecrasında akması için veya bu akışı frenlemek için kendi kendilerine görev aldıklarını ve buna sorumlu olduklarını yoksa tarihin akışını değiştiremeyeceklerini belirtmektedir.
“Biz bu Kur’an’a inanacak değiliz” diyen kafirler ahirette tevkif edildiklerinde birbirini suçlayacaklar, zayıf görünenler güçlü gördüklerine “Siz olmasaydınız mü’min olacaktır” diyerek onları suçlu göstereceklerdir. Bu suçlamaların bir yararı olmadığını Kur’an belirterek başkalarına uyan suçluların da aynı derecede cezalandırılacaklarını belirtmektedir.
Servet sahiplerinin mallarına ve evlatlarına güvenerek ahirette de cezalandırılmayacaklarını idda ettiklerini beyan ettikten sonra Ancak iman edip ameli salih işleyenlerin kat kat köşklü cennetlerde olacakları bildirilmektedir. Böylece dünyevi varlığın bir faydası olmayacağını belirtmektedir.
Allah ahirette meleklere “Bunlar size mi ibadet ediyorlardı, diye soracak. Onlar da, hayır, cinlere” deniyor. Büyü yapanların cincilik yaptıklarını bilinmektedir. Dinden maksat gizli güçlerdir. Tarihte melekler de cinler kadar bilinmekte ise de onlara ibadet yaygınlaşmamıştır. Hala Türkiye’de şeytana tapan köylerin olduğunu düşünürsek, meleklerin doğru söyleyeceklerini tasdik edebiliriz.
“Onlara tedris ettikleri bir kitap vermedik” demek suretiyle kitabın tedris edilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Ders bir kitabı baştan sona kadar anlayarak okumak demektir. Müslümanlar her yıl Ramazan ayında Kur’an’ı hatmetmeyi sünnet edinmişlerse de bunu mealleri ile okumadıkça tedris etmiş olmazlar.
“Biz onlara verdiklerimizin mi’şarına baliğ olmadılar” diyor. Mi’şar on ile ölçülen alet demektir. Yani onlu sistem ile değerlendirilmesi demektir. Kainat, onlu sisteme göre yaratılmıştır. Allah’ın hükümlerinde de onlu sistem vardır. Kur’an’ın kendisi de onlu sisteme göre düzenlenmiştir. Bu sistemlerin benzerliği uslüp birliğini doğurur. Aynı müellifin eseri olduğunu gösterir.
“Allah’ın huzurunda ikişer ve birer olarak durun ve arkadaşınızdan cinnet olmadığı tefekkür ediniz” diyor. Bu ayette önce ikişer diyor. Bu da insanların konuları ikişer ikişer görüşmeleri ve sonra teker teker değerlendirmeleri gerektiğini ifade ediyor. Bize müzakere usulünü öğretiyor. Bir toplantıda konular önce ikişer ikişer görüşülecek, onların ortak görüşleri ve farklı görüşleri belirlenecek, sonra aralarından birisini temsilci yaparak diğer çiftlerden birisi ile konuyu görüşecekler. Ve böylece son çifte varılmış olacaktır. Sonunda bütün görüşlerin ve ortak görüşün bir belgesi düzenlenmiş olacaktır. Görüşler içtihad, ortak görüş de bu topluluğa katılanların icması olacaktır. İstişarede ise herkes görüşünü söyler, başkanın o meclisteki kararı şuranın kararı olur. İtikat ile ilgili hususlar, istişare ile değil icma ile tesbit edilir.
“Ben sizden ücret istemedim, o sizin olsun, benim ücretim Allah’adır.” Ayeti ile mü’minlerin görevli de olsalar tebliğden, tedristen ve ta’lilden ücret isteyemeyeceklerini belirtmektedir. Her mü’mine bu hizmetleri yapmak farzdır. Müslüman bir topluluk oluşmuşsa kamu bütçesinden bunlara ücret verilebileceği, “Beni ücretim Allah’adır” ayetinden istidlal edilebilir. Allah’ın yeryüzündeki halifesi devlettir, o halde devlet bunlara ücret verilebilir.
“Hak geldi, batıl ne yeniden doğacak, ne de geri gelecek” deniyor. Buradaki hak ve batıl, cahiliye yani devlet öncesi dönem ile devlet dönemi ifade edilmiştir. Yeryüzü evrimleşmiş ve hukuk düzenine ulaşılmıştır. Artık, devletsiz bir düzene bir daha geri dönülmeyecektir. Çünkü evrimde geri dönüş yoktur. Bu zulüm, zalimin ve küfrün olmayacağını göstermez.
“Ben şaşırırsam kendiliğimden şaşırmış olurum. Doğruyu bulursam, rabbim banma onu vahy etmiştir, de” diyor. Tebliğ hizmetini yaptığımızda, bunlar benim veya bizim Kur’an’dan anladıklarımızdır, içindeki bütün doğrular Kur’an’a aittir, hatalar benimdir, dememiz gerektiğini bize emretmiş olmaktadır. Muhata da, sen de bu sözler üzerinde düşün, ikişer ikişer ve birer birer düşünün, siz de sizin anladığınız şekilde Kur’an’ı yorumlayın. Kur’an’ın resmi yorumu yoktur. Herkes samimi olmak şartı ile kendi anladığına göre amel etmekle yükümlüdür. İçtihadın anlamı da budur.
Bu surede bundan sonra bu şekilde hakkı değerlendirmeyip ilgilenmeyenlerin veya reddedenlerin helak olacaklarını, heklaka doğru giderken de artık “İnandık!” diyeceklerini, ancak bu sözlerinin bir işe yaramayacağını bildirmektedir.