RÛM SÛRESİ - 8. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ (14) فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ فِي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ (15) وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ فَأُولَئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ (16)
Ve saatin kıyam ettiği gün, o gün ayrılacaklar. İman edip salihatı amel edenlere gelince onlar bir bahçe içinde ağırlanırlar. Görmezden gelip ayetlerimizi ve ahiretle karşılaşmayı yalanlayanlara gelince onlar azabın içinde hazır bulundurulanlardır. (14-16)
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ
Ve saatin kıyam ettiği gün, o gün ayrılacaklar.
Fiil cümlesi |
Fâil | Fiil | Mefûlun fih |
Müekkid | Müekked |
Muzâfun ileyh | Muzâf | Muzâfun ileyh Fiil cümlesi | Muzâf |
و | يَتَفَرَّقُونَ | إِذٍ | يَوْمَ | تَقُومُ السَّاعَةُ | يَوْمَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. 12-13. ayetlere (وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَائِهِمْ شُفَعَاءُ وَكَانُوا بِشُرَكَائِهِمْ كَافِرِينَ) bu ayetteki يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ cümlesini atfetmektedir.
يَوْمَ: “Gün, dönem” demektir. İzafetle gelmiştir ve muzafun ileyhi cümledir. Muzafun ileyhi olan cümlenin gerçekleştiği dönemi ifade eder.
تَقُومُ: “Kıyam eder” demektir. قوم kökünden üçüncü şahıs dişil tekil muzari merfu malum fiildir. Fâili kendisinden sonra gelen السَّاعَةُ dür. Bir fiili yapmak için harekete geçmek demektir.
السَّاعَةُ: “Saat” demektir. سوع kökünden gelmiştir. Birinci babdan سَوْعٌ mastarı geçip gitmek ve kaybolmak manasındadır. Bu mastar manasından geçip giden ve kaybolan manasında سَاعَةٌ ıstılahi olarak zaman parçası, zaman dilimi demektir.
تَقُومُ السَّاعَةُ: “Saat kıyam eder” demektir. Saat nasıl kıyam eder? Saat bilinçli bir varlık mıdır? Saatin kıyam etmesi demek bir işi yapması için harekete geçmesi, hazır olması, hazırlıklı olması demektir. Saat zaman dilimidir. Çok küçük bir zaman dilimi olabileceği gibi çok büyük bir zaman dilimi olabilir hatta evrenin yaratılışından itibaren olan tüm zamanı ifade edebilir. Bu haliyle genel zaman kavramını anlatmış olur. Zamanın kıyam etmesi demek eski akışının değişmesi, yeni bir görev için harekete geçmesi demektir. Zaman kuantum evreni içinde tüm seçeneklerin gerçekleşebilmesi yani hareketin olabilmesi için bir nevi film karelerinin gösterilmesi için gerekli olan an parçacıkları dizisidir. Zaman içinde insanlar seçme özgürlüğüne sahiptirler. İstediklerini yaparlar, ister iyilik yaparlar isterse kötülük yaparlar. Öyle bir an gelir ki saat kıyam eder. Artık o anda bir görev gerçekleştirilecektir. Herkes iyiyi kötüyü görecektir. Sonra başka bir anda saat yine kıyam edecektir ve artık o anda başka bir görev gerçekleştirilecektir.
يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ: “Saatin kıyam ettiği gün” demektir. Burada السَّاعَةُ harf-i tarifle marife gelmiştir. Saatin her kıyam etmesi önceki dönemin sona erip yeni bir dönemin başlaması demektir. Bu yeni dönem يَوْمَ ile ifade edilmiştir. Saat kıyam etmiş, yeni bir görev gerçekleştirilecektir. Bu görevin gerçekleştirileceği dönem saatin kıyam ettiği dönemdir.
يَوْمَئِذٍ: “O gün” demektir. يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ yü te’kîd için gelmiştir. يَوْمَ nin muzafun ileyhi hazf edildiği zaman sonuna muzafun ileyh olarak إِذٍ getirilir. Sonundaki إِذٍ daha önce söylenmiş bir olaya işaret eder. “O gün”, “o dönem” anlamına gelir. Buradaki إِذٍ önceki يَوْمَ nin muzafun ileyhi olan تَقُومُ السَّاعَةُ yü ifade eder.
يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ: “Saatin kıyam ettiği gün, o gün” demektir.
يَتَفَرَّقُونَ: “Ayrılırlar” demektir. فرق kökünden tef’îl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul merfu muzari malum fiildir. Fâili içindeki cem vâvıdır (يَتَفَرَّقُونَ). Birinci bâbdan (فَرَقَ - يَفْرُقُ) belirli bir şeyi diğer belirli bir şeyden ayırmak manasındadır. Tef’îl bâbına geçince (فَرَّقَ - يُفَرِّقُ) teksir ve mübalağa etkisi vardır. Ayıranların ayırdıkları çok sayıdadır. Tef’îl bâbı tefe’ûl bâbına mutavaat etkisi ile gelir. Ayıranlar ayrılanlar haline gelir. Çok sayıda kimse birbirlerinden ayrılırlar anlamına gelir.
يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ: “Saatin kıyam ettiği gün, o gün ayrılacaklar” demektir. Teferrük olacaklardır. Yani fırkalar haline geleceklerdir. Bunlar kimlerdir? يَتَفَرَّقُونَ nin fâili olan cem vâvı kimlere racidir? En yakın raci olabileceği kelime 12. ayetteki الْمُجْرِمُونَ dir. Ancak bu uygun değildir. Çünkü ayetin devamından ayrılan iki ayrı fırkadan biri iman edip salihatı amel edenlerdir (الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ). Ondan öncesine bakarsak 6. ayetteki insanların çoğunluğu (أَكْثَرَ النَّاسِ) vardır. Bu da iman edip salihatı amel edenlerle uyumsuzdur. Daha öncesinde 2. ayette Rumlar, 4. ayette müminler (الْمُؤْمِنُونَ) geçmektedir. Rumlar kavim ismi oldukları için teferrük onlara özgü olamaz. Müminler için ise sonrasındaki ayetlerdeki iki fırkadan biri görmezden gelen ve ayetlerimizi ve ahiretle karşılaşmayı yalanlayanlar (الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ) olduğu için uygun değildir. Bu durumda يَتَفَرَّقُونَ nin fâili olan cem vâvı öncesindeki bütün toplulukları kapsayan ama öncesinde söz olarak geçmeyen fehmedilmesi gereken topluluğa racidir. Bu topluluk melekler ve ruhlar dışındaki yaşamış ve ileride yaşayacak olan tüm şuurlu varlıklardır.
فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ فِي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ
İman edip salihatı amel edenlere gelince onlar bir bahçe içinde ağırlanırlar.
Cevap cümlesi İsim cümlesi | Şart cümlesi Şart edatı |
Haber İsim cümlesi | Rabıt fa'sı | Mübteda |
Haber Fiil cümlesi | Mübteda |
فِي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ | هُمْ | فَ | الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ | أَمَّا |
فَ: Fâ-u isti’nâfiyedir (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ). Cümle başında bulunur. Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır. Bu irtibata göre fâ-u isti’nâfiye şu şekilde sınıflandırılır:
- Fâ-u ta’liliyye (الفَاءُ التَّعْلِيلِيَّةُ): Öncesi ile sonrasında sebep sonuç ilişkisi vardır. Öncesi sonrasının sebebidir. Türkçeye çevrilirken “bundan dolayı”, “bu sebeple” şeklinde çevrilmelidir.
- Fâ-u tafsiliyye (الفَاءُ التَّفْصِيِلِيَّةُ أَوِ التَّفْسِيرِيَّةُ): Öncesindeki cümle kapalı, tam olarak anlaşılmayan bir cümledir (Mücmel bir ifade). Sonrasındaki cümle ise mücmeli açıklayan, kapalılığı gideren bir cümledir (Mufassal bir ifade).
- Netice Fâsı (فَاءُ النَّتِيجَةِ): Önceki cümle/cümleler açıklanmış cümle/cümlelerdir. Sonraki cümle ise bu açıklanmış cümle/cümlelerin sonucunu gösteren, bir nevi özetleyen cümledir. Fâ-u tafsiliyyenin tersidir. “Sonuç olarak”, “neticede” şeklinde Türkçeye çevrilir.
- İrtibat Fâsı (فَاءُ الْاِرْتِبَاطِ): Öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında zamansal ya da sebepsel ilişki yoktur ama aralarında bağlantı vardır. Cümleler arasındaki fâ tertip ve takip için değil, sebep için değil, tafsil için değil, neticelendirme için değilse ve cümleler arasında konu bağlantısı olduğu zaman gelen fâ irtibât fâsıdır.
Buradaki fâ fâ-u ta’liliyye veya fâ-u tafsiliyyedir. Öncesinde fırkalar halinde ayrılanlar söylenmiştir. Bir sebep sonuç ilişkisi vardır. Ayrılma sebebiyle iki ayrı grup oluşmuştur. Bu şekliyle fâ-u ta’liliyyedir. Öncesinde fırkalar halinde ayrılanlar söylenmiştir. Sonrasında bu fırkalardan iki tanesi açıklanmıştır. Bu şekliyle fâ-u tafsiliyyedir.
أَمَّا: “-e gelince” demektir. Tek başına anlamı مَهْمَا يَكُنْ مِنْ شَيْئٍ “her halükârda, ne olursa olsun” demektir. أَمَّا şart edatı مَهْمَا nın yerine geçmiştir ve şart cümlesi de hazf edilmiştir. Bu nedenle şart edatı ve şart cümlesi bu edatın içinde toplanmış gibi i’râblandırılır. Aynı zamanda buna şart ve tafsil (genişletme) harfi de denir (حرف الشرط والتفصيل). Bu şart edatı أَنْ ile مَا nın birleşik yazılmasıyla oluşan أَمَّا ile karıştırılmamalıdır. أَمَّا nın cevap cümlesinde her zaman fâ (فَ) bulunur. Bu fâ’ya râbıt fâ’sı denir. Ancak şart cümlesi hazf olduğu için bu fâ cevap cümlesinin başında gelmez. Cevap cümlesinin içinde gelir. İçinde gelmesinin sebebi şart cümlesinin hazf edilmesidir. Eğer bu râbıt fâ’sı cümle başında gelse şart edatının hemen arkasından geleceği için cevap cümlesinin içine girmiştir.
- Cevap cümlesi isim cümlesi ise râbıt fâsı mübteda ile haberin arasında gelir.
- Cevap cümlesi fiil cümlesi ise râbıt fâsı takdim edilmiş mef’ûlden sonra, fiilden önce gelir.
- Cevap cümlesi tekrar şart ve cevap cümlesinden oluşuyorsa bu şart-cevap cümlesinin cevap fâsı bu râbıt fâsının görevini yapacağından dolayı ayrı bir râbıt fâsına gerek yoktur.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Has ism-i mevsuldür. Arkasından sıla cümlesi gelir ve sıla cümlesinde şahıs ve çoğulluk açısından has ism-i mevsulle uyumlu bir zamir bulunur. Buna aid zamiri denir. الَّذِينَ ile uyumlu olan هُمْ (onlar) veya و (onlar) zamiridir. Has ism-i mevsullerde aid zamirinin raci olduğu fâil ya da mef’ûl de marifedir, fiilin işleniş şekli de bilinmektedir. Bu nedenle organize işler has ism-i mevsullerle ifade edilirler.
آمَنُوا: “İman ettiler” demektir. ءمن kökünden if’âl bâbındandır. İf’âl bâbından harf-i cersiz gelmiştir. “Güven verdiler” demektir. Daha önceden bahsettiğimiz gibi “inanma” anlamında değildir. Güven inanmayı gerektirir. İnanmadan güven olmaz.
وَ: Atıf harfidir. عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesini آمَنُوا cümlesine atfeder.
عَمِلُوا: “Amel ettiler” demektir. Mazi fiildir. Amel hukuki sonuç doğuran fiildir.
الصَّالِحَاتِ: “Uyumlular” demektir. Birinci babdan صَلَحَ - يَصْلُحُ şeklinde amellerinin yaratılışına, yapısına uyumlu olması manasındadır.
عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ: “Salihatı amel ettiler” yani “uyumlu ameller yaptılar” demektir. Salihatı amel etmek proje içinde hareket etmek demektir.
آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ: “İman ettiler ve salihatı amel ettiler” demektir.
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ: “İman edip salihatı amel edenler” demektir. İsim cümlesi olan cevap cümlesinin mübtedasıdır.
الَّذِينَ ile imanın mazi çekimi olan آمَنُوا ve muzari çekimi olan يُؤْمِنُونَ Kuran’da çok sayıda geçmektedir.
Kuran’da الَّذِينَ آمَنُوا mef’ûl almadan çok sayıda geçmektedir ancak الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ mef’ûlsüz geçmemektedir.
آمَنُوا mazi fiildir ve normalde fiilin geçmişte yapıldığını gösterir. الَّذِينَ has ism-i mevsulünden sonra gelince fiilin yapılıp bittiğini değil, fiilin tamamlanıp fiildeki vasfın artık o toplulukta organize bir şekilde yerleşik olduğunu gösterir. يُؤْمِنُونَ muzari fiildir, normalde fiilin şimdi yapıldığını veya gelecekte yapılacağını gösterir. الَّذِينَ’ den sonra gelirse fiilin şimdiki zamanda yapıldığını ve halen organize bir şekilde yapıldığını gösterir.
الَّذِينَ آمَنُوا, الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ’ den daha belirgindir. الَّذِينَ آمَنُوا’ da iman yani güvenlik organize bir şekilde yerleşiktir ve tamamlanmıştır. الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ’ de ise iman organize olma aşamasındadır, organizasyon tamamlanmamıştır. Bu nedenle Kuran’da bu şekilde muzari fiille mef’ûl almadan geçmemektedir.
الَّذِينَ ile geldiği için iki şart da organizasyon şeklinde gerçekleşmelidir. Tek الَّذِينَ ile geldiği için iki şart da aynı organizasyon içinde olmalıdır, birbirinden bağımsız olmamalıdır.
1.Şart: İmandır yani güvenliğin sağlanmasıdır. (آمَنُوا)
2.Şart: Projeli ortak üretim veya iş yapmaktır. (عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ)
Bu nedenle الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ organize bir şekilde güvenliği sağlayıp projeli ortak üretim ve iş yapanlardır.
فَ: Râbıt fâ’sıdır. Cevap cümlesinde mübteda ile haber arasına girmiştir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ye raci olan haberdeki rabıt zamiridir.
فِي: “İçinde” demektir.
رَوْضَةٍ: “Bahçe, ravza” demektir. Düz, geniş ve yeşillik bir alandır. İçinde ot ve sebze yetişir, gölet veya akarsu şeklinde su da bulunur. Misafirler ağırlanır ve gezinti yapılır. İsm-i cem-i cinsten fertleşmiştir. İsm-i cem-i cins hali رَوْضٍ dir. Sonuna ة gelerek fertleşir ve tek bir bahçeyi ifade eder hale gelir. Fertleştirilmiş halinin çoğulu رَوْضَاتٍ dir.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِ
İman edip salih amel edenler, cennetlerin bahçelerindedir. (Şura 22)
Ravzalar cennetlerin içindedirler. Cennetlerin bazı kısımları ravzadır. Ravzalar içinde insanların ağırlandığı, yedikleri, içtikleri özel bölgelerdir.
فِي رَوْضَةٍ: “Bir bahçe içinde” demektir.
يُحْبَرُونَ: “Ağırlanırlar” demektir. حبر kökünden birinci bâbdan üçüncü şahıs eril çoğul meçhul merfu muzari fiildir. Birisini sevindirmek, neşelendirmek, keyiflendirmek, şenlendirmek manasındadır.
فِي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ: “Ağırlanırlar bir bahçe içinde” demektir.
هُمْ فِي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ: “Onlar bir bahçe içinde ağırlanırlar” demektir.
أَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ فِي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ: “İman edip salihatı amel edenlere gelince onlar bir bahçe içinde ağırlanırlar” demektir.
Ravza nekre gelmiştir ve tekil gelmiştir. فِي الرَّوْضَةِ يُحْبَرُونَ (bahçe içinde ağırlanırlar) şeklinde tekil marife ya da فِي الرَّوْضَاتِ يُحْبَرُونَ (bahçeler içinde ağırlanırlar) şeklinde çoğul marife ya da فِي الرَّوْضِ يُحْبَرُونَ (bahçe türü/bahçeler içinde ağırlanırlar) şeklinde ism-i cem-i cins gelmemiştir. Nekre gelmesiyle tanıyamadığımız bir tür bahçe olmuştur. Bildiğimiz ravzalardan farklıdır. Referans noktası ravzadır ama onun farklı bir türüdür. Tekil gelmesi tüm iman edip salihatı amel edenlerin tek bir bahçede ağırlanacağı anlamında değildir. Özel bir türü belirttiğinden o türün tüm fertlerini kapsamaktadır yani o ravza türünden tüm ravzaları kapsamaktadır. İman edip salihatı amel edenler özel bir tür ravzalarda ağırlanacaklardır. Bu ravzalar bizim hayal ettiğimizin çok daha ötesinde mükemmel bahçelerdir.
وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ فَأُولَئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ
Görmezden gelip ayetlerimizi ve ahiretle karşılaşmayı yalanlayanlara gelince onlar azabın içinde hazır bulundurulanlardır.
Cevap cümlesi İsim cümlesi | Şart cümlesi Şart edatı |
Haber İsim cümlesi | Rabıt fa'sı | Mübteda |
Haber | Mübteda |
فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ | أُولَئِكَ | فَ | الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ | أَمَّا |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. أَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ فِي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ cümlesine أَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ فَأُولَئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ cümlesine atfetmektedir.
أَمَّا: “-e gelince” demektir. Şart ve tafsil edatıdır.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Eril çoğul (müzekker cem) has ism-i mevsuldür. Kendisinden sonra sıla cümlesi gelir ve bu sıla cümlesinde eril çoğul bir aid zamiri bulunur.
كَفَرُوا: “Görmezden geldiler” demektir. Fâil olan و (كَفَرُوا) has ism-i mevsulün aid zamiridir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. كَفَرُوا cümlesine كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ cümlesini atfetmektedir.
كَذَّبُوا: “Yalanladılar, yanlışladılar” demektir. Tef’îl bâbından üçüncü şahıs çoğul mazi malum fiildir. Fâili cem vâvıdır (كَذَّبُوا). Sülasi fiili (كَذَبَ - يَكْذِبُ) “yalan, yanlış söylemek” demektir. Bir şeyi onda olmayan bir şeyle vasıflandırmak veya isimlendirmek manasındadır. Tef’îl bâbına gelince birisinin, birilerinin sözlerinin yalan veya yanlış olduğunu, yaptığı işlerin yanlış olduğunu iddia etmektir. Kasıtlı olarak yapılırsa yalan, kasıtsız olarak yapılırsa yanlış olur. Arapçada ikisi de aynı fiille ifade edilir.
بِ: “-ı, i” demektir. Harf-i cerdir. كَذَّبُوا nun mef’ûlünün (آيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ) önüne gelmiştir.
آيَاتِ: “Ayetler” demektir. Tekili آيَة dir. Ayet gösterge demektir. ءيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak bir kimse ya da bir şey hakkında onun bilinmesini sağlayacak bir işaret koymak manasındadır. Bu mastar manasından konulan işaret manasında آيَةٌ “gösterge” anlamında isimdir.
نَا: “Biz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
آيَاتِنَا: “Ayetlerimiz” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. آيَاتِنَا ya لِقَاءِ الْآخِرَةِ yi atfetmektedir.
لِقَاءِ: “Karşılaşmak” demektir. لقي kökünden dördüncü bâbdan mastardır. Birisiyle, bir kimseyle, bir şeyle karşılaşmak, buluşmak manasındadır.
الْآخِرَةِ: “Ahiret” demektir. İki şekilde kullanılan bir kelimedir. Sonundaki ة dişillik için gelirse “sonra” anlamında ism-i fâil sıygasından الْآخِر in müennesi olur. Ancak الدُّنْيَا ile beraber kullanıldığında özel bir mana ifade eder ve sonundaki ة de bu özel manayı kazandırmak içindir. Özel bir dönemi ifade eder. Bu da yaşadığımız en yakın hayattan sonraki dönemdir.
لِقَاءِ الْآخِرَةِ: “Ahiretle karşılaşmak” demektir.
آيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ: “Ayetlerimiz ve ahiretle karşılaşmak” demektir.
بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ: “Ayetlerimizi ve ahiretle karşılaşmayı” demektir.
كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ: “Ayetlerimizi ve ahiretle karşılaşmayı yalanladılar” demektir.
كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ: “Görmezden geldiler ve ayetlerimizi ve ahiretle karşılaşmayı yalanladılar” demektir.
الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ: “Görmezden gelip ayetlerimizi ve ahiretle karşılaşmayı yalanlayanlar” demektir.
Burada da iman edip salihatı amel edenler gibi الَّذِينَ ile geldiği için iki şart da organizasyon şeklinde gerçekleşmelidir. Tek الَّذِينَ ile geldiği için iki şart da aynı organizasyon içinde olmalıdır, birbirinden bağımsız olmamalıdır.
1.Şart: Küfürdür yani görmezden gelmedir. (كَفَرُوا) Ancak mef’ûlü yani görmezden gelinen hazf edilmiştir.
2.Şart: Ayetleri ve ahiretle karşılaşmayı yalanlamaktır. (كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ)
Ayetleri yalanlamak/yanlışlamak ile ahiretle karşılaşmayı yalanlamak/yanlışlamak tek كَذَّبُوا ile söylenmiştir. Ayetler ve ahiretle karşılaşmak birlikte yalanlanmalıdır/yanlışlanmalıdır.
Eğer الَّذِينَ كَفَرُوا mef’ûl olmadan yani küfredilen söylenmeden gelirse الَّذِينَ آمَنُوا nun zıttıdır.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Küfredenler, uyarsan da uyarmasan da onlara eşittir, iman etmezler. (Bakara 6)
الَّذِينَ كَفَرُوا uyarının fayda etmediği ve küfrün yerleştiği organize topluluklardır.
الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ ise hem küfrün yerleştiği hem de Allah’ın ayetlerinin yanlış olduğu, yalan olduğu konusunda organize olmuşlardır hem de ahiretle karşılaşmanın yalan/yanlış olduğu konusunda organize olmuşlardır.
Bu organize topluluk kimdir? Kuran’da bu topluluktan sadece burada bahsedilmektedir. Buna benzer topluluklar başka surelerde geçmektedir ama bu topluluk içlerinde en şedididir.
Ayetteki geçiş | Geçtiği ayetler |
الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ | Rum 16 |
الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ | Araf 147 |
الَّذِينَ كَذَّبُوا بِلِقَاءِ اللَّهِ | En’am 31, Yunus 45 |
الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَاءِ الْآخِرَةِ | Müminun 33 |
الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا | Bakara 39, Maide 10, Maide 86, Hac 57, Hadid 19, Tegabün 10 |
الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا | En’am 39, En’am 49, En’am 150, Araf 64, Araf 176, Araf 182, Yunus 73, Enbiya 77, Furkan 36 |
الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا | Araf 36, Araf 40 |
الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَمَا كَانُوا مُؤْمِنِينَ | Araf 72 |
الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَأَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ | Araf 177 |
الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ | Yunus 95, Cuma 5 |
الَّذِينَ كَذَّبُوا بِالْكِتَابِ وَبِمَا أَرْسَلْنَا بِهِ رُسُلَنَا | Mümin 70 |
Bu topluluk hem küfretmekte hem de ayetleri ve ahiretle karşılaşmayı yalanlamakta ve bunu organize bir biçimde yapmaktadır. Diğer ayetlerde geçen organize toplulukların hiçbiri bunları bu derecede yapmamaktadır.
Günümüzde bunu Sömürücü Sermaye çok profesyonel bir biçimde yapmaktadır. Küfürde organizedir. Allah’ı, ayetlerini, hakkı görmezden gelmektedirler. Aslında onlar da Allah’a inanmakta ama iman etmemektedirler. Allah’a güvenmemektedirler. Öyle organizedirler ki kurdukları tüm sistemler Allah’ı görmezden gelmeye dayanmaktadır. Tüm dünyada en adil sistem olarak gösterdikleri ekseriyet demokrasisi buna örnektir. Çoğunluğun dediği doğrudur, çoğunluğa uyulur. İşte bu küfür organizasyonudur. Çoğunluk Allah’ın haram ettiği bir şeyi sizi yapmaya zorlarsa da çoğunluğa uyacaksınız, çoğunluk Allah’ın helal ettiği bir şeyi size yasaklarsa yine çoğunluğa uyacaksınız. Allah’ı görmezden geleceksiniz. Allah ne isterse istesin çoğunluk haklıdır demek Allah’ı görmezden gelmektir, küfürdür. Aynı anda ayetler de yalanlanmaktadır. Sermaye tarafından finanse edilen ilim adamları ile son derece profesyonel bir şekilde ayetler yalanlanmaktadır. Açıkça ayetler yalan denmemekte ama ilmi olmadığı halde ilmi gösterilen yayınlarla, çalışmalarla ayetlerde yazanların tersine sonuçlara vararak ayetlerin yanlış olduğu gösterilmeye çalışılmaktadır. Bazen de İslamiyet’te yeri olmayan ruhban sınıfının üyeleri de evrim gibi gerçekleri reddetmekte, Sermayenin adamları da onların sözü sanki ayetlerin sözüymüş gibi göstererek profesyonel bir biçimde ayetleri yalanlamaktadır. Kuran ayetleri ve ayetlerdeki terimlere ruhban sınıfı tarafından verilen yanlış anlamlar yani ayetlerin manalarının tahrif edilmesi de yangına körükle gidilmesine sebep olmaktadır. Sadece ayetleri değil ayetlerle beraber ahiretle karşılaşmayı da yalanlamaktadırlar. Bunu da öyle bir şekilde yapmaktadırlar ki ahiretle karşılaşma yalanlanmış olmaktadır. Televizyonlar, İnternet, sosyal medya ve her türlü ortamda son derece lüks yaşamlar özendirilmekte, lüks ve şatafat içinde yaşama insanlara ana hedef olarak gösterilmekte, hayatın hedefinin zengin olup etrafa hava atma olduğu bilinçaltlarına ekilmektedir. Sonunda öyle bir hal ortaya çıkmaktadır ki insanlar ahiretle karşılaşmayacaklarına inanmaya başlamaktadırlar. Çevrenizdeki gençlere bir bakın, hatta sohbet edin bakalım, kaç tanesi ahiretle karşılaşacaklarına inanmakta ve buna göre yaşamaktadır. İşte bu şekilde Sömürücü Sermaye ahiretle karşılaşmayı organize bir şekilde yalanlamış olmaktadır.
فَ: Râbıt fâ’sıdır. Cevap cümlesinde mübteda ile haber arasına girmiştir.
أُولَئِكَ: “Onlar” demektir. Eril çoğul uzak ism-i işarettir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
الْعَذَابِ: “Azab” demektir. Bu kök iki ayrı bâbdan gelmektedir. Beşinci bâbdan geldiğinde عَذْب tatlı demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Su için kullanılır. Suyun tadının hoş olması manasından gelmiştir. İkinci bâbdan geldiğinde عَذَاب bir fiili yapmasını önlemek, o fiilden caydırmak, uzak tutmak, fiili işlemesini sonlandırmak için darbetmek, engellemek, kahretmek anlamlarındadır.
Azab etmek birisinin temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamasını engelleyen her türlü fiildir. Yemesini veya içmesini veya barınmasını engellemek demek ona azab etmek demektir.
Azab belirli bir fiil değildir. Azab her tür fiille gerçekleşebilir. Hatta bir fiil olmadan bir durum da azab olur. Temel ihtiyaçlara engel olan her fiil, her durum, her olay azabdır. Ekonomik kriz bir azabdır. İnsanların temel ihtiyaçlarına karşı engel oluşturur. Kıtlık bir azabdır. Sel bir azabdır, yangın bir azabdır. Cehennem bir azabdır. Hastalık bir azabdır.
فِي الْعَذَابِ: “Azab içinde” demektir.
مُحْضَرُونَ: “Hazır bulundurulanlar” demektir. İf’âl bâbından eril çoğul nekre merfu ism-i mef’ûldür. Birinci bâbdan حَضَرَ - يَحْضُرُ şeklinde birisinin, bir şeyin, bir işin, birisi ya da bir şey için hazır olması manasındadır. İf’âl bâbında (أَحْضَرَ – يُحْضِرُ) hazırlamak, hazır bulundurmak anlamına gelir.
فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ: “Azabın içinde hazır bulundurulanlar” demektir.
أُولَئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ: “Onlar azabın içinde hazır bulundurulanlardır” demektir.
أَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ فَأُولَئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ: “Görmezden gelip ayetlerimizi ve ahiretle karşılaşmayı yalanlayanlara gelince onlar azabın içinde hazır bulundurulanlardır” demektir.
يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ tekrarlanmıştır ve arkasında te’kîdle يَوْمَئِذٍ getirilmiştir. Oysa 12. ayette (وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ) saat söylenmiştir. Eğer saat aynı olsaydı يَوْمَ تَقُومُ denir ve saat söylenmezdi. Böylece saat yerine müstetir zamir olan (gizli özne) هِيَ gelmiş olurdu. Böylece 12. ayetteki saat ile bu saat aynı olurdu. Bu şekilde zamir gelmeyip izhar edilmesiyle buradaki saat ile 12. ayetteki saat birbirinden farklıdır. İki saat farklıdır. Aynı saat değildir. İki dönem de birbirinden farklı dönemlerdir. Bunun için bir de te’kîd olarak يَوْمَئِذٍ getirilmiştir. İlk dönem hesapla ilgilidir. Mücrimler hayırdan ümidini kesmişlerdir. Bu dönem ise fırkalara ayrılma ile ilgilidir. Fırkaların ağırlanmak ve azap için yerlerine gittikleri dönemdir.
Burada dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ (Saatin kıyam ettiği gün, o gün ayrılacaklar) cümlesindeki fiilin يُفَرَّقُونَ değil de يَتَفَرَّقُونَ şeklinde gelmesidir. يُفَرَّقُونَ (ayırılırlar) gelseydi onlar başkaları tarafından ayrılırlardı (fırkalar haline getirilirlerdi). Oysa يَتَفَرَّقُونَ (ayrılırlar) şeklinde gelmiştir ve kendi kendilerine birbirlerinden ayrılmışlardır, fırkalar haline gelmişlerdir. Bu da o günkü ayrılmanın kendi amelleri nedeniyle olduğunu göstermektedir. Dünya hayatındaki tercihleri ve bu tercihlerin sonucunda yaptıkları ameller ile kendi fırkalarını seçmişlerdir. Bu fırkalar arkadan gelen cümleler ile açıklanmıştır.
Ayette أُولَئِكَ فِي الْعَذَابِ (onlar azaptadırlar) şeklinde gelebilirdi. Oysa أُولَئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ (onlar azabın içinde hazır bulundurulanlardır) şeklinde gelmiştir. Azabın içinde bulunanlardır değil de azabın içinde hazır bulundurulanlardır denmiştir. Azaba sürekli hazırdırlar. Azabın içinde denseydi her an azab içinde olmaları şartı yoktu. Azabın içinde hazır bundurulanlar oldukları için her an azaptadırlar. Diğer taraftan muzari fiil yerine ism-i mef’ûl kullanılmıştır. أُولَئِكَ فِي الْعَذَابِ يُحْضَرُونَ (onlar azabın içinde hazır bulundurulacaklardır) şeklinde gelmemiştir. Bu şekilde gelseydi azabın içinde geçici bir şekilde hazır bulundurulacaklardı. مُحْضَرُونَ (hazır bulundurulanlar) şeklinde ism-i mef’ûl ile gelmekle istimrar belirtmekte ve süreklilik ifade etmektedir. Küfürde ve tekzibdeki bu en şedid topluluk sürekli olarak azabın içinde hazır bulundurulanlar olacaktır. Dünya hayatında yaptıklarının cezasını ağır bir biçimde çekeceklerdir. Azab demek temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda olmaktır. Bu hal onlarda sürekli olarak olacaktır. Ahirette yeme, içme, barınma sıkıntısı içinde olacaklardır. Karşılaşmayı yalanladıkları ahiret onların azabı olacaktır.
هُمْ فِي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ cümlesinde ise iman edip salihatı amel edenler bir ravza içinde ağırlanmaktadırlar. Burada ise azapta olanların aksine muzari fiille يُحْبَرُونَ (ağırlanırlar) şeklinde gelmiştir. هُمْ فِي رَوْضَةٍ مُحْبَرُونَ şeklinde مُحْبَرُونَ ile gelseydi “ağırlananlardır” anlamına gelirdi. Bu durumda sadece ravza içinde olurlar, onun dışında başka bir yerde olamazlardı. Oysa ravzalarda istedikleri zaman olacaklardır. Oralarda ağırlanacaklar ve cennetlerin içinde başka yerlerde de olacaklardır. Organize bir şekilde iman edip salihatı amel etmek çok önemlidir. Çok kolay değildir. Günümüzde çok zordur. Kimse kolay kolay iman ve salihatı amel etme organizasyonuna katılmaz. Biz anlatırız, yüksek kârlar vadetmeyiz, salihattır deriz ama bizden uzak dururlar. Sermayeye ve çoğunluğa güvenirler. Garanti kâr gelecek yerleri ararlar. Bitcoin gibi saçmalıkların bile peşinde koşarlar. Sanal ortamdan büyük paralarla gerçek olmayan ev-arsa alırlar. Yeter ki Sömürücü Sermaye o işe ön ayak olsun. Namazlarını kılarlar, hacca giderler, sadaka verirler ama Allah’a değil Sömürücü Sermayeye iman ederler, onun peşinden giderler. Onun dolarını, bitcoinini kazanmak için çırpınırlar, ömürlerini harcarlar. Oysa o Sömürücü Sermaye azabın içinde hazır bulundurulacaklardır. Rehberi azab içinde olanların gideceği yeri tahmin etmek zor olmasa gerek.
Yalova, Teşvikiye
28 Ocak 2023
M. Lütfi Hocaoğlu