CİN SÛRESİ - 13. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَأَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ فَمَنْ أَسْلَمَ فَأُولَئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا (14) وَأَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًا (15)
Ve kesinlikle bizden müslimlerin olması ve bizden yanlış hedefe yönelenlerin olması … Kim islam olduysa onlar, doğru davranmayı hedeflerler ve yanlış hedefe yönelenlere gelince onlar Cehennem için odundurlar. (14-15)
وَأَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ
Ve kesinlikle bizden müslimlerin olması ve bizden yanlış hedefe yönelenlerin olması …
Ma'tûf | Atıf harfi |
Haberi | İsmi | Enne |
Ma'tûf İsim cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh İsim cümlesi |
Mübteda | Haber | Mübteda | Haber |
Mecrur | Cârr | Mecrur | Cârr |
الْقَاسِطُونَ | نَا | مِنْ | وَ | الْمُسْلِمُونَ | نَا | مِنْ | نَا | أَنَّ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Önceki ayetteki أَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدَى آمَنَّا بِهِ mastarına أَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ mastarını atfetmektedir.
أَنَّا: “Kesinlikle biz” demektir. Aslı أَنَّنَا dır. Huruf-u müşebbehe bi-l fiilden olan أَنَّ ile “biz” anlamındaki zamir birleşince أَنَّنَا olmuş ve sonra okuma kolaylığından dolayı أَنَّا şeklinde kısaltılmıştır.
أَنَّ + نَا أَنَّنَا أَنَّا
أَنَّ harfi إِنَّ gibi te’kîd bildirir. Farkı أَنَّ nin mastar olmasıdır.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
نَا: “Biz” demektir. Birinci çoğul şahıs mecrur muttasıl zamirdir. Kuran dinleyip topluluklarına dönen cinler diğer cinlerle konuşmaktadırlar.
مِنَّا: “Bizden” demektir. “Biz cinlerden” demektir.
الْمُسْلِمُونَ: “Müslimler” demektir. سلم kökünden if’âl bâbından eril çoğul marife ism-i fâildir. Dördüncü bâbdan سَلْم mastarı (سَلِمَ - يَسْلَمُ) bir kimsenin, bir şeyin parçalarının, bileşenlerinin bulunduğu yerin ve çevresinin değişmesine rağmen bulunduğu hal üzerinde bozulmadan kalması manasındadır. İf’âl bâbında (أَسْلَمَ – يُسْلِمُ) sayruret etkisi ile gelir. Selim hale girip o halde kalmak anlamındadır. Müslimler barış içinde olanlar demektir. Elinden dilinden kimsenin zarar görmediği kimse demektir.
مِنَّا الْمُسْلِمُونَ: “Bizden müslimler vardır” demektir. “Biz cinlerden müslimler vardır” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. مِنَّا الْمُسْلِمُونَ cümlesine مِنَّا الْقَاسِطُونَ cümlesini atfetmiştir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
نَا: “Biz” demektir. Birinci çoğul şahıs mecrur muttasıl zamirdir.
مِنَّا: “Bizden” demektir. “Biz cinlerden” demektir.
الْقَاسِطُونَ: “Yanlış hedefe yönelenler” demektir. قسط kökünden ikinci bâbdan marife eril salim çoğul ism-i fâildir.
İkinci babdan قَسَطَ - يَقْسِطُ şeklinde birbirine zıt iki anlamda gelir. Birinci gelişinde mastar قِسْط dır. Sert, kıvamlı, dik, doğru, şekli değişmeyen, yumuşamayan, eğrilip bükülmeyen hale gelmek manasındadır. Doğru hedefe yönelip o hedeften sapmamak anlamındadır. Kişilerin haklarını vermede, bölüştürmede doğru olup, bu konuda eğilip bükülmemek, sapmamak manasından hakları vermede, bölüştürmede doğru olmak, hak olarak bölüştürme özelliğine sahip olmak manasındadır. İkinci babdan قِسْط mastarı if’âl bâbına (أَقْسَطَ – يُقْسِطُ) tadiye etkisi ile gelir. Hak olarak bölüştürmek anlamına gelir. Hak olarak bölüştürme özelliğine sahip olan, hak olarak bölüştüren haline gelir.
İkinci gelişinde mastarlar قَسْط ve قُسُوط dur. Sert, kıvamlı, dik, doğru, şekli değişmeyen, yumuşamayan, eğrilip bükülmeyen hale gelmek manasındadır. Yanlış, hak olmayan hedefe yönelip o hedeften sapmamak anlamındadır. Kişilerin haklarını vermede, bölüştürmede doğru olmayıp, bu konuda eğilip bükülmeyerek yanlış yönde kalıp doğru yöne sapmamak manasından hakları vermede, bölüştürmede doğru olmamak, hak olarak bölüştürmeme özelliğine sahip olmak manasındadır. Bu bâbdan ism-i fâil olarak قَاسِط şeklinde gelir. Haksız olarak bölücü anlamındadır.

مِنَّا الْقَاسِطُونَ: “Bizden yanlış hedefe yönelenler vardır” demektir. “Biz cinlerden yanlış hedefe yönelenler vardır” demektir.
مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ: “Bizden müslimler vardır ve bizden yanlış hedefe yönelenler vardır” demektir.
أَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ: “Kesinlikle bizden müslimlerin olması ve bizden yanlış hedefe yönelenlerin olması” demektir.
Cinler kendilerinden müslimler ve kâsitler olduğunu ifade etmektedirler. Tıpkı insanlar gibidirler. Onlarda da doğru yolda olanlar olduğu gibi yanlış hedefe yönelip o hedeften sapmayanlar vardır. Burada ifade müşrik veya kâfir olarak gelmemiştir, kâsit olarak gelmiştir. Bir kişi kâfir veya müşrik olabilir, oradan müslimliğe veya müminliğe geçebilir. Mekke müşriklerinin önemli bir kısmı mümin olmuştur. Bu geçişi yaptıkları için kâsit değildirler. Müşrik veya kâfir olanlardan hiçbir şekilde dönmeyip bu yanlış hedefte devam edenler kâsitlerdir. Bir kâsit yanlış hedeften dönmeyen kimsedir. Yanlışında ısrar edip o yanlış hedefe yönelmeye devam eden kimsedir.
فَمَنْ أَسْلَمَ فَأُولَئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا
Kim islam olduysa onlar, doğru davranmayı hedeflerler.
Cevap cümlesi İsim cümlesi | Şart cümlesi İsim cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Haber Fiil cümlesi | Mübteda | Fâ-u cevabiyye | Haber Fiil cümlesi | Mübteda Şart edatı |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Fâil | Fiil |
رَشَدًا | و | تَحَرَّوْا | أُولَئِكَ | فَ | هُوَ | أَسْلَمَ | مَنْ | فَ |
فَ: İsti’nafiyye edatıdır. Buna Fâ-u isti’nâfiye (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) denir. Cümle başında bulunur. Birbirine atfedilmiş isim cümlesi ile şart-cevap cümlesi arasında gelmiştir. Haber cümlesini inşa cümlesi takip etmiştir. Kendisinden önce inşa cümlesi (emir, nehiy, istifhâm), sonrasında haber cümlesi olursa veya öncesinde haber cümlesi sonrasında inşa cümlesi olursa bu durumlarda atıf harfi olamayan bu harf isti’nâfiye edatı olur. Burada haber cümlesini inşa cümlesi takip etmiştir. Kendisinden sonraki cümle yeni cümle olacağından bu edata isti’nâfiye (başlangıç) edatı denir. İsim cümlesi fiil cümlesine (tersi de geçerli) anlamsal yakınlık olursa atfolunabilir. Anlamsal yakınlık yoksa aradaki fâ isti’nâfiye edatıdır. Fiil cümleleri arasında zaman yönünden uyum olmasına rağmen manasal olarak takip ve tertip ifade etmiyorsa bu durumda da isti’nâfiye edatıdır.
Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır.
Bu irtibata göre fâ-u isti’nâfiye şu şekilde sınıflandırılır:
- Fâ-u ta’liliyye (الفَاءُ التَّعْلِيلِيَّةُ): Öncesi ile sonrasında sebep sonuç ilişkisi vardır. Öncesi sonrasının sebebidir. Türkçeye çevrilirken “bundan dolayı”, “bu sebeple” şeklinde çevrilmelidir.
- Fâ-u tafsiliyye (الفَاءُ التَّفْصِيِلِيَّةُ أَوِ التَّفْسِيرِيَّةُ): Öncesindeki cümle kapalı, tam olarak anlaşılmayan bir cümledir (Mücmel bir ifade). Sonrasındaki cümle ise mücmeli açıklayan, kapalılığı gideren bir cümledir (Mufassal bir ifade).
- Netice Fâsı (فَاءُ النَّتِيجَةِ): Önceki cümle/cümleler açıklanmış cümle/cümlelerdir. Sonraki cümle ise bu açıklanmış cümle/cümlelerin sonucunu gösteren, bir nevi özetleyen cümledir. Fâ-u tafsiliyyenin tersidir. “Sonuç olarak”, “neticede” şeklinde Türkçeye çevrilir.
- İrtibat Fâsı (فَاءُ الْاِرْتِبَاطِ): Öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında zamansal ya da sebepsel ilişki yoktur ama aralarında bağlantı vardır. Cümleler arasındaki fâ tertip ve takip için değil, sebep için değil, tafsil için değil, neticelendirme için değilse ve cümleler arasında konu bağlantısı olduğu zaman gelen fâ irtibât fâsıdır.
Buradaki fâ fâ-u tafsiliyyedir. Öncesinde müslimler ve kâsitlerin varlığı söylenmiş ve bundan sonra bu iki grup açıklanmıştır.
مَنْ: “Her kim” demektir. Şart edatıdır. Akıllı varlıklar için kullanılır. Kendisinden sonra şart cümlesi gelir ve sonrasında cevap cümlesi gelir. Kendisinden sonra muzari fiil gelirse onu cezm eder. Mazi fiil gelirse mazi fiiller mebni olduğu için değişmez. Burada kendisinden sonra gelen mazi fiil olan أَسْلَمَ olduğu için değişmemiştir.
أَسْلَمَ: “İslam oldu” demektir. سلم kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Dördüncü bâbdan سَلْم mastarı (سَلِمَ - يَسْلَمُ) bir kimsenin, bir şeyin parçalarının, bileşenlerinin bulunduğu yerin ve çevresinin değişmesine rağmen bulunduğu hal üzerinde bozulmadan kalması manasındadır. İf’âl bâbında (أَسْلَمَ – يُسْلِمُ) sayruret etkisi ile gelir. Selim hale girip o halde kalmak anlamındadır. İf’âl bâbının diğer manası duhul-u fi-z zaman, duhul-u fi-l mekân, duhul-u fi-l hâl gibi yeni bir duruma girmek ve o hal üzerinde kalmaktır. Bozulmayan bir düzen, yapı içine girmek, o yapı ile uyum içinde olmak anlamına gelir.
سَلْم “Barış” demektir. Mastar olarak bir kimsenin, bir şeyin parçalarının, bileşenlerinin bulunduğu yerin ve çevresinin değişmesine rağmen bulunduğu hal üzerinde bozulmadan kalması manasından güven içinde, emniyet içinde olma, zarar görmeme anlamındadır. “Barış” demektir. سَلْم tek kulpu olan deriden kovaya denir. Çubuk şeklinde olan bu kulp hem taşımayı sağlar hem de kovanın devrilmesini önler. Böylece bulunduğu hal üzerinde bozulmadan kalmayı sağlar.
سِلْم “Barış dönemi” demektir.
سَلِيم “Selim” demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Herhangi bir kötülük, hastalık veya zarar verici herhangi bir şeyden uzak olan manasındadır.
سَلَام “Sağlam olma, esenlik” demektir. سلم kökünden mastardır. سَلْم mastarının mübalağalısı سَلَام mastarıdır. Bu bozulmadan sağlıklı, sağlam olmanın mübalağalı şekilde olması onun esenlik içinde olmasıdır.
سُلَّم “Merdiven” demektir. Zarar verici şeylerden uzak olmak için kullanılan araç manasında ism-i âlet manasında camid isimdir.
قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِنْ قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِنْ تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُمْ مِنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (14) إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُولَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ (15) قُلْ أَتُعَلِّمُونَ اللَّهَ بِدِينِكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ (16) يَمُنُّونَ عَلَيْكَ أَنْ أَسْلَمُوا قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ إِسْلَامَكُمْ بَلِ اللَّهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ أَنْ هَدَاكُمْ لِلْإِيمَانِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (17)
Araplar “iman ettik” dediler. “İman etmediniz ve ancak islam olduk deyin, iman henüz kalbinize girmedi, Allah ve resulüne itaat ederseniz amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Kesinlikle Allah gafur rahimdir.” de. Müminler yalnızca Allah ve resulüne iman eden sonra kafası bulanıklaşmayan ve malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerdir. Onlar, onlar sadıklardır. “Allah göklerde olanı ve yerde olanı bilirken ve Allah her şeyin bilicisiyken Allah’a dininizi öğretiyor musunuz?” de. İslam olmalarını sana minnet ediyorlar. “İslamınızı bana minnet etmeyin, aksine Allah sizi imana rehberlik etmesini size minnet eder, eğer sadıklar iseniz” de. (Hucurat 14-17)
Araplar iman ettik demişlerdir ama aslında islam olmuşlardır. İslam olarak bozulmayan, kendi içinde dengeli olan sistem içine girmişler, bu sistem içinde sistemin bir parçası olarak kimseye zarar vermeden, sistemi bozucu işler yapmadan yaşayacaklarını belirtmiş olmaktadırlar. Aslında müslim olmuşlardır, mümin olmamışlardır. İman güvenlik demektir. Mümin “güven veren”, “güvenliği sağlayan”, بِ harf-i ceri ile “güvenen” demektir. Allah’ın da sıfatıdır mümin. Mümin kendi içinde dengeli ve bozulmayan sistem olan İslam’ın dinini (düzenini) korur, güvenliği sağlar, başkalarına zarar gelmesini önler. Müslim zarar vermez ama korumaz da. Bu nedenle ayette إِسْلَامَكُمْ denmekte, Kuran böylece islama bugün verilen anlamı değil, mastar anlamını vermektedir.
قُلْ لِلْمُخَلَّفِينَ مِنَ الْأَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ إِلَى قَوْمٍ أُولِي بَأْسٍ شَدِيدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ أَوْ يُسْلِمُونَ
Araplardan geride kalanlara “yakında şiddetli zorluk sahibi bir kavme çağrılacaksınız. Onlarla savaşacaksınız veya islam olacaklar” de. (Fetih 16)
Görüldüğü gibi bir topluluk islam olmaya savaşla zorlanılmaktadır. İslama günümüzdeki anlamın verilmediği çok açıktır. İslam olacaklar, yani düzenleri dengeli, bozulmayan bir şekilde olacaktır. Duruşları düzgün olacak, sistemli, Allah’ın kurallarına uygun olan dengeli kurallar içinde yaşayacaklardır. Aksi takdirde o kavim kendi içinde kendi vatandaşlarına zulmetmektedir. İslam olmayan düzenlerin hepsi zulüm düzenidir.
Günümüzde hayattan çıkarılıp anlamı bilinmeden tilavet edilen Kuran’a inanmak ve ritüellere indirgenmiş olan faaliyetler İslam dini olarak adlandırılmaktadırlar. Din kelimesi de tahrife uğramıştır. Günümüzde sosyolojik manada kullanılan din kelimesi ile Kuran’da geçen din kelimesi farklı anlamlardadır.
Günümüzde din kelimesi “inanç” anlamında kullanılmaktadır. Hıristiyanlık dini, Yahudilik dini, İslam dini şeklinde kullanılmaktadır. Kuran’da Hıristiyanlık dini ve Yahudilik dini ifadesi geçmediği gibi İslam dini ifadesi de geçmez, “din olarak İslam” ifadesi geçer, “Allah’ın dini” ifadesi geçer. Din kelimesi Kuran’da düzen (hukuk düzeni) anlamındadır. Uyulması gereken kurallar bütünüdür.
وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِينًا
Sizin için din olarak İslam’dan razı oldum. (Maide 3)
إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الْإِسْلَامُ
Kesinlikle Allah’ın indinde din İslam’dır. (Ali İmran 19)
Din olarak İslam vardır. Din olmayarak da islam vardır. Bu nedenle Kuran’da دِينُ الْإِسْلَامِ (İslam dini) ifadesi geçmez. İslam sadece dinin vasfı değildir. Bozulmadan, dengeli bir şekilde durmak, dengesinin bozulmaması için sürekli müdahale gerektirmemektir.
Bu ayetlerde de görüldüğü gibi hukuk düzeninin, uyulması gerekli kuralların İslam olması gereklidir. İslam yapısı bozulmadan kendi içinde dengeli olmak demektir. Hukuk düzeni İslam olmalıdır. Kendi içinde dengeli olmalıdır. Sürekli müdahalelere gerek duyulmamalıdır. Her gün yeni bir mevzuat üretmeye gerek olmamalıdır. Günümüzde dünyada hiçbir yerde Allah’ın dini yoktur. Dolayısıyla din olarak İslam da yoktur. İslam ancak Allah’ın dini ile mümkündür. Allah’ın kurallarının geçerli kurallar olması ile mümkündür. Diğer bütün kurallar dengesizdir ve bozulur. Sürekli müdahale gerektirir. Her gün yeni bir sorun ortaya çıkar, hemen ona bir mevzuat üretirler. O kadar dengesizdir ki sistem, kanunlar yetişmez, kararnameler çıkarılır, o da bozulmanın hızına yetişemez, kanuna dayanmayan yönetmeliklerle kanunmuş gibi kurallar, cezalar üretilir. O da bozulmanın hızına yetişemez. Sistem sürekli müdahale gerektirir. Sistemin dengesizliğini düzeltmek için çıkarılan her kural başka bir dengesizlik ortaya çıkarır. Sonra onu düzeltmek için çıkarılan bir başka kural başka yeri bozar. Çıkarılan kurallar insanların birbiri ile çatışmasına sebep olur. Bunu düzeltmek için çıkarılan kural da başka çatışmalara sebebiyet verir. Bu şekilde zincirleme devam eder gider. Mevzuat artık o kadar şişer ki kimse bütününe hâkim olamaz hale gelir. Sürekli müdahale edildiği için artık birbiri ile de çelişir hale gelir. Hakimler nasıl karar vereceklerini şaşırır hale gelirler. Allah’ın dininde, İslam olan dinde yani hukuk düzeninde ise böyle şeyler yoktur. Yarattığını en iyi bilen Allah’ın kurallarına dayanan kurallar dengelidir. Sisteme sürekli müdahaleler gerekmez. Bozulmadan devam eder gider. İşte bu İslam’dır. Bu düzeni yıkmaya çalışan bozgunculara karşı ise müminler vardır. Onlar güvenliği sağlayanlardır. Yöneticilik müminlerdedir. Herkesin iyi olmasından sorumludurlar.
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْإِسْلَامِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ
Kim din olarak İslam’dan gayrısını ibtiğa ederse ondan asla kabul olunmayacaktır ve o ahirette hasarda olanlardan olacaktır. (Ali İmran 85)
Çoğunluk demokrasisi Allah’ın dini değildir. İslam’ın bir düzeni de değildir. Din olarak yani düzen olarak İslam’ın gayrısıdır. Allah da ondan razı değildir. Asla kabul görmeyecektir. O düzen içinde, çoğunluk demokrasisi içinde ibtiğa eden yani arayışlar içinde olan, onun içinde çözümler arayanlar bu ayetin kapsamı içindedirler.
Adil Düzen Kuran’a dayanır. Sürekli kuralların değişmesine ihtiyaç yoktur. Çünkü Allah’ın kurallarına dayanır. Dengelidir. Bu nedenle İslam’ın bir dinidir. Garip olan Adil Düzenciyiz diyenlerin bile bir kere olsun Akevler’e girip Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasasını okumamış olmalarıdır. Onların kafasındaki Adil Düzen ile gerçek Adil Düzen arasında bir benzerlik de yoktur. Ne halde olduğumuz ortadadır.
مَنْ أَسْلَمَ: “Kim islam olduysa” demektir.
فَ: Cevap fâ’sıdır (fâ-u cevabiyye). Şart cümlesinden sonra cevap cümlesinin başına gelir. Bazı durumlarda cevap cümlesinden önce fâ (فَ) gelir, bazı durumlarda gelmez. Bu fâ’ya fâ-u cevabiyye denir.
أُولَئِكَ: “Onlar” demektir. Eril çoğul uzak ism-i işarettir.
تَحَرَّوْا: “Hedefledi, yöneldi, elde etmeye çalıştı, amaçladı” demektir. حري kökünden, tefe’ûl bâbından üçüncü çoğul şahıs mazi malum fiildir. Sıradan bir hedefleme değildir. Bir çaba göstererek hedeflemektir.
رَشَدًا: “Doğru yolu ve doğru işi bulmak ve izlemek” demektir. رشد kökünden dördüncü bâbdan mastardır. Bu kökten üç mastar vardır: رُشْد, رَشَد ve رَشَاد. Üçünün anlamları arasında farklılıklar vardır.
رُشْد “akli olgunluk” demektir. Düşüncenin olgunlaşması, tam aklî kuvvetlere erişmek, düşünme fonksiyonunun en iyi hâline gelmesiyle kendisine arz edilen hususlar karşısında en iyi hükümleri vermek demektir.
رَشَد ise karar ve fiildeki doğruluğu, isabeti ifade eder. Doğru yolu ve doğru işi bulmak ve bu yolu izlemek demektir.
رَشَاد ise رَشَد mastarının mübalağalısıdır. Mübalağa etkisini elif sağlar. Düşünce ve fiilde olgunlaşmanın kalıcı olması demektir. Fiilin, olgun düşünceye uygun biçimde gerçekleştiği hâldir.
Kelime | Vezin | Tür | Anlam | Vurgu |
رُشْد | فُعْل | Mastar | Düşüncede doğruluk, olgunluk | Akıl ve inanç düzeyinde doğruluk |
رَشَد | فَعَل | Mastar | Doğru yol ve doğru davranış şekli | Fiil ve karar düzeyinde isabet |
رَشَاد | فَعَال | Mübalağalı mastar | Sürekli doğruluk, istikamet üzere olma | Kalıcı, köklü, kapsamlı doğruluk |
Kısaca özetlersek:
Kelime | Anlam | Açıklama |
رُشْد | Doğru düşünme | Akılda olgunluk |
رَشَد | Doğru davranma | Kararda isabet |
رَشَاد | Doğru düşünme ve davranmanın sürekli olması | Hidayet üzerine istikrarlı olgun karakter |
تَحَرَّوْا رَشَدًا: “Doğru davranmayı hedeflediler” demektir. Bir çaba ile doğru yol ve doğru davranış şeklini hedeflerler, amaçlarlar. Bunun için araştırmalar yaparlar.
أُولَئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا: “Onlar, doğru davranmayı hedeflediler” demektir.
مَنْ أَسْلَمَ فَأُولَئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا: “Kim islam olduysa onlar, doğru davranmayı hedeflerler” demektir. تَحَرَّوْا fiili kayıp bir şeyi araştırıp bulmak demek değildir. Var olan bir hedefe ulaşmayı amaçlayıp o hedefin gerçekleşmesini sağlamaktır.
تَحَرَّوْا لَيْلَةَ الْقَدْرِ فِي الْعَشْرِ الأَوَاخِرِ مِنْ رَمَضَانَ
Kadrin gecesini Ramazan’dan son on içinde hedefleyin. (Sahîhü’l-Buhârî Hadis No: 2020, Kitâbü’s-Savm)
Bu hadiste de aynı kelime kullanılmıştır. Ramazan’ın son 10 gününde bir kadrin gecesi var da biz onu araştırıp bulalım demek değildir. Kadrin gecesini bu son 10 gün içinde belirleyip uygulamamızı istemektedir Peygamber.
Burada uzak ismi işaret kullanılmış, zamir kullanılmamıştır. مَنْ أَسْلَمَ فَهُمْ تَحَرَّوْا رَشَدًا şeklinde de gelebilirdi. Yani أُولَئِكَ (onlar) uzak ism-i işareti yerine هُمْ (onlar) zamiri gelirdi. Bunun sebebi الابعاد لِلتَّعْظِيم (uzak gösterme yüceltmek içindir) ile açıklanabilir. Eğer هُمْ denseydi sadece zamir olurdu, özel bir yüceltme anlamı taşımazdı. İslam olan kimseleri diğerlerinden üstün kılmayı ifade etmek için uzak ism-i işaret kullanılmıştır. Bir de o kimselerin işaret edilebilecek şekilde bilinen kimseler olduğunu göstermektedir. Onların islam oluşu içsel bir duygu değildir, onlara bir kimlik kazandırmıştır.
İslam olan kimsenin hedefi doğru davranmaktır. Doğru davranmayı hedeflerler. Bunu amaç haline getirirler ve yanlış hedeflere kaymamak için kendilerini olgunlaştırırlar. Allah’ın istediği şekilde kararlar alma yolundadırlar.
وَأَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًا
Ve yanlış hedefe yönelenlere gelince onlar Cehennem için odundurlar.
Ma'tûf | Atıf harfi |
Cevap cümlesi İsim cümlesi | Şart cümlesi Şart edatı |
Haber Mensuh isim cümlesi | Rabıt fa'sı | Mübteda |
Haberi | İsmi | Kâne |
Sahibul hâl | Hâl |
Mecrur | Cârr |
حَطَبًا | جَهَنَّمَ | لِ | و | كَانُوا | فَ | الْقَاسِطُونَ | أَمَّا | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. مَنْ أَسْلَمَ فَأُولَئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا şart-cevap cümlesine أَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًا şart-cevap cümlesini atfetmektedir.
أَمَّا: “-e gelince” demektir. Tek başına anlamı مَهْمَا يَكُنْ مِنْ شَيْئٍ “her halükârda, ne olursa olsun” demektir. أَمَّا şart edatı مَهْمَا nın yerine geçmiştir ve şart cümlesi de hazf edilmiştir. Bu nedenle şart edatı ve şart cümlesi bu edatın içinde toplanmış gibi i’râblandırılır. Aynı zamanda buna şart ve tafsil (genişletme) harfi de denir (حرف الشرط والتفصيل). Bu şart edatı أَنْ ile مَا nın birleşik yazılmasıyla oluşan أَمَّا ile karıştırılmamalıdır. أَمَّا nın cevap cümlesinde her zaman fâ (فَ) bulunur. Bu fâ’ya râbıt fâ’sı denir. Ancak şart cümlesi hazf olduğu için bu fâ cevap cümlesinin başında gelmez. Cevap cümlesinin içinde gelir. İçinde gelmesinin sebebi şart cümlesinin hazf edilmesidir. Eğer bu râbıt fâ’sı cümle başında gelirse şart edatının hemen arkasından geleceği için cevap cümlesinin içine girmiştir.
- Cevap cümlesi isim cümlesi ise râbıt fâsı mübteda ile haberin arasında gelir.
- Cevap cümlesi fiil cümlesi ise râbıt fâsı takdim edilmiş mef’ûlden sonra, fiilden önce gelir.
- Cevap cümlesi tekrar şart ve cevap cümlesinden oluşuyorsa bu şart-cevap cümlesinin cevap fâsı bu râbıt fâsının görevini yapacağından dolayı ayrı bir râbıt fâsına gerek yoktur.
الْقَاسِطُونَ: “Yanlış hedefe yönelenler” demektir.
فَ: Râbıt fâ’sıdır. Cevap cümlesinde mübteda ile haber arasına girmiştir.
كَانُوا: “İdiler” demektir. Nakıs fiildir. Burada mazi fiil olarak gelmiştir. Bu fiilin mastarının asıl anlamı “olmak” iken nakıs fiil olduğunda kendisinden sonra bir isim ve haber gelir. Asıl anlamıyla kullanıldığında tam fiil, bir isim ve haberden önce kullanıldığında nakıs (eksik) fiil denir. Burada kânenin ismi “onlar” anlamındaki cem vâvıdır (كَانُوا).
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
جَهَنَّمَ: “Cehennem” demektir. جهنم kökünden gelmiştir. Rubâi babdan جَهْنَمَةٌ mastarı tutuşup alev almak, alevinin şiddetlenmesi ve mümkün olan en yüksek pişirici düzeyde olmak manasındadır. Bu mastar manasından pişirici olan manasında جَهَنَّمُ “Cehennem” anlamında ism-i fâil manasında camid isimden gelmiş olan özel isimdir. Dişildir.
Bu kelimenin İbranice kökenli olduğu, Arapçaya yabancı dilden geçmiş bir kelime olduğu söylenir. Kudüs’ün güneybatısında bir vadi olduğu ve bu vadinin adının Hinnom olduğu, bu vadinin en derin yerine ise Gehenna dendiği, burada sürekli olarak bir ateşin yandığı ve şehrin yok edilmek istenen çöplerinin buraya boşaltılarak yakılıp yok edildiği söylenir. Buradan Arapçalaşmış bir kelime olarak değerlendirilir. جَهَنَّمَ gayr-i munsariftir.
İsimler harekelenme bakımından ikiye ayrılır:
- Munsarif isimler: Sonlarına tenvin ve üç harekeyi de (fetha, zamme, kesre) alabilen isimlerdir.
- Gayr-i Munsarif İsimler: Sonlarına tenvin ve kesre almayan isimlerdir. Kesre yerine fetha ile mecrur olurlar. Ancak muzaf durumundayken veya başına harfi tarif gelince kesre alırlar. Sarftan men olan isimler de denir.
Özel isim olarak alemiyet illetine sahiptir. Arapçalaşmış bir kelime olarak ucme illetine sahiptir. Üç harften uzun bir kelime olarak manevi te’nis illetine sahiptir. Bu illetler nedeniyle gayr-i munsarif bir kelimedir.
لِجَهَنَّمَ: “Cehennem için” demektir.
حَطَبًا: “Odun” demektir. حطب kökünden isimdir. Ağacın dalları veya gövdesinde kuru olup yakıt olarak kullanılan kısmıdır.
لِجَهَنَّمَ حَطَبًا: “Cehennem için odun” demektir.
كَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًا: “Onlar Cehennem için odundurlar” demektir.
أَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًا: “Yanlış hedefe yönelenlere gelince onlar Cehennem için odundurlar” demektir. İlginç olan şudur ki cinler enerjisel varlıklar olarak nasıl odun olacaklardır? İsim cümleleri ve mensuh isim cümlelerinde çoğul mübteda veya nasihin ismi çoğul iken haber eğer müştaksa çoğul, camidse tekil gelir. Burada da الْقَاسِطُونَ ya dönen cem vâvı (كَانُوا) çoğulken haberi olan حَطَبًا (odun) camid isim olduğu için tekil gelmiştir. Burada gramatik açıdan kurallı bir durum vardır. Dikkat edilmesi gereken nokta حَطَبًا ın tekil gelmesi değil nekre gelmesidir. حَطَبًا (odun) cins isimdir. Cins isimler harf-i tarifle marife gelirler. Tebbet suresinde حَمَّالَةَ الْحَطَبِ şeklinde gelmiştir ve cins isim kurallarına uygun olarak harf-i tarifle marifedir (الْـحَطَبِ). Kuran’da bu kelime zaten iki kere geçmektedir. Tebbet suresi dışında diğeri Cin suresinin bu ayetindedir. Burada cins isim kurallarına uymadan tenvinle nekre gelmiştir. Bu durumda kelimeye asıl anlamı değil terim anlamı verilmelidir. Odunun yanıcılık özelliği ile cinlerin benzer olması gereklidir. Yakıt manası verilemez. Yakıt Kuran’da zaten mevcuttur.
فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
Yakıtı insanlar ve taşlar olan, kâfirler için hazırlanmış ateşe sığının. (Bakara 24)
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنْفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ
Ey iman edenler kendinizi ve ehlinizi yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten koruyun. (Tahrim 6)
Bu iki ayette insanlar ve taşların yakıt olacağı ifade edilmiştir. İnsanlar biyolojik varlıklardır ve petrol haline gelip yakıt olabilirler. Taşlar ile ifade edilen kömür gibi katı yakıtlar olabilir.
Cinler için kullanılan odun kelimesine bir terim anlamı verilmelidir. Bu da “çıra” kelimesine benzer bir anlamdır. Çıra ateşin devamlılığı değil yanmaya başlamasını sağlar. Odun ana enerji kaynağı değildir ama kömür enerji vermeye geçene kadar odunun desteği gereklidir. Ateşi güçlendiren ve ateşin devamını sağlayan materyaldirler şeklinde anlamlandırmak uygun görünmektedir.
Bu ayette kâsit için Cehennem garanti edilmiştir. Kâsit zaten dönmeyen kimse olduğundan Cehenneme gideceği kesindir. Cinlerden de olsa insanlardan da olsa sonuç değişmeyecektir.
Teşvikiye, Yalova
22 Kasım 2025
M. Lütfi Hocaoğlu