AKEVLER KUR'AN MEÂLİ
Süleyman Karagülle
2130 Okunma
araf suresi-meal yok-tefsirden çıkacak

ÂRAF SÛRESİ TEFSİRİ

 

(ADİL DÜZEN 442/19.01.2008-1ve6.ayetler tamamlandı)

 

ÂRAF SÛRESİ TEFSİRİ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

المص (1) كِتَابٌ أُنزِلَ إِلَيْكَ فَلاَ يَكُنْ فِي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنذِرَ بِهِ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ (2) اتَّبِعُوا مَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلاَ تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ (3) وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا فَجَاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتًا أَوْ هُمْ قَائِلُونَ (4) فَمَا كَانَ دَعْوَاهُمْ إِذْ جَاءَهُمْ بَأْسُنَا إِلاَّ أَنْ قَالُوا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (5) فَلَنَسْأَلَنَّ الَّذِينَ أُرْسِلَ إِلَيْهِمْ وَلَنَسْأَلَنَّ الْمُرْسَلِينَ (6)

المص (ELMÖ)  “Elif Lam Mim Sad”

ELİF” ülfetten gelen bir kelimedir. Camid isimdir. Telif etmek, üretmek anlamında olduğu gibi çoğaltmak anlamındadır. Üreterek çoğaltmak demektir. Kitabı telif etmek onu yazmak demektir. Sonra o pek çok mushaf olacaktır. Elif sesi de diğer seslerin kaynağı olduğu için ona elif denmiştir. Boğazdaki ses tellerinden çıkar. Harekelendiği zaman hemze olur. Ebceddeki değeri 1 dir.

LAM” Levm etmek, yermek demektir. Levye, taşı yerinden oynatmak için kullanılan sırık demektir. Ona akrabadır. Kişiyi sarsmak demektir. Onu uyandırmak veya yumuşatmak anlamlarına gelir.

MİM” Bâb, kapı demektir. Ona akraba kelimedir. Kapıları açmak anlamındadır.

SAD” Sayd, av demektir. Bir şeyin peşine düşüp yakalamak anlamlarındadır.

O halde bu sûrenin adı olarak konmuştur. Önce okuyucuları bir araya getirir. Sonra onları eğitir. Sonra onlar İslâm dinine girer. Sonra da orada isteneni buldurur. İmandır. Ameldir.

Küçük ebced.

E=1  L=3  M=4  Ö[Sâd]=9  Toplam=17  Atomlar on yedi elektronlu parçalardan oluşur. 17*(3*3*3*2*2)+1=17*108+1=1836+1=1837 hidrojen çekirdeğinin elektron sayısıdır. Kişilerin birleşerek bir atom oluşturması sistemini anlatmaktadır.

E=1  L=30  M=40  Ö=90  Toplam 161=7*23 Kur’an’ın nâzil olduğu yıllar. 7 dönem sözkonusudur demektir; nüzul, cem, kıraat, fıkhi tefsir, kelami tefsir, tasavvufi tefsir, ilmi tefsir. Bundan başka Kur’an’da geçen peygamberlerin sayıları üzerinde ihtilaf vardır. Hazreti Adem, İdris, Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb bir grubu oluşturur. Hazreti İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Musa, Davut, Süleyman, Zekeriyya, Yahya, İsa ve Muhammed Hazreti İbrahim’in neslinden gelen peygamberlerdir. Yunus, Eyyub, İlyas, Elyasa, Zelkifl, Zennun, Üzeyir, Lokman. Bunlardan nebi olmayanlar da vardır. Bu husus araştırılmalıdır.

Fatiha’dan sonra ilk iki sûre “Elif, Lam, Mim” ile başlamıştır. O iki sûre geçmişte oluşmuş iki dini merkez almıştır. Birincisi Yahudiliği, ikincisi ise Hıristiyanlığı anlatmıştır. Yani geçmişi takdim etmiştir. Âli İmrân Sûresi’nin başında Tevrat ve İncil’in nâzil olduğunu ve onların yanında da Furkan’ın indirildiğini söylemektedir. Furkan, Burkan, Burhan Brahmanların ve Budistlerin kitabıdır. Hazreti İbrahim’in hanımı Katura’dan doğan dört çocuğundan olan peygamberlere gelen kitaptır. Böylece bütün dünyanın büyük dinlerinden bahsetmektedir. Ondan sonra “ey nâs” diyerek insanlığa hitap ederek sûreye başlamıştır. Sonra da “ey iman edenler” diyerek hitap etmiştir. Böylece İslâm şeriatını yani dinini anlatmıştır. Geçen dört sûre İslamiyet’in kendisini anlatmıştır. Bundan sonra gelen dört sûre ise bize İslâmiyet’e nasıl geçileceğini anlatacaktır. Âraf ve En’am dâvet devrini yani Mekke devrini, Enfal ve Tevbe ise Medine devrini anlatacaktır. Biri dâvet diğeri savunma sûreleridir.

İşte bu sûrenin başına “Elif Lam Mim”e “Sad” harfini ekleyerek davet ve savaşa işaret etmektedir. Buradan biz şunu öğreniyoruz. Adil Düzen uygarlığını kurarken önce geçmişi öğrenmeliyiz, fıkhı ve tasavvufu öğrenmeliyiz. Tevrat ile İncil ve Furkan’ı öğrenmeliyiz. Kur’an’da onlar anlatılmıştır. Ama Kur’an’ı anlamamız için onlardan yararlanmalıyız. Onlar beyandır, “Ve allemehu’l-beyan” içindedir.

Bundan sonra kendimiz bir “Adil Düzen Projesi”ni yapmalıyız, “Adil Düzen Anayasası”nı ve yasaları hazırlamalıyız. Onları öğrenmeliyiz. İşimiz burada bitmez. İnsanlara takdim edip anlatmalıyız. İşte bu sûre bize bunu öğretmektedir. İnsanlara “Adil Düzen”i nasıl takdim edeceğiz? Ondan sonra bizim iktidar olma görevimiz doğar. Fıkhı öğrenmemişiz, takvayı öğrenmemişiz, kimseye bir şeyler anlatmamışız, İslamiyet’i ve imanı duyurmamışız ama iktidar olmuşuz! İşte bugünkü durumumuz budur. ‘Niye iktidar olduk?’ demiyorum. Ama onlardan yani iktidarda olanlardan bir şey beklememiz yanlıştır. Biz İslamiyet’i öğrenmeliyiz, yaşamalıyız, anlatmalıyız, isteyenlere öğretmeliyiz; ondan sonra iktidara talip olmalıyız. İlk sekiz sûrenin bize öğrettikleri budur.

كِتَابٌ (KiTAvBun)  “Bir kitaptır.”

Hükümleri içeren bir yazıdır. Kur’an’ın baştan sonuna kadar her satırı, her harfi hükümdür. Bize geçmiş peygamberler anlatılıyor, son nebi anlatılıyor. Hepsi birer hüküm içeriyor. O hükümleri ancak sorunlarımız olduğu zaman anlayabiliyoruz.

Kitab” nekredir. Bu sûre kastediliyorsa diğer sûreler içinde nekredir. Eğer Kur’an kastediliyorsa o zaman diğer kitapların içinde bir kitaptır. Diğer kitaplardan kasıt Tevrat, İncil ve Furkan kitaplarıdır. Bugün yeryüzünde mevcut kanunlar da bir kitaptır. Kur’an da bunlardan bir kitaptır. Kitap hattan farklıdır. Kitapta hükümlerin olması gerekir. Bunun nekre olmasına başka anlam da verebiliriz. Kur’an lafzıyla tek kitaptır. Ama anlamıyla, yorumuyla değil, mezhepleri içerdiği için çok kitaptır. Mânâsı şudur, şimdi senin anladığın bu kitap başkalarının anlamasından farklıdır. Sen senin kitabına göre amel edeceksin. Onlar kendi kitapları ile amel edecektir. Dolayısıyla insanlara tebliğ ederken şunları söylemeliyiz. Biz size bunları anlatıyoruz. Bizim Kur’an’dan anladıklarımızı size naklediyoruz, sizden sadece dinlemenizi istiyoruz. Biz de sizi dinleyeceğiz. Ama siz sizin anlayışınıza göre amel edeceksiniz, biz bizim anlayışımıza göre amel edeceğiz. Anlaştığımız hususlar olursa orada beraber hareket edeceğiz. Nekre gelmiş olmasının hikmeti budur.

أُنْزِلَ إِلَيْكَ (EuNZiLa EiLaYKa)  “Sana inzâl olunmuştur.”

Kitabın sıfatıdır. Yahut haberden sonra haberdir. Kur’an’da sana vahyolunan deniyor, sana inzâl olunan deniyor. İnzalde kesinlik vardır. Beynine kondurulmuştur. Lafzıyla, mânâsıyla gelmiştir. Oysa vahiyde mânâ gelmiştir. Hazreti Muhammed’e bu kitap Cebrail tarafından inzal olunmuştur. Bize ise atalarımızdan mütevatir olarak aktarılarak gelmiştir. Bizim atalarımız bizim Cebrail’imizdir. Hazreti Muhammed’e Cebrail öğretti, bize de atalarımız öğretti.

Burada “nüzzile” denmemiş de “ünzile” denmiştir. Oysa Hazreti Muhammed aleyhisselâma peyderpey nâzil olmuştur. Demek ki bu sûre sadece Hazreti Muhammed’e hitap etmiyor, her okuyucuya hitap ediyor. Buradaki “Ke/sen” sadece Nebi Muhammed aleyhisselâm değildir, her okuyucudur. Her okuyan Kur’an’ı kendisine indirilmiş kabul edecektir, kendisi içtihat edip anlayacaktır. Ona göre amel edecektir. Kendisi içtihat edemezse müçtehidini kendisi seçecektir. Onun içtihatları ile amel edecektir. O da ona nâzil olandır. Kitabın nekre gelmesi ve inzâlin  tef’il değil de if’âl babından gelmesi bunu ifade eder.

Bu kural insan olmanın kuralıdır. Bu kural demokrasinin kuralıdır. Bu kural insanların kendi kendilerini yönetmesi demektir. Bu kuralın olmadığı bir düzende demokrasi olamaz, laiklik olamaz. Ekseriyet kararlarına uyma zorunluluğunda demokrasi aldatmacadır. Bu sebeple diyoruz ki, demokrasi yalnız İslamiyet’te vardır.

Kur’an’daki “Ke/sen” kime hitap etmektedir?

Kuralımızı uygulayalım.

a)      Nebi Resul Hazreti Muhammed’e hitap etmektedir. Çünkü ilk olarak ona nâzil olmuştur.

b)      Nebinin halefi olan her âlime hitap etmektedir. Çünkü o bu âyetleri yorumlayacaktır.

c)      Resulün halefi olan her yöneticiye hitap etmektedir: Toplulukta uygulayacak olan odur.

d)      Her mü’mine, her Kur’an’a iman edene hitap etmektedir. Çünkü okuyan ve uygulayan odur.

Bu âyetin tefsirini yaparken her muhatap için ayrı olarak yorumlamak gerekir. Hepsi doğrudur. Biz bugün bize nâzil olmuş kabul ederek yorumluyoruz. “Ke” harfine her mü’mini idhal ediyoruz. Herkes Kur’an’ı mealle de olsa okuyacak ve kendi içtihadı ile amel edecektir. Anlamadığı yerleri müçtehidine soracaktır. Hiç kimse kendisini Kur’an’ı okuyup anlamaktan muaf tutamaz. Her gün yaklaşık on sahife Kur’an mealle de olsa okunmalıdır. Bu farzdır. Günde beş vakit namaz vardır. Her namazın iki rekatında Kur’an okumak ve mânâsını anlamak farzdır. Namazdan önce veya sonra tesbih yerine Kur’an’ın meali okunmalıdır. Sünnet namazları yerine Kur’an’ın meali okunmalıdır. Çünkü Kur’an’ı mânâsıyla okumak farzdır. Diğerleri sünnet veya müstehaptır. Uzatma da haramdır.

فَلاَ يَكُنْ (Fa LAv YaKuN)  “Olmasın.”

Burada gayba emir sigası kullanılmıştır. Muhataba emir vardır. ‘Ayağına engel takılmasın’ dediğimiz zaman ayağını engele takma demiş oluruz. Ayağına engel takılmasın yani sen ayağına dikkat et demektir, tedbir al demektir. Yapmak başka tedbir almak başkadır. Yapmak işlerini işlemektir. Tedbir almak ise sebeplerini, şartlarını veya manilerini işlemek demektir.

Burada da “olmasın” deniyor. Sıkıntı olmayacak tedbiri al demektir. Kitabın indirilmesi ne gibi sıkıntılar ortaya çıkarır ki o olmasın, onun tedbirlerini al denmektedir. Kâinatta atalet prensibi vardır. Bir şey ne üzerinde ise onun üzerinde kalmak ister. Duruyorsa duruyor, yürüyorsa yürüyor. Değişikliğe karşı direnç gösterir. Değişikliğin olması için onu değiştirecek güce ihtiyaç vardır. Kitap nâzil olmuştur. Daha önce bilinmeyen ve yapılmayan bir şeyi emretmektedir. Yoksa kitap yeniden nâzil olmaz. Atalet kanunu gereği direneceklerdir. Sana o yeni emri yerine getirtmeyeceklerdir. Zorluk içinde kalacaksın, tedbir al demek olur.

Biz Kur’an’ı her okuyuşumuzda yeni mânâ anlarız. Dolayısıyla yeni görevimiz doğar. Araba süren biri her an yeni durumla karşılaşmakta ve ona göre direksiyonu çevirmekte, gaza veya frene basmakta, vitesi değiştirmektedir. İnsan hayatı boyunca yürümektedir, gündüz gece gitmektedir. Gittiği yollar ise hiç de daha önce gittiği yollar değil, önünde daima yeni yollar vardır. İşte bu yeni yolları aşmak için her an yeniden kitap nâzil olup yol göstermektedir. Ama topluluk da buna direnç gösterecektir. Tedbirli ol, yeni yollar ve yeni durumlar seni sıkıntılara sokmasın.

حَرَجٌ فِي صَدْرِكَ(FIy ÖaDRiKa XaRaCun)  “Başında bir harac olmasın.”

Sadr” okun ön tarafıdır. Okun şekli ön tarafta kalındır. Damla biçimindedir. Arka tarafı incelerek uzar. En geniş yerden itibaren en ön tarafı sadrdır. İnsanın karnı üstündeki baş kısmına “sadr” denmektedir. Ama daha çok baş için kullanılır. Kalbin ve midenin bulunduğu göğüs kısmına “cevf” denmektedir.

Başında bir harac olmasın, bir sıkıntı olmasın.

Buradaki “Fa” fa-i tafsiliyedir. Kitap sana inzâl olunmuştur. Ondan sana zorluk olmasın.

Harac” sıkışıklık demektir. Harc, içinden geçilemeyecek sıkı ağaçlık demektir. Ağaçlar ve çalılar o kadar sıkışıktır ki içinden geçemezsiniz. Böyle kalabalık yerlere de harac denir. Betondaki kum çakıl yığını ve kireç veya çimento karışımı da harçtır.

Beyindeki harac” ise sorunu çözememek, ne yapacağını bilememek demektir. Bir matematik problemini çözemeyen harac içindedir. Bir siyasî, hukukî, ilmî ve ekonomik sorunu çözememek, harac içinde olmak demektir. Beyindeki elektrikî devreler sonuç vermiyor. Soru olarak kalıyor. Bu haracdır. Bu karışıklık işlerimizde olabilir. Bu karışıklık beynimizde olabilir. Burada tedbir alacağımız yer beynimizdeki haracdır.

مِنْهُ (MiNHu)  “Ondan”

Ondan yani kitaptan sadrında harac olmasın. Kitaptan sana harac olmasın.

Burada bize içtihadın temelini göstermektedir. Bu kitap bize nâzil oldu; onu biz anlayalım ve uygulayalım diye. Önce biz anlamalıyız; başkalarının anlaması bize yetmez, bize yaramaz da. Nekrelik bunu ifade eder. Sonra her okuduğumuzda yeniden onu mânâlandıracağız. Geçmişteki mânâlar orada kalmıştır. Sonra anlamadığımız yer varsa bilene sorarız, öğrenmeğe çalışırız. Her yeni olay için yeniden sormak durumundayız. Eski fetvalar bize yaramaz. Çünkü hayat her an değişmektedir. Dördüncü olarak da, eğer bir şeyi anlayamıyorsak müteşabihtir deyip geçmeliyiz, beynimizi sıkıntıya sokmamalıyız.

لِتُنْذِرَ بِهِ (Lı TuNÜıRa BıHıy) “Onun ile inzar edesin diye.”

Buradaki “Li” yekün” fiiline müteallak olabilir. İnzâr etmen için senin sadrında harac olmasın deniyor. Onu ille inzar edeceğim diye sıkıntın olmasın, yahut inzar eden için sıkıntı olmayacak kadar hazırlan demektir.

Kitabı anlatmak da bizim vazifemizdir. Her mü’min kitabı öğrenecek ve bütün insanlara anlatacaktır. Bu hepimize düşen vazifedir. Her karşılaştığımız insana veya insanlara Kur’an’ı anlatmalıyız. Bunu yaparken sıkılmamalıyız. Çünkü biz en çok bununla karşılaşırız. En çok sorumlu olduğumuz nokta burasıdır. Öğrendiğimiz kadar tebliğ yapabiliyor muyuz? Bize nâzil olduğu kadarını başkalarına ulaştırabiliyor muyuz?

Buradaki “Li” zarfı mustakar olabilir. Aslı “Li En Tünzire”dir. “Li”de muzariden önceki “En” hazf olur. Kitap haberinden sonra “Ünzile İleyke” ikinci haberdir. “LiTünzira Bihi” de üçüncü haberdir. Sadrında harac olmasın ise cümleyi mu’terizedir. Kitaptan sonra eğer haber ise haracla ilgili değilse, o zaman anlatmamız içindir. Bunu kullanarak insanlığa ulaşırız. Bu takdirde anlatmamız farz olmamış olur.

Öyleyse âyete her iki şekliyle mânâ vermemiz için tüm insanlığa ulaştırma yani tebliğ etme bize farzdır. Ama onlar dinlemek istemezlerse bizim sorumluluğumuz kalkar. Her iki mânâyı iki hâle göre yorumluyoruz. Bu da usulün temel kaidesidir.

Kitap nâzil olmuştur ki biz onunla nâsı uyaralım. Elimize silah olarak verilmektedir. Bu sûreler tebliğ sûreleri olduğu için amelî kısımları değil fikrî kısımları ile ilgilenilmektedir. Beynimizde harac olmayacak, netlik olacaktır. Sonra biz onu başkalarına ulaştıracağız. Onların ondan uyarılıp uyarılmayacağına karışmayacağız. Bunu da her birimiz ayrı ayrı yapacağız.

Bu ifade bize yukarıdaki muhatabın âlim yani bilgin olduğunu belirler. Yani net anlayan kimse inzar edecektir. Bilmediğimiz, anlayamadığımız şeyleri başkalarına söylemeyeceğiz. Âlim olmayanlar ise sadece âlimlerini tanıtacaklardır. Mesela, bir tüccar gidip Afrika’da ticaret yaparken orada karşılaştığı birine Kur’an’dan bahsedecek ve Kur’an’ı kendi rasihinin nasıl yorumladığını anlatacak, kendisi yorum yapmayacaktır.

وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ (2)  (Va ÜiKRAy Li eLMuEMıNIYNa)  

“Mü’minler için zikrâ olmak üzere.”

Burada “Vezikrâ” demektedir. “Tünzira”ya atfolmuştur, yahut “Litünzira Bihi”den sonra dördüncü haberdir. O zaman fiil cümlesine atf olmamış olur. Biz bu mânâyı vereceğiz.

İnzar etmek âlime düşmektedir ama bu inzar mü’minlere inzar olmayacaktır.

O halde benim vazife olarak AK Partililere veya Saadet Partililere inzar etmem gerekmiyor, çünkü onlar zaten inanıyorlar. Onlar kendileri anlayacaklardır. Ben âlim olarak onlara anlatmakla mükellef değilim. Oysa Kur’an’ı anlamayanlara anlatmak her mü’minin ve âlimin vazifesidir.

Zikrâ” burada masdardır. Kendisi “mü’minlere” anlatmaktadır, aracısız anlatmaktadır. Kur’an’ın resmi yorumlayıcısı yoktur. Herkes kendi içtihadı ile Kur’an’ı anlatır ve uygular. Ayrıca mü’minleri de icma varsa orada birleştirmiş olur. İçtihat başka icma başkadır. İçtihat, kişilerin kendi kendilerine içtihat yapıp uygulamalarıdır, icma ise topluluğun ortak anlayışıdır.

Buradaki “el-mü’minûn” kimlerdir?

a) Bir aşirette nöbet tutan kadın ve erkekler.

b) Bir bucakta koruma nöbeti tutan erkeklerle bunlarla beraber olan kadınlar.

c) Bir ilde güvenlik nöbeti tutan erkeklerle bunlarla birlikte olan kadınlar.

d) Bir ülkede savunma nöbetleri tutan erkeklerle bunlarla birlikte olan kadınlar.

İşte bunlar mü’minlerdir. Bir de tüm insanlığın mü’minleri muhataptır. İcmalar bu kademede olmaktadır. Her kademedeki icma kendilerini bağlar. Ancak insanlık bucak başkanlığı da idare edilmektedir. Her bucak kendi içtihat ve icmaları ile yaşar. Cuma cemaatine hitaptır.

***

اتَّبِعُوا (EitTaBıGUv)  “Tâbi olunuz.”

Sana inzal olunduğunu ve mü’minler için zikrâ olduğunu belirttikten sonra “tâbi olunuz” diyor. Arada “ve” harfi gelmemiş, kime hitap edildiği de belirtilmemiştir. Çünkü muhatap mü’minlerdir. Kur’an mü’minlere doğrudan nâzil olduğu için muhatabın kim olduğunun belirtilmesine gerek kalmamıştır. Kur’an mü’minlere ayrı ayrı nâzil olmuştur. Bir de toplu olarak nâzil olmuştur.

“Sen böyle yap” dediği zaman her biriniz ayrı ayrı böyle yapın demiş olur; “siz böyle yapın” dediği zaman da birlikte yapın anlamı çıkmaktadır.

Bundan önceki âyette “sana nâzil oldu” deniyor, bu inzâli tezkir etmek için söylüyor. Şimdi de “tâbi olun” diyor. Burada emrolunanların adı daha önce geçmemiştir. Ama konuşmada “siz” dediğiniz zaman “onlar” muhatabınızdır. Daha önce geçmesi gerekmez.

Buradaki ikinci açıklama da şöyle yapılabilir. ‘Ey nebi yerinde oturan sen inzar et’ ve ‘ey siz mü’minler şunu yapın’ deniyor. Yahut ‘ey mü’min içtihat et’ ve ‘siz ey topluluk, siz birlikte icma ettiğinizi yapınız’. Mü’minler için zikrâ olması bunu açıkça ifade eder.

“Elif Lam Mim Sad, ey kâri, bu sana nâzil olmuştur” ve “ey mü’minler siz de size nâzil olana tâbi olunuz” denmiş olur. Muhataplar hazf olunmuştur.

مَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ (MAv EuNZiLa EiLaYKuM)  “Size inzâl olana ittiba edin.”

“Elif Lam Mim Sad” bir kitaptır. Sana nâzil olundu. Ve size inzâl olundu. Sizde ise size inzâl olunana tâbi olun. Ve ile birlikte size de nâzil olundu silinmiştir. Yani siz başkasına nâzil olana değil, size nâzil olana tâbi olun. Eğer icma ile sabit ise o zaman icmaya tâbi olunuz çıkar.

Başkan aynı zamanda ortak vekildir. Ortak vekile bildirilen müvekkillerine bildirilmiş olur. O halde başkanınızın verdiği mânâlara göre ona tâbi olun. Resule biat Allah’a biattır, yani topluluğa biattır. Bu ayırım birçok yönüyle açıklanır. İçtihat ile ameli, icma ile ameli ayırır. Başkanın kararları ile amelin topluluk kararı olduğunu ifade eder. Mü’minler kendi aralarında içtihatla hareket ederler, karşı taraflara ise teker teker tebliğ ederler. Her ne olursa olsun, burada inzâl edilen Kur’an’ın kendisi değil, Kur’an’ın anlamıdır. O da kitap içindedir.

مِنْ رَبِّكُمْ (MiN RabBiKuM)  “Rabbinizden size ne nâzil olmuşsa ona tâbi olun.”

Rab” eğiten, terbiye eden anlamındadır. Toplulukta dayanışma ortaklıklarını temsil eder. Yasama yetkisi burada dayanışma ortaklıklarına verilmiş olmaktadır. Halk ilim adamlarını kendilerine danışman yapar, temsilci yapar. Bunlar meclisi oluşturur. Meclisin aldığı kararlar neyse şeriat odur. Meclise inzal olunandır. Temsilcilerimizin ittifakı bizim ittifakımız demektir. Uygularken ise herkes kendi içtihadı ile uygulayacaktır.

Her iki âyette “Ellezî” değil de “Mâ” geldiğinden bu Kur’an değil Kur’an’ın mânâsıdır.

وَلاَ تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ (VaLAv TatTaBıGUv MıN DuNıHIy EaVLI YAEa)

“Onun dışında velilere tâbi olmayın.”

Size inzâl olana tâbi olunuz.. Kişilere tâbi olmayı reddetmektedir. İçtihat ve icmanızla amel edin, kimsenin emir ve komutasına uymayınız demiş olmaktadır. Buradaki müfret zamir “Mâ”ya gitmektedir. Yani size nazil olmayana uymayınız.

Burada nehy edilen nedir?

Başka topluluklara nâzil olan yani onların içtihatları ile oluşan hükümlere tâbi olmayın. Siz sizin müçtehitlerin içtihat ettiklerine tâbi olunuz.

Kur’an böylelikle her topluluğu bağımsız yapmaktadır. Herkes kendisinin içtihadı ile amel edecektir. O birinci âyette anlatılmıştır. Burada da her topluluk kendi içtihat ve icmaları ile amel eder demektir. Hiçbir topluluk başka toplulukları taklit edemez.

Burada iki şeye işaret etmektedir.

Biri, her aşiret kendi işlerini kendi içtihadı ile yapacaktır. Kabilede yani bucakta böyledir. Merkez bucaklar da kendilerine nâzil olana göre amel ederler. Merkez bucaklar taşra bucaklara karışmazlar. Yerinden yönetim vardır. Bu çok açıktır. Siz size nâzil olana tâbi olun.

Burada başka bir şey daha ifade edilmektedir. Bugün yaşayanlar kendi içtihat ve icmaları ile yaşayacaklar. Geçmişte yapılanlara uymak caiz değildir. Evliya içtihatlarıyla sabit olanların icmalarla sabit olanlara aykırı olamayacağı da burada ifade edilmiştir. “Evliya/veliler” nekre gelmiştir. Menfide nekre tamim içindir. Kimseye tâbi olmayın demektir. Yalnız size nâzil olan demek, mezheplerin anladığı demektir. Rab kelimesi bunu ifade etmektedir.

قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ (3)  (QaLIyLan MAv TaZakKaRUvNa)  

“Çok az olarak tezekkür edersiniz.”

Buradaki “ma” teşdid içindir. Ne de az olarak düşünüyorsunuz. Yahut da mevsufedir.  Tezekkertüm qalilen ma tezekkerün. Tezekkür ettiğiniz azdır, yahut az tezekkür ediyorsunuz. O zaman hâl değil mef’uldür demektir.

İnsanlarda iki şekilde bilgi oluşur. Ya kendisi arar, bulur ve bilgi sahibi olur. Bu çok azdır. İnsandaki bilginin çoğu başkasından intikal eder. Onun da çoğu yanlış olur. Ama insanlar işin kolayına kaçar ve düşünmeden kabul eder, yani taklitçi olur.

İşte bunu hatırlatmak için; siz az düşünmektesiniz, dolayısıyla siz size inzâl olana tâbi olun, yani içtihat ve icmalara tâbi olun, düşünmeden söylenenlerin arkasından gitmeyin, yahut babalarımız yaptı biz de yapalım demeyin. Tezekkür edin ve tezekkür sonucu size ne bildiriliyorsa onu yapın.

Siz Kitaba dayanıp istidlâl etmezseniz çok az olarak gerçeği bulursunuz.

***

وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ (Va KaM MiN QaRYaTin)  “Karyelerden nicesi vardır.”

Karye” suların toplandığı yerdir. Çardaklar onun kenarında kurulur ve sudan yararlanılırdı. Sonraları suların kenarında kurulan köylere “karye” denmiştir. On aşiret kadar bir topluluktur.

Karyede herkes birbirini tanımaktadır. Günlük hayat birlikte geçmektedir. Bundan büyük topluluklar “belde”dir. Belde yüz karye kadarının merkezinde olan on kadar karyedir. Daha büyüğü ise “Medine”dir. Ondan büyüğü de “mısr”dır. Yalnız “karye” kelimesi müşterektir. Yani hem yüz hanelik yeri ifade eder, hem de diğer belde, medine ve mısr için de ortak ad  olarak kullanılır.

Arapçada bu çok yaygın kullanımdır. Mesela “âlim” dediğimiz zaman erkek âlim, “âlime” dediğimiz zaman kadın âlim anlaşılır. Ama “âlim” dediğimiz zaman aynı zamanda Türkçede olduğu gibi kadın olsun erkek olsun âlim anlaşılır. Böylece âlimin iki mânâsı olmuş oluyor, erkek veya kadın olsun âlim anlaşılıyor.

Karye” de böyledir. Bir mânâsı yalnız yüz hanelik bir köydür. Şimdi biz ona “semt” diyoruz. Yahut da büyük olsun küçük olsun bir “kent” anlamına gelir. Buradaki karyeden maksat, büyüklüğü sözkonusu olmadan kent anlaşılır.

أَهْلَكْنَاهَا (EaHLaKNAvHAv)  “Biz onları helâk ettik.”

Helâk ettiğimiz karyeler vardır.

Toplulukların uygarlaşmaları için yaşlanmış veya bozulmuş topluluklar ortadan kalkmalıdır. Yirminci yüzyıl içinde nice devletler ortadan kalkmış, yeni devletler ortaya çıkmıştır. Bu helâki sadece maddi helâk olarak anlamamız gerekir. Yıkılan devletler helâk olmuşlardır. Osmanlılar, Osmanlı İmparatorluğu, Rus Çarlığı helâk olmuştur. Demek ki “karye” kelimesi devletleri de içerir. Almanya, yıkılmıştır, Sovyetler yıkılmıştır. Irak ve Afganistan yıkılmıştır. Nasıl doğum haksa ölüm de haktır.

فَجَاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتًا (Fa CAvEaHAv BaESuNAv BaYATan)  

“Be’simiz onlara beyatta ciet etti.”

“Beyt” ev demektir. “Tebyit” ise gecelemek demektir. “Beyaten” gece uykusu demektir. Uyurken diyebiliriz. Bu uyuma normal uyuma değil de, artık gece âlemine dalma demektir.

Tarihte zahir felaketler olmuştur. Kur’an’da bunlar anlatılmaktadır. Tufan, sel, yıldırım, zelzele gibi olaylar topluluklara gelmiş ve yıkılıp gitmişlerdir. Bugün de çevre kirliliği insanlığı aynı akıbete götürmektedir. Ancak be’s sadece doğadan gelmez; iç savaşlar, terör ve benzerleri de birer be’stir. Salgın hastalıklar ve yangınlar da be’stir. Zelzeleler hâlâ beyaten gelmektedir.

Buradaki “beyat” insanların kulaklarını tıkayıp sözleri duymaz olduğu zamana tekabül eder.

AK Parti iktidar olduğu zaman biz iki sene ömrü vardır dedik; ABD böyle planlıyor dedik. ABD bu planı uyguladı; başaramayınca bir sene erteledi. Başaramayınca 2007 onun için uygulama yılı oldu. Yine bazı tasfiyeler dışında tam olarak başaramadı. Şimdi 2008’de yeni oyunların peşindedir.

Bize göre şimdi uygulanan siyaset nedir?

Bülent Arınç bertaraf edilmiştir. Abdullah Gül köşke gönderilmiş ve hapsedilmiştir. AK Parti’nin muhalefet edecek milletvekilleri tasfiye edilmiştir. Recep Tayyip Erdoğan görevli bir ekip tarafından muhasara edilmiştir. Tayyip diktaya doğru gitmektedir. İşte başbakanlığı beyaten sona erebilir. Sona ermemesi için mutlaka değişmesi ve “Adil Düzen”i getirmeğe çalışması gerekir.

Biz Kur’an’ın dediklerine bakıyoruz, ABD’nin yaptıklarına bakıyoruz, gelecek hakkında tahminde bulunuyoruz. Geliş bizim tahminimizin dışında beyaten olacaktır. Biz de olanın farkında olmayacağız.

أَوْ هُمْ قَائِلُونَ (4)  (EaV HuM QAEiLUNa)  “Yahut onlar kail iken gelir.”

Kâilûn”un iki mânâsı vardır. Biri “KVL”den, onlar söylenip dururken, dedikodular yaparken birden gelen gelir demektir. Yahut “Kaylule”den bir kelimedir; onlar gündüz uykusunda iken demek olur. Yani onlar ya derin gaflette veya kısa uyuklamada iken helâk gelir.

Demokrat Parti böyle gitmedi mi? Demirel böyle uzaklaştırılmadı mı, Erbakan böyle uzaklaştırılmadı mı? Afganistan’da ard arda darbeler böyle gelmedi mi? II. Cihan Savaşı’nda nice devletler yerle bir olmadı mı?

Burada bildirilen işte bu gibi felaketlerdir.

İçtihat ve icmayı anlattıktan sonra bu helâkleri zikretmesi, çarenin içtihat ve icmada olduğunu bildirmesidir. İnsanlara helâkin çeşitleri gelmektedir. Nasıl hastalık mukadderse, topluluklara âfetlerin gelmesi de mukadderdir. Âfâtı semaviye (gökyüzü) olur, âfâtı arziye (yeryüzü) olur.

Bu genel helâkler içinde biz ne yapacağız, kendimizi nasıl koruyacağız?

Tamir edilmesi gereken bir ev tamir edilebiliyorsa tamir etmemiz gerekir. Yoksa üzerimize çöker. Topluluklarda da eğer arızalar varsa o arızaların giderilmesi gerekir. Yoksa helâk oluruz. Eğer tamiri mümkün değilse boşaltırız, onu yıkarız ve yenisini inşa ederiz. Yoksa biz içinde iken yıkılır ve başımıza çöker. İşte yeni anayasa çalışması budur.

Eğer eski binamızdan memnun isek aynı proje ile evimizi yeniden inşa ederiz. Topluluğumuzun düzeni iyiyse, düzen uygulandığı için olaylar olmuyorsa, o zaman projeyi aynen uygularız. Yok, eğer eski yapı projesi hatalı ise yeni proje yaparız.

Topluluklar için de aynı şeyleri yapmak zorundayız. Topluluk mühendisliğini yapmak zorundayız. Bunun için sosyal ilimlere ihtiyacımız vardır.

İşte, Kur’an içtihat ve icmayı anlattıktan sonra insanlığa ârız olan hastalıklara temas etmiş ve bize kurtuluşun içtihatta olduğunu ifade ermektedir.

O halde Türkiye bugün nasıl kurtulur, hasta olsa bile nasıl iyileşir?

Yaşlılar ölseler bile yeni nesiller nasıl yetişir bunu öğrenmemiz gerekir. Bu içtihat ve icmalarla oluşur diyor Kur’an. Osmanlı Devleti yıkıldı ama yerine Cumhuriyet doğdu.

Önce, cumhuriyetimizi nasıl yaşatırız; sonra, eğer çökmesi mukadderse yeni cumhuriyeti nasıl kurarız, bunların planlarını yapmamız gerekir. Bu çözümü üretecek de içtihat ve icma müesseseleridir.

Önerimiz şu olmuştur. Siyasi partiler aldıkları oy nisbetinde % 5 oy için birer ilim adamı göndererek “Anayasa Yüksek Kurulu”nu kuralım. Her üyenin emrine birkaç milyonluk araştırma sermayesini verelim. Her üye anayasa yarışmasını açsın ve bir anayasa taslağını hazırlasın. Yarışma açsın ve herkese sırasına göre ödül versin. Bu “ünzile ileyke” olur. Sonra bunlardan telif edenlerden birincisi ile takdir edenlerden birincisi bir başkan seçsinler. Yarışmaları telif edip tek metin hâline getirsinler. Böylece 20 metin olur. Onlar da sıralamaya tâbi tutularak tek metin hâline gelsin. Orduya göndersin. Askerler de bir metin hazırlayıp göndersin. Ondan sonra meclis kararını versin. İşte bu ikincisi “ünzile ileyküm” olur. Bu helâk âyeti bu sebeple burada zikredildi.

فَمَا كَانَ دَعْوَاهُمْ  (Fa MAv KAvNa DaGVAHuM)  “Davaları olmadı.”

Kendilerine kötülük geldiği zaman başka bir şey iddia etmediler.

Bugün başımıza bir şey geldiği zaman oradaki durumu hep başkasına atarız.

Onların davaları ise tersine olmuştur. Yaptıkları kötülükleri anladılar. Bugün de biliyorlar. İnsanlar ne zaman ki biz zalim olduk der ve anlarsa, işte o zaman kurtuluş doğar. İşte o zaman içtihat ve icmadan önce yaptıklarını gözden geçirmek zorunda olacaklardır.

إِذْ جَاءَهُمْ بَأْسُنَا (EiZ CAEaHuM BaESuNAv)  “Onlara be’simiz geldiğinde.”

“Nice karyeleri helâk ettik” dedikten sonra “Fa” harfi ile helâki be’s ile anlatmaya başladı. Helâkin nasıl geldiğini anlatmaya başladı. Be’s ile geldiğini ifade etti. Be’s helâkten daha hafif bir olaydır.

إِلاَّ أَنْ قَالُوا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (EilLAv EaN QALUv EinNAv KunNAv JAvLıMUvNa)  

“Sadece biz zalimlerden olduk demeleri oldu.”

Bu âyet bize helâk edilen karye halkının söylediklerini ifade eder. Onlara be’simiz geldiğinde demeleri olmadı demektir. Helâkten önce be’s gelmektedir. Be’ste zalim olduklarını itiraf ederler. Ama içtihat ve icma ile ona çare aramazlar. Sonunda helâk olurlar.

Türkiye’nin bugünlerini ele alalım. İktidarda olmayanlar Türkiye’nin bütün kötülüklerini saymaktadırlar. Kanal Türk’ü ve TV 5’i açın, aynı şeyleri söylüyorlar.

Eğer AK Parti muhalefette olsa aynı şeyleri söyleyeceklerdir. İktidar olunca da unuturlar, zalim olmaya devam ederler. Helâki beklerler.

1- Yüzde 10 barajının zulüm olduğunu herkes kabul ediyor ama kimse çaresini düşünmüyor.

2- Onlarca sene süren yargılamanın zulüm olduğunu herkes biliyor ama çaresini düşünmüyor.

3- Bürokratik engellerden herkes şikayetçi ama hiç kimse çaresini düşünmüyor.

4- Asgari ücretin yetersiz olduğunu herkes kabul ediyor ama çaresini düşünmüyor.

5- İşsizliğin olduğunu herkes biliyor ama kimse çaresini aramıyor.

6- Basının özgür olmadığını herkes biliyor ama kimse sesini çıkarmıyor.

7- Tarım çöküyor, köyler boşalıyor, yarın aç kalacağız, bu biliniyor ama çaresini düşünen var mı?

8- KİT’ler peşkeş çekiliyor, ülke satılıyor, bilmeyen var mı? Ama aynı zamanda çaresini düşünen var mı?

9- Hastahaneler sağlıklı tedavi yapmıyor, bu durum ülkeye yüktür. Düşünen var mı?

10- Terör alıp yürümüş; çaresini arayan var mı?

Evet, herkes her gün zulmü itiraf ediyor. Her adım atışından herkes şikayetçi. Hiç kimse hayatından memnun değil, geleceğe ümitle bakamıyor. İktidarda olanlar gaflet ve dalalet içinde müstevlilerle işbirliği içinde. Bunu kendileri de itiraf ediyorlar. Ama tek mazeretleri var; ne yapalım, başka çare yok, buna kimse çare bulamaz!

İşte bunun tipik örneğini tekrar burada yazmak istiyorum. Cemil Çiçek Adalet Bakanı iken ‘kimin bir çözümü varsa getirsin’ dedi ve televizyonda ilan etti. O zaman bizim çözüm götürmemiz farz oldu. Allah razı olsun, bizleri kabul etti ve kendisine dört adet yüksek kurul kurulmalıdır dedim; soruşturma, bilirkişi, savunma ve hakemlik yüksek kurulları. Bunlar demokratik usullerle oluşacak diye önerilerde bulundum. ‘Sen Adil Düzeni getirmek istiyorsun’ dedi. ‘Hani siz her çözümü beklediğinizi ilan ettiniz, işte geldik, bu düzen içinde çözün’ dedim. Şimdi herkesin takdir ettiği, benim de saygı duyduğum bakan zalimliğini itiraf etmiş olmuyor mu?

Çare arıyor ama bir şartla, çözüm Adil Düzen olmayacak; zalim düzende çare arıyor! Oysa doğru tektir, onun dışındakilerin hepsi yanlıştır ve zulümdür.

İçtihat ve icma sistemini bize öğretirken Kur’an aynı zamanda şunu diyor, insanlar bile bile zulmün içinde kalır, içtihat ve icmalara gitmezler. Oysa içtihat ve icma ilimdir, müsbet ilimdir. Müsbet ilme dayanmayan hiçbir çözüm çözüm değildir.

فَلَنَسْأَلَنَّ الَّذِينَ أُرْسِلَ إِلَيْهِمْ  (Fa La NaSEaLanNa elLAÜIyNa EurSiLa EiLaYHiM)  

“Kendilerine irsal olunanlara soracağız!”

Kur’an’dan önce peygamberler gelir ve insanları uyarırlardı. Bunlar nebilerdi. Artık nebi resuller gelmeyecektir. Nebilerin yerini âlimler almıştır. Resullerin yerini de başkanlar almıştır. Kendilerine irsal olunan da halktır; bunlar aşiret halkıdır, belde halkıdır, il halkıdır, ülke halkıdır ve insanlıktır. Bunların hepsi ayrı ayrı sorulacaktır.

Halk bugün partilere oy kullanmaktadır. Eskiden köyüme yol getirecek diye oy kullanırdı, bana iş bulacak diye oy kullanırdı. Son seçimlerde artık millet akıllandı, memleket nasıl kurtulacak diye oy kullanıyor. Kendilerine gönderilen kimseler sual olunacaklardır. Ne oldu, sizin anlattıklarınız ne oldu diye Türk milleti daima doğru oy kullanmıştır. Adım adım “Adil Düzen”i iktidar etmeye doğru yürümüştür. Bu sebepledir ki sıkıntıda olsa da varlığını sürdürüyor, dünyada daha saygın ülke hâline geliyor. Gönderilenlerden halk sorumluluğunu müdriktir.

Başka gönderilen kimlerdir?

İslâm düzenini getirmek için çaba gösteren ulema “Adil Düzen”i tebliğ etmiştir. Halkın sesine partiler ve bürokratlar hiç aldırmamışlardır. Önce bir grup siyasiler ve bürokratlar “Adil Düzen”e düşman oldular, cephe aldılar, yasaklamalara kalkıştılar. “Adil Düzen”i anlatanları iktidardan uzaklaştırmak için işbirliği içine girdiler. Bunlara ‘anlamadan, dinlemeden neden “Adil Düzen”e düşmanlık ettiniz’ diye sorulacak. Ancak bir ikinci grup var, “Adil Düzen”e karşı çıkmadılar, “Adil Düzen”e dayanarak iktidar oldular. Sonra onu unuttular, şimdi zalim düzenin istediklerini yapıyorlar. Eskiler de öyle yaptılar. Şimdi zina ve faizli düzenden medet umuyorlar.

İşte, iktidarda olmuş ve olacak kimselere sorulacaktır. İktidara gelince “Adil Düzen”i neden unuttunuz? Siz iktidarda olmadan Allah vardı da iktidar olunca O yok mu oldu, O’na neden inanmadınız?

Bu soru yalnız partilere tevcih edilmeyecek, Allah yolunda olduğunu iddia eden basın ve yayına da sorulacak.

Evet, Samanyolu ve Zaman’a, Yeni Şafak ve Kanal 7’ye, Meltem ve Mesaj’a, Vakit ve birçok yandaşı kanallara, Millî Gazete ve TV 5’e sorulacaktır: Siz sahifelerinizde ve kanallarınızda “Adil Düzen”e ne kadar yer verdiniz? Düzenin zalim olduğunu her gün anlatıyorsunuz ama iktidara ve orduya ne zaman yol gösterdiniz; ne zaman ve ne kadar?

Attıkları her adımdan ve aldıkları her nefesten sorumlu olacaklardır.

وَلَنَسْأَلَنَّ الْمُرْسَلِينَ (6) (Va La NaSEaLanNa eL MüRSaLIyNa)  “Mürsellere soracağız.”

Allah te’kidle diyor ki; Siz ey Adil Düzen Çalışanları, size de soracağım. Ben size ikram ettim, Adil Düzen gibi çözüm anahtarını verdim. İcma ve içtihadı öğrettim, siz bunu layıkıyla yaptınız mı, gereğini yaptınız mı?

Bırakalım başkaları onlar kendi hesaplarını versinler; biz Yenibosna Cemaati olarak ne yapıyoruz, görevlerimizi yerine getirebiliyor muyuz? Evet, görevi gereğince yerine getiremediğimize biz de mu’terifiz. İşte bu sebepledir ki değişik şeyleri yapmamız gerekir.

Önce Yenibosna’nın yanında Ümraniye’de de her hafta toplanmaya başlamalıyız. Toplantı yerini Doktor Ramazan ayarlasın. Haftada bir gün orada Reşat Nuri Erol, Hasan Hacıbektaşoğlu, Gürsoy Erol, Gürsel Kartal, Mehmet Hikmetumut katılsın. Başlangıçta ben de katılacağım. Yenibosna benzeri faaliyeti başlatalım.

İzmir’de toplanıyorlar...

Ankara’da toplanıyorlar...

Yenibosna’da toplanıyoruz...

Bir de Ümraniye’de toplanmaya başlayalım.

Sonra bu yerleri yaygınlaştırmamız gerekir. Böylece sorumluluğumuz azalmış olur.

Bunun dışında “Adil Düzen”e ulaşanlardan gücü yetenlerden aylık 100 YTL’lik ortaklık iştiraki istiyorum. Bu kampanya tamamlansın. Bu sene;

1-      Dergimizi çıkaralım,

2-      İlk marketimizi çalıştıralım,

3-      Üç dört ahşap ev örneğini yapalım,

4-      Çatalca Bahşayış arazimizi ağaçlandıralım.

Bunlar Adil Düzen denemesi işletmelerini oluşturacaktır.

1-      Lütfi Hocaoğlu ve arkadaşları Bilgisayarlı Kuran Arapçasını hazırlamaktadırlar.

2-      Yasin Kılar fıkıh doktorasını yapmaktadır.

3-      Ekrem Arıkan, Adil Düzen para sistemi üzerinde çalışmaktadır.

4-      Süleyman Karagülle ve Reşat Nuri Erol da Kur’an’ı yorumlama ve haftalık yorumlar yazma ile ilgili çalışmalara devam edeceklerdir.

Bunun dışında en büyük sorunumuz muhasebedir. Bu hususta herkes katkıda bulunmalıdır.

Biz bu çalışmaları yapmazsak biz de sorulacağız. Onlardan daha çok sorulacağız.

 

Âraf Sûresi’nin bu âyetlerinin tefsirini 11 Ocak 2008 Cuma günü tamamladım. Bundan on gün önce 2008 yeni yılı girdi. Muharrem 1 de dün idi. Bugün Yenibosna’daki Mevlana Camii hocası 1429’uncu hicri yılına girildiğini ilan etti. Bir sene sonra ikinci yıl aynı günlere rastlayacak. İnşaallah o zamana kadar sorulara cevap verecek faaliyeti göstermiş oluruz.

 

 

 


AKEVLER KUR'AN MEÂLİ
1-FATİHA SURESİ-1-
6482 Okunma
2-bakara suresi-meal yok-tefsirden çıkıyor
4101 Okunma
3-ali imran-meal yok-tefsirden çıkacak
2066 Okunma
4-nisa suresi-meal yok-tefsirden çıkacak
3093 Okunma
5-maide suresi-meal yok-tefsirden çıkacak
2542 Okunma
6-enam suresi-meal yok-tefsir yok-123teberrük
2919 Okunma
7-araf suresi-meal yok-tefsirden çıkacak
2130 Okunma
8-ENFAL SURESİ-MEAL YOK-TEFSİRDEN ÇIKACAK
2153 Okunma
9-TEVBE SURESİ-MEAL YOK-TEFSİR YOK- TEBERRÜK
2567 Okunma
10-YUNUS SURESİ-MEAL YOK-TEFSİR YOK-TEBERRÜK
2030 Okunma
11-HUD SURESİ-MEAL YOK-TEFSİR YOK-TEBERRÜK
2283 Okunma
12-YUSUF SURESİ-MEAL YOK-TEFSİRDEN ÇIKACAK
2429 Okunma
13-rad suresi meali
2647 Okunma
14-İBRAHİM SURESİ MEALİ
2309 Okunma
15-hicr suresi meali
2680 Okunma
16-nahl suresi meali
3435 Okunma
17-İSRA SURESİ MEALİ
3333 Okunma
18-KEHF SURESİ MEALİ
3329 Okunma
19-meryem suresi- meal yok-tefsir yok-teberrük
2207 Okunma
20-taha suresi meali
3499 Okunma
21-ENBİYA SURESİ MEALİ
3296 Okunma
22-hacc suresi meali
2767 Okunma
23-MÜ'MİN'UN SURESİ MEALİ
2829 Okunma
24-nur suresi meali
3176 Okunma
25-furkan suresi meali
2628 Okunma
26-ŞUARA SURESİ MEALİ
3110 Okunma
27-neml suresi meali
3347 Okunma
28-kasas suresi meali
2764 Okunma
29-ankebut suresi meali
2878 Okunma
30-rum suresi meali
2582 Okunma
31-LOKMAN SURESİ MEALİ
2673 Okunma
32-SECDE SURESİ MEALİ
2268 Okunma
33-AHZAB SURESİ MEALİ
2652 Okunma
34-SEBE SURESİ MEALİ
3048 Okunma
35-FATIR SURESİ MEALİ
2787 Okunma
36-YASİN SURESİ MEALİ
3903 Okunma
37-SAFFAT SURESİ MEALİ
3740 Okunma
38-SAD SURESİ MEALİ
3048 Okunma
39-ZÜMER SURESİ meal tefsir yok TEBERRÜK
3386 Okunma
40-MÜ'MİN SURESİ MEAL TEFSİR YOK teberrük
2927 Okunma
41-fussilet suresi meali
2681 Okunma
42-şura suresi meali
2305 Okunma
43-zuhruf suresi meali
2819 Okunma
44-DUHAN SURESİ MEALİ
2846 Okunma
45-CASİYE SURESİ MEALİ
2105 Okunma
46-AHKAF SURESİ MEALİ
2591 Okunma
47-MUHAMMED SURESİ MEALİ
2485 Okunma
48-FETİH SURESİ MEALİ
2696 Okunma
49-HUCURAT SURESİ MEALİ
2822 Okunma
50-KAF SURESİ MEALİ
3147 Okunma
51-ZARİYAT SURESİ MEALİ
3017 Okunma
52-TUR SURESİ TEFSİR MEAL YOK teberrük
2235 Okunma
53-necm suresi tefsir ve meal yok teberrük
2237 Okunma
54-KAMER SURESİ TEFSİ MEAL YOK teberrük
2955 Okunma
55-RAHMAN SURESİ MEALİ
3627 Okunma
56-VAKIA SURESİ MEALİ
3571 Okunma
57-HADİD SURESİ MEALİ
2767 Okunma
58-MÜCADELE SURESİ MEALİ
2569 Okunma
59-HAŞR SURESİ MEALİ
2556 Okunma
60-MÜMTEHİNE SURESİ MEALİ
2167 Okunma
61-SAF SURESİ MEALİ
2365 Okunma
62-CUMA SURESİ MEALİ
2613 Okunma
63-MÜNAFİKUN SURESİ MEALİ
2278 Okunma
64-TEGABUN SURESİ MEALİ
2376 Okunma
65-TALAK SURESİ MEALİ
2459 Okunma
66-TAHRİM SURESİ MEALİ
2511 Okunma
67-MÜLK SURESİ MEALİ
3052 Okunma
68-KALEM suresi MEALi
3172 Okunma
69-HAKKA SURESİ MEALİ
2745 Okunma
70-MEARİC SURESİ MEALİ
2700 Okunma
71-NUH SURESİ MEALİ
2586 Okunma
72-CİN SURESİ MEALİ
3227 Okunma
73-MÜZZEMMİL SURESİ MEALİ
3482 Okunma
74-MÜDDESSİR SURESİ MEALİ
3567 Okunma
75-KIYAMET SURESİ MEALİ
2789 Okunma
76-İNSAN SURESİ MEALİ
3372 Okunma
77-MÜRSELAT SURESİ MEALİ
2504 Okunma
78-NEBE SURESİ MEALİ
3072 Okunma
79-NAZİAT SURESİ MEALİ
2775 Okunma
80-ABESE SURESİ MEALİ
3027 Okunma
81-TEKVİR SURESİ MEALİ
2770 Okunma
82-İNFİTAR SURESİ MEALİ
2727 Okunma
83-MUTAFFİFİN SURESİ MEALİ
3169 Okunma
84-İNŞİKAK SURESİ MEALİ
2592 Okunma
85-BÜRUC SURESİ MEALİ
2142 Okunma
86-TARIK SURESİ MEALİ
2562 Okunma
87-A'LA SURESİ MEALİ
2855 Okunma
88-ĞAŞİYE SURESİ MEALİ
2863 Okunma
89-FECR SURESİ MEALİ
2770 Okunma
90-BELED SURESİ MEALİ
2434 Okunma
91-ŞEMS SURESİ MEALİ
3165 Okunma
92-LEYL SURESİ MEALİ
3014 Okunma
93-DUHA SURESİ MEALİ
2633 Okunma
94-İNŞİRAH SURESİ MEALİ
2859 Okunma
95-TİN SURESİ MEALİ
3117 Okunma
96-A'LAK SURESİ MEALİ
3416 Okunma
97-KADR SURESİ MEALİ
3454 Okunma
98-BEYYİNE SURESİ MEALİ
2803 Okunma
99-ZİLZAL SURES MEAL TEFSİRYOK teberrük
1915 Okunma
100-adiyat suresi meali
2466 Okunma
101-karia suresi meali
3309 Okunma
102-TEKASÜR SURESİ MEALİ
3327 Okunma
103-ASR SURESİ MEALİ
2480 Okunma
104-HÜMEZE SURESİ MEALİ
3349 Okunma
105-FİL SURESİ MEALİ
4509 Okunma
106-KUREYŞ SURESİ MEALİ
2597 Okunma
107-MAUN SURESİ MEALİ
2846 Okunma
108-KEVSER SURESİ MEALİ
4294 Okunma
109-KAFİRUN SURESİ MEALİ
2861 Okunma
110-NASR SURESİ MEALİ
3363 Okunma
111-TEBBET SURESİ MEALİ
4011 Okunma
112-İHLAS SURESİ MEALİ
3170 Okunma
113-FELAK SURESİ MEALİ
2406 Okunma
114-NAS SURESİ MEALİ
2745 Okunma
115-KURAN KÖK HARFLER LÜGATI-LATİN HARFLERİYLE
38850 Okunma

© 2024 - Akevler