RÛM SÛRESİ - 43. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
فَيَوْمَئِذٍ لَا يَنْفَعُ الَّذِينَ ظَلَمُوا مَعْذِرَتُهُمْ وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ (57)
O gün ne zulmedenlere onların mazereti fayda eder ne de onlardan kötülüklerden kurtulup ıslah olması talep edilir. (57)
|
Ma'tûf İsim cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Haber Fiil cümlesi | Müb-teda | Müekkid | Müekked | Fâil | Mefûlun bih | Fiil | Olum-suzluk edatı | Mefûlun fih |
Nâib-i fâil | Fiil | Fâil Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf | Muzâfun ileyh | Muzâf |
و | يُسْتَعْتَبُونَ | هُمْ | لَا | وَ | هُمْ | مَعْذِرَةُ | الَّذِينَ ظَلَمُوا | يَنْفَعُ | لَا | إِذٍ | يَوْمَ | فَ |
فَ: Fâ-u isti’nafiyyedir. Tafsiliyyedir. 55. ayetteki يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ yü tafsil etmektedir. O dönem açıklanmaktadır.
يَوْمَئِذٍ: “O gün” demektir. يَوْمَ nin muzafun ileyhi hazf edildiği zaman sonuna muzafun ileyh olarak إِذٍ getirilir. Sonundaki إِذٍ daha önce söylenmiş bir olaya işaret eder. “O gün”, “o dönem” anlamına gelir. Buradaki إِذٍ 55. ayetteki يَوْمَ nin muzafun ileyhi olan تَقُومُ السَّاعَةُ yü ifade eder. يَوْمَئِذٍ de 55. ayetteki يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ ye (saatin kıyam ettiği güne) işaret etmektedir.
لَا:”Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يَنْفَعُ: “Fayda eder” demektir. نفع kökünden üçüncü bâbdan üçüncü şahıs eril, tekil merfu muzari malum fiildir.
لَا يَنْفَعُ: “Fayda etmez” demektir.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Eril çoğul has ism-i mevsuldür. Sıla cümlesi vardır. Sıla cümlesi içindeki fiilin fâili ya da mef’ûlü (hangisi olduğu aid zamirinden anlaşılır) belirlidir. Aynı zamanda fiilin işleniş şekli de belirlidir. Bu nedenle organize işler bu has ism-i mevsulle ifade edilir.
ظَلَمُوا: “Zulmettiler” demektir. Üçüncü şahıs, eril çoğul, mazi fiildir. “Eziyet ettiler” anlamında değildir, Türkçede eziyet anlamında yanlış olarak kullanılmaktadır.
الظُّلْمُ: وَضْع الشيء في غير موضِعه
Zulüm: Bir şeyi kendi yerinin dışında bir yere koymak. (Lisanu-l A’râb)
ظلم kökünden iki bâbda fiiller gelir. İkinci bâbdan (ظَلَمَ - يَظْلِمُ) zulüm anlamında gelirken dördüncü bâbdan (ظَلِمَ - يَظْلَمُ) ظُلْمَة “karanlık” demektir.
Zulüm birisini, bir şeyi veya kendisini olması gereken gerçek konumda değil başka konumda bulundurmaktır. Bu nedenle birisine haksızlık etmek, birisine hakkını vermemek, suçsuz birisini suçlu konumuna sokmak, Allah’ın yerine Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyan şerikler edinmek zulümdür.
الَّذِينَ ظَلَمُوا: “Zulmedenler” demektir. Zulümde organize olanlardır.
مَعْذِرَةُ: “Özür dileme, mazeret” demektir. عذر kökünden ikinci bâbdan mimli mastardır. Bir şeyin bir kimsenin irade ettiği bir fiili yapmasına engel olması veya irade etmediği bir fiili yaptırması manasındadır. Sonundaki kapalı te kesret ve mübalağa içindir. Sâlim fiildir, muzarisinin orta harfi kesrelidir (يَعْذِرُ) ve bu nedenle مَفْعِل kalıbının mübalağa kalıbı olan مَفْعِلَة kalıbından gelmiştir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. الَّذِينَ ظَلَمُوا ya racidir.
مَعْذِرَتُهُمْ: “Onların mazereti” demektir.
يَوْمَئِذٍ لَا يَنْفَعُ الَّذِينَ ظَلَمُوا مَعْذِرَتُهُمْ: “O gün zulmedenlere onların mazereti fayda etmez” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. يَوْمَئِذٍ لَا يَنْفَعُ الَّذِينَ ظَلَمُوا مَعْذِرَتُهُمْ cümlesine لَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ cümlesini atfetmektedir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
هُمْ: “Onlar” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. الَّذِينَ ظَلَمُوا ya racidir.
يُسْتَعْتَبُونَ: “Onlardan kötülüklerden kurtulup ıslah olması talep edilir” demektir. عتب kökünden istif’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul merfu muzari meçhul fiildir. İkinci bâbdan عَتْب mastarı birisine yaptığı kötülüklerden kurtulup ıslah olması için fırsat tanımak manasındadır. İstif’âl bâbında (استَعْتَبَ - يَسْتَعْتِبُ) talep etkisi ile gelir. Birisinin yaptığı kötülüklerden kurtulup ıslah olması için fırsat tanınmayı talep etmesi anlamındadır.
العَتَبَةُ: أُسْكُفَّةُ البابِ التي تُوطأُ
Atabe: Üzerine basılan kapının eşiğidir. (Lisanu-l Arab)
كلُّ مِرقاةٍ من الدُّرْجة عتَبة
Basamaktan olan her merdiven Atabe’dir. (Makayisu-l Luga)
Atebe yükselmek için kullanılan basamaktır. İsti’tâb basamakların kullanılarak yükselmenin talep edilmesidir. Bu basamaklar Allah’ın razı olduğu amellerdir.
واسْتَعْتَب فلانٌ إِذا طَلب أَن يُعْتَبَ أَي يُرْضَى والـمُعْتَبُ: الـمُرْضَى. وفي الحديث: لا يَتَمَنَّيَن أَحدُكم الموتَ، إِما مُحْسِناً فلَعَلَّه يَزْداد، وإِمّا مُسِـيئاً فلعله يَسْتَعْتِبُ؛ أَي يرْجِـعُ عن الإِساءة ويَطْلُبُ الرضا. ومنه الحديث: ولا بَعْدَ الموْتِ من مُسْتَعْتَبٍ؛ أَي ليس بعد الموت من اسْتِرْضاءٍ، لأَن الأَعمال بَطَلَتْ، وانْقَضَى زَمانُها، وما بعد الموْت دارُ جزاءٍ لا دارُ عَمَلٍ
Filan isti’tâb etti i’tâb edilmeyi yani razı olunmayı talep ettiği zaman. Mu’teb: razı olunandır. Hadiste: Sizin biriniz ölümü kesinlikle temenni etmesin, eğer muhsinse belki de artacak ve eğer kötü ise belki de isti’tâb edecek; yani kötülüklerinden dönecek ve rızayı talep edecek. Ondan hadis: Ölüm sonrasında hiçbir musta’teb yoktur; yani ölüm sonrasında hiçbir rıza isteme yoktur, amellerin boşa gitmesinden ve zamanı geçtiğinden dolayıdır. Ölümden sonrası ceza yurdudur, amel yurdu değildir. (Lisanu-l Arab)
İsti’tâb yaşarken vardır. Öldükten sonra basamaklardan yukarı çıkma yoktur. Ölümden sonra yükselme yoktur.
لَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ: “Onlardan kötülüklerden kurtulup ıslah olması talep edilmez” demektir.
يَوْمَئِذٍ لَا يَنْفَعُ الَّذِينَ ظَلَمُوا مَعْذِرَتُهُمْ وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ: “O gün ne zulmedenlere onların mazereti fayda eder ne de onlardan kötülüklerden kurtulup ıslah olması talep edilir” demektir.
Bu ayette يَنْفَعُ fiilinin iki kıraati vardır.
Şerh | Kelime | Ravi | Kari |
(تَنْفَعُ) بالتاء | يَنفَعُ | متفق عليه | نافع المدني |
(تَنْفَعُ) بالتاء | يَنفَعُ | متفق عليه | ابن كثير المكي |
(تَنْفَعُ) بالتاء | يَنفَعُ | متفق عليه | أبو عمرو بن العلاء |
(تَنْفَعُ) بالتاء | يَنفَعُ | متفق عليه | ابن عامر الدمشقي |
(يَنفَعُ) بالياء | يَنفَعُ | متفق عليه | عاصم الكوفي |
(يَنفَعُ) بالياء | يَنفَعُ | متفق عليه | حمزة الكوفي |
(يَنفَعُ) بالياء | يَنفَعُ | متفق عليه | الكسائي الكوفي |
(تَنْفَعُ) بالتاء | يَنفَعُ | متفق عليه | أبو جعفر |
(تَنْفَعُ) بالتاء | يَنفَعُ | متفق عليه | يعقوب |
(يَنفَعُ) بالياء | يَنفَعُ | متفق عليه | خلف العاشر |
يَنْفَعُ geldiği zaman fâil erildir. تَنْفَعُ geldiği zaman fâil dişildir. Ayette fâil مَعْذِرَتُهُمْ dür. Bir kelimenin eril veya dişilliği sekiz şekilde olur. Bunun için öncelikle bir kelimede dişilliği ifade eden müenneslik alametlerinin bilinmesi gerekir.
Müenneslik alametleri (Te’nis alametleri):
Bu alametleri taşıyan kelimeler lafzen müennestir. Bu alametleri taşımayan kelimeler lafzen müzekkerdir.
- Ta-i merbuta (ة): Kelimenin aslından olmayıp kelimenin sonunda yazılan ة harfidir. Ta-i te’nis de denir. Örnek: غِشَاوَةٌ , الْحِجَارَةُ
- Elif-i maksura (ى): Kelimenin aslından olmayıp kelimenin sonunda yazılan ى harfidir. Kelimenin aslından olmaması lazımdır, yani vav veya ya harfinden dönüşmüş olan kıvrık elifler elif-i maksure değildir. Örnek: كُبْرَى , بُشْرَى , الْأُنْثَى
- Elif-i memdude (اء): Kelimenin aslından olmayıp kelimenin sonunda اء şeklinde yazılan eliftir. Kelimenin aslından olmaması lazımdır. جَزَاءُ kelimesinde elif kalıptandır, hemze de ye den dönüşmedir. Buradaki اء elif-i memdude değildir. Örnek: الْفَحْشَاءِ
Burada fâil olan مَعْذِرَةُ kelimesinin sonunda müenneslik alameti olan ta-i merbuta vardır. Lafzen müennestir. Gerçek bir dişil varlık (hakiki müennes) değildir. Bu lafzi müenneslik nedeniyle fiil dişil de eril de gelebilir. Bu nedenle burada iki kıraat de gelmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir durum mazeret kelimesidir. Özür değil de mazeret kullanılmıştır.
قَالَ إِنْ سَأَلْتُكَ عَنْ شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْنِي قَدْ بَلَغْتَ مِنْ لَدُنِّي عُذْرًا
“Eğer ondan sonra sana bir şey sorarsam benimle arkadaşlık etme, benim ledünümden bir özre ulaşmış oldun” dedi. (Kehf 76)
Musa Peygamber burada özel bir ilim sahibi şahısla konuşurken artık soru sormayacağını, sorarsa artık beraber hareket etmeyeceğini söylüyor. Kendi tarafından artık beraberliğe engel olan durumun soru sorması olduğunu ifade etmiş oluyor.
Özürde (عُذْر) kesret yoktur. Bir kere veya bir kişi tarafından gerçekleşir. Mazeretin (مَعْذِرَة) ise sonundaki kapalı te (ة) nedeniyle kesret durumu vardır. Bir kişinin veya pek çok kişinin irade ettiği bir fiili yapmasına tekrar tekrar engel olan veya irade etmediği bir fiili tekrar tekrar yaptırmasına sebep olan şeydir.
Bu ayette dikkat edilmesi gereken diğer önemli bir durum da مَعْذِرَتُهُمْ şeklinde çok kişinin tek mazeretinin olmasıdır. Yani zulmedenlerin mazereti ortaktır. Geçmişten kıyamet yevmine kadar zulmedenler aynı mazereti ileri süreceklerdir.
مَعْذِرَتُهُمْ | Onların tek mazereti |
مَعَاذِيرُهُمْ | Onların çok mazeretleri |
مَعَاذِيرُهُمْ şeklinde gelseydi zulmedenlerin ayrı ayrı çok sayıda mazeretleri olacaktı. Oysa مَعْذِرَتُهُمْ şeklinde geldiğinden kıyamete kadar zulmedenlerin ortak ve tek bir mazereti olacaktır. Bu da sonundaki ة nin kesret etkisi nedeniyle sürekli tekrarlanan ortak bir mazeret olacaktır.
Bu mazeret “günün şartları” mazeretidir.
Zulüm birisini, bir şeyi veya kendisini olması gereken gerçek konumda değil başka konumda bulundurmaktır. Zulmedenler işte bunu yaparken hep aynı mazerete sığınacaklardır: “Günün şartları böyle, ne yapalım. Ancak böyle yapabiliyoruz.”
“Günümüz düzeninin gerekliliklerini yapmadan olmuyor” diyeceklerdir. Allah’ın izin vermediği amelleri gerçekleştirirken hep bu mazerete sığınacaklardır. Her çağda her dönemde ortak mazeret budur.
Günümüz çoğunluk demokrasisi düzeniydi, biz de günün şartlarına uyarak bu düzenin gerekliliklerini yerine getirdik ve çoğunluğu ele geçirme çabası içinde olduk diyeceklerdir.
Günümüz algı oluşturmayı gerektiriyordu. Biz de günün şartlarına uyarak algı oluşturduk, algı operasyonları yaptık diyeceklerdir.
Günümüz yalan söylemeyi gerektiriyordu. Biz de günün şartlarına uyarak yalanlar söyledik diyeceklerdir.
Günümüz sahte paralar sistemiyle çalışıyordu, dolar olmadan olmuyordu, biz de günün şartlarına uyarak dolarlarımızı çoğaltıp güçlenmeye çalıştık diyeceklerdir.
Günümüzde kripto paralarla iş yapılıyordu, biz de günün şartlarına uyarak kripto paralarla iş yaptık diyeceklerdir.
Günümüzün şartları faizi gerektiriyordu, biz de günün şartlarına uyarak faizle iş yaptık diyeceklerdir.
Günümüzde Avrupa Birliği hakimdi, biz de günün şartlarına uyarak onların peşinden gittik, aile, sağlık, ticaret, tarım ve diğer konularda onların istediği kanunları çıkarttık, onların istediği ne varsa onları yaptık diyeceklerdir.
Günümüzün şartları büyük sermayenin istediği aşıları dayatmayı gerektiriyordu, biz de bu şartlara uyarak onların dediklerini yaptık diyeceklerdir.
Günümüzün şartları Allah’ın ayetlerinde emredilen amelleri yapmamıza engel oluyordu, nehyedilen amelleri de bize yaptırıyordu diyeceklerdir.
Allah bu ortak mazereti kabul etmiyor. Günün şartlarının gerektirdiğini yaptık mazeretinin kıyamet yevminde bir faydası olmayacağını bu ayette açıkça söylüyor. Orada artık geri dönüp de ıslah olma şansı da yoktur. Bu nedenle kendimize dikkat etmek zorundayız. Günün şartları mazeretine sığınarak Allah’ın istemediği amellerin peşinde hayatımızı heba etmemeliyiz.
Teşvikiye, Yalova
30 Aralık 2023
M. Lütfi Hocaoğlu