LOKMAN SÛRESİ - 8. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَابُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ (13)
Lokman oğluna ona öğüt verir halde iken “Ey oğulcuk, Allah’a ortak etme, kesinlikle şirk azîm zulümdür” demişti. (13)
Emir fiil cümlesi | Vâv-u isti’nâfiye |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Muzâfun ileyh Fiil cümlesi | Muzâf |
Mefûlun bih | Fâil Hâl İsim cümlesi | Mefûlün bih GS | Fâil Sahibul hâl | Fiil |
Cevap cümlesi | Nida cümlesi Fiil cümlesi |
Mensuh isim cümlesi | Nehiy fiil cümlesi |
إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ | لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ | يَابُنَيَّ | وَهُوَ يَعِظُهُ | لِابْنِهِ | لُقْمَانُ | قَالَ | إِذْ | أَنْتَ | اُذْكُرْ | وَ |
وَ: Vâv-u isti’nafiyedir.
إِذْ: Zaman zarfıdır. Geçmiş zaman zarfıdır. Kendisinden sonra gelen cümlenin gerçekleştiği zamanı gösterir.
قَالَ: “Dedi” demektir. قول kökünden birinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir.
لُقْمَانُ: “Lokman” demektir. Önceki ayette bahsedilen hikmet sahibi şahıstır. قَالَ nin fâilidir.
لِ: “-e” demektir. قَالَ fiiliyle kendisine söylenilen bu harf-i cerden sonra gelir.
ابْنِ: “Oğul” demektir. بنو kökünden gelmiştir. Camid isimdir. Erildir. Dişili kız çocuk anlamında ابْنَةٌ dür. Eril ikili ابْنَيْنِ (mensub-mecrur), dişil ikili ابْنَتَيْنِ (mensub-mecrur) dir. Düzensiz eril çoğulu أَبْنَاءٌ (merfu), أَبْنَاءً (mensub) ve أَبْنَاءٍ (mecrur) dir. Kıyas dışı olarak düzenli eril çoğulu gelir. بَنُونَ (merfu) ve بَنِينَ (mensub-mecrur) şeklindedir. Dişil çoğulu بَنَاتٌ (merfu) ve بَنَاتٍ (mensub-mecrur) dir. Yalnızca biyolojik oğul anlamında değildir. Bir şeye mecazi mana vermek için ilgisi olduğu, yakın ilişkide olduğu başka bir şeye ابْن olarak izafe edilerek kullanılır.
هِ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. لُقْمَانُ a racidir.
ابْنِهِ: “Onun oğlu” demektir. Lokman’ın oğludur.
لِابْنِهِ: “Oğluna” demektir.
وَ: Hâl vâvıdır. Sonrasında gelen cümle ile beraber içinde bulunduğu cümlenin bir öğesinin hâlidir. Durumu açıklanan öğeye sâhibu-l hâl denir. Hâl vâvı sâhibu-l hâl ile hâl cümlesini birbirine bağlayan öğedir.
هُوَ: “O” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. لُقْمَانُ a racidir.
يَعِظُ: “Öğüt verir” demektir. وعظ kökünden, ikinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. Fâili müstetir هُوَ dir. Lokman’a racidir. Hükümleri, emirleri, nehiyleri sorumlu olan kişilere ulaştırmak ve onlara uymalarını, aksi halde ceza göreceklerini bildirmek manasındadır. Aslı يَوْعِظُ dür. Bir i’lâl kuralı vardır. Sakin vav’dan (يَوْعِظُ) önceki harf fethalı ye (يَوْعِظُ) ise ve sonraki harfte kesreli bir harf ise (يَوْعِظُ) (beyne-l ya-i ve-l kesre) bu vav hazfedilir. Bu kural gereği يَوْعِظُ daki و hazf edilmiş ve يَعِظُ şekline dönüşmüştür.
هُ: “O” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. Lokman’ın oğluna racidir.
يَعِظُهُ: “Ona öğüt verir” demektir.
هُوَ يَعِظُهُ: “O ona öğüt verir” demektir.
وَهُوَ يَعِظُهُ: “Ona öğüt verir halde” demektir. Hâl cümlesidir. Lokman’ın ve oğlunun hâlidir.
Hâlin çeşitleri
Hâl sâhibu-l hâlin veya sâhibu-l hâlle ilgili başka bir varlığın durumunu açıklar. Buna göre hâl şu şekilde sınıflandırılabilir:
- Hâkikiyye (الْحَقِيقِيَّةُ): Doğrudan sâhibu-l hâlin durumunu açıklar.
- Mübeyyine (الْمُبَيِّنَةُ): Sâhibu-l hâlin cümlesinin zamanı içinde hâlin bildirdiği durum sâhibu-l hâlde bulunur. İkiye ayrılır:
- Müntekile (الْمُنْتَقِلَةُ): Aslolan hâlin müntekil olmasıdır. Yani sahibi için sabit bir şekle delalet etmez. Sabit şekle delalet eden sıfattır. Müntekil hâl sâhibu-l hâlin cümlesi ya da şibh-i fiilinin zamanı içindeki durumunu bildirir.
- Müekkide (الْمُئَكِّدَةُ): Hâlin bildirdiği durum aslında sâhibu-l hâlde geçici olan değil, sabit olan bir durumdur. Yani sahibi var oldukça hemen hemen ondan hiç ayrılmayan hâldir. Ancak sâhibu-l hâlin cümlesi ya da şibh-i fiilinin hükmü ile ilgili bir durumu ifade etmek için sanki sadece cümle ya da şibh-i fiilin zamanı ile ilgiliymiş gibi hâl olarak gelmiştir. Te’kîd içindir.
- Mukaddere (الْمُقَدَّرَةُ): Sâhibu-l hâlin cümlesinin zamanı içinde hâlin bildirdiği durum sâhibu-l hâlde bulunmaz.
- Sebebiyye (السَّبَبِيَّةُ): Sâhibu-l hâlin durumunu açıklamaz. Sâhibu-l hâlle ve cümlenin hükmüyle ilgili başka bir varlığın durumunu açıklar.
Buradaki hâl müntekil hâldir. Sâhibu-l hâlin yani Lokman’ın oğluna söylediği sıradaki hâlleri ifade edilmektedir.
يَا: “Ey” demektir. Nida edatıdır. Münâdânın önüne getirilen harflere nidâ harfleri (أَحْرُفُ النِّدَاءِ) denir. Arapçada kullanılan çok sayıda nida harfi olmasına rağmen Kuran’daki tek nida harfi يَا dır. Bir konuşmaya başlamadan önce nidâ harfleri kullanılarak konuşulmak istenen kimseye nida edilen anlamında münâdâ (الْمُنَادَى) denir.
بُنَيَّ: “Oğulcuk” demektir. بنو kökünden gelmiştir. İsm-i tasgirdir (küçültme ismidir). Oğulun tasgiri ile “oğulcuk” anlamındadır. Münadadır (nida edilendir).
İsm-i tasgirler küçültme isimleridir. İsimden türeyen müştak isimlerdir. Bir isim üzerinde küçüklük, hor görme, acıma, şefkat, sevimlilik etkisi yaparlar. Türkçede “-cık”, “-cağız” gibi eklere karşılık gelirler. Her isimden türeyebilirler. Her ismin ismi tasgiri yapılabilir. İsm-i tasgir üretilirken köke göre üretilmez. İster camid, ister müştak isim olsun o ismin kök harf sayısına göre değil, ismin harf sayısına göre belirli kalıplardan gelir. 3 harfli isimlerin ism-i tasgiri فُعَيْل kalıbı ile yapılır. Örneğin: رَجُلٌ (Adam) → رُجَيْلٌ (Adamcağız). 4 harfli isimleri ism-i tasgiri فُعَيْعِلٌ kalıbı ile yapılır. Örneğin: كِتَابٌ (Kitap) → كُتَيِّبٌ (Kitapçık). 5 ve 5’ten fazla harfli isimlerin ism-i tasgiri فُعَيْعِيلٌ kalıbı ile yapılır. Örneğin: مِفْتَاحٌ (Anahtar) → مُفَيْتِيحٌ (Anahtarcık).
بُنَيَّ ism-i tasgiri ابْن (oğul) in ism-i tasgiridir. Sonundaki harf hazfedilip başına hemze-i vasl getirilen kelimelerin ism-i tasgiri yapılırken baştaki hemze-i vasl hazfedilir ve hazfedilen harf yerinde gelir. Bundan sonra ism-i tasgir yapılır.
İsim kelimesi buna örnek verilebilir. Kelimenin aslı سَمَوٌ dür. اِسْمٌ şekline dönüşmüştür. İsm-i tasgir yapılırken kelimenin aslına göre şu şekilde yapılır.
اِسْمٌ (isim) → سَمَوٌ (kelimenin aslı) → سُمَيْوٌ → سُمَيٌّ (isimcik).
ابْن de böyle bir isimdir. Kelimenin aslı بَنَوٌ dür. اِبْنٌ şekline dönüşmüştür. İsm-i tasgir yapılırken kelimenin aslına göre şu şekilde yapılır.
اِبْنٌ (oğul) → بَنَوٌ (kelimenin aslı) → بُنَيْوٌ → بُنَيٌّ (oğulcuk)
يَابُنَيَّ: “Ey oğulcuk” demektir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
تُشْرِكْ: “Ortak edersin” demektir. شرك kökünden, if’âl bâbından ikinci şahıs eril tekil meczum muzari malum fiildir. Dördüncü bâbdan شَرِكَ - يَشْرَكُ şeklinde birisinin tamamı kendisine ait olan mülkünün bir kısmına ortak olmak manasındadır. Müteaddi fiildir. Dördüncü bâb if’âl bâbına (أَشْرَكَ – يُشْرِكُ) ziyadetü-t tadiye etkisi ile gelir. Birisini bir başkasının tamamı kendisine ait olan mülkünün bir kısmında ortak etmesi anlamına gelir.
لَا تُشْرِكْ: “Ortak etme” demektir. İkinci şahıs eril tekil nehiy malum fiildir. لَا olumsuzluk edatı ile تُشْرِكْ meczum muzari fiili birleşerek nehiy fiil olmuştur.
بِ: “-e, -a” demektir. Harf-i cerdir. لَا تُشْرِكْ fiilinin mef’ûlü bu harf-i cerden sonra gelir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
بِاللَّهِ: “Allah’a” demektir.
لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ: “Allah’a ortak etme” demektir.
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir.
الشِّرْكَ: “Şirk, ortaklık payı” demektir. شرك kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan شِرْك mastarı birisinin tamamı kendisine ait olan mülkünün bir kısmında ortak olmak manasındadır. Bu mastar manasından ortak olunan kısım manasından ism-i mef’ûl manasında, “ortak olunan parça”, “ortaklık payı” anlamında camid isimdir.
لَ: Başlama lâmıdır. İsim cümlesinde mübtedanın başına gelen fethalı te’kid lâmı (başlama lâmı=lâmu-l ibtidaiyye) inne cümlesinin hem isminin hem de haberinin başına gelebilir. Burada da innenin haberinin başına gelmiştir. Te’kîd amacıyla gelir.
ظُلْمٌ: “Zulüm” demektir. ظلم kökünden ikinci bâbdan mastardır. Zulüm birisini, bir şeyi veya kendisini olması gereken gerçek konumda değil başka konumda bulundurmaktır. Bu nedenle birisine haksızlık etmek, birisine hakkını vermemek, suçsuz birisini suçlu konumuna sokmak, Allah’ın yerine Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyan şerikler edinmek zulümdür.
الظُّلْمُ: وَضْع الشيء في غير موضِعه
Zulüm: Bir şeyi kendi yerinin dışında bir yere koymak. (Lisanu-l A’râb)
ظلم kökünden iki bâbda fiiller gelir. İkinci bâbdan (ظَلَمَ - يَظْلِمُ) zulüm anlamında gelirken dördüncü bâbdan (ظَلِمَ - يَظْلَمُ) ظُلْمَة “karanlık” demektir.
عَظِيمٌ: “Azîm, büyük” demektir. عظم kökünden beşinci bâbdan sıfat-ı müşebbehedir. Cisimler için hacminin büyük olması ve sağlam olmasını ifade eder. Canlılar için iri ve kuvvetli olmayı veya etkisinin çok büyük olmasını ifade eder. Soyut kavramlar için etkisinin çok büyük olmasını ifade eder. Bu kökten عَظْم ıstılahi olarak sağlam ve kuvvetli olmasından dolayı “kemik” anlamındadır. Çoğulu عِظَام dır. Kemik çok önemli bir kelimedir. Kuran’da 15 kere geçmektedir. Etimolojisine bakarsak م harfi büyük kitleyi ifade ederken ع harfi görünürlüğü ifade eder. Bu ikisi bir araya gelince عم göz önündeki büyük kitledir. Ortaya gelen ظ harfi ط harfinden gelmedir. Tet harfi protosinaitik dilde sepeti temsil eder. Çevrelemek, içermek, çamur/toprak manaları vardır. Arapçadaki ظ harfi de bu harften gelmiştir. Arada nüans farkı vardır. Sepetin kapanması ile ظ harfinin manası oluşmuş olabilir. Bu şekliyle sınırlılığı, üstü örtülülüğü, kapalılığı, içeride kalmayı ifade eder. Parçalara bölünmeme manasını kazandırır. Harf ortada olduğu için süreçtir. Göz önündeki büyük kitlenin bölünmez tek parça olması anlamındadır. Bu nedenle كَثِير den farklı olarak cüzlere bölünememe durumu vardır. Bu nedenle soyut büyüklükler de bu kelime ile ifade edilir.
Azîm (عَظِيم) gibi çokça kullanılan bir kelime de kebîrdir (كَبِير). Kuran’da bazı kavramlar için azîm, bazı kavramlar için kebîr sıfatı kullanılırken, bazı kavramlara her ikisi de kullanılmaktadır. Türkçeye çevirirken bir her ikisine de “büyük” demekteyiz. Kuran’da bu iki sıfatın kullanıldığı mevsuflar şunlardır:
Mevsuf | Sıfat |
عَظِيم | كَبِير |
قُرْآن | 1 | |
اللَّه | 3 | 6 |
اللَّه (رَبّ) | 3 | |
فَوْز | 16 | 1 |
خِزْي | 1 | |
فَضْل | 8 | 4 |
عَرْش | 4 | |
كَرْب | 3 | |
طَوْد | 1 | |
حِنْث | 1 | |
نَبَأ | 2 | |
عَذَاب | 15 | 1 |
بَلَاء | 3 | |
أَجْر | 18 | 5 |
كَيْد | 1 | |
شَيْء | 1 | |
بُهْتَان | 2 | |
ظُلْم | 1 | |
قَسَم | 1 | |
يَوْم | 10 | 1 |
سِحْر | 1 | |
حَظّ | 2 | |
ذِبْح | 1 | |
رَجُل | 1 | |
خُلُق | 1 | |
مَيْل | 1 | |
إِثْم | 1 | 2 |
مُلْك | 1 | 1 |
قَوْل | 1 | |
فَوَاحِش | | 1 |
قِتَال | | 1 |
فَسَاد | | 1 |
شَيْخ | | 2 |
ضَلَال | | 1 |
دَيْن | | 1 |
حُوب | | 1 |
عُلُوّ | | 2 |
خِطْئ | | 1 |
طُغْيَان | | 1 |
عُتُوّ | | 1 |
جِهَاد | | 1 |
لَعْن | | 1 |
نَفَقَة | | 1 |
Eğer bir mevsuf için kebîr kullanılmışsa o mevsufun sağîri de vardır. Allah bu durumun dışındadır. Allah’ın sıfatları ikili ikili gelir. O الْكَبِير dir ve الْعَلِيّ sıfatı ile beraber tek bir mana ifade eder. Bir mevsuf için azîm sıfatı kullanılmışsa o mevsuf o durumda bölünmez bir bütündür. Küçük parçalara ayrılamaz.
ظُلْمٌ عَظِيمٌ: “Azîm zulüm” demektir.
إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ: “Kesinlikle şirk azîm zulümdür” demektir.
يَابُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ: “Ey oğulcuk, Allah’a ortak etme, kesinlikle şirk azîm zulümdür” demektir.
قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَابُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ: “Lokman oğluna ona öğüt verir halde iken ‘Ey oğulcuk, Allah’a ortak etme, kesinlikle şirk azîm zulümdür’ dedi” demektir.
إِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَابُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ: “Lokman oğluna ona öğüt verir halde iken ‘Ey oğulcuk, Allah’a ortak etme, kesinlikle şirk azîm zulümdür’ demişti” demektir.
Aslında burada إِذْ zaman zarfı kullanıldığından tam bir cümle yoktur. “Lokman oğluna ona öğüt verir halde iken ‘Ey oğulcuk, Allah’a ortak etme, kesinlikle şirk azîm zulümdür’ dediği zaman” anlamındadır. Tam bir cümle yoktur. Kuran’da bu üslup vardır. Buraya bir fiil takdir edilmesini Kuran’ı okuyana bırakmıştır. Genelde bu geçmiş zaman zarfıyla olan tam olmayan cümlelere اُذْكُرْ (an) emir fiili takdir edilir. Türkçeye çevrilirken sanki tam cümle gibi “-mişti” eki ile çevrilmesi uygun olmaktadır.
Lokman oğluna Allah’a ortak etmemeyi emretmektedir. Sonra da Allah’a ortak edilen kısmı şirk kelimesi ile ifade etmektedir. Allah’a birisi nasıl ortak edilebilir? Allah alemlerin rabbidir ve gerçekte O’na birini ortak edemezsiniz. Allah’ın mülküne ortak edilebilir mi? Mülk yönetme yetkisi demektir. Başkalarının durumları üzerinde söz sahibi olabilme, onlara emir verebilme, onları yönetme gücünü sağlayan yetkidir. Göklerin ve yerin mülkü Allah’a aittir. Göklerin ve yerin mülküne kimse ortak edilemez. Ortak edilebilen ise gerçekte ortaklık değildir aslında. Bulunduğunuz yerdeki mülkün yani yönetme yetkisinin Allah’ın kurallarına göre değil başka kurallara göre olmasını sağlayan kimse Allah’a ortak edilendir.
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ
Mülkte O’nun için bir ortak yoktur. (İsra 111, Furkan 2)
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ
Yoksa onlar için şerikler mi var da onlar için düzenden Allah’ın izin vermediği şeriat mı koyuyorlar? (Şura 21)
Bu iki ayet durumu özetlemektedir. Allah’a şirk “Allah’ın doğal ve sosyal kanunlarına aykırı kurallar, kanunlar koymaktır”. Günümüzde anlaşılan şirkin gerçek manası ile ilgisi yoktur. Taştan, çamurdan, helvadan, demirden, bronzdan yapılmış putlara tapınmak, önlerinde saygıyla durmak, Allah’tan başkasını ilah edinmek şirk olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlar Allah’ın affetmeyeceği bir suç olan Allah’a şirki çok basitleştirmiştir.
إِنَّ اللَّهَ لَا يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَاءُ
Allah kendisine ortak edilmesini bağışlamaz ve bunun dunundakini dilediği kimse için bağışlar. (Nisa 48)
Bağışlanmayan bu suç olan şirk Allah’ın mülküne yani yönetimine ortak etmedir. Bunun komponentleri vardır:
- Şerik (الشَّرِيك): Allah’ın doğal ve sosyal kanunlarına aykırı kural, kanun koyan kimsedir. Şerikler yani ortak edilenler yönetimde ve kural koymada Allah’a ortak edilmektedirler. Allah’ın kurallarına aykırı kuralları koymakta, Allah’ın istemediği şekilde yönetmektedirler. İsterse beş vakit namazını aksatmasın, her sene hacca umreye gitsin, oruçlarına oruç katsın, zekât sandığı zekât olmayan sadakaları versin, eğer Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyuyorsa o şerik olmuş olur.
- Müşrik (الْمُشْرِك): Şeriki kural, kanun koyucu olarak seçen, destekleyen, onun arkasında olan kimsedir. Şerik, kuralı koyandır, müşrik ise şeriki kural koyucu olarak seçen, kabul eden ve onun koyduğu kuralların doğru, iyi, güzel, faydalı olduğunu savunan ve uygulattırandır. Şerik müşriksiz olmaz. Müşrikler şeriklerinin kurallar koymasını ve yönetmesini istemektedirler. Şeriki destekleyen, onu büyüten, onun peşinde koşan, arkasında duran, yaptığı yanlışları alkışlayan da müşriktir. Kimse kendisinin müşrik olmayacağını zannetmesin. Herkes çok iyi bir şey yaptığını sanarak şirk içinde yaşayabilir. Şerik olabilir, müşrik olabilir. Şirk çok tehlikeli bir çukurdur ve içine düşmek o kadar da zor değildir. الَّذِينَ أَشْرَكُوا da müşrikliğin organize bir şekilde gerçekleştirilmesidir.
- Şirk (الشِّرْك): Mülkte yani yönetme yetkisinde ortak edilen kısımdır. Bu yetki yasama, yargı, yönetme, yürütme olabilir. Bunlardan hangisinde şerikler Allah’ın kurallarına uygun olmayan kurallar veya bu kuralları uygulama kuralları üretiyorsa orası ortak edilen kısım olarak şirktir. Kurallar Allah’ın kurallarına uygun olabilir ama kuralları uygulayan yönetmelikler Allah’ın kurallarına aykırı olabilir. Kurallar Allah’ın kurallarına uygun olabilir ama yargılama metodu Allah’ın kurallarına aykırı olabilir. Allah’ın kurallarına aykırı kuralların bulunduğu mecra şirk olduğu gibi kurallar Allah’ın kurallarına uygun olsa bile kuralları uygulama kuralları Allah’ın kurallarına aykırı ise bu mecra da şirktir. Öyle bir kanun çıkarırlar ki dersiniz tam Allah’ın istediği şekilde bir kanun yapmışlar. Sonra kanunun uygulaması için birisi bir yönetmelik yapar, o kanun artık uygulanamaz hale gelir veya çok az bir kimse ancak o kanundan faydalanabilir olur. İşte bu yönetmedeki şirke örnektir.
- Şirk edilen (مَا يُشْرِكُونَ): Allah’ın doğal ve sosyal kanunlarına aykırı olan kural, kanundur. Allah’ın kurallarına aykırı yasalar, örfler, toplumsal kurallar, töreler, geleneklerdir. Şeriklerin koyduğu kurallardır. Kuralı koyan şerik ölmüş olsa bile onun koyduğu kural, çıkardığı kanun, getirdiği sistemli yapı varlığını devam ettirmekte olabilir. مَا يُشْرِكُونَ kurallar olduğu gibi aynı zamanda kuralları koyma kurallarıdır. Kural koyma kuralı da Allah’ın kuralı koyma kuralına aykırı olduğu zaman şirk edilendir. Kuralları koyma kuralının çoğunluk olması buna örnektir. Çünkü Allah bize açıkça çoğunluğa uymayacağımızı belirtmektedir. Şirk edilen kural illaki de mecliste oluşturulmuş bir kanun olmak zorunda değildir. Toplumsal kurallar, töreler, geleneklerin zorlamaları da buna dahildir.
İnsanlar kendilerine şerikliği ve müşrikliği yakıştırmamaktadırlar. Putların önünde secde etmeyince müşrik değilim, şerik değilim sanmaktadırlar. Bu nedenle çok çok dikkatli olmak lazımdır. “Elhamdülillah Müslümanım” demekle, namazlarını kılmakla, oruçlarını tutmakla, hacca gitmekle, bir de son nefeste kelime-i şehadet getirmekle cennette olacağını sanırken kıyamet yevminde aslında kendisinin müşrik veya şerik olduğunu öğrenebilir. Bunu da Kuran’ın ayetlerinde “kıyamet yevminde müşriklerin müşrik olduklarını, şeriklerin de şerik olduklarını kabul etmeyeceklerini” görerek anlıyoruz.
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذِينَ أَشْرَكُوا أَيْنَ شُرَكَاؤُكُمُ الَّذِينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ (22) ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ إِلَّا أَنْ قَالُوا وَاللَّهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِكِينَ (23)
Onları topluca haşredeceğimiz sonra ortak edenlere “iddia ettiğiniz şerikleriniz nerede?” diyeceğimiz sonra onların fitnesinin yalnızca “rabbimiz Allah’a yemin olsun biz müşrikler değildik” demelerinin olduğu gün. (En’am 22-23)
Bu ayette müşrikliğin reddini görüyoruz. “Rabbimiz Allah” diyerek Allah’a yemin etmekteler, “biz müşrikler değiliz” demektedirler. Ancak onlara Kuran الَّذِينَ أَشْرَكُوا (ortak edenler) demektedir. Has ism-i mevsulle gelmiştir ve bu da organize bir şekilde müşrikler olduklarını göstermektedir. Şirk organizedir. Allah’ın kurallarına aykırı kural koyma kuralları ile şirk içindedirler. İnsanlar namaz kılıyoruz, oruç tutuyoruz, hacca-umreye gidiyoruz, sadaka veriyoruz, biz cennetliğiz sanmaktadırlar. Oysa müşrik olmak çok kolaydır. Allah’ın kurallarına aykırı kural koyan şerikleri seçersiniz, onlar da kuralları koyarlar, siz de müşrik olursunuz. Sonra tekrar yeni dönem gelir, kötünün iyisi bunlar, ne yapalım dersiniz, seçersiniz, onlar da Allah’ın kurallarına aykırı kuralları koyarak şirki perçinleştirirler, sizin de müşrikliğiniz perçinlenmiş olur.
وَإِذَا رَأَى الَّذِينَ أَشْرَكُوا شُرَكَاءَهُمْ قَالُوا رَبَّنَا هَؤُلَاءِ شُرَكَاؤُنَا الَّذِينَ كُنَّا نَدْعُو مِنْ دُونِكَ فَأَلْقَوْا إِلَيْهِمُ الْقَوْلَ إِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَ
Ortak edenler şeriklerini gördüklerinde “Rabbimiz bunlar senin dununda çağırdığımız ortaklarımız” dediler. Onlar (şerikler) onlara “kesinlikle siz yalancısınız” diyerek laf attılar. (Nahl 86)
Bu ayette de şerikliğin reddini görüyoruz. Şerikler kendilerinin şerik olduğunu kabul etmemektedirler. Bunun iki sebebi vardır. Birincisinde aynı dönemde yaşamamış müşrik-şerik ilişkisi vardır. Eski liderlerin, eski düşünürlerin ilkeleri, kuralları benimsenmiş ve Allah’ın kurallarına aykırı olan bu kurallar uygulanmıştır. İkincisinde aynı dönemde yaşamışlardır ama müşrikler şeriklerini tanımakta, şerikler müşriklerini tanımamaktadırlar. Müşrikler şeriklerini seçmekte, onun için ölmekte, onu sokakta, kahvede, sosyal medyada, her yerde ateşli şekilde savunmakta, onu yüceltmekte, onu desteklemektedirler. O da bu desteklerle kural koyucu olarak seçilmekte ve Allah’ın kurallarına aykırı kuralları koymaktadır. Ancak kendini şerik yapan müşrikleri tanımamaktadır, bu nedenle onlara yalancılar demektedir. Diğer bir durum da kendisini inançlı bir insan olarak görmekte, namazını kılmakta, haccını yapmakta, ama çoğunluğun desteğini almak için onlara uyarak kurallar koymaktadır. Hatta bir yerde insanlar haksızlıkla öldürülürken mitingler düzenlemekte ve insanlar o mitinglerde bağırarak rahatlamakta, bu bağırıp çağırmalarla haksızlıkla insanları öldürenlerin öldürmekten vazgeçecekleri saçmalığına inanmak da istemektedir. Bu nedenlerle kendisine asla şerik olmayı yakıştıramamaktadır. Çünkü onun kafasındaki şerik veya müşrik kavramı putlara secde etmekle sınırlıdır. Cahiliye döneminin Kuran’dan bihaber ruhbanlarının tanımı böyle olunca bu sonuç da kaçınılmaz olmaktadır.
Lokman’ın oğluna yaptığı uyarı bizim için de uyarıdır. Şirk içinde olmak öyle sanıldığı kadar zor değildir. Günümüzde tüm kavramların içi boşaltılıp yerine başka manalar yüklendiği yani tahrif edildikleri için şirk de bundan nasibini almıştır.
Lokman şirke azim zulüm demiştir. Hem de üç te’kîdle demiştir. Müşedded inne ile iki, başlama lâmı ile bir olmak üzere üç te’kîd vardır. Zulüm bir şeyi olması gereken yerde değil başka yere konumlandırmak veya olmaması gereken yerde konumlandırmaktır. Şirk kural koyucu olarak bir şeriki gerektirir, Allah’ın yerinde konumlandırılmıştır. Allah’ın izin verdiği kuralların yerine Allah’ın kurallarına aykırı kurallar konumlandırılmıştır. Bu kurallar olmaması gereken yere konumlandırılmıştır. Bu nedenle şirk zulümdür. Etkisi çok büyük olan bir zulüm olduğu için azim zulümdür. Kötülüklerin kaynağıdır. Şirk yüzünden insanlar mutsuzdur, huzursuzdur. Allah’ın kurallarına uygun yaşamamakta, bu nedenle bir grubun hakimiyeti altında, onların bir nevi gönüllü köleleri olarak yaşamaktadırlar. Sömürücü Sermaye sahte dolarlar, sahte dijital paralar üreterek insanları sömürmekte bunu da şirk ile başarmaktadırlar. Tüm dünyayı uyutmakta, çoğunluk demokrasisini kutsallaştırmakta, insanlar da bu şirk sistemine hizmet etmekten geri durmamaktadırlar. Oysa bu sayede istedikleri yasaları çıkarmakta, yasaları da istedikleri gibi uygulatmaktadırlar. İnsanlar da gelecek korkusu altında, yarın ne olacağını, başına ne geleceğini bilemeden, haksızlıklara uğrayacakları korkusu ile yaşamaktadırlar. Bu nedenle azim zulümdür. Etkisi çok büyük olan bir zulümdür.
Lokman’ın “ey oğul” değil “ey oğulcuk” demesiyle oğluyla arasında bir mesafe olmadığını, aralarının samimi olduğunu anlamaktayız. Oğluna şirkten uzak durmasının öğüdünü vermektedir. Kuran’da bu öğüt vermenin anlatılması bizim de Lokman gibi insanlara şirkten uzak durma öğüdünü vermemiz gerektiği içindir. Biz de burada bunu yapmaktayız Allah’a şükrederek.
Teşvikiye, Yalova
13 Nisan 2024
M. Lütfi Hocaoğlu