RÛM SÛRESİ - 19. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
ضَرَبَ لَكُمْ مَثَلًا مِنْ أَنْفُسِكُمْ هَلْ لَكُمْ مِنْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ مِنْ شُرَكَاءَ فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَأَنْتُمْ فِيهِ سَوَاءٌ تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنْفُسَكُمْ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ (28)
Size kendinizden bir örnek verdi. Kölelerinizden sizi rızıklandırdığımızda ortak olanlar sizin için var mıdır? Siz onda eşitsiniz, sizin kendinizden korkmanız gibi onlardan korkarsınız. Böylece akleden bir kavim için ayetleri tafsil ederiz. (28)
ضَرَبَ لَكُمْ مَثَلًا مِنْ أَنْفُسِكُمْ
Size kendinizden bir örnek verdi.
Fiil cümlesi |
Mefûlun bih | Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil |
Sıfat | Mevsûf | Mecrur | Cârr |
Mecrur | Cârr |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
كُمْ | أَنْفُسِ | مِنْ | مَثَلًا | كُمْ | لِ | هُوَ | ضَرَبَ |
ضَرَبَ: “Vurdu” demektir. ضرب kökünden ikinci bâbdan, üçüncü şahıs, mazi malum fiildir. Birinci manası vurmaktır. Birisine, bir şeye onu yerinden oynatacak bir güçle etki etmektir. Burada vurulan varlıkta az veya çok fiziksel bir hareket, en azından bir titreşim meydana getirilerek etki edilmektedir. Temastan (مس) en önemli farkı budur. Fiziksel etkiden kinaye olarak soyut sarsıcı etkiler de bu fiille ifade edilir. Türkçede de “vurucu cümle”, “vurgu”, “vurgulama” gibi ifadeler de “vurmak” fiilinden gelir ve fiziksel bir etkiyi değil, soyut olarak etkilenmeyi ifade ederler. Kuran’da bu fiil hem somut darbe hem de soyut darbe olarak iki şekilde de kullanılır. مَثَل (örnek) veya çoğulu olan أَمْثَال (örnekler) ile beraber kullanıldığında anlam “örnek vermek” şekline dönüşür. Burada da مَثَلًا ile gelmiştir, “örnek verdi” anlamına gelmektedir. Fiilin fâili müstetir هُوَ dir. 17. ayetteki Allah’a racidir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
كُمْ: “Siz” demektir. Kuran’ı okuyanın nezdinde insanlara hitap edilmektedir.
لَكُمْ: “Size, sizin için” demektir.
مَثَلًا: “Örnek” demektir. مثل kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan مُثُول mastarı bir şeye, bir kimseye şekil, ölçü veya değer olarak benzemesi, tam olarak aynısı olmaması manasındadır. Bu manadan gelerek مَثَل kendisine benzeyen manasında “örnek” anlamında isimdir. Erildir. Çoğulu أَمْثَال dir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
أَنْفُسِ: “Canlar” demektir. نفس kökünden gelmiştir. Tekili نَفْس dir. İkinci bâbdan mastar olarak birisinin bir başkasından ayrılarak ayrıldığı varlıktaki özellikleri ve sıfatları taşıyarak yeni bir varlık olması manasındadır. Bu mastar manasından ayrılan yeni varlık olarak “can” anlamında camid isimdir. Diğer çoğulu نُفُوس dur.
كُمْ: “Siz” demektir. Mensub muttasıl zamirdir.
أَنْفُسِكُمْ: “Kendiniz” demektir. نَفْس kelimesi tekillik-ikillik-çoğullukta kendisine uyan bir zamire muzaf olursa “kendisi-kendileri” anlamına gelir (onun canı=kendisi).
مِنْ أَنْفُسِكُمْ: “Kendinizden” demektir.
مَثَلًا مِنْ أَنْفُسِكُمْ: “Kendinizden bir örnek” demektir.
ضَرَبَ لَكُمْ مَثَلًا مِنْ أَنْفُسِكُمْ: “Size kendinizden bir örnek verdi” demektir. Bu cümlenin arkasından örnek verilmektedir.
هَلْ لَكُمْ مِنْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ مِنْ شُرَكَاءَ فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ
Kölelerinizden sizi rızıklandırdığımızda ortak olanlar sizin için var mıdır?
Soru cümlesi İsim cümlesi |
Mübteda | Haber | İstifhâm edatı |
Sahibul hâl | Hâl | Mecrur | Cârr |
Mecrur | Cârr | Mecrur | Cârr |
Mefûlün bih GS | Şibh-i fiil |
Mecrur | Cârr |
مَا رَزَقْنَاكُمْ | فِي | شُرَكَاءَ | مِنْ | مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ | مِنْ | كُمْ | لِ | هَلْ |
هَلْ: “-mı, -mi” demektir. İstifhâm (soru) edatıdır.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Kuran’ı okuyanın nezdinde insanlara hitap edilmektedir.
لَكُمْ: “Sizin için” demektir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
مَا: Umumi ism-i mevsuldür. Gayr-i akil varlıklar için kullanılır.
مَلَكَتْ: “Yönetti” demektir. ملك kökünden üçüncü şahıs dişil tekil mazi malum fiildir. مُلْك “yönetim” demektir. İkinci bâbdan mastar olarak emretme ve tasarruf etme üzerine başkalarına karşı bir güç sahibi olmak manasındadır. مَا ism-i mevsulün aid zamiri olan هُ (o) bu fiilin mef’ûlüdür.
أَيْمَانُ: “Sağlar, sağ eller, yeminler” demektir. يمن kökünden gelmiştir. Tekili يَمِينُ dur. Dördüncü bâbdan يُمْن mastarı sağ tarafta bulunmak manasındadır. Bu mastar manasından bulunulan yer manasında يَمِين “sağ”, birisinin sağ tarafında bulunduğu için “sağ el” anlamında camid isimdir. Yemin etmek için sağ el kullanılmasından dolayı “yemin” anlamında câmid isimdir.
كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
أَيْمَانُكُمْ: “Sağ elleriniz, yeminleriniz” demektir.
مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ: “Sağ elleriniz, yeminleriniz yönetti” demektir.
مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ: “Sağ ellerinizin, yeminlerinizin yönettiği” demektir.
مِنْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ: “Sağ ellerinizin, yeminlerinizin yönettiğinden” demektir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir. Bu harf-i cer soru cümlesi içinde nekre bir kelimeden önce geldiği için te’kîd amacıyla gelmiştir. “Hiçbir” anlamına gelir.
شُرَكَاءَ: “Ortak edilenler, şerikler” demektir. Öncesindeki مِنْ harf-i ceriyle mecrur olmuştur. Ancak gayr-i munsarif olduğu için mecrur olmasına rağmen sonu fethalıdır (شُرَكَاءَ). فُعَلَاءَ kalıbından çoğul sıfat-ı müşebbehedir. Tekili فَعِيل kalıbından شَرِيك dir. “Ortak edilen” demektir. İsm-i mef’ûl manasında sıfat-ı müşebbehedir. Kökü شرك dir. Dördüncü bâbdan gelmektedir. Birini bir işe, birisine ortak etmek manasından gelmiştir. مَشْرُوك (ortak edilen) manasındadır. Ancak مَشْرُوك ism-i mef’ûldür ve sübut değil, hüdus bildirir. Bu mef’ûllük sübut bildirir olduğu zaman شَرِيك şeklinde ism-i mef’ûl manasında sıfat-ı müşebbehe kalıbıyla gelir. Ortak edilen olma artık onun kalıcı bir sıfatı haline gelmiştir.
مِنْ شُرَكَاءَ: “Şeriklerden, ortak edilenlerden” demektir.
فِي: “İçinde” demektir.
مَا: Umumi ism-i mevsuldür. Gayr-i akil varlıklar için kullanılır.
رَزَقْنَا: “Rızıklandırdık” demektir. رزق kökünden birinci bâbdan birinci şahıs çoğul mazi malum fiildir. رِزْق “rızık” demektir. Yiyecek ve içeceklerden oluşur. Canlıların biyolojik olarak ihtiyacının olduğu maddelerdir. Giyecekler buna dahil değildir. Bu nedenle hayvanlar ve insanlar için rızık aynı anlamdadır.
وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ
Onun için veled olunan üzerinedir onların rızkı ve giyeceği marufla. (Bakara 233)
Bu ayette rızık ve giyeceğin ayrı olduğu anlaşılmaktadır.
كُمْ: “Siz” demektir. Mensub muttasıl zamirdir.
رَزَقْنَاكُمْ: “Sizi rızıklandırdık” demektir.
مَا رَزَقْنَاكُمْ: “Sizi rızıklandırdığımız şey” demektir.
فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ: “Sizi rızıklandırdığımızda” demektir.
شُرَكَاءَ فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ: “Sizi rızıklandırdığımızda ortak edilenler” demektir.
مِنْ شُرَكَاءَ فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ: “Sizi rızıklandırdığımızda ortak edilenlerden” demektir.
هَلْ لَكُمْ مِنْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ مِنْ شُرَكَاءَ فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ: “Kölelerinizden sizi rızıklandırdığımızda ortak olanlar sizin için var mıdır?” demektir.
مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ (sağ ellerinizin, yeminlerinizin yönetiminde olan) bir terimdir. Köleleri ifade etmektedir. مَا مَلَكْتُمْ (yönetiminizde olan) şeklinde gelmemiştir. Bu şekilde gelseydi o insanları yönetiyor olurdunuz. Bunun yerine sağ eller, yeminler onları yönetmektedir. Yani biz yönetmiyoruz, yeminlerimiz yönetiyor. Bu da kölelere yapılacak uygulamaların keyfi olmadığını, kurallar dahilinde olduğunu göstermektedir. Kimse “o benim kölemdir, ne istersem yaparım” diyemez. Kuralların dışına çıkamaz. Aynı zamanda kölenin statüsünü ifade eden diğer bir nokta مَا ism-i mevsulüdür. Şuursuz varlıklar için kullanılır. Oysa köleler insandır ve şuurlu varlıklardır. Beklenen مَنْ ism-i mevsulünün kullanılmasıdır. Bunun da sebebi yeminlerimizin yönetiminde olan kölenin kişiliği değildir. مَنْ ism-i mevsulü kullanılsaydı kölenin kişiliği yönetilecekti. Oysa kölenin kişiliği değil, bedeni kuvveti yönetilmektedir. Bu nedenle kölenin dava açma hakkı vardır. Hukukunu korumak için girişimlerde bulunabilir. Kişiliği korunmaktadır.
İslamiyet’te kölelik yoktur demek için bu terime bin bir türlü mana vermeye çalışanlar vardır. Boşuna çabadır. İslamiyet’te kölelik vardır ama kölemi ezerim, istediğimi yaparım denilemeyen bir kölelik müessese olarak vardır. Köleler savaş esiridir. Kölelik bir asimilasyon mekanizmasıdır. Savaştınız ve bir yeri fethettiniz. Ne yapacaksınız? Oradaki insanları öldürecek misiniz? Günümüz savaşları bu nedenle çok saçmadır. Ele geçirdiği yeri elinde tutamamaktadırlar, sadece eziyet etmektedirler oradaki halka. Köle haline getirilenler sadece savaşanlar veya savaşa lojistik destek verenlerdir. Bu insanlar alınır ve asimile edilir. Diyelim Türkler bir yeri ele geçirirler ve ele geçirdikleri yerdeki kendileriyle savaşan insanları eve alırlar ve zaman içinde Türk kültürünü kazandırarak onları asimile ederler. Bu asimilasyon mekanizması Kuran’da iki aşamalı olarak anlatılmaktadır:
Birinci aşama مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ aşamasıdır. Bu aşamada köle evde yaşamaktadır. Ev içinde veya evinde bulunduğu kimsenin işinde çalışmaktadır. Herhangi bir ücret almamakta, evinde yaşadığı kimse tarafından geçimi sağlanmaktadır. İkinci aşama رَقَبَة aşamasıdır. İlk aşamadan bu aşamaya geçmek için köle evinde bulunduğu kimse ile arasında bir anlaşma yapar.
وَالَّذِينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ إِنْ عَلِمْتُمْ فِيهِمْ خَيْرًا وَآتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللَّهِ الَّذِي آتَاكُمْ
Kölelerinizden (yeminlerinizin yönetiminde olanlardan) kitabı arayanlar, onlarla mukatebe yapın -eğer onlarda hayr olduğunu bilirseniz- ve onlara size verdiği Allah’ın malından verin. (Nur 33)
Bu ayet مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ile رَقَبَة aşamasına geçiş anlaşmasını yapma emredilmektedir. Bu anlaşma ile rakabe efendisine borçlanmaktadır. Sermayesi olan malı da Allah vermeyi emretmektedir. Rakabe artık çalışmakta, zaman içinde efendisine borcunu ödemektedir.
رَقَب “boyun, köle” demektir. رقب kökünden gelmiştir. Birinci babdan رَقْبَة mastarı bir şeyi, kimseyi, fiili gözetlemek manasındadır. Bu mastar manasından gözetleme aracı manasında رَقَب ıstılahi olarak gözetlemeyi sağlayan başı taşıyan ve başın gözetleme hareketini sağlayan “boynun arka veya üst kısmı” anlamında isimdir. Yine bu mastar manasından gözetlenen manasında ıstılahi olarak sahibi tarafından gözetim altında olan “köle” anlamında isimdir. Fertleştirilmiş hali رَقَبَة dür. Fertleştirilmiş halin çoğulu hem boyun hem de köle için رِقَاب dır. Rakabe erkek ve kadın için ortak bir isimdir. Erkek rakabeye عَبْد, kadın rakabeye ise أَمَة denir.
وَمَنْ قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَأً فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ إِلَّا أَنْ يَصَّدَّقُوا
Kim hatayla bir mümini öldürürse mümin bir rakabeyi hürleştirme ve ehline teslim edilen bir diyet, tasadduk etmeleri dışında. (Nisa 92)
Bu ayette üç kere rakabenin hürleştirilmesi geçmektedir. Maide 89’da ve Mücadele 3’de de تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ ifadesi geçmektedir. Kuran’da bu şekilde 5 kere rakabenin hürleştirilmesi geçerken bir kere de فَكُّ رَقَبَةٍ (rakabenin çözülmesi) şeklinde geçmektedir. Hiçbir yerde مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ün hürleştirilmesi ifadesi geçmemektedir. Bunun sebebi önce mukatebe yapılması ile rakabe aşamasına geçilmesi, sonra efendisine borç ödemesinin gerekliliğidir. Bir rakabeyi hürleştirmenin yolu efendisine kalan borcunu ödemektir. Bu nedenle rakabenin hürleştirilmesi için zekâttan da pay ayrılmıştır. Efendisine en az borcu olanların ödemesi zekâttan rakabe için ayrılan paydan aktarılır ve rakabe özgürleştirilir.
إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكِينِ وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِمِينَ وَفِي سَبِيلِ اللَّهِ وَابْنِ السَّبِيلِ فَرِيضَةً مِنَ اللَّهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Sadakalar Allah’tan bir fariza olarak fakirler ve miskinler ve onlar üzerinde amel edenler ve kalpleri ısındırılanlar için ve rakabeler ve iflas edenler için ve Allah yolu ve yol oğlu içindedir. Allah alîmdir, hakîmdir. (Tevbe 60)
Bu ayette sadakalar üç parçaya ayrılmıştır. İkinci parça rakabeler ve borcunu ödeyemeyip iflas edenler içindir. Böylece zekâtın üçte biri rakabenin efendisine, borçlunun alacaklıya borcunu ödemesi için kullanılmaktadır. En az borcu olanın borcu bu paydan ödenerek mümkün olduğunca çok rakabe özgürleştirilmekte ve vatandaş haline getirilmektedir.
Rum suresindeki bu ayette مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ün sahiplerinin rızkına ortak olup olmadığı sorusu sorulmaktadır. Bu soruya iki türlü cevap verilebilir. Birincisinde “hayır, ne münasebet, hiç köleler bizim rızkımıza ortak olur mu” cevabı verilir. İkincisinde ise “evet, tabi ki rızkımıza ortaktırlar” cevabı verilir. Sorunun doğru cevabı arkasından gelen cümle ile verilmektedir.
فَأَنْتُمْ فِيهِ سَوَاءٌ تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنْفُسَكُمْ
Siz onda eşitsiniz, sizin kendinizden korkmanız gibi onlardan korkarsınız.
İsim cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Haber Fiil cümlesi | Haber | Mübteda |
Mefûlun mutlak | Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Sahibul hâl | Hâl |
Sıfat Naib-i mef'ûlü mutlak | Mevsûf |
Mecrur | Cârr |
Mefûlun bih | Fâil Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf |
أَنْفُسَكُمْ | كُمْ | خِيفَةِ | كَ | خِيفَةً | هُمْ | و | تَخَافُونَ | سَوَاءٌ | فِيهِ | أَنْتُمْ | فَ |
فَ: İsti’nafiyye edatıdır. Buna Fâ-u isti’nâfiye (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) denir. Cümle başında bulunur. Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır. Bu irtibata göre fâ-u isti’nâfiye; fâ-u ta’liliyye (الفَاءُ التَّعْلِيلِيَّةُ), fâ-u tafsiliyye (الفَاءُ التَّفْصِيِلِيَّةُ أَوِ التَّفْسِيرِيَّةُ), netice fâsı (فَاءُ النَّتِيجَةِ), irtibat fâsı (فَاءُ الْاِرْتِبَاطِ) şeklinde sınıflandırılır.
Bu ayette öncesindeki soru cümlesindeki kapalılık giderilmekte, sorunun cevabı bundan sonra verilmektedir. Bu nedenle bu fâ, fâ-u tafsiliyyedir.
أَنْتُمْ: “Siz” demektir. Merfu munfasıl zamirdir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
هِ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. مَا رَزَقْنَاكُمْ (sizi rızıklandırdığımız)a racidir.
فِيهِ: “Onda” demektir.
سَوَاءٌ: “Eşit” demektir. سوي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan سِوًى mastarı fazlalıklardan, eksikliklerden, istisna olmaktan, aşırı olmaktan uzak olmak yani normal olmak manasındadır. Bu mastar manasından diğerlerine göre fazlalıkları, aşırılıkları olmayan, diğerlerine eşit olan manasında سَوَاءٌ “eşit” anlamında camid isimdir.
فِيهِ سَوَاءٌ: “Onda eşit” demektir. Sizi rızıklandırdığımızda eşitsiniz demektedir.
تَخَافُونَ: “Korkarsınız” demektir. خوف kökünden dördüncü bâbdan ikinci şahıs eril çoğul merfu muzari malum fiildir. Zarar verici, eziyet edici veya hoş olmayan bir şeyin kendisine isabet edeceğini hissetmek manasındadır. İki mastarı vardır. Birisi خَوْفًا, diğeri خِيفَةً dir. خَوْفًا korkmak anlamında mastardır. Kur’an’da korku manasına yakın başka kökler de vardır. Bunlar; وجل, رعب, فزز, فزع, شفق, روع ve خشي kökleridir.
KÖK | ANLAM |
وجل | Tam olarak anlayamamak, zihnen tatmin olamadığı için tasalanmak |
رعب | Panik demektir. Ani olarak gelen ve kişinin mantıklı düşünmesini engelleyen korku halidir. Kuran’da 3 şekilde gelir: ru’bun ilkası, kazfı ve ru’bla dolma. Paniğin geliş hızının en az olanı ilka sonra kazf sonra da meli yani dolmasıdır. |
فزز | Korkuyla uzaklaşmak demektir. ف ayrılığı, ز ise titreşim ve gerilimi ifade eder. Kur’an’da İstif’al babında tadiye etkisiyle ‘tedirgin etmek’ manasında gelmiştir. |
فزع | Gerçekleşen bir olay sonucunda oluşan korkudur. (Tedirginlik) |
شفق | Gerçekleşme ihtimali olan bir olay sonucunda oluşan korkudur. (Kaygı) |
روع | Korkunun bedensel tezahürüdür. Dışarıdan bakılınca kişinin korku hissinde olduğu anlaşılmaktadır. |
خشي | Çekinme demektir. |
خِيفَةً de “korkmak” anlamında mastardır. فِعْلَةً kalıbından mastar-ı bina-i nev’idir. Bu durumda “genel korku” anlamı yerine “bir çeşit korku” anlamı ortaya çıkmaktadır. Bu ayette de mastar خِيفَةً dir. “Bir çeşit korku” anlamı vardır.
هُمْ: “Onlar” demektir. مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ e racidir.
كَ: “Gibi” demektir. Harf-i cerdir.
خِيفَةِ: “Bir çeşit korku” demektir. Mastar-ı bina-i nev’idir.
كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. خِيفَةِ mastarının muzafun ileyh olarak fâilidir.
أَنْفُسَ: “Canlar” demektir. نفس kökünden gelmiştir. Tekili نَفْس dir. İkinci bâbdan mastar olarak birisinin bir başkasından ayrılarak ayrıldığı varlıktaki özellikleri ve sıfatları taşıyarak yeni bir varlık olması manasındadır. Bu mastar manasından ayrılan yeni varlık olarak “can” anlamında camid isimdir. Diğer çoğulu نُفُوس dur.
كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
أَنْفُسَكُمْ: “Kendiniz” demektir. نَفْس kelimesi tekillik-ikillik-çoğullukta kendisine uyan bir zamire muzaf olursa “kendisi-kendileri” anlamına gelir (sizin canınız = kendiniz). خِيفَةِ mastarının mef’ûlüdür.
خِيفَتِكُمْ أَنْفُسَكُمْ: “Sizin kendinizden korkmanız” demektir.
كَخِيفَتِكُمْ أَنْفُسَكُمْ: “Sizin kendinizden korkmanız gibi” demektir.
تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنْفُسَكُمْ: “Sizin kendinizden korkmanız gibi onlardan korkarsınız” demektir.
أَنْتُمْ فِيهِ سَوَاءٌ تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنْفُسَكُمْ: “Siz onda eşitsiniz, sizin kendinizden korkmanız gibi onlardan korkarsınız” demektir.
Önceki cümledeki sorunun cevabı verilmiştir. Kölelerle bizim rızkımız eşittir. Kölesi olan evde ne yiyorsa kölesi de onu yer. Makarna yerse makarna yer, havyar yerse havyar yer. Kölenin yiyeceği ile efendisinin yiyeceği farklı olmaz. İşte İslamiyet’teki köleliğin batı tarzı kölelikten ne kadar farklı olduğu görülmektedir.
Burada geçen kendimizden korkma ve kölelerden korkma ne demektir? Burada خَوْفِكُمْ değil خِيفَتِكُمْ denmiştir. Mastar-ı bina-i nev’i kullanılarak bir çeşit korkudan bahsedilmiştir.
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ وَالْمَلَائِكَةُ مِنْ خِيفَتِهِ
Gök gürültüsü onun hamdıyla tesbih eder ve melekler onun hîfetiyle. (Rad 13)
Meleklerin Allah’a karşı duyduğu korku havf ile değil hîfet ile ifade edilmektedir. Bu da bizim bildiğimiz genel bir korku hali değil, özel bir tür korku hali olmasındandır.
فَلَمَّا رَأَى أَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ إِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً قَالُوا لَا تَخَفْ إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمِ لُوطٍ
Ona uzanmayan ellerini görünce onları yadırgadı ve onlardan bir tür korku hissetti. “Korkma, kesinlikle biz Lût’un kavmine gönderildik” dediler. (Hud 70)
Bu ayette de İbrahim Peygamber içinde değişik bir tür korku hissetmiştir. Gelen elçilerin ellerinin normal ellerden farklı ve yemeğe uzanmadığını görünce Allah’ın elçileri olduğunu anlamış ve bir tür korku hissetmiştir. Bir peygamber olarak Allah’ın elçilerinin kendine zarar vereceği korkusunu hissetmemiş, başkalarının başına gelecekten dolayı bir korku hissetmiştir.
Bu ayette de kendimizden ve kölelerden korkumuz onların bize vereceği zarardan değil, topluluğumuzda meydana gelecek zararlardan dolayı birbirimizden korkmamızdır.
İslamiyet’te kölelik bir müessesedir. Kesinlikle batı tarzında bir kölelik değildir. Kölenin bütün hakları vardır. Tek farkı vatandaş olmamasıdır ve efendisine çalışmasıdır. Karnı aç değildir. Evde ne yeniyorsa o da yer. Evin bir ferdidir. İstediği zaman şartlar uygunsa mukatebe yapar ve evden ayrılır. Artık borçludur ve borcunu ödediğinde vatandaş haline gelir. Bu borcun ödenmesi için Kuran’da kolaylaştırıcı müesseseler anlatılmaktadır.
Kimse Allah’tan akıllı değildir. Allah bu kölelik müessesesini koymuşsa bu müessese olmalıdır. Günümüzde bakın çevrenize, hangi vesen böyle bir müessese olmalıdır diyebilir. Allah’ın ayetlerini referans almadıkları, çoğunluğu referans aldıkları, Allah’tan değil, seçim kaybetmekten korktukları için bunları söyleyemezler. Bırakın köleliği, zaten yaygın olan ve gayr-ı resmi ve gizli yapılan çok eşliliklerin bile resmi olarak gerçekleşecek olması vaadini veremezler. Gerçekten cihad edenler, sahte cihad yapmayanlar çevreden korkmazlar, konjonktüre aldırmazlar, Allah’ın ayetleri için cihad ederler. İktidarın nimetlerinden faydalanmak için cihad etmezler.
كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Böylece akleden bir kavim için ayetleri tafsil ederiz.
Fiil cümlesi |
Mefûlün bih GS | Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Mefûlun mutlak |
Mecrur | Cârr | Sıfat Naib-i mef'ûlü mutlak | Mevsûf |
Sıfat Fiil cümlesi | Mevsûf | Mecrur | Cârr |
Fâil | Fiil | Bedel | Mübdelün minh |
و | يَعْقِلُونَ | قَوْمٍ | لِ | الْآيَاتِ | نَحْنُ | نُفَصِّلُ | التَّفْصِيلِ | ذَلِكَ | كَ | تَفْصِيلًا |
كَ: “Gibi” demektir. Harf-i cerdir.
ذَلِكَ: “O” demektir. Uzak ism-i işarettir.
كَذَلِكَ: “Onun gibi” demektir.
نُفَصِّلُ: “Tafsil ederiz” demektir. فصل kökünden tef’îl bâbından birinci çoğul şahıs merfu muzari malum fiildir. فَصْل “ayırmak” demektir. İki şeyin arasını ayırmak, ayırıcı sınırları belirlemek manasındadır. İkinci bâb tef’îl bâbına teksir ve mübalağa etkisi ile gelir. Ayrılanların sayısının çok olduğunu ifade eder.
الْآيَاتِ: “Ayetler” demektir. Tekili الْآيَةِ dir. Ayet gösterge demektir. ءيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak bir kimse ya da bir şey hakkında onun bilinmesini sağlayacak bir işaret koymak manasındadır. Bu mastar manasından konulan işaret manasında آيَة “gösterge” anlamında isimdir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
قَوْمٍ: “Kavim” demektir. Ortak bir hedefe yönelmiş insan topluluğunu ifade eden ism-i cemdir.
يَعْقِلُونَ: “Aklederler” demektir. Akletmek bağlantılar kurarak belirli bir metodolojiyle sonuca varmak, karar almak demektir. Bilimsel metodolojiyi ifade eder. Cehaletin zıddıdır. Cehalet bilmemek değil akletmemektir, ilmi yöntemleri kullanmadan sonuca varmaktır. قَوْمٍ in sıfatıdır. عقل kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs eril çoğul merfu muzari malum fiildir. Fâili cem vâvıdır (يَعْقِلُونَ). قَوْمٍ e racidir.
قَوْمٍ يَعْقِلُونَ: “Akleden bir kavim” demektir.
لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ: “Akleden bir kavim için” demektir.
نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ: “Akleden bir kavim için ayetleri tafsil ederiz” demektir.
كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ: “Böylece akleden bir kavim için ayetleri tafsil ederiz” demektir.
Ayetleri tafsil etmek onları ayırmak demektir. Ayetler belli fasılalara ayrılmaktadır. Ayet grupları oluşmaktadır. Daha öncesinde O’nun ayetlerindendir diyerek pek çok ayet anlatılmıştır. Ayetler yani göstergeler çeşitli fasılalara ayrılmıştır ve Allah tarafından gruplandırılmış demektir. Bunlar da ancak akleden kavim içindir. Bilimsel metodoloji ile hareket eden ve belli hedefe yönelmiş topluluklar içindir.
Köleler için verilen bu örnek de ayettir. Akledenler için ayettir. Diğerleri hemen karşı koyacaklardır. “Kölelik bu çağda olur mu” diyeceklerdir. Oysa günümüzdeki işçilik kölelikten çok daha beterdir. Birisinin işçisi olmak için yalvarırlar. İş bulmak için çırpınırlar. Sonra da aldıkları ücretle karınlarını doyuramazlar, kiralarını veremezler. Evde herkes deli gibi çalışır. Sonunda kötü yaşam şartları ve kötü beslenmeden dolayı hasta olurlar. Sözüm ona sağlık sistemi onlara verdikleri kimyasal ilaçlarla daha da fazla hasta eder onları. Yaşam şartları düzelmediği için sağlıksız bir şekilde birilerinin gönüllü kölesi olarak ömür boyu mutsuzluk içinde çırpınırlar. Kölelikte ise kölenin açlık korkusu yoktur. Efendisi ile aynı yemekleri yer, aynı evde kalır. İstediği zaman sözleşme yapar ve efendisi ona iş yapması için sermayesini de verir. Efendisi vermiyorsa veya veremiyorsa zekâttan rakabe faslından karşılanır. Çalışır, kazanır ve sonunda vatandaşlığını alır. Gelecek korkusu yoktur. İşte akledenler için Allah ayetlerini böyle tafsil eder. Diğerlerine ise yapacak bir şey yoktur. Onlar çoğunluğun peşinde koşturmaya devam edebilirler.
Teşvikiye, Yalova
15 Nisan 2023
M. Lütfi Hocaoğlu