98 - BEYYİNE SURESİ
Rahman Rahim Allah’ın ismine
Kevn : Kevn, tepe demektir. Beynin karşılığıdır. Bunlara mukabil düz olan yere de “hevn” denir. “Kane” tepe manasından yararlanılarak “olmak” fiilini oluşturur. “Lem yekün” “olmadı” veya “yok” anlamınadır. “Kane” de “oldu” veya “...dır” anlamına gelir.
Ellezi : Za, erkeklere işaret, ta dişilere işaret harfidir. Türkçede işaret için bu, şu ve o edatları kullanılır. Bu, dudaktan çıkan sestir, yakın olanlar için kullanılır. O, boğazın en alt tarafından çıkan bir harftir. Şu ise orta harftir, ortada olanlar için kullanılır. T ve z harflerinin mahreci de ş harfinin mahrecidir. Ta ve za işaret edatları, “şu” işaret sesinden dönüştür. Şimdi Arapça’da harf-i tarifler yalnız kökler üzerinde geldiği halde bu işaret isimlerine de gelerek “ellezi” veya “elleti” olmuştur. Ellezi, bir cümleyi ism-i fail veya ism-i meful yapar. İsmi fail ve ismi meful dört şekilde gelmektedir. Nekreli fail sırasında fiil veya fail veya meful nekredir. Harfi tarifli sıgalarda fiil nekre, fail veya meful marifedir. “Ma” ve “men” edatları ile yapılanlarda fail veya meful nekre, fiil ise marifedir. Ellezi ile yapılanlarda fiil, fail veya meful marifedir.
Küfür : Hufre, çukur demektir. Ğafere, çukurun dışarı atılmış toprağı demektir. Kefere ise tohumu örten toprağın adıdır. Kafir, çiftçi demektir. Sonraları bu kelime gerçekleri ve hakikatleri kapatan, gizleyen anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Tohumun sonradan yeşermesi gibi hakikatin de bir gün yeşereceğini de bu kelime içermektedir. Kafirun kurallı erkek çoğuldur, muhatap örgütlenmiş bir topluluktur. Böylece İslam düzeninde onların kendi cemaatlerini kurabilecekleri ve diledikleri gibi yaşabilecekleri ifade edilmektedir. Burada kafirler arasında bir fark gözetilmediğinden bunların Ehl-i Kitap olma şartı yoktur. Tarihte de Mecusiler Ehl-i Kitap olmadıkları halde İslam ülkelerinde yaşadılar ve yaşıyorlar. Burada küfredenler belli ama küfür belirsizdir.
Ehl : Hayvanların meskun oldukları yerdir.
Ketb : Derinin deri ile dikildiği sırım, iptir. Deriyi deri ile dikiş demektir. Sözleşmelerin yazılmasına kitap denmiştir. Yani kitap sözleşme değeri taşıyan yazıdır. „Hat“tan farlıdır. Ehli Kitap sözleşmeleri olan topluluktur. Kitab verilenler ise Yahudiler ve Hıristiyanlardır.
Şirak : Tasma kayış demektir. Ortak olmak birbirine bağlanmak manasi taşıdığı için ortaklığa şirk denmektedir. İşrak ise birini başka birine ortak saymak demektir.
Fekke : Fekik kopuk, fekke koparmak demektir. İnfikak kopmak anlamına gelir.
Hatta : Son demektir. Ölünceye kadar demektir. Bununla beraber mezarları ziyarete kadar şeklinde ifade edilmiştir. Ziyarete hakiki mana verenler de vardır.
Etve : Su kanalı demektir. Suyun akıp gelmesine „eta“ mastar olmuştur. Bir yönden gelişi ifade eder. „Ciet“ ise yönsüz gelisi ifade eder.
Beyn : Yarik demektir.
Resul : “Risl“ saçak demektir. Salmak anlamına gelir. Sonraları haber salma anlamında elçi gönderme manasinda kullanılmıştır.
Allah : Allah kelimesi “el-ilah”tan dönüşmüştür. Özel isimdir. Kurallara göre türememiştir. Harfi tarifle gelen kelimelere “ya” harfi geldiği zaman “eyyuha” harflerini alır. Oysa “Ya Allah” denir. Yani buradaki” el” harfi tarif değildir. Allah’ın kainatı var ettikten sonraki özel ismidir.
Telv : Sütten kesilen ve anasının peşinde koşan yavru demektir. Arkasından gitmek anlamındadır. Sonra aksettirme anlamına gelmiş ve başkasına okuma anlamı kazanmıştır.
Sahf : Tepsi demektir. Yaygı. Sonraları üzerinde yazı yazılan uzun rulo olabilen kağıt türü beze denir. Yaprağın bir tarafına sonraları sahife denmiştir.
Tahur : Akar temiz sudur. Türkçe‘deki dere kelimesi de buradan gelmiş olabilir. Sonra temizlenme manasında fiil olmuştur. Tathir temizlemek demektir.
Ketb : Derinin deri ile dikildiği sırım, iptir. Deriyi deri ile dikiş demektir. Sözleşmelerin yazılmasına kitap denmiştir. Yani kitap sözleşme değeri taşıyan yazıdır. “Hat“tan farlıdır. Ehli Kitap sözleşmeleri olan topluluktur. Kitab verilenler ise Yahudiler ve Hıristiyanlardır.
Kaim : Hayvanların ön ayaklarına denir. Kavm ise ağacın gövdesi demektir. Kıyam etmek, kalkmak veya ayakta durmak anlamındadır. Kayyim ayakta durandır. Mecazi olarak sağlam, bozulmamış veya bozulamayacak anlamındadır.
Fırka : Kayalıktan kopan parça demektir. Sonraları parçalanma anlamında kullanılmıştır. Fırka da bölünme vardır. „Hilaf“ta ise kutuplaşma ama yine bağlı kalma anlamı vardır.
İlla : İn ve la dan mürekkeptir. İstisna edatıdır. Bunun dışındakiler sadece şunlar anlamındadır. İki türlü istisna yapılır. Biri daha öncekilerin içinden istisna yapılır. Buna muttasıl istisna denir. Bu takdirde insanların bir kısmı harabe içinde bazısı da harabe dışındadır anlamına gelir. Yahut daha önce geçenlerin dışındaki kimseler onların halinin dışındadır anlamına gelir. Buna munkati’ istisna denir. Bu takdirde müminler de çöküntü içindeler ama onlar kurtulacaklar demektir.
Buud : Bakıldığı zaman ufka yakın yere „bei‘d“ denir. Eğer bu yer dar bir vadide ise o da „a‘mik“ denir. Sonra zaman için „ba‘de“ zamanda uzak anlamında kullanılmaya başlanmış ve daha sonra „önce“nin karşılığı olarak bir mana kazanmıştır.
Ciet :Suyun toplandığı çukur demektir. Gelmek anlamındadır. “Etve” kanaldan gelen sudur. Bir yönden gelmesi kastedilirse “eta” kullanılır, yönü belirsizse “cae” ile anlatılır. “Cae” fiili mazi (geçmiş zaman) ise de “iza” dan sonra geldiği için fiili muzari (gelecek) anlamı alır. Bu surenin Mekki veya Medeni olduğu kesin değilse de Medeni olsa bile Mekke’nin fethinden önce geldiği anlaşılmaktadır.
Emir : “Merve“ yumşak taş demektir. „Emerve“ yumuşattı, demektir. Sonra „vav“ düşmüş sülasiye dönüşmüş, sözünü geçirme anlamında „buyurmak“ manası kazanmıstır. Emirde cebir yoktur. Kişi emredene karşı değil, şeriata karşı sorumludur. Amir hatırlatıcıdır, münzirdir.
Abd : Ana kapının önündeki bekçidir. Abdin amelden farkı, amil olan belli bir sureyi başkasına tahsis edendir. Geri kalan zamanlarını ise başkalarına kullandırabilir. Abd ise bütün vaktini birisinin emrine veren kimse demektir. Kişi kendisini satma hakkına sahip olmadığı için abdlik (kölelik) sözleşmesi batıldır. Burada sözleşmeye göre başka insanlara, kafirlere hizmet verilmeyecek anlamında değildir. Bütünü ile yücelterek birine hizmet vermek ibadettir. Burada “na’budu” demeyip “a’budu” demiş olması, bu sözü söyleme yetkisi başkanlara ait olmasından dolayıdır. Buna göre yukarıdaki “kul” sözü “ey başkan, sen söyle” demektir. Bununla beraber eğer tek kişi isen ve bunu söylüyorsan bu demektir ki, oradan hicret edeceksin.
Hales : Çekirdek içidir. İlik anlamına da gelmektedir. Öz manasınad da kullanılmaktadır.
Din : Dane, inek yavrusuna denir. Yavrunun anasına meme emmek için yaklaşması haline “dane” denir. Yaklaşmak demektir veya borçlanmak demektir. Deyn kelimesi din kelimesi ile aynı köktendir. Atomlarda da oksijen, hidrojene elektron borçlanır, borçlu ve alacaklı birbirlerinden ayrılmadıklarından su molekülünü oluştururlar. Din de, kişilerin birbirleriyle ayrılamaz şekilde borçlandıkları düzendir. Aynı zamanda borç ve alacak muhasebeye dayandığı için din hesap, muhasebe demektir. Dinar kelimesi de dinden gelir. Burada din düzen demektir. Allah’ın dinine girmek kişi olarak onun şeriatini kabul etmek demektir. Bunun hesabı ahirette görülecektir. Dinin dünyevi manası İslam düzeninde olan bir devletin vatandaşlığını kabul etmek demektir.
Hefa : Hanif eğildiği zaman kırılmayan yaş çalıdır. Esnek çubuk demektir. Burada insanların fıtratına, aslına ve yaradılışına dönmeleri istenmektedir.
Sıliy : Sıliye, çölde Arapların güneşte et pişirdikleri taşın adıdır. Sonra pişirmek mastarına dönüşmüştür. “Ateşte pişecektir” denmektedir. Terbiye olacaktır, anlamındadır. Salat kelimesi de buradan gelmektedir. Cehennem dünyada terbiye olmayan insanları ahirette terbiye etmek için vardır. Zaten cehennem de fırın demektir. Salat, her çeşit bedeni ibadet anlamına gelir.
Zekat : “Zekiyye“ bol otlaklı arazi demektir. Sonraları canlılık için kullanılmıştır. Canlının temizlik özelliğinden dolayı temizlik; büyüme ve gelişme özelliğinden dolayı da artma anlamı kazanmıştır.
Nar : Ateş demektir. Nur da bu kökten türemiştir.
Cehennem : Cehm, cahm ile akraba bir kelimedir Cehennem toprağı pişirmek, seramik fırını demektir.
Huld : Parçalanmayan sert kaya demektir. Huld, yağmurun ve karın yıpratıp parçalayamadığı kayalardır. Ölümsüz olmak için kullanılmaya başlanmıştır. Servetin topluluktaki gücünü görenler, servet sahibi olmakla artık yenilmez, hasta olmaz, olsa da servetleri ile kolayca def edeceklerini sanır ve bütün gücünü servet edinmek için harcarlar. Günümüzde de herkes para kazanırsa her sorununu çözeceklerini sanmaktadırlar ve bütün hayatlarını kazanç üzerine kurmaktadırlar. Bugün servet tanrılaştırılmıştır. “Para her kapıyı açar” sözü şirkin alenen itirafıdır.
Şerr : Şerareden gelen bir kelimedir. Ateşten sıçrayan alev parçası anlamındadır. Sonraları hayrın karşılığı olarak şerr kelimesi kötülük anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Beklenmedik zararlar şerdir. Kötülük olarak tercüme dilecektir.
Bery : “Berr“ deniz mukabili “kara“ demektir Beriye bina anlamındadır. Hilkat anlamına da gelmektedir.
Ellezine amenu: “Ellezine amenu”, “ellezine hadu” gibi ehli Kur’an’ı ifade eder. Kur’an’da bu deyim bunun için geçer. Ama kelime manasıyla da bütün inanmış kimseler kastedilmiş olabilir. Müzekker salim olduğuna göre birlikte iman edenler anlamı çıkmaktadır. O zaman dayanışma ortaklığını kuranlar demektir. O takdirde fiil ifal babından değil mufaale babından gelmiş olur. İnsanların ancak dayanışma ortaklıklarını kurarak topluluk oluşturmalarıyla kurtulacaklarına işaret edilmektedir.
Amel : Amele iş yapmaya alıştırılmış deve veya öküz demektir. Abd kelimesi ile de akrabalığı vardır. Amel etmek başkasına iş yapmak demektir.
Salh : Sarh köşk, serh (sinle) silah demektir. Bugün bu kelimenin aldığı mana uygunluk anlamındadır. Bir somun civataya geçiyorsa o somun o civataya salihtir deriz. Burada uygun olan işleri yapmak anlamına gelmektedir. Dişi çoğul kullanılmıştır. Bu çoğul sayıca çoğulu değil de, sistematik çoğulu ifade eder. Topluluklarda herkes ayrı ayrı işler yapar, sonunda o işler birbirini tamamlar ve bir bütün olur. Kişiler kendi hür iradeleri ile iş yapacaklar, kendi çıkarlarını düşünecekler, bunun yanında başkalarının da çıkarlarını ve onlarla uygunluğunu da hesaba katacaklar. Böyle amele salih amel denmektedir. Dayanışma ve işbölümü esasına dayanan çalışmaları yapan topluluklar ancak çöküntüden kurtulmuş olur. Böylece topluluğun temel iki unsuru ifade edilmiş oluyor.
Hayr : At sürüsü demektir. Hayr servet demektir. Nisaptan fazla mal veya gelir getiren mal anlamındadır. Heyr kelime olarak şerre karşılık tercih edilen şey anlamında da kullanılmıştır.
Ceza : Bir şey karşılığı verilendir. Yerini tutan şeye denir. Sonra zimmilerden alınan verginin adı olmuştur. Ceza bir fiile karşı uygulanan kötülük veya iyiliktir. Sonraları kötülere daha çok kullanılmıştır.
İ‘nde : “Anid“ yulara gelmeyen devedir. Fikirlere karşı yanlış üzerine direnen kişiye “anud“ denir. Bile bile aksini idda eden kimse demektir. Küfür, daha çok fikirde direnen, “inad“ ise daha çok fiilde direnen kişidir. Bu anlamdan “inde“ insanın iç düşünce yapısı anlamına gelir.
Rabb : Ribve, tümsek demektir. Çöllerde tümseğe benzeyen yer yer serpilmiş ağaçlıklara da rabve kelimesi kullanılmaktadır. Sonra yavaş yavaş gelişme karşılığı kullanılmıştır. Birden oluş “hilkat” ile ifade edilir, evrimle gelişmeler rabvet ile ifade edilir. Rebebe kelimesi de rabveden dönüşmüştür. Terbiye kelimesi bunlardandır. Türkçe olarak “yetiştiren” veya “yetiştirici” olarak tercüme edilir.
Cinn : Cennet, dışarıdan iç tarafı görülmeyen meyveliklerin adıdır. Cenin kelimesi buradan gelmektedir. Görülmeyen varlıklara “cin” denmektedir ve inse karşı kullanılmaktadır.
Aden : “Firdevs“ özel mülkiyetli bahçedir, “aden“ ise yaz ve kış meyve veren bahçe demektir.
Cery : Suyun akıntısına kapılıp yüzen parçadır. Buradan akis fiili oluşmuştur. Bizzat suyun akışına da cereyan denmiştir.
Taht : Tahta demektir. Ayakların veya oturmak için üzerine konan ağaç parçasıdır.
Nehir : Durgun suyda dibe çöken mile “leyl“ akıp denize giden parçacıklara da “nehir“ denir. Kuşların çamurda avlananlarına “leyl“, suda avlanana da “nehar“ denir. “Nehir“ “ırmak“, “nehar“ da “gündür“ demektir.
Ebed : Beda çöl demektir. Bedee başlangıç demetir. Ebed başlangıcı ve sonu, bidayeti ve nihayeti olmayan demektir.
Radiy : Rad‘ meme demektir. Radiye “a‘yn“ “ya“ya dönüşmüş, “radiye“ olmuştur. Annenin çocuğuna süt verirken duyduğu sevgiye denir. Süt, anne çocuğunu emdirirken yalnız görevi olduğu için emdirmez, aynı zamanda isteyerek ve zevk alarak emdirir. Bir işi yaparken ilerideki çıkarları ve sonuçları düşünerek işi yaparsın ama onu yapmak istemezsin. Örneğin bir hakim kanunlara uyarak suçluya ceza verir ama “keşke bu suçu işlemeseydi de bu cezayı vermeseydim” der. Bazı işi de, görevi olarak yapar ve hem de yaptığından memnun olur. Birincisine irade ikincisine rıza denir.
Allah : Allah kelimesi “el-ilah”tan dönüşmüştür. Özel isimdir. Kurallara göre türememiştir. Harfi tarifle gelen kelimelere “ya” harfi geldiği zaman “eyyuha” harflerini alır. Oysa “Ya Allah” denir. Yani buradaki” el” harfi tarif değildir. Allah’ın kainatı var ettikten sonraki özel ismidir.
Haşy : Ayaktaki kuru ottur. Hışırtı, otlardan gelen sestir. Hışırtı sesinden doğan korkudan gelişerek haşiye korku anlamına gelir, yani Rabbinden korkmak demek, onun sözüne kulak vermek demektir. Kulak verilmediği zaman başa gelecekleri hesap etmek demektir.
Kitap ehli ve müşriklerden kafir olan kimseler kendilerine beyyine etvet edene dek infikak eder olmadılar. Allah’tan bir resul mutahhar suhufu tilavet ediyor. İçinde kayyime kutub var. Kitap verilmiş olan kimseler kendilerine beyyine ciet ettikten sonra ancak teferruk ettiler. Oysa onlara hunefaen dini ona muhlisler olarak ancak Allah’a ibadet etmeleri, salati ikame etmeleri, zekati ita etmeleri emrolundu. Ve kayyimenin dini budur. Kitap ehli ve müşrik olanlardan küfretmiş olan kimseler orada halid olarak cehennem narindadırlar. Onlar beriyyenin şerridir. İman etmiş ve salih ameli işlemiş kimseler, işte onlar, berriyenin hayrı olanlardır. Rablarının indinde cezaları içinde ebeden halid olarak tahtından enharın cereyan ettiği adin cennatidir. Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Bu rabba haiiyet edenler içindir.
Yasası olanlar ve başıbozuk olanlardan kapatmış olan kimseler, kendilerine kanıt gelene dek çözülür olmadılar. Allah’tan bir elçi arınmış kağıtları aktarıyor. İçinde (sağlam) duruşun yasaları var. Yasa verilmiş olan kimseler kendilerine kanıt geldikten sonra ancak parçalandılar. Oysa onlara, başa dönerek düzeni ona katkisiz ancak Allah’a çalışmaları, toplantıları yapmaları, ödenekleri vermeleri buyuruldu ve duruşun düzeni budur. Yasası olanlar ve başıbozuk olanlardan kapatmış olan kimseler, orada kalıcı olarak ocağın ateşindedirler. Onlar varlıkların kötüsüdürler. İnanmış ve iyi işler yapmış kimseler, işte onlar, varlıkların iyisidirler. Yetiştiricilerinin yanında karşılıkları süresiz kalıcı oldukları, altlarından ırmakların aktığı kesintisiz yemişlikler içindedirler. Allah onları yeğledi, onlar da Allah’ı yeğlediler. Bu yetiştireni dinleyen kimse içindir.
AÇILKAMA : Bu sure tebliğ ve davet surelerinin sonuncusudur. Bu surede insanların dünyada ve ahirette taltif edildikleri anlatılmaktadır. İnsanlar dünyada ikiye ayrılmaktadır. Küfretmiş olanlar da ikiye ayrılmaktadır. Ehli kitap ve müşrikler. Ehli kitap yasaları ve düzenleri olanlar, müşrikler ise devlet aşamasına gelmemiş olanlardır. Bunların kendilerine beyyine geldikten sonra çözüldükleri anlatılmaktadır. Oysa kendilerine kitap verilmiş olanların parçalandıkları bildirilmeektedir. Bunlar “hatta” ile, “kitabı verilenler” ise “illa min ba’di” ile istisna edilmektedir. Yine bunlar “beyyineyi etvet” ile, “kitabı verilenler” ise “ciet” ile “beyyinenin geldiği” ifade edilmektedir. “Hatta” mutlaka olacağini ifade eder, yani hem illet hem şart olur. “İlla” ise şart olur, illet olmaz.
Küfretmiş olanların çözülüp dağılacakları, bunu da Kur’an’ın yapacağı anlatılmaktadır. “Kendilerine kitap verilenler”in bir kısmının bölüneceği, bir kısmının da bölünmeyeceğine değinilmektedir. “Etvet” tek yönden gelen sudur. Bu akli delildir. “Ciet” ise çok yönden gelen sudur. Bu da hem akli hem de nakli delili ifade eder. “Müşrik ve ehli kitaptan” demek suretiyle hem müşrik hem de ehli kitaptan küfretmiş olmayanların olabileceği gibi, kendilerine kitap verilenlerden küfretmiş olanların olabileceğini anlatmaktadır. Kitap ehline ve müşriklere delil peygamberlerdir. Kendilerine kitap verilenlerin delili ise ellerindeki kitaplarıdır. Tevrat ve İncil de Kur’an gibi mucizedirler. Ancak onların mucizeleri geçicidir. Kur’an’in mucizeleri ise kıyamete kadar geçerlidir. Ehli kitaba emr olunan katkısız düzeni, Allah için onun şeriatına uygun olarak tesis etmeleri, toplantılar yaparak istişare etmeleri ve ortak fon oluşturarak düzenlerinin devamını sağlamalarıdır, kayyimenin yani yasamanın, sağlam durmanın düzeni budur.
Bu tasnif dünyaya göre yapılmıştır. Arada “vav” harfi getirilmeden ahiretle ilgili tasnif yapılmıştır. Bu tasnifte küfretmiş olanlar ile iman etmiş olanlar birbirinden ayrılmıştır. Yani ister müşrik ve kitap ehlinden olsun, ister kendilerine kitap verilenlerden olsun, ister Kur’an ehli olsun, ister Tevrat, ister İncil ehli olsun kim olursa olsun küfretmiş olanlar cehennemdedirler. Onlar beriyyenin şerridir. Buna karşı iman etmiş ve ameli salih işlemiş olanlar cennettedirler ve bunlar beriyyenin hayrıdırlar.
Bu iki tasnifte iman etmiş olanlar için farklı hükümler getirilmiştir. İman etmiş olanlar için iki ayet, küfretmiş olanlar için bir ayet ve küfretmiş olanlar için sadece kalıcı deenmektedir. İman etmiş olanlar için ise sonsuz kalıcıdırlar, denmektedir. Esas gayenin cennet olduğu, cehennemin cennete gitme basamaklarından bir basamak olduğu, Kur’an’ın beyyine olduğu yani insanlara delil olduğu ve insanların delillere teslim olma yerine delilleri tevil ederek parcalandığı... anlatılmaktadır.