31 – LOKMAN SURESİ
Meyd (dal) : Alan, meydan demektir.
Hadde (hı) : Yanaktır.
Sa’r (sad, ayn) : “Sa’r (sin)”dan dönüşmüştür. “Sa’r” alev demektir, tesi’r etmek ısıtıp kızartmak demektir. Türkçe’deki “asık surat” karşılığıdır.
U’rve (ayn) : Halka, kol, kulp anlamlarına gelir.
Hetr (tı, te) : “Hetr (tı)” hayvanın arkasına yapışmış olan pisliktir. “Tı”nın “te”ye dönüşmesi ile sıvıya karışan tortular anlamı kazanmıştır. “Hatir” içildiğinde mideyi bulandıran sıvıdır.
1- Elif Lam Mim.
Elif Lam Mim
2-3- Bunlar, muhsinlere hidayet ve rahmet olmak üzere hakim kitabın ayetleridir.
Bunlar, iyilik edenlere yol gösteren ve esenlik olmak üzere keskin yazıtın kanıtlarıdır.
4- Onlar salatı ikame eden ve zekatı ita eden kimselerdir ve ahirete yakin getirenler de onlardır.
Onlar, toplantıyı yapan ve vergiyi veren kimselerdir ve öteye kananlar da onlardır.
5- İşte onlar, Rablerinde hidayet üzeredirler ve müflih olanlar da onlardır.
İşte onlar, Yetiştiricilerinden bir yol üzerindedirler ve uygarlaşanlar da onlardır.
6- Nastan, i’lmin ğayri ile Allah’ın sebilinden idlal etmek ve onları hüzüv olarak ittihaz etmek için hadisin lehvini iştira eden kimseler vardır. İşte onlara mühin bir a’zab vardır.
İnsanlardan, bilgisizce Allah’ın yolundan şaşırtmak ve onları eğlence olarak edinmek için sözün oyununu satın alan kimseler vardır. İşte onlara alçaltıcı bir tadış vardır.
7- Onun üzerine ayetlerimiz tilavet olununca sanki onu sem’ etmemiş, sanki üzünlerinde vekr varmış gibi müstekbir olarak tevelli etti. Onu elim bir a’zab ile tebşir ediver.
Onun üzerine kanıtlarımız aktarılınca sanki onu işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmışmış gibi büyüklenerek döndü. Onu yazık bir tadış ile sevindiriver.
8-9- İman etmiş ve salihleri a’mel etmiş kimseler, işte onlara Allah’ın va’di hak olmak üzere, orada halid kalacakları na’im cennetler vardır. Ve O hakim a’zizdir.
İnanmış ve uygunları işlemiş olan kimseler, işte onlara Allah’ın sözü gerçek olmak üzere orada kalıcı olacakları besleyici yemişlikler vardır. Ve O, kesen güçlüdür.
10- Semaları, re’yettiğiniz a’medlerin ğayri ile halk etti ve sizi meyd etsin diye arzda rasiyeler ilka ettik ve orada dabbenin küllünden bess etti. Ve semadan ma inzal ettik de orada kerim zevcin küllünden inbat ettik.
Gökleri, gördüğünüz direkler olmadan yarattı ve size alan olsun diye yerde dağlar koyduk ve orada kımıldayanın hepsinden üretti. Ve gökten su indirdik de orada görkemli eşlerin hepsinden bitirdik.
11- Bu, Allah’ın halkıdır, O’nun dunundan olan kimselerin neyi halkettiğini bana irae edin? Bel, zalimler mübin bir dalaldadır.
Bu, Allah’ın yaratmasıdır, O’nun dışında olan kimselerin neyi yarattığını bana gösterin? Değil, ezenler açık bir şaşkınlıktadır.
12- Ve biz Lokman’a “Allah’a şükret” diye hikmeti ita etttik. Ve kim şükrederse yalnız nefsi için şükreder, kim de küfrederse Allah ğanidir, hamiddir.
Ve biz Lokman’a “Allah’ı karşıla” diye bilgelik verdik. Ve kim karşılarsa yalnız kendisi için karşılar, kim de kapatırsa Allah varlıklıdır, değerliklidir.
13- Ve hani Lokman va’zederken ibnisine “Ya ibnicim, Allah’a şirk koşma, şirk a’zim bir zulümdür.
Ve Lokman öğüt verirken oğluna “Ey oğulcuğum, Allah’a ortak koşma, ortak koşmak yüce bir ezmedir.”
14- Ve biz insana, validelerini tavsiye ettik, ümmü onu vehnin üzerine vehn olarak hamletti, fisali de iki a’mdadır. “Bana ve validelerine şükret, masir banadır.”
Ve biz insana, ana babalarını öğütledik, annesi onu sıkıntı üzerine sıkıntı iken yüklendi, ayrılması da iki yıl içindedir. “Beni ve ana babanı karşıla, varış banadır.”
15- Eğer, bir i’lmin olmadığın (konu)da beni işrak etmen üzere seninle mücahede ederlerse onlara itaa’t etme ve onlarla dünyada ma’rufen musahabe et ve bana inabe eden kimsenin sebiline ittiba’ et. Sümme mercii’niz banadır, a’mel etmiş olduklarınızı ben size tenbi edeceğim.
Eğer, bir bilgin olmayan konuda bana ortak koşman üzere seninle çekişirlerse onlara uyma ve onlarla dünyada töreye uyarak yoldaşlık et ve bana yönelen kimsenin yoluna uy. Sonra dönüşünüz banadır, yapmış olduklarınızı ben size bildireceğim.
16- “Ey ibnicim, o hardalın habbesi miskali olsa, bir sahrada ya da semalarda ya da arzda olsa Allah onu etvet eder. Allah latiftir, habirdir.”
“Ey oğulcuğum, o tahılın tanesi ağırlığında olsa, bir kayalıkta ya da göklerde ya da yerde olsa Allah onu getirir. Allah yumuşaktır, bilendir.”
17- “Ey ibnicim, salatı ikame et, ma’rufu emret, münkerden nehy et, sana isabet edene de sabret. Bu, emirlerin a’zmindendir.”
“Ey oğulcuğum, toplantıyı yap, töreye buyur, belirsizden uzak tut, sana dokunana da dayan. Bu, işlerin bağlanmasındadır.”
18- “Nasa haddini tes’ir etme ve arzda merah olarak meşy etme. Allah, fehur muhtalin küllünü ihbab etmez.”
“İnsanlara yüzünü asma ve yerde kabararak yürüme. Allah, övünüp kurulanın hiçbirini sevmez.
19- Ve meşyinde kasd et ve savtinden ğudud et. Sevtlerin en nekri himarların savtidir.
Ve yürüyüşünde amaçlı ve sesini yumuşat. Seslerin en karışığı eşeklerin sesidir.
20- Allah’ın, semalarda ve arzda olanı size teshir ettiğini ve ni’metlerini size zahir ve batın olarak isbağ ettiğini re’y etmediniz mi? Nasdan, Allah konusunda i’lmin ğayrı ile bir hüda ve münir bir kitab olmadan mücadele eden kimseler de vardır.
Allah’ın, göklerde ve yerde olanı size kullandırdığını ve iyiliklerini size açık ve gizli olarak kondurduğunu görmediniz mi? İnsanlardan, Allah konusunda bilgisizce bir yol ve aydınlatıcı bir yazıt olmadan çekişen kimseler de vardır.
21- Ve onlara “Allah’ın inzal ettiğine ittiba’ ediniz” kavledilince, “Bel, biz ebilerimizi üzerinde bulduğumuz şeye ittiba’ ederiz” kavlettiler. Şeytan onları sei’rin a’zabına da’vet etmiş olsa da mı?
Ve onlara “Allah’ın indirdiğine uyunuz” söylenince, “Değil, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” söylediler. Şeytan onları sıcağın tadışına çağırmış olsa da mı?
22- Kim, muhsin olarak vechini Allah’a islam ederse vuska u’rveye istimsak etmiş olur. Ve emirlerin a’kibeti Allah’adır.
Kim, iyilik ederek yüzünü Allah’ın barışına çevirirse sağlam kolu tutmuş olur. Ve buyrukların sonu Allah’adır.
23- Kim küfrederse onun küfrü seni hüzn etmesin. Onların merci’leri bizedir, a’mel ettikleri şeyi onlara tenbi edeceğiz. Allah sadırların zatını a’limdir.
Kim kapatırsa onun kapatması seni üzmesin. Onların dönüşleri bizedir, işledikleri şeyi onlara bildireceğiz. Allah başların kendisini bilendir.
24- Onları kelil olarak temti’ edeceğiz, sümme onları ğaliz bir a’zaba iztirar ederiz.
Onlara azcık kullandırırız, sonra onları koyu bir tadışı dokundururuz.
25- Eğer onlara “semaları ve arzı halk eden kimdir” diye sual etsen “Allah’dır” diye kavlederler. “Hamd, Allah’ındır” kavlet. Bel, onların ekserisi i’lmetmiyor.
Eğer onlara “gökleri ve yeri kim yarattı” diye sorarsan “Allah’tır” söylerler. “Değer, Allah’ındır” söyle. Değil, onların çoğu bilmiyor.
26- Semalar ve arzda olanlar Allah’ındır. Hamid olan ğaniy Allah’dır.
Gökler ve yerde olanlar Allah’ındır. Değerli olan varlıklı Allah’tır.
27- Arzda şecerlerden olanlar kalemler olsa ve bahr ona medd etse, ba’dinde seba’ bahr olsa Allah’ın kelimeleri nefd etmezdi. Allah a’zizdir, hakimdir.
Yerde ağaçlardan yazgaçlar olsa ve deniz ona boya olsa, sonra da yedi deniz olsa Allah’ın sözleri tükenmez. Allah güçlüdür, kesendir.
28- Sizin halkınız ve ba’sınız ancak vahid bir nefis gibidir. Allah semi’dir, basirdir.
Sizin yaratılmanız ve çıkarılmanız ancak bir kişi gibidir. Allah duyandır, görendir.
29- Allah’ın, leyli nehara iylac etmekte olduğunu, neharı da leyle iylac etmekte olduğunu, şems ve kameri teshir ettiğini; küllü müsemma bir ecele dek cereyan ediyor ve Allah’ın a’mel ettiklerinizi habir olduğunu re’y etmedin mi?
Allah’ın, geceyi gündüze soktuğunu, gündüzü de geceye soktuğunu, güneş ve ayı kullandırdığını; hepsi adlanmış bir süreye dek akıyor ve Allah’ın işlediklerinizi bildiğini görmedin mi?
30- Bu hak olanın Allah ve O’nun dunundan da’vet ettiklerinin batıl ve kebir olan a’linin Allah olmasındandır.
Bu gerçek olanın Allah ve O’ndan başka çağırdıklarının çürük ve büyük olan yücenin Allah olmasındandır.
31- Size ayetlerinden re’y ettirmek için fülkün, Allah’ın ni’meti ile bahrda cereyan ettiğini re’y etmedin mi? Bunda, şekur sabredenlerin küllüne ayetler vardır.
Size kanıtlarından göstermek için geminin Allah’ın iyiliği ile denizde aktığını görmedin mi? Bunda karşılayan dayanıklıların hepsine kanıtlar vardır.
32- Ve zıllar gibi mevc onları ğaşy edince dini O’na muhlisler olarak Allah’ı da’vet ederler. Onları berre tenci edince de onlardan muktasidler olur. Kefur hettarın küllünden başkası ayetlerimizle cehd etmez.
Ve gölgeler gibi dalga onları kaplayınca düzeni O’na özelleyenler olarak Allah’ı çağırırlar. Onları karaya çıkınca da onlardan kendisini düşünen var. Kapatıcı bulandıranların dışındakiler kanıtlarımızla çekişmezler.
33- Ey nas, rabbinize ittika ediniz ve ne validin veledinden cezalanmadığı ne de mevlidin validinden bir şeyle cezalandığı yevme haşiyet ediniz. Allah’ın va’di haktır. Dünya hayatı sizi ğururlandırmasın ve ğarur sizi Allah ile ğururlandırmasın.
Ey insanlar, Allah’ta korununuz ve ne babanın çocuğundan karşılık gördüğü, ne de çocuğun babadan bir şeyle karlığını gördüğü günden çekininiz. Allah’ın sözü gerçektir. Yakın yaşam sizi aldatmasın ve aldatan sizi Allah ile aldatmasın.
34- Saa’tin i’lmi Allah’ın i’ndindedir ve ğaysı tenzil eder ve rahimlerde olanı i’lmeder. Ve hiçbir nefis ğaden ne kesbedeceğini idra edemez ve hiçbir nefis hangi arzda mevt edeceğini idra edemez. Allah a’limdir, habirdir.
Günün bilgisi Allah’ın yanındadır ve yağmuru indirir ve döllüklerde olanları bilir. Ve hiçbir kişi yarın ne kazanacağını kavrayamaz ve hiçbir kişi hangi yerde öleceğini kavrayamaz. Allah bilendir, duyandır.
AÇIKLAMA : “Re’y ettiğiniz bir a’med olmaksızın semaları halk etmiştir” cümlesinde nefy edilen görünen a’meddir. Tamamen a’med olmadığı bu ifadeden anlaşılmaz. Yerçekimi merkezkaç kuvvetleri ile kainatın büyümesi sonucu doğan bir denge mevcuttur. Bu dengenin olduğu semavat kelimesinin dişi çoğul olarak gelmesinden anlaşılmaktadır.
“Bu Allah’ın halk ettikleri, O’nun dışındakiler neyi halkettiler, gösterin” deniyor. Bugünkü ilimler insanın tabiat içinde mevcut olan maddeleri ve onların tabi olduğu kanunları kullanma gücü vardır. Yeni bir maddeyi var etme veya maddeye değişik özellikler kazandırma insan için mümkün değildir. Onun içindir ki, halik olan yalnız Allah’tır. Onun dışında yapılanlar, onun mahluku içindedir.
“Çocuğun anasından fisali iki a’m içindedir.” Denmektedir. Başka yerde de “iki havl çocukları emzirirler” denmektedir. Buradaki “fi” harfi iki yıldan önce de sütten kesilebileceğini ifade ediyor.
“Şirke zorlayan anne veya babaya karşı onlara itaa’t etme. Dünyada onlarla ma’ruf olarak sahiblik yap” denmektedir. Bu da din ayrılığının akrabalık yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığını ifade ediyor. Din ayrılığı mirasa mani kabul edilmişse de bu ayetle din ayrılığının mirasa mani olmadığı anlaşılmaktadır.
“O hardaldan bir tane kadar olsa da...” ayetindeki “ha” müennestir. “Bir hardal tanesi” ifadesi ile bunun çoğul olmadığı anlaşılmaktadır. Bundan önce bu surede müennes olarak “dabbe” kelimesi geçmektedir. En küçük bir canlı da olsa kainatta nerede bulunursa bulunsun onun getirileceği ifade edilmektedir. Bu da ahirette insanlar gibi diğer canlıların da dirileceğini ifade eder.
“İnsanlara surat asma ve arzda büyüklenerek yürüme” ifadeleri ile insanların sınıflaşmalarını nehy etmiş oluyor. İnsanlar değişik özelliklere ve üstün vasıflara sahip olabilirler. Ancak bütün bunlar Allah’ın vergisidir. Kimsenin kimseden bir üstünlüğü yoktur. “Fehur” tın tın öten boş kap gibi insanların övünmeleri yerilmektedir. Hayal kurup kendilerini büyük görme de istenmeyen bir davranıştır.
“Meşyinde kasdın olsun” emri ile insanların her davranışını bir gaye için yapmaları gerektiğini bildirmektedir. “Sesini yumuşat” emri ile de insanlara amir olarak değil, muhbir olarak konuşmanın gerekliliğini anlatmaktadır. Amir “bana verilen takdir yetkimi böyle kullanıyorum” deme yetkisine sahip; memur onu dinleyip dinlememekte ona karşı sorumlu değildir. Şeriata karşı sorumludur. Dolayısı ile amirin memura karşı üstünlüğü yoktur.
“Seslerin en nekiri hamirin savtidir” ifadesinde, “hamirin savti” terkibinin ifade ettiği mana, “himarın savtidir” şeklinde anlaşılması lugata aykırıdır. Hamir, “ha me re”den gelen sıfatı müşebbehedir. “He me re” ise kırmızı demektir. Hamir kızarmış kimse veya şey demektir. Bunun böyle olduğu savtin müfred olmasından anlaşılmaktadır. Bu takdirde kızgın kimsenin sesi anlamına gelir. Zaten Türkçe’deki kızgın sözü de kızıldan oluşmuştur.
“Üzerinize nimetlerini zahiren ve batınen isbağ etmiştir” ifadesi ile nimetlerin insanlar üzerine konmuş bulunduğunu, hatta onlar istemese bile onlardan yararlanmakta olduklarını ifade etmektedir.
“Allah hakkında i’limsiz, hüdasız ve münir kitabsız mücadele ediyorlar” denmektedir. Hidayet nakli delilleri, kitab ise akli delilleri içerir. İ’lim bunlara dayanılarak elde edilen varsayımlara dayanır. Bundan dolayı ilmi “ğayr” ile “huda” ve “kitab”ı ise “la” ile nefy etmiştir. Çünkü ilim hüdayı ve kitabı da içerir.
“Allah’ın inzal ettiğine ittiba’ ediniz” dendiğinde “inzal ettiğini” “ellezi” ile değil de “ma” ile ifade etmiştir. Çünkü burada inzal olunan sadece Kur’an değil, kitab, hüda ve ilimdir. Bu da içtihadı ve icmayı ifade eder.
“Hayır, biz eblerimizi neyin üzerinde bulduysak ona ittiba’ ederiz, derler” ayeti taklidi, geçmiş ulemaya ve fukahaya ittiba’ı yermektedir. Böyle davranmanın şeytanın davetine uymak olduğunu, ayetin devamında ifade edilmektedir.
İçtihad vechi Allah’a islam etmektir. Yani, “ben senin emirlerine uymaya ve böylece selamet içine girmeye karar verdim. Ne yapacağımı doğrudan doğruya senden öğrenmek istiyorum” deyip ondan gelen delil ve ilhama kulak vermek demektir. Fatiha’daki “ihdines sıra...”dakinin manası da budur. Muhsin olma şartı getirilmiştir. Yani içtihadında kişi samimi olmalıdır. Hata da yapsa sorumlu olmayacaktır.
“Vuska u’rve budur, buna tutunmuş olur” deniyor. İnsanın içtihad yapması ile hatalarının olacağını, her kafadan bir sesin çıkacağını iddia edenlere de “umurun a’kibeti Allah’adır” cevabı verilmektedir.
“Allah sudurun zatını bilir” diyerek insanın beyninde oluşmakta olan bütün devreleri ve bellekleri doğrudan doğruya bildiğini ve insan düşüncelerinin ve isteklerinin beyinde kaydedilmiş olduğunu ifade eder.
“Onlara semaları ve arzı kim yarattı, diye sorarsan “Allah!” diyecekler”. Buradaki “diyecekler” “leyekulünne” sığası ile ifade edilmiştir. Bu sığa hem geleceği hem de kesinliği ifade eder. İlimler ilerledikçe kainatın yaratıldığı ve yaratıcısının tek olduğu kesin olarak ispatlanmış bulunmaktadır. Allah kelimesini kabul etmeseler bile Allah’ı herkes kabul etmek zorunda kalacağını bu ayet bildirmektedir. Gelişme bu yöndedir.
“Ağaçlar kalem olsa, deniz de onlara mürekkeplik yapsa bir yedi deniz eklense Allah’ın kelimeleri bitmez” ayeti Kur’an’ın kıyamete kadar yorumlanacağını ve hiçbir zaman yorumlamanın tamamlanamayacağını da ifade eder. Bununla artık her şey içtihad edilmiştir, eksik bir şey yok ki içtihad edelim, içtihad kapısı kapanmıştır, diyenlere cevap vermektedir.
“Hilkatiniz ve ba’sınız vahid bir nefis gibidir” ifadesi de içtihad ve icmanın kıyamete kadar sürmesi gerektiğine delil getirilmektedir. İnsanlık, bir kişi gibi doğmakta, büyümekte, gelişmektedir. Dolayısı ile her çağda yeni durumlarla karşılaşılmaktadır. Sorunlar yeni içtihad ve icmalarla çözülecektir. Burada sadece hilkat ve ba’set ifade edilmiş, yaşlanmadan ve ölümden bahsedilmemiştir. Çünkü icma ve içtihad, hilkat ve bi’set için gereklidir. Bu ayet aynı zamanda insanlık çökmeye başlamadan önce kıyametin olacağını ifade eder.
“Leyli nehara, neharı da leyle iylac eder” ayetindeki leyl ve nehar madde ve enerjidir. Maddenin enerjiye, enerjinin de maddeye dönüşebileceğine değinilmektedir. Leyli önceden zikretmesi maddenin asıl olmasından dolayıdır. Enerji, maddenin hızı olup ikinci derecededir. Şemsi ve kameri musahhar kılmıştır dedikten sonra her biri musemma ecele kadar cereyan eder denmektedir. Buradaki “kul” kelimesi üç ve daha fazlasına delalet eder. Bu da ay ve güneşin yanında daha önce geçen arzı da içine almış olur. Yani, yer de hareket etmiş olur manası anlaşılmaktadır. Onları karaya çıkarınca onlardan muktasid olanı var deniyor. İktisat kendi kendini düşünmek yani insanın kendini gaye edinmesidir. Kendi iyiliğini düşünme bakımından iyi bir vasıftır. Başkalarını düşünememe bakımından kötü bir vasıftır. Onun ,için burada iki mana da verilebilir. Yani karaya çıkanlardan bir kısmı denizde olanı unutup tekrar eski haline döner bir kısmın da ders alıp iyiliğe yönelir. Burada muktasid kelimesi tekil olarak kullanılmıştır. Denizden karaya çıkanların birlikte iyi veya kötü olabileceklerini ifade etmek için tekil olarak kullanılmış olabilir. Ayetlerimizi “kefur” ve “hettar”dan başkası cehd etmez deniliyor ve kullu kelimesi ile getiriliyor. Yani kefur hettarın hepsi cehd eder olmayan da cehd etmez anlamına gelmektedir. “Kefur” bile bile yanlışı savunan demektir. “Hettar” da içi bozuk demektir. Hukuk düzeninde kimse başkasının yaptıklarından dolayı cezalandırılamaz. Herkes yaptığını hesabını kendisi verir ve kendisi cezalandırılır. Bu dünyada insanlar birbirine bağlı olduklarından bu kural tam olarak uygulanamamaktadır. Ahirette ise bu kural eksiksiz uygulanacaktır. O yevmden haşyet etmemiz emr olunmaktadır. Saatin ilmi Allah’ın indindedir de saat marifedir. Kur’an da bildirilen helakın saati veya kıyametin saati kastedilmiş olabilir. Bunlar hisabi değil ğaybidir. Kurallara göre oluşmadığı için bizim önceden bilmemiz mümkün değildir. Ğaysi o tenzil eder. İfadesi ile yağmurun da ğaybi olduğunu yani hisabi olmadığını ifade eder. Bugün yapılan yağmur tahminleri başlamış olan bir yapışın veya yağış belirtilerinin ki Kur’an da bu belirtilerin olduğu ifade edilmiştir. Bilinmesi ile olmaktadır. Ama meteroloji ilmi yağışın karkulabl değil propabl olduğunu ortaya koymuştur. Erham da olanları da bilir ayeti ile erhamda olanların erkek mi dişi mi olduğu belirlenmiş olup sonradan değişmediğini ifade eder. Erkek veya dişi olma da hisabi değildir. Tamamen ğaybidir. Kişi neyi erte neyi keşfedeceğini bilemez. İfadesi ile insanın her an yeni kararlar aldığı ve kararları değiştirdiği ileri de ne karar alacağını şimdi bilemeyeceğini ifade etmektedir. İnsanın müctehit olması da bundan ileri gelmektedir. Çünkü insan hep belli olaylarla karşılaşmaz. Belirsiz bir çok alaylar da karşısına çıkar. Her yeni olayda yeni kararların alınması gerekir. Bir taraftan şeriata uygun hareket etmek diğer taraftan da işin gereğini yapmak dengenin gereğidir. İnsan nerede öleceğini de bilmez. Bu da insanın sürekli yer değiştiren ve nereye gideceği baştan planlanamayan hususları gösterir. Çobanlık dönemine uygulana bu ifade tarım dönemine, tam uymaz gibi olmuş ise de sanayi dönemi tekrar aynı hali getirmiştir. Bu ayet bize bugünkü gibi insanların devamlı yer değiştireceklerini ifade eder.