LOKMAN SÛRESİ - 10. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَإِنْ جَاهَدَاكَ عَلَى أَنْ تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (15)
Eğer ikisi seninle sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığını bana ortak etmen üzerine cihad ederse ikisine itaat etme ve ikisine dünyada marufla eşlik et ve bana tekrar tekrar dönen kimsenin yoluna uy. Sonra Banadır dönüşünüz/döndürülüşünüz, amel ediyor olduğunuzu size haber veririm. (15)
وَإِنْ جَاهَدَاكَ عَلَى أَنْ تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ
Eğer ikisi seninle sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığını bana ortak etmen üzerine cihad ederse ikisine itaat etme ve ikisine dünyada marufla eşlik et ve bana tekrar tekrar dönen kimsenin yoluna uy.
Cevap cümlesi | Şart cümlesi Fiil cümlesi | Vâv-u isti’nâfiye |
Ma'tûf Emir fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûf Emir fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Nehiy fiil cümlesi | Fâ-u cevabiyye |
اتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ | وَ | صَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا | وَ | لَا تُطِعْهُمَا | فَ | إِنْ جَاهَدَاكَ عَلَى أَنْ تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ | وَ |
وَ: Vâv-u isti’nâfiyedir. (الْوَاوُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) Fiil cümlesi ile şart-cevap cümlesi arasındadır. Öncesindeki haber cümlesi, sonrasındaki inşa cümlesidir. Aralarında anlamsal bir ilişki vardır. İnsana anne-babasının sorumluluğu yüklenmekte, sonrasında anne-baba çocuğunun şirk üzerinde olması için cihad etmekte ve bu durumda onlara itaat etmeme emri verilmiştir. Bu anlamsal ilişki nedeniyle buradaki vâv isti’nâfiyedir.
إِنْ: “İse” demektir. Şart edatıdır. Bu edatı takiben şart cümlesi ve sonrasında cevap cümlesi gelir.
جَاهَدَا: “İkisi cihad etti” demektir. Bu fiilin fâili “ikisi” anlamındaki fiilin içinde geçen ا dir (جَاهَدَا). Buna tesniye elifi denir. Önceki ayetteki وَالِدَيْهِ (anne-babası) ye racidir. جَهْد “çabalamak” demektir. Bir şey için, bir iş için çaba sarfetmek, gayret göstermek, yorulmak manasındadır. جَاهَدَ ise müfâele bâbındadır. جَهَدَ sülasi üçüncü bâbdan gelirken birinci ve ikinci harf arasına bir elif gelerek müfâele bâbına gelip جَاهَدَ şekline dönüşür. Elif ortaya gelerek fiilin lafzen daha uzun söylenmesine sebep olur ve bu da fiilin daha uzun süre gerçekleşmesini ifade eder. Müfâele bâbının bu etkisine mutabaat (المتابعة) denir. Bir işin sürekli ve kesintisiz olarak devam etmesidir. Mutabaat etkisi bir işteki sürekliliğe ve sebata işaret eder. Cihad da cehdin (çabalamanın) mutabaatı olarak çabalamadaki süreklilik ve istikrarı ifade eder.
كَ: “Sen” demektir. Mensub muttasıl zamirdir.
عَلَى: “Üzerine” demektir. Harf-i cerdir.
أَنْ: “-mek, -mak” demektir. Harf-i mevsuldür yani mastar harfidir. Arkasından gelen تُشْرِكَ muzari fiilini mensub hale getirmiştir.
تُشْرِكَ: “Ortak edeceksin” demektir. Mensub muzaridir. Merfu hali تُشْرِكُ dur. Öncesindeki أَنْ harf-i mevsulü nedeniyle تُشْرِكَ şeklinde mensub hale gelmiştir. Mensub muzari her zaman gelecek zamanı gösterir.
بِ: “-e” demektir. تُشْرِكَ fiilinin mef’ûlü olarak kendisine ortak edilen bu harf-i cerden sonra gelir.
ي: “Ben” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Allah konuşmaktadır. Allah’ın kendisini ifade etmektedir.
تُشْرِكَ بِي: “Bana ortak edeceksin” demektir.
مَا: İsm-i mevsuldür. Sonrasında sıla cümlesi gelir. Sıla cümlesi içinde bu ism-i mevsule ait bir هُوَ veya هُ zamiri vardır.
لَيْسَ: “Değildir” demektir. Olumsuzluk bildirir. Değil(dir), yok(tur), olmaz gibi manalara gelir. Câmid fiildir, sadece mazi çekimi vardır. Muzari çekimi yoktur. Kâne tam fiil olabilirken لَيْسَ tam fiil olarak kullanılmaz, her zaman nakıs fiildir. Bazen haberinin başına anlamı kuvvetlendirmek için (te’kîd için) zaid بِ harf-i ceri gelir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
كَ: “Sen” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
لَكَ: “Senin için, sana ait” demektir.
بِ: “-e” demektir. Harf-i cerdir.
هِ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
عِلْمٌ: “Bilgi” demektir. Kesin bir şekilde bilinen bilgiyi ifade eder.
لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ: “Sana ait ona hiçbir kesin bilgi yoktur” demektir. Olumsuzluk edatından sonra gelen nekre ifadeler “hiçbir” anlamını doğurur. Burada لَيْسَ olumsuz edatından sonra عِلْمٌ nekre gelmiştir. Bu sebeple “sana ait ona hiçbir kesin bilgi yoktur” anlamına gelmektedir.
مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ: “Sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığı” demektir. Burada بِهِ deki zamir ism-i mevsule aittir ve senin onun hakkında hiçbir kesin bilginin olmadığı şeyi ifade etmektedir.
تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ: “Sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığını bana ortak edeceksin” demektir.
أَنْ تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ: “Sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığını bana ortak etmen” demektir.
عَلَى أَنْ تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ: “Sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığını bana ortak etmen üzerine” demektir.
إِنْ جَاهَدَاكَ عَلَى أَنْ تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ: “Eğer ikisi seninle sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığını bana ortak etmen üzerine cihad ederse” demektir. Genelde cihad denilince herkes Allah yolunda cihad anlamaktadır. Oysa Kuran onu zaten “Allah yolunda cihad” olarak tanımlar. Buradaki cihad şirk için yapılan cihaddır. Cihad kelimesine her zaman olumlu mana vermenin yanlışlığı burada görülmektedir. Anne-baba çocuklarının şirk üzerine olması için istikrarlı bir çaba içindedirler.
فَ: Cevap fâ’sıdır. Şart cümlesinden sonra cevap cümlesinin başına gelir. Bu fâ’ya fâ-ı cevabiyye denir. Cevap fiili emir, nehiy, istifham gibi talep bildirirse cevâp cümlesinin başına fâ-ı cevabiyye (فَ) gelir. Burada cevap cümlesi nehiy cümlesi olduğu için başına fâ-ı cevabiyye gelmiştir.
لَا: Olumsuzluk edatıdır. Kendisinden sonra meczum muzari fiil gelirse nehiy edatı olur.
تُطِعْ: “İtaat edersin” demektir. Meczum muzaridir. Merfu hali تُطِيعُ dur. Öncesindeki nehiy لَا sı nedeniyle cezm olmuş ve تُطِعْ şekline dönüşmüştür.
هُمَا: “İkisi” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. وَالِدَيْهِ (anne-babası) ye racidir.
لَا تُطِعْهُمَا: “İkisine itaat etme” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَا تُطِعْهُمَا cümlesine صَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا cümlesini atfetmektedir.
صَاحِبْ: “Musahabe et, eşlik et” demektir. صحب kökünden müfâele bâbından ikinci şahıs emir malum fiildir. Dördüncü bâbdan gelen صَاحِب (çoğulu أَصْحَاب) birisini başına gelebilecek kötülüklerden koruyarak yanından ayrılmayan, onunla ilgilenen, onunla birlikte olan, ona eşlik eden kimsedir. Müfâele bâbına gelince araya bir elif girer. Elif eklenerek üst bâblara geçen fiillerde elif artırıcı etki yapar. İf’âl bâbında fiile fâil veya mef’ûl ekler veya yeni bir zamana veya yeni bir mekâna sokar veya yeni bir hâle geçirir. Müfâele bâbında elif ortaya geldiği için sözü uzatıcı etki yaptığından fiilin işleniş süresini uzatır. Bu süreyi uzatması fâilin fiili daha uzun süre yaptığı mutabaat etkisiyle olabileceği gibi aynı fiili karşılıklı iki tarafın ortaklaşmasından dolayı fâillerin sayısının artmasıyla toplam fiil süresinin uzaması şeklinde olan müşareket etkisiyle de olabilir. Bu nedenle صَاحِبْ emri tek taraflı verilmiş gibi görünse de iki taraflıdır. Yani fâil mef’ûl hükmünde olduğu gibi mef’ûl de fâil hükmündedir. Bu fiilin fâili mef’ûlüne, mef’ûlü de fâiline eşlik eder, korur, ilgilenir ve yalnız bırakmaz.
هُمَا: “İkisi” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. وَالِدَيْهِ (anne-babası) ye racidir. صَاحِبْ fiilinin lafzen mef’ûlü, manen ise müşareket etkisinden dolayı hem fâili hem de mef’ûlüdürler.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
الدُّنْيَا: “En yakın, dünya” demektir. Dişil ism-i tafdildir. Erili الْأَدْنَى dır. Hazfedilmiş الْحَيَاةِ ın sıfatı olduğu için ve الْحَيَاةِ de dişil olduğu için bu da dişil (müennes) gelmiştir. Fiil olarak birinci bâbdan دَنَا - يَدْنُو şeklinde “yaklaşmak” manasındadır. Vâv harfi ya harfine burada kural dışı olarak ibdal edilir. دُنْوَى olması gerekirken دُنْيَا şeklinde gelir.
فِي الدُّنْيَا: “En yakında, dünyada” demektir. Kuran’da الْآخِرَةِ ile beraber kullanıldığında الْحَيَاةِ الدُّنْيَا daki الْحَيَاةِ anlaşılabildiğinden dolayı hazf edilebilir. Burada da eril olan الْأَدْنَى değil de dişil olan الدُّنْيَا geldiği için dişil olan الْحَيَاةِ anlaşıldığından hazf edilmiştir. Bu nedenle buradaki mana “en yakın hayatta” şeklindedir.
مَعْرُوفًا: “Tanınan, kabul edilen, yadırganmayan” demektir. Nâib-i mef’ûlü mutlaktır. Hazf edilmiş olan mastarın sıfatıdır. Aslında صِحَابًا مَعْرُوفًا (kabul edilen şekilde eşlik etmek) şeklindedir. Fiilin mef’ûlü mutlağı hazf edilip sıfatı söylendiğinde bu sıfata nâib-i mef’ûlü mutlak denir. مَعْرُوفًا in zıttı مُنْكَرًا dir. Münker “tanınmayan, kabul edilmeyen, yadırganan” demektir. Ma’ruf ve münker haram ve helalden farklı olarak belli şartlara bağlı olarak uygulanabilir veya uygulanamaz değillerdir. Ma’ruf fiiller her durumda uygulanması istenilen fiillerken münker fiiller her durumda uygulanması istenmeyen fiillerdir. Maruf ve münker birinden öğrenilmez. Yaratılış gereği psikolojik olarak sağlıklı olan herkesin iyi olarak kabul ettiği fiiller maruf fiiller, kötü olarak kabul ettiği fiiller münker fiillerdir. Birisinin gelip de bu fiil iyidir, bu fiil kötüdür demesine gerek yoktur. Helal ve haram olan fiiller ise belli şartlar altında iyi, belli şartlar altında kötü olan fiillerdir. Normalde savaşmak yasak değilken haram aylarda yasak olur. Bu zamanın haramlığıdır. Mescid-i haram indinde savaşmak da yasaktır. Bu da mekânın haramlığıdır. Normalde avlanmak yasak değilken ihramda iken avlanmak yasak olur. Bu fâilin haramlığıdır. Normalde et yemek yasak değilken domuz eti yemek yasak olur. Bu da mef’ûlün haramlığıdır. Normalde eşiyle cinsel ilişkiye girmek yasak değilken eşi olmayan biriyle cinsel ilişkiye girmek yasak olur. Bu da fâillerin haramlığıdır. Münker haramdan daha şiddetlidir. Belli şartlara bağlı değildir. Her durumda kötüdür, yasaktır. Kuran marufu emretmemizi, münkeri nehyetmemizi istemektedir. Buna çok basit bir şekilde iyiliği emretme, kötülüğü nehyetme şeklinde bir anlam verilmesi gerçek anlamı tam olarak karşılamamaktadır. Emir söyleme değildir. Belli prosedürlerden, süreçlerden meydana gelmiş iştir. Nehiy de aynı şekildedir. Lût Peygamber kavmine تَأْتُونَ فِي نَادِيكُمُ الْمُنْكَرَ “Toplantı yerinizde münkere geliyorsunuz” demektedir. Toplantı yerlerinde hoş olmayan, tahammül edilemeyen, psikolojik olarak sağlıklı biri için rahatsız edici olan, iç sıkıntısı veren, yadırganan işleri yaptıkları anlaşılmaktadır.
فَلَمَّا جَاءَ آلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَ (61) قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ (62)
Gönderilenler Lût’a gelince dedi ki kesinlikle siz yadırganan bir kavimsiniz. (Hicr 61-62)
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ (24) إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ (25)
Sana İbrahim’in ikram edilen konuklarının hadisi geldi mi? Onun yanına girmişlerdi de selam demişlerdi. O da selam, yadırganan kavim dedi. (Zariyat 24-25)
Lût’a gelen Allah’ın elçileri için hem İbrahim hem de Lût münker ifadesini kullanmışlardır. İkisi de onları yadırgamış, onlara bu topluluk değişik gelmiş, içlerine sıkıntı vermiştir, korku oluşturmuştur. Bu nedenle münker kavim demişlerdir.
الَّذِينَ يُظَاهِرُونَ مِنْكُمْ مِنْ نِسَائِهِمْ مَا هُنَّ أُمَّهَاتِهِمْ إِنْ أُمَّهَاتُهُمْ إِلَّا اللَّائِي وَلَدْنَهُمْ وَإِنَّهُمْ لَيَقُولُونَ مُنْكَرًا مِنَ الْقَوْلِ وَزُورًا
Sizden kadınlarından zıhar yapanlar, onlar onların anneleri değildir. Onların anneleri yalnızca onlara anne olanlardır ve kesinlikle onlar sözlerden münker olanı ve yanlış yönde olanını söylüyorlar. (Mücadele 2)
Eşlerini anneleri yerine koyanların bu söyledikleri söze münker söz denmektedir. Yadırganan, kabul edilmeyen, sıkıntı veren sözdür.
Münker ism-i mef’ûldür. Tanınmayan demektir ama kim tarafından tanınmadığı belirli değildir. Aynı durum maruf için de geçerlidir. Tanınan demektir ama kim tarafından tanındığı belirli değildir. Münker ve maruf yaratılış gereğidir. İnsan yaratılışı gereği bir fiilin münker mi maruf mu olduğunu bilir. Bunlar topluluğun karar alma mekanizmaları tarafından belirlenip kayıt altına alınabilir.
إِنَّ أَنْكَرَ الْأَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِيرِ
Kesinlikle seslerin en hoşlanılmayanı eşeğin sesidir. (Lokman 19)
Eşeğin sesi yaratılış gereği insanın hoşuna gitmez. Kuran buna “seslerin en nekresi” demektedir. İnsan yaratılışı gereği bu sesten hoşlanmaz.
Bir hayvana eziyet etme, bacağını veya kuyruğunu kesme psikolojik problemi olmayan hiç kimse tarafından kabul görmez, rahatsız edicidir. İşte bu münkerdir. Birisine eziyet etmek, işkence etmek münkerdir. Sokaklarda bağıra bağıra insanları rahatsız etmek de münkerdir. Kimse bağıran insanlardan hoşlanmaz. Elinde silahla sokaklarda gezip çevredeki insanları korkutmak münkerdir. İnsan kendilerine korku verenlerden hoşlanmaz ve münkerdir. İbrahim de Lût da kendilerinde korku oluşturan gelen Allah’ın elçileri için münker ifadesini kullanmışlardır.
Kuran’da maruf ve münkerin tanımı yapılmaz. Sadece emredilmesi ve nehyedilmesi istenir. Tanımlanmasına gerek yok. Onların tanımı insanın yazılımına Allah tarafından konmuştur.
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Sizden hayra çağıran ve marufu emreden ve münkeri nehyeden bir ümmet olsun. Onlar, onlar iflah olanlardır. (Ali İmran 104)
Bize düşen de marufu emretmek, münkeri nehyetmek, hayra çağırmaktır. Emretme ve nehyetme yapma ve yapmama demek değildir. Bunların iş tanımlarını yapmak, süreçleri ve prosedürleri belirlemektir. Maruf fiil ve münker fiil yapanların fiillerini kayıt altına almak, ahlak puanlarını buna göre oluşturmak ve insanların herkesin ahlak puanını bilmesini sağlamaktır. Ancak bu mekanizmanın kurulması sayesinde insanlar ahlaklı davranmaya teşvik edilmiş olurlar. Bir topluluk oluşturmalıyız ve herkesin maruf ve münker kayıtlarını tutmalıyız ve bunun örneği olmalıyız.
صَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا: “İkisine dünyada marufla eşlik et” demektir. Maruf olmadan münkerle eşlik etme. Onlara öyle davran ki yaratılış gereği hoşa gitsin, onları kıracak şekilde olmasın. Davranışların yadırganmasın, hoşa gitsin. Ama onlara şirk konusunda asla itaat etme. Tabi burada dördüncü bâbdan gelecek şekilde اصْحَبْهُمَا denmemiştir. Bu şekilde gelince de eşlik etmedir ama tek taraflıdır. Yani çocuk anne-babasını ağırlamaktadır, onların yanında olmakta, onları desteklemekte, eşlik etmekte, korumakta, ilgilenmekte ve yalnız bırakmamaktadır. Ancak anne-baba bunları çocuklarına yapmamaktadırlar. Ayette gelen صَاحِبْهُمَا da ise bâb müfâele bâbı olduğundan müşareket yani ortaklık vardır. Hem çocukları anne-babasına eşlik etmekte, onlarla ilgilenmekte, yalnız bırakmamakta ve korumakta, hem de anne-baba çocuklarına bunları yapmaktadır. Buradaki emir hem çocuk hem de anne-babaya verilmiş olmaktadır. Anne-baba çocuklarını aşağılıyorlarsa, hakaret ediyorlarsa, kötü davranıyorlarsa onlar çocuklarına münker olarak eşlik etmiş olurlar. Bu durumda çocuğun onlara eşlik etme zorunluluğu yoktur. Onlarla ilgilenmek zorunda da değildir. Maruf olarak eşlik etmek karşılıklıdır.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. صَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا cümlesine اتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ cümlesini atfetmektedir.
اتَّبِعْ: “Kendiliğinden uy” demektir. İkinci şahıs eril tekil emir fiildir. İftiâl bâbından gelmiştir. Dördüncü bâbdan تَبِعَ - يَتْبَعُ şeklinde birine, bir şeye veya bir işe tabi olmak, ona uyarak onu izlemek manasındadır. Dördüncü bâb iftiâl bâbına gelinceاتَّبَعَ -يَتَّبِعُ şeklinde birine, bir şeye veya bir işe kendi isteğiyle, kendi çabasıyla tabi olmak, ona uyarak onu izlemek anlamındadır. Sülasi fiil olarak geldiğinden uymanın her şeklini manası içine almaktadır. Kendi çabasıyla uymak veya kanunların, yasakların zoruyla uymak تَبِعَ - يَتْبَعُ nun kapsamı içindedir. İftiâl bâbına gelince ise اتَّبَعَ - يَتَّبِعُ nun kapsamı sadece kendi isteği, kendi çabasıyla uymaktır.
سَبِيلَ: “Yol” demektir. Bir kimseyi ya da kendisini başka bir kimseye veya bir mekâna veya bir işe, bir hedefe, bir amaca ulaştırmak manasındaki fiilden gelmiştir. Bir amaca ulaşmak için gidilen yöntemleri ifade eder. Fiziksel olarak yolu da ifade eder.
مَنْ: “Kimse” demektir. Umumi ism-i mevsuldür.
أَنَابَ: “ “Tekrar tekrar döndü” demektir. نوب kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Birinci bâbdan نَوْب mastarı nöbetler şeklinde tekrarlayarak gelmek, nöbet tutmak manasındadır. İf’âl bâbında (أَنَابَ – يُنِيبُ) sayruret etkisi ile gelir. Birisinden veya bir mekândan her uzaklaştığında tekrar oraya/ona dönmek demektir. Askerlikte veya bir işte tutulan nöbet, epilepsi (sara) hastalığındaki nöbet kelimeleri Türkçeye buradan gelmiştir.
(نوب) النون والواو والباء كلمةٌ واحدة تدلُّ على اعتياد مكان ورجوعٍ إليه... ويقال إنَّ النُّوبَ: النَّحل، قالوا: وسمِّيَت به لرَعْيها ونَوْبِها إلى مكانها. وقد قيل إنَّه جمع نائب.
(نوب) Nun ve Vav ve Ba bir mekâna alışmak ve ona dönmeye delalet eden tek anlamdır… Denilir ki kesinlikle nûbe balarısıdır, dediler ki: otlaması ve mekânına nevb etmesinden dolayı onunla isimlendirilmiştir. Denilmiştir ki o nâibin çoğuludur. (Makayisu-l Luga)
نَابَ - يَنُوْبُ + كائن أو شيء + إلى كائن أو مكان: يرجع إليه مرة بعد مرة، كلما ذهب بعيداً عنه: يجد في كائن أو مكان الراحة أوالسكينة أوالخير أو النفع
مُنِيب: اسم فاعل من " أَنَابَ - يُنِيْبُ ": الذي يعود ويرجع بنفسه، مرة بعد مرة، إلى كائن أو مكان طلباً للخير عنده
Nâbe – Yenûbu + birisi veya bir şey + birisi veya bir mekâna: ondan her uzağa gittiğinde ona (birisine veya bir mekâna) tekrar tekrar döner: birisinde veya bir mekânda rahat veya dinginlik veya hayr veya fayda bulur.
Münib: “Enâbe – Yûnibu” dan ism-i fâildir: onun indinde olan hayrı talep etmek için kendisini tekrar tekrar birisine veya bir mekâna iade eden ve döndürendir. (KitabuAllah)
إِلَى: “-e, -a” demektir. Harf-i cerdir.
ي: “Ben” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Allah konuşmaktadır. Buradaki “Ben” Allah’tır.
إِلَيَّ: “Bana” demektir.
أَنَابَ إِلَيَّ: “Bana tekrar tekrar döndü” demektir.
مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ: “Bana tekrar tekrar dönen kimse” demektir.
إِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُ (31) فَقَالَ إِنِّي أَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبِّي حَتَّى تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ (32) رُدُّوهَا عَلَيَّ فَطَفِقَ مَسْحًا بِالسُّوقِ وَالْأَعْنَاقِ (33) وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمَانَ وَأَلْقَيْنَا عَلَى كُرْسِيِّهِ جَسَدًا ثُمَّ أَنَابَ (34) قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَا يَنْبَغِي لِأَحَدٍ مِنْ بَعْدِي إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ (35)
Ona (Süleyman’a) akşam soylu atlar sunulmuştu da “Kesinlikle ben rabbimi hatırlattığından dolayı hayrı severim” demişti. Nihayet perde arkasına gizlendiler. “Onları bana döndürün” (dedi). Bacakları ve boyunları mesh etmeye başladı. Kesinlikle Süleyman’ı fitnelemiştik ve kürsisinin üzerine bir ceset bıraktık sonra inabe etti. “Rabbim beni bağışla ve bana benden sonra kimsenin erişemeyeceği bir yönetim hibe et. Kesinlikle sen hibe edicisin.” dedi. (Sad 31-35)
Bu ayetlerde Süleyman Peygamber bir gerekçe göstererek mal sevgisine yönelmiş sonra Allah’a inabe etmiştir yani tekrar dönmüştür.
Allah’a münib olan kimse Allah’tan her uzaklaştığında, Allah’ı unutup başka şeylere daldığında tekrar tekrar Allah’a döner, O’na yönelir.
سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ: “Bana tekrar tekrar dönen kimsenin yolu” demektir.
اتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ: “Bana tekrar tekrar dönen kimsenin yoluna uy” demektir. Allah’a inabe eden bu kimsenin/kimselerin yöntemlerine, ona/onlara göre olan kanunlara, kurallara uy demektir. Yaşamını onun/onların yoluna uygun hale getir demektir. Bunu kendi isteğinle yap demektir. Burada اتَّبِعْ سَبِيلَ الَّذِي أَنَابَ إِلَيَّ denmemiştir. Has ism-i mevsul yerine umumi ism-i mevsul kullanılmıştır. Umumi ism-i mevsul hem tekil hem ikil hem de çoğul için kullanılır. Buradaki kimse tek kişi, iki kişi veya çok kişi olabilir. Her kim olursa olsun bana inabe edenin/edenlerin yoluna uy demektir. Yok o bizim cemaatimizden değil, yok o bizim partiden değil, yok o bizim topluluğumuzdan değil, deme. الَّذِي yerine مَنْ gelmesiyle her kim olursa olsun onun/onların yoluna uy denmektedir.
إِنْ جَاهَدَاكَ عَلَى أَنْ تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ: “Eğer ikisi seninle sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığını bana ortak etmen üzerine cihad ederse ikisine itaat etme ve ikisine dünyada marufla eşlik et ve bana tekrar tekrar dönen kimsenin yoluna uy” demektir.
Bir insanın anne-babası niçin onun şirk üzerinde olmasını istesin? Daha da ilginci niçin bunun için cihad etsin? Daha da ilginci niçin hiçbir kesin bilgin olmayan bir şeyi şirk etmen için çaba içinde olsun?
İnsanın en yakını anne-babasıdır. Allah onlara ihsanı emretmiştir. Onlar bile senin şirk üzerinde olman için çaba sarfederlerse onlara uyma deniyor. En yakınına uymazsan başka hiç kimseye uymazsın zaten. Buna delaletin delaleti denir.
İnsanlar kendilerinin şirk üzerinde olmadıklarını sanırlar. Kendilerinin çok iyi bir şey yaptıklarını sanırlar ama şirk üzerindedirler. Anne-baba çok iyi bir yolda olduklarını sanmaktadırlar. Çocuklarını da kendilerince bu iyi yola sokmaya çalışmaktadırlar. Bu nedenle şirk kavramının çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Şirk Allah’ın mülküne yani yönetimine ortak etmedir.
- Şerik (الشَّرِيك): Allah’ın doğal ve sosyal kurallarına, kanunlarına aykırı kural, kanun koyan kimsedir. Şerikler yani ortak edilenler yönetimde ve kural koymada Allah’a ortak edilmektedirler. Allah’ın kurallarına aykırı kuralları koymakta, Allah’ın istemediği şekilde yönetmektedirler.
- Müşrik (الْمُشْرِك): Şeriki kural, kanun koyucu olarak seçen, destekleyen, onun arkasında olan kimsedir. Şerik, kuralı koyandır, müşrik ise şeriki kural koyucu olarak seçen, kabul eden ve onun koyduğu kuralların doğru, iyi, güzel, faydalı olduğunu savunan ve uygulattırandır.
- Şirk (الشِّرْك): Mülkte yani yönetme yetkisinde ortak edilen kısımdır. Bu yetki yasama, yargı, yönetme, yürütme olabilir. Bunlardan hangisinde şerikler Allah’ın kurallarına uygun olmayan kurallar veya bu kuralları uygulama kuralları üretiyorsa orası ortak edilen kısım olarak şirktir.
- Şirk edilen (مَا يُشْرِكُونَ): Allah’ın doğal ve sosyal kanunlarına aykırı olan kural, kanundur. Allah’ın kurallarına aykırı yasalar, örfler, toplumsal kurallar, töreler, geleneklerdir. Şeriklerin koyduğu kurallardır. Kuralı koyan şerik ölmüş olsa bile onun koyduğu kural, çıkardığı kanun, getirdiği sistemli yapı varlığını devam ettirmekte olabilir. مَا يُشْرِكُونَ kurallar olduğu gibi aynı zamanda kuralları koyma kurallarıdır. Kural koyma kuralı da Allah’ın kuralı koyma kuralına aykırı olduğu zaman şirk edilendir.
Buradaki مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ (sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığı) ifadesi مَا يُشْرِكُونَ (şirk edilen) dir.
لِمَ تُحَاجُّونَ فِيمَا لَيْسَ لَكُمْ بِهِ عِلْمٌ
Size ait hiçbir kesin bilginin olmadığı şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? (Ali İmran 66)
قَالَ يَانُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَلَا تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ
“Ey Nuh, o senin ehlinden değildir. O salih olmayan ameldir. Sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığı şeyi benden isteme. Sana cahillerden olmamayı öğütlerim” dedi. (Hud 46)
لَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ
Sana ait hiçbir kesin bilginin olmadığı şeyin arkasına düşme. (İsra 36)
تَقُولُونَ بِأَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِهِ عِلْمٌ
Size ait hiçbir kesin bilginin olmadığı şeyi ağızlarınızla söylüyorsunuz. (Nur 15)
Hiçbir kesin bilgisi olmayan şey nedir de şirk edilmektedir? Hiçbir kesin bilgimiz olmayan şeyi Allah’a ortak etmeyeceğiz de kesin bilgimiz olan bir şeyi ortak edebilir miyiz? Mefhumu muhalefetle hareket edersek bu önerme doğrudur ancak mefhumu muhalefetle hareket etmenin uygun olduğu çok özel durumlar vardır. Burada hareket edilmez.
Burada önemli olan كَ (sen) ile hitap edilenin kim olduğudur? Meallerde genellikle Kuran’da “sen” hitaplarında “Ey Muhammed” şeklinde tercüme görürsünüz. Bunun altında yatan bilinçaltındaki sorumluluktan kaçmadır. “Kuran Muhammed’e inmiştir, o yapacaktır, biz de ona salavat getireceğiz, o da bize şefaat edecek, biz de kurtulacağız” düşüncesidir. Bu ayet bu düşünceyi geçersiz kılmaktadır. Muhammed Peygamberin anne-babası yoktur ve onunla şirk üzerine cihad etme imkânı da yoktur. Kuran’da “sen” diye gelen emirler öncelikle Kuran’ı okuyana gelmektedir. Çok nadiren belirli karinelerle “sen” emirleri sadece Muhammed Peygambere aittir. Buradaki “sen” Kuran ehlidir. Kuran’ı okuyan ve ondan faydalanan, yaşam rehberi edinen kimsedir. Zaten Kuran ehli olanın bile bile Allah’a ortak etmeyeceği gayet açıktır. Ancak kesin bilgisi olmayan bir şeyi Allah’a ortak edebilir. Bu çok önemlidir. Ben namaz kılıyorum, oruç tutuyorum, hacca da giderim, sadaka da veririm, cennete gideceğim sanırken kesin bilgin olamayan bir şeyi Allah’a ortak edebilirsin. Bu nedenle Kuran ehli bir şeyin şirk olup olmadığından kesin emin olmadan asla hareket etmemelidir. Şirk yönetimseldir. Allah’ın kurallarına aykırı kurallar içinde hareket ederek şirk içinde olabilir. Allah’ın izin vermediği çoğunluk demokrasisi içinde başarılar ararken bunun aslında Allah’ın kurallarına aykırı olduğunu bilmeme mazeretine sahip değildir. Allah’ın mülkü yani yönetimi dışındaki bütün yönetimsel sistemler içinde çabalayanlar bu ayetin hükmü kapsamındadırlar. Ben bunu bilmiyordum, bunun şirk olduğuna dair kesin bir bilgim yoktu deme lüksüne sahip değillerdir.
وَمَا أَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِنِينَ (103) وَمَا تَسْأَلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَمِينَ (104) وَكَأَيِّنْ مِنْ آيَةٍ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ (105) وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللَّهِ إِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ (106) أَفَأَمِنُوا أَنْ تَأْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِنْ عَذَابِ اللَّهِ أَوْ تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (107) قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللَّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللَّهِ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ (108)
İnsanların çoğunluğu hırslansan bile müminler değildirler. Sen onlardan hiçbir ücret istemiyorsun. O yalnızca alemler için bir zikirdir. Gökler ve yerde nice ayetler vardır ki onlara uğrar geçerler ve onlar onlarla ilgilenenler değillerdir. Onların çoğunluğu Allah’a yalnızca müşrikler olarak iman ederler. Onlara Allah’ın azabından bir gaşiyenin geleceğinden veya onlara saatin aniden geleceğinden emin midirler? “Bu benim yolumdur. Ben bana uyanlarla beraber basiret üzerine Allah’a çağırıyorum ve Allah süphandır ve ben müşriklerden değilim” de. (Yusuf 103-108)
Bu ayetler iman ve şirkin nasıl bir arada olacağını ve insanların çoğunluğunun da bu durumda olduğunu göstermektedir.
Allah’a iman edersin ama kesin bilgin olamayan bir şeyi Allah’a ortak edersin ve müşrik olarak iman etmiş olursun. İnsanların çoğunluğunun durumunun bu olduğu gayet açıktır. Günümüz ise çoğunluğa uyma dönemidir. Çoğunluk ne derse onu yapalım. Çoğunluğun oyunu almamız lazım ki iktidar olalım. Çoğunluk da çoğunluk. Allah’ın izin vermediği yönetim biçimleri içinde hareket etmek ve bu yönetim biçimi üzerinde olmak. Bu iki durum Ankebut ve Lokman suresinin bu ayetinde anne-babanın çocuğuyla yaptığı cihad üzerine anlatılmıştır.
Çoğunluk demokrasisinden sadece kendinden öncekilerin yolu diye medet ummak kesin bir bilgiye dayanmayan durumdur. Kesin bilgi yok, sadece eski siyasilerin yolu diye bu yolu doğru yol sanmak çok tehlikelidir. Kesin bilgi geçmiştekilerin yaptığı değildir. Kesin bilgi Allah’ın ayetlerine dayanan bilgidir. Kuran’da defalarca çoğunluğun yanlış yolda olduğu söylendiği halde insanlar hala burada çareler aramaya devam etmektedirler.
قَالُوا رَبَّنَا أَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَأَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا فَهَلْ إِلَى خُرُوجٍ مِنْ سَبِيلٍ (11) ذَلِكُمْ بِأَنَّهُ إِذَا دُعِيَ اللَّهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْ وَإِنْ يُشْرَكْ بِهِ تُؤْمِنُوا فَالْحُكْمُ لِلَّهِ الْعَلِيِّ الْكَبِيرِ (12)
“Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün ve iki kere dirilttin de suçlarımızı itiraf ettik. Öyleyse çıkışa bir yol var mı? Size söylüyorum ki bu durum Allah’a, birliğine çağrıldığınızda küfretmenizden ve O’na ortak edildiğinde iman etmenizdendir. Hüküm alî ve kebîr olan Allah’a aittir. (Mümin 11-12)
Bu ayetlerde de cehennemdekiler konuşmakta ve onların bu durumlarının sebebi küfretmeleri ve ancak Allah’a şirk edilince iman etmeleridir. Burada da görülmektedir ki iman etmeleri ancak şirkle olmaktadır.
Şirk sistemi için çaba göstererek Allah’a iman etmek! Bana hiç yabancı gelmiyor. Allah yolundayız diyerek Allah’ın istemediği sistemler, mekanizmalardan medet ummak.
Ayette bana inabe edenin yoluna uy diyor, anne-babanın istediği yola değil. Yol demek yöntemler dizisidir. Onun yol haritasına uy denmektedir. Çoğunluk demokrasisine uyma, Allah’ın istemediği sistemlere uyma, o sistemlerin kıyısından bile geçme. Maalesef günümüzde durum tam tersidir. Herkes kendi imanının sağlam olduğunu, en doğru yolda olduğunu sanır. Oysa cahiliye döneminin saçmalıkları içinde cihad etmektedirler. Aslında şirk için cihad etmektedirler. Müşrikler olarak iman etmektedirler. Ancak şirkle beraber iman etmektedirler. Sonra da kendilerinin hak yolda olduğunu iddia etmektedirler.
ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ
Sonra Banadır dönüşünüz/döndürülüşünüz.
İsim cümlesi | Atıf harfi |
Mübteda | Haber |
Fâil Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf | Mecrur | Cârr |
كُمْ | مَرْجِعُ | ي | إِلَى | ثُمَّ |
ثُمَّ: “Sonra” demektir. Atıf harfidir. Öncesinde hazf edilmiş olan bir cümleye إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ cümlesini atfetmektedir.
إِلَى: “-e” demektir. Harf-i cerdir.
ي: “Ben” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Buradaki ben Allah’tır.
إِلَيَّ: “Bana” demektir.
مَرْجِعُ: “Dönüş/döndürülüş” demektir. رجع kökünden ikinci bâbdan gelmektedir. Bu kökün bir özelliği vardır. Hem lazım (geçişsiz) hem de müteaddidir (geçişli). Lazım fiiller mef’ûl almazlar yani fiilden etkilenen fiili yapanın kendisidir, etkilenen başka birisi yoktur. Müteaddi fiillerde ise fâilin yaptığı fiilin etkilediği bir mef’ûl vardır. Bu kök aynı bâbdan geldiği halde hem lazım hem de müteaddi olabilmektedir. Fark mastardadır.
| Mastar | Muzari | Mazi |
Lazım | رُجُوع | يَرْجِعُ | رَجَعَ |
Müteaddi | رَجْع | يَرْجِعُ | رَجَعَ |
Ayetlerde lazım ve müteaddi geçişlere örnek verecek olursak:
| Ayette geçiş | Anlam |
Lazım | لَمَّا رَجَعُوا إِلَى أَبِيهِمْ قَالُوا يَاأَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ | Babalarına döndüklerinde dediler ki “Ey babamız, keyl bizden men edildi”. (Yusuf 63) Burada fiil lazımdır. Mef’ûlü yoktur. Kendileri dönmüşlerdir. |
Müteaddi | رَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ | Gözü aydın olsun ve hüzünlenmesin diye seni annene döndürdük. (Taha 40) Burada fiil müteaddidir. Mef’ûlü كَ (sen) zamiridir, döndürülendir. |
مَرْجِعُ mimli mastardır. Mastarların genel özelliği belirli bir zaman dilimi içinde kısıtlanmamalarıdır. Sonsuz zamanı ifade ederler. Yapmak, yürümek, koşmak gibi mastarlar belli bir zamanı ifade etmezler. “Yürümek sağlıklıdır” dediğiniz zaman yürümek mastarı belirli bir zamanı ifade etmez. Tüm zamanları kapsar. İngilizcede de mastara bu nedenle “infinity” denmektedir. Etimolojik olarak sonsuzluk, sınırsızlık manasından gelmiştir. Buna ilaveten bir mekân içinde gerçekleşen bir fiili de ifade etmezler. Aynı zamanda mastarlar çoğul hale de gelmezler. Ancak mastarı belirli bir zamana kısıtlamak, belirli bir mekân içinde gerçekleşen fiili ifade etmek veya çoğul hale getirmek ihtiyacı vardır. Bu durumda başka bir mastar türü kullanılır. Türkçede bunu ifade etmek için “-mak, -mek” yerine “-ma, -me” kullanılır. “Yürümem iyi oldu” derseniz yürümeyi kendinize izafe etmiş olursunuz ve belli bir zamana kısıtlamış olursunuz ve belirli bir mekân içinde gerçekleşmiş olan fiili ifade etmiş olursunuz. “Yürümelerim sağlığım için faydalı oldu” derseniz mastarı hem belirli zaman dilimlerine kısıtlamış hem belirli mekânlar içinde gerçekleşmiş fiilleri ifade etmiş olursunuz hem de çoğullaştırmış olursunuz. İngilizcede normal mastar “to” ile başlarken sayılabilen ve belirli bir zamana kısıtlanan mastarlar için “-ing” eki kullanılır. Arapçada bu tür mastarlara her zaman mim harfi ile başladığı için mimli mastar denilir ve bunun için sülasi fiillerde iki kalıp kullanılır. Bu kalıplar مَفْعَل ve مَفْعِل kalıplarıdır. Muzari çekimin orta harfinin harekesi fetha ise مَفْعَل kalıbı, kesre ise مَفْعِل kalıbı, zamme ise bazı köklerde مَفْعَل kalıbı, bazı köklerde مَفْعِل kalıbı kullanılır. رجع kökü ikinci bâbdan geldiği için muzari çekiminin orta harfi kesrelidir (يَرْجِعُ). Bu nedenle مَفْعِل kalıbı kullanılır ve رجع kökünün mimli mastarı مَرْجِع olur. Arapçada mimli mastarlar aynı zamanda ism-i zaman ve ism-i mekândır. Yani fiilin gerçekleştiği zamanı da bu kalıp gösterir, fiilin gerçekleştiği mekânı da bu kalıp gösterir. Yani bu kalıbı gördüğünüz zaman üç durumdan biri olacaktır: mimli mastar, ism-i zaman, ism-i mekân. Hangisinin olduğu cümlede geçişinden mütevellit karinelerle anlaşılacaktır.
Mimli mastarlar da dahil tüm mastarların diğer bir özelliği hem malum (etken) hem de meçhul (edilgen) anlamda olmalarıdır. Arapça da yapmak ve yapılmak aynı mastarla ifade edilir.
Diğer taraftan رجع kökünün özelliğinden dolayı مَرْجِع’nun hem lazım hem de müteaddi olabilmesi nedeniyle manası şu şekillerde olur:
| Mimli mastar | İsm-i zaman | İsm-i mekân |
Müteaddi Malum | Döndürüş/döndürme | Döndürme zamanı | Döndürme yeri |
Müteaddi Meçhul | Döndürülüş/döndürülme | Döndürülme zamanı | Döndürülme yeri |
Lazım Malum | Dönüş/dönme | Dönme zamanı | Dönme yeri |
Lazım Meçhul | Lazım ve meçhul bir arada olmaz |
Diğer bir özellik mimli mastarların ikil ve çoğul olabilmesidir. Buna göre مَرْجِع’nun çekimi şu şekildedir:
Nekre | |
Çoğul | İkil | Tekil |
مَرَاجِعُ | مَرْجِعَانِ | مَرْجِعٌ | Merfu |
مَرَاجِعَ | مَرْجِعَيْنِ | مَرْجِعًا | Mensub |
مَرَاجِعَ | مَرْجِعَيْنِ | مَرْجِعٍ | Mecrur |
Marife | |
Çoğul | İkil | Tekil |
الْمَرَاجِعُ | الْمَرْجِعَانِ | الْمَرْجِعُ | Merfu |
الْمَرَاجِعَ | الْمَرْجِعَيْنِ | الْمَرْجِعَ | Mensub |
الْمَرَاجِعِ | الْمَرْجِعَيْنِ | الْمَرْجِعِ | Mecrur |
Bu ayette tekil çekimle gelmiştir. Bir kere “dönüş” ifade edilmektedir.
كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
مَرْجِعُكُمْ: Mimli mastar, ism-i zaman ya da ism-i mekân oluşuna göre müteaddi malum olmaz, ya müteaddi meçhul ya da lazım malum olacağından “Dönüşünüz, döndürülüşünüz”, “dönüş yeriniz, döndürülüş yeriniz” ya da “dönüş zamanınız, döndürülüş zamanınız” demektir.
إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ: “Bana doğrudur dönüşünüz/döndürülüşünüz” demektir. إِلَيَّ (bana) ifadesinden مَرْجِعُ’nun mimli mastar olduğu anlaşılmaktadır. Dönüş/döndürülüş zamanınız/mekânınız bana doğrudur ifadesi uygunsuz olduğundan ism-i zaman ve ism-i mekân olmadığı, mimli mastar olduğu anlaşılmaktadır.
Mimli mastar burada tekil olduğu için çok kişinin bir dönüşü ifade edilmektedir. Belirli bir zamana kısıtlanmıştır. Bu zaman ölümden sonraki dönüş zamanıdır. Herkesin tek bir dönüşü ifade edilmektedir. Eğer bireysel dönüşler olsaydı إِلَيَّ مَرَاجِعُكُمْ (dönüşleriniz banadır) şeklinde gelirdi. Öleceksiniz, sonra diriltilecek ve bana döneceksiniz, döndürüleceksiniz denmektedir. Kuran’da 15 kere bu şekilde geçmekte ve hepsinde dönenler çoğul, dönüş tekildir.
Ayette geçiş | Anlamı | Sayı |
إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ | Banadır dönüşünüz | 3 |
إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ | Allah’adır dönüşünüz | 3 |
إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ | O’nadır dönüşünüz | 2 |
إِلَى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ | Rabbinizedir dönüşünüz | 2 |
إِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ | Bizedir dönüşünüz | 1 |
إِلَى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ | Rablerinedir dönüşleri | 1 |
إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ | Bizedir dönüşleri | 3 |
Hepsinde مَرْجِعُ sona alınmıştır. مَرْجِعُكُمْ إِلَيَّ yani “dönüşünüz banadır” denmemiştir. Burada takdim-tehir yapılmıştır. Cümle devrik hale getirilmiştir. Mübteda haber yer değiştirmiş, haber mübtedanın önüne geçirilmiştir. Bu da te’kîd için veya tahsis için olur. Yani kafalardaki şüpheleri gidermek için gelir ya da “dönüşünüz yalnızca banadır” anlamında tahsis için olur.
Kuran’da sadece bir yerde takdim tehir yapılmamıştır. Orada da dönülen yer Cehîm’dir. Saffat 68’de ثُمَّ إِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَإِلَى الْجَحِيمِ (Sonra onların dönüşü Cehîm’edir) denmektedir. Burada öncesinde pek çok cezadan bahsedilmekte ve sonra Cehîm’e dönecekler demektedir. Buna göre Cehîm’den gelip bazı cezalar görüp sonra Cehîm’e döndükleri anlaşılmaktadır. Te’kîd ve tahsis yoktur.
Herkesin varlığının başlangıcının sebebi kendisinden ruh üfleyen Allah’tır. Bu nedenle herkes ortak bir dönüşle O’na dönecektir.
فَأُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Amel ediyor olduğunuzu size haber veririm.
Fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Mefûlün bih GS | Fâil | Mefûlun bih | Fiil |
Mecrur | Cârr |
Sıla cümlesi Mensuh isim cümlesi | İsm-i mevsûl |
Haberi Fiil cümlesi | İsmi | Kâne |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
هُ | و | تَعْمَلُونَ | ت | كُنْتُمْ | مَا | بِ | أَنَا | كُمْ | أُنَبِّئُ | فَ |
فَ: Fâ-u isti’nafiyyedir. أُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ cümlesini إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ cümlesine atfetmektedir. Önceki cümle ile sonraki cümle arasında sebep sonuç ilişkisi vardır.
أُنَبِّئُ: “Haber veririm” demektir. نَبْءٌ mastarı saklandığı yerden çıkıp bakanlara görünmek manasındadır. Bu mastar manasından başkalarına görünen manasında نَبَأٌ ıstılahi olarak başkalarının bilmediği bir şeyin onlar için bilinir hale gelmesinden “haber” anlamındadır. نبء kökünün zıttı خبء köküdür. Sadece ilk harf değişmiştir. خَبْءٌ gizli, saklı demektir. Bir şeyi bir mekânın içine sokarak gizlemek, örtmek, gözden kaybettirmek manasından gizlenilen manasında خَبْءٌ “gizli, saklı” anlamında isimdir. Etimolojik olarak ن filizlenen tohumdur ve toprağın altından çıkarak görünür hale gelmeyi ifade eder. خ ise duvar demektir ve arkasında gizlenmeyi ifade eder. Böylece iki zıt mana tek harfin değişimiyle ortaya çıkar.
كُمْ: “Siz” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. أُنَبِّئُ fiilinin mef’ûlüdür.
بِ: “-i, -ı” demektir. Harf-i cerdir. أُنَبِّئُ fiili iki mef’ûl alır. Birisi haber verilen kimse, diğeri verilen haberdir. Verilen haber bu harf-i cerden sonra gelir.
مَا: Umumi ism-i mevsuldür.
كُنْتُمْ: “İdiniz” demektir. Nakıs fiildir. Burada mazi fiil olarak gelmiştir. Bu fiilin mastarının asıl anlamı “olmak” iken nakıs fiil olduğunda kendisinden sonra bir isim ve haber gelir. Asıl anlamıyla kullanıldığında tam fiil, bir isim ve haberden önce kullanıldığında nakıs (eksik) fiil denir. Burada kânenin ismi “siz” anlamındaki تُمْ dür.
تَعْمَلُونَ: “Amel ediyorsunuz” demektir. Amel hukuki sonuç doğuran fiildir. Her amel bir fiildir ama her fiil amel değildir. Hukuki sonuç doğurmayan fiiller amel değildir.
كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ: “Amel ediyordunuz” demektir. مَا umumi ism-i mevsulünün sıla cümlesidir. Aid zamiri تَعْمَلُونَ fiilinin mef’ûlü olan هُ dur. Hazf edilmiştir. Aslı كُنْتُمْ تَعْمَلُونَهُ şeklindedir. Mazi kâneden sonra muzari fiil geliyorsa şimdiki zamanın hikâyesi olur. Geçmişte bir süre devam edip tamamlanmış ya da halen devam eden durumlar için kullanılır. -yordu ekiyle ifade edilir.
مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ: “Amel ediyor olduğunuz” demektir.
بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ: “Amel ediyor olduğunuzu” demektir.
أُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ: “Amel ediyor olduğunuzu size haber veririm” demektir.
Allah bize amel ettiklerimizi haber vereceğini söylüyor, biz amel ettiğimizi bilmiyor muyuz da bize haber veriyor. Verdiği haber salih amel yaptığını sananların aslında seyyie amel yaptıklarıdır. Önce O’na döndürüleceğiz sonra O bize amellerimizi haber verecek.
İnsanlara iman ederken nasıl müşrik olarak iman ettiklerini bildirecek. Allah yolunda cihad ettiğini sanırken şirk sistemi içinde müşrikler olarak nasıl da batak içinde olduklarını haber verecek. İşte bu nedenle ayet bu şekilde bitmektedir. Kimse kendinin şirkte olmadığını sanmasın. Yaptığı bütün amelleri Kuran’a sorsun. Allah’ın ayetlerine aykırı yaptıkları her işe ne gerekçe bulurlarsa bulsunlar geçerli değildir. Ama günün şartları böyle, ama başka türlü olmuyor diyerek bahaneler üretmek çözüm değildir. Her yaptığımızı Kuran’a soracağız ki şirkten uzak olalım. Aksi halde müşrikler halinde iman edenlerden olma riskini taşımaktayız.
Teşvikiye, Yalova
11 Mayıs 2024
M. Lütfi Hocaoğlu