CİN SÛRESİ - 16. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَأَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللَّهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًا (19)
Ve şöyle olması: O’na dua eder halde Allah’ın kulu kıyam edince neredeyse onun üzerinde yapışık tabakalar oluyorlardı. (19)
Ma'tûf | Atıf harfi |
Haberi | İsmi İş zamiri | Enne |
Haberi Mensuh isim cümlesi | İsmi | Kâde | Mefûlun fih |
Haberi | İsmi | Kâne | Muzâfun ileyh Fiil cümlesi | Muzâf |
Sahibul hâl | Hâl | Fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr | Hâl Fiil cümlesi | Sahibul hâl |
Fâil | Mefûlun bih | Fiil | Muzâfun ileyh | Muzâf |
لِبَدًا | هُ | عَلَى | و | يَكُونُونَ | و | كَادُوا | هُوَ | هُ | يَدْعُو | اللَّهِ | عَبْدُ | قَامَ | لَمَّا | هُ | أَنَّ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Önceki ayetteki أَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ mastarına أَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللَّهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًا mastarını atfetmektedir.
أَنَّ: “Kesinlikle -mek, -mak” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. أَنَّ harfi إِنَّ gibi te’kîd bildirir. Farkı أَنَّ nin mastar olmasıdır.
هُ: “O” demektir. Üçüncü şahıs eril tekil mensub muttasıl zamirdir. Şan zamiridir. Raci olmayan zamirdir. (الضمير غير الراجع). Zamirin öncesinde yerini tuttuğu bir isim yoktur yani raci olduğu bir isim yoktur. Bu nedenle zamir görevinde değildir. Kendisinden öncesindeki bir isme değil kendisinden sonra anlatılacak olana işaret etmektedir ve “şöyle ki” anlamındadır. Bu tür zamirler için üçüncü şahıs tekil zamirler (هُوَ/هُ ve هِيَ/هَا) kullanılır. Eril olana şan zamiri (zamiru’ş-şan) (ضمير الشأن), dişil olana kıssa zamiri (zamiru’l-kıssa) (ضمير القصة) denir. Cümlenin başında yer alarak, bahsedilen konunun önemli olduğunu ifade eder. Önemli olan konuyu ifade eden kelime eril ise eril zamir (şan zamiri) gelir, önemli olan konuyu ifade eden kelime dişil olursa dişil zamir (kıssa zamiri) gelir.
لَمَّا: “-ınca” demektir. Geçmiş zaman zarfıdır. لَمَّا dört şekilde kullanılır:
- Zarf olur: Kendisinden sonra mazi fiil gelir ve geçmiş zaman zarfıdır. Fiilin gerçekleştiği zamanı ifade eder yani mef’ûlün fihtir.
- Şart edatı olur: Şart cümlesi mazi fiil cümlesidir. Cevap cümlesi diğer şart edatlarında olduğu gibidir. Ancak cevap cümlesinin başında cevap edatı olarak yalnızca fâ-u cevabiyye değil, müfacee edatı olan إِذَا da olabilir veya kâne cümlesidir. Geçmiş zamanda şartı ifade eder.
- Nefy (olumsuzluk) edatı olur: Bir muzâri fiili cezm eder, anlamını mâziye çevirir. Yakın geçmiş zamanda olumsuzluğu ifade eder. Ancak burada farklı olan durum hükmün her an gerçekleşebilecek olması ama sözün söylendiği ana kadar gerçekleşmemiş olmasıdır. Bu nedenle Türkçeye çevrilirken “henüz olmadı” şeklinde çevrilir.
- İstisna edatı olur: إِنْ olumsuzluk edatıyla başlayan cümlede istisna edatı olarak gelir.
Burada geçmiş zaman zarfıdır. Kendisinden sonra mazi fiil cümlesi gelmiştir.
قَامَ: “Kıyam etti” demektir. قوم kökünden birinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Bu kökten قَوْم mastarı kalkıp bir hedefe yönelerek dik durmak manasındadır. Bu nedenle ortak bir hedefe yönelmiş topluluk olarak ism-i cem (topluluk ismi) olan kelime kavimdir (قَوْم). Bu aynı toprak üzerinde birlikte yaşamayı hedef edinen bugün ülke denen topluluk olabileceği gibi bir arada yaşamayı hedefleyen daha küçük topluluklar da olabilir. Aynı yerde olmadığı halde aynı hedefe yönelmiş topluluklar da kavimdir. Matematikçiler kavmi, fizikçiler kavmi, hekimler kavmi gibi. Hekimlerin ortak hedefi insanların sağlığını korumak ve hasta olanların da iyileşmesini sağlamaktır. قَوْم mastarının mübalağalısı قِيَام mastarıdır. Kalkıp bir hedefe yönelerek dik durmanın mübalağalısıdır. Bu nedenle “bir amacı gerçekleştirmek için hazırda olmak” anlamındadır. قِيَام mastarının da tahsisli hali قِيَامَة mastarıdır. Dik durma işinin belirli bir mekâna, zamana ve amaca tahsis edilmesidir. Belirli bir mekânda ve zamanda belirli bir amaç için dik durmak manasındadır. Sona gelen ة harfi قِيَام kelimesine özel bir anlam kazandırmıştır. Bu anlam artık terim anlamıdır. Özel bir amacı içeren fiiller topluluğudur.
عَبْدُ: “Kul” demektir. Çoğulu عِبَاد dır. Birinci bâbdan عِبَادَة mastarı birisinin varlığını ve gücünü kabul edip onun için çalışmak manasındadır. Bu mastar manasından عَبْد “kul” anlamında isimdir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
عَبْدُ اللَّهِ: “Allah’ın kulu” demektir.
يَدْعُو: “Çağırır, dua eder” demektir. دعو kökünden birinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. Fâili “o” anlamında müstetir هُوَ dir. عَبْدُ اللَّهِ ye racidir.
Bu bâbdan üç mastar vardır. Üçü de aynı fiille ifade edilir.
- دَعْوَة
- دُعَاء
- دَعْوَى
Bu mastarların üçü de çağırmak anlamındadır. Aradaki fark kalıplarından gelir. Mastarların anlamları kalıplarına bağlı olarak değişir.
دَعْوَة: “Çağırma, çağırış” demektir. فَعْلَةٌ kalıbından gelmektedir. Bu kalıp mastar-ı bina-i merre kalıbıdır. Fiilin bir kere işlendiğini gösterir. İkili ve çoğulu olabilen mastarlar bu şekilde gelir. İki kere işlendiyse دَعْوَتَانِ, üç veya daha fazla işlendiyse دَعْوَات şeklinde gelir.
دُعَاء: “Çağırmak” demektir. فُعَالٌ kalıbından gelmektedir. Mazisi فَعَلَ vezninde olup vücutta meydana gelen bir semptoma, duruma veya vücuttan çıkan bir sese delalet eden fiillerin mastarı فُعَالٌ veya فَعِيلٌ kalıplarından gelir. دُعَاء da دعو kökünden birinci bâbdan mastardır. Birinci bâbdan olduğu için mazisi فَعَلَ veznindedir ve ses ifade eder. Bu nedenle فُعَالٌ vezninden gelmiştir. İkinci ve üçüncü harf arasındaki elif çağırmadaki uzamayı ve mübalağayı ifade eder. Uzun süreli veya tekrarlar içeren çağırma duadır.
دَعْوَى: “Ortak çağrı” demektir. فَعْلَى kalıbından gelmektedir. Sonundaki elif-i maksure fiilin belirli bir zamana delalet etmeden özel bir şekilde işlenmesini, işlenişin bir sürenin sonunda gerçekleştiğini ve şiddetini ifade eder. Hem zaman olarak hem de fiilin işlenişi olarak mübalağa ifade eder. Pek çok kişinin aynı çağrıyı yapması davadır. Bir sürecin sonunda meydana gelen ortak çağrı, ortak görüş anlamına gelir. Günümüzde de “davamız …” şeklinde kullanılmaktadır.
Burada Allah’a yapılan bir çağrı vardır. Bu nedenle buradaki mastar davet veya dua anlamındadır.
هُ: “O” demektir. Eril tekil üçüncü şahıs mensub muttasıl zamirdir. Allah’a racidir.
يَدْعُوهُ: “O’na dua eder” demektir. “Allah’a dua eder” demektir.
عَبْدُ اللَّهِ يَدْعُوهُ: “O’na dua eder halde Allah’ın kulu” demektir.
قَامَ عَبْدُ اللَّهِ يَدْعُوهُ: “O’na dua eder halde Allah’ın kulu kıyam etti” demektir. Dua ediyor halde kıyam etti demek kıyamın hedefinin dua olduğunu ifade etmektedir.
لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللَّهِ يَدْعُوهُ: “O’na dua eder halde Allah’ın kulu kıyam edince” demektir. Cümlenin mef’ûlün fihidir. Ana cümlenin fiilinin gerçekleştiği zamanı ifade eden zarftır.
كَادُوا: “Neredeyse onlar” demektir. Üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum mukârebe fiilidir. İsmi cem vâvıdır. Cinlerden bir nefere racidir.
Mukârebe fiilleri
Mukârebe fiillerine (أَفْعَالُ الْمُقَارَبَةِ) “Kâde ve Benzerleri” de denilir. İsim cümlesinin önüne gelirler, mübtedasını merfu olarak bırakır, haberini mensub yaparlar. Bundan sonra artık mübteda denmez, mukârebe fiilinin ismi denir. Haber denmez, mukârebe fiilinin haberi denir. Mukârebe fiillerinin haberleri daima muzari fiil cümlesi ya da أَنْ li muzari fiil cümlesi (masdar-ı müevvel) olarak gelir.
Mukarebe fiilleri üç gruba ayrılır:
1. Yaklaşma bildiren fiiller: Haberi muzari fiil cümlesi
2. Ümit bildiren fiiller: Haberi أَنْ + Muzari fiil cümlesi (Masdar-ı müevvel)
3. Başlama bildiren fiiller: Haberi muzari fiil cümlesi
Yaklaşma Bildiren Fiiller
“Az kalsın …, neredeyse …, -mek üzere(ydi)” gibi anlamlara gelir. Üç tane yaklaşma bildiren fiil vardır: كَادَ, كَرَبَ, أَوْشَكَ. Kuran’da sadece كَادَ geçmektedir. Mazi ve muzari çekimi kullanılır. Haberi daima muzari fiildir ve kâdenin ismi bu muzari fiilin fâili ile uyum içinde olmalıdır.
Ümit Bildiren Fiiller
“Belki, umulur ki, ola ki, -ebilir, olabilir” gibi anlamlara gelir. Üç tane ümit bildiren fiil vardır: عَسَى, حَرَى, اِخْلَوْلَقَ . Kuran’da sadece عَسَى geçmektedir. Sadece mazi çekimi vardır (câmiddir). Haberi daima أَنْ + muzari fiilden oluşan masdar-ı müevveldir, ve asânın ismi bu muzari fiilin fâili ile uyum içinde olmalıdır.
Başlama Bildiren Fiiller
“-meye başladı” anlamına gelir. Haberleri daima muzari fiildir. 14 tane başlama bildiren fiil vardır: إِبْتَدَأَ , بَدَأَ , شَرَعَ , أَخَذَ , جَعَلَ , أَقْبَلَ , رَاحَ , عَادَ , قَامَ , أَنْشَأَ , هَبَّ , اِنْبَرَى , عَلِقَ , طَفِقَ. Kuran’da sadece başlama bildiren fiil olarak طَفِقَ geçmektedir. Sadece mazi çekimleri başlama bildiren fiil olarak kullanılır. Diğerlerinin bir kısmı tam fiil olarak geçmektedir, nasih fiil olarak geçmemektedir.
يَكُونُونَ: “Oluyorlar” demektir. Nakıs fiildir. Burada muzari fiil olarak gelmiştir. Bu fiilin mastarının asıl anlamı “olmak” iken nakıs fiil olduğunda kendisinden sonra bir isim ve haber gelir. Asıl anlamıyla kullanıldığında tam fiil, bir isim ve haberden önce kullanıldığında nakıs (eksik) fiil denir. Burada kânenin ismi “onlar” anlamındaki cem vâvıdır (يَكُونُونَ). Cinlerden bir nefere racidir.
عَلَى: “Üzerinde” demektir. Harf-i cerdir.
هِ: “O” demektir. Eril tekil mecrur muttasıl zamirdir. عَبْدُ اللَّهِ ye racidir.
عَلَيْهِ: “Onun üzerinde” demektir. “Allah’ın kulunun üzerinde” demektir.
لِبَدًا: “Yapışık tabakalar” demektir. Çoğul isimdir. Tekili لِبْدَةً dir.
Birinci bâbdan (لَبَدَ - يَلْبُدُ) على harf-i cerinden sonra gelenin üzerine binmek, ona yapışmak, onun üzerinde birbirine yapışık üst üste binmiş tabakalar haline gelmek demektir.
وتلبَّدت الأرضُ، ولبَّدها المطر.
Yer üst üste katman hâline geldi, birbirine yapıştı, Yağmur onu yapışık tabakalar hâline getirdi. (Makayisu-l Luga)
والأسدُ ذو لِبْدة، وذلك أنَّ قَطيفَتَه تتلبَّدُ عليه، لكَثْرة الدِّماء التي يَلَغُ فيها.
Aslan ذو لِبْدة (libde sahibi) dir, bu onun katîfesi (kabarık-yünlü kürkü) çok kan yaladığı için üzerine تتلبَّدُ (yapışır, keçeleşir, kat kat tabaka olur). (Makayisu-l Luga)
واللَّبُودُ: القُرادُ، سمي بذلك لأَنه يَلْبد بالأَرض أَي يَلْصَق.
Lebûd: Kenedir. Yere lebûd etmesi yani yapışması nedeniyle böyle adlandırılır. (Lisanu-l Arab)
تلبّد الشعر والصوف
Saç ve yün, birbirine girip yapıştı. (Lisanu-l Arab)
Bu ayette لُبَدًا şeklinde bir kıraat daha vardır.
Şerh | Kelime | Ravi | Kari |
(لِبَدًا) بكسر اللام | لِبَدًا | متفق عليه | نافع المدني |
(لِبَدًا) بكسر اللام | لِبَدًا | متفق عليه | ابن كثير المكي |
(لِبَدًا) بكسر اللام | لِبَدًا | متفق عليه | أبو عمرو بن العلاء |
(لُبَدًا) بضم اللام | لِبَدًا | هشام | ابن عامر الدمشقي |
(لِبَدًا) بكسر اللام | لِبَدًا | متفق عليه | ابن عامر الدمشقي |
(لِبَدًا) بكسر اللام | لِبَدًا | متفق عليه | عاصم الكوفي |
(لِبَدًا) بكسر اللام | لِبَدًا | متفق عليه | حمزة الكوفي |
(لِبَدًا) بكسر اللام | لِبَدًا | متفق عليه | الكسائي الكوفي |
(لِبَدًا) بكسر اللام | لِبَدًا | متفق عليه | أبو جعفر |
(لِبَدًا) بكسر اللام | لِبَدًا | متفق عليه | يعقوب |
(لِبَدًا) بكسر اللام | لِبَدًا | متفق عليه | خلف العاشر |
لُبَدًا in tekili لُبْدَةً dir.
لُبَدًا de Kuran’da لِبَدًا gibi bir defa geçmektedir.
يَقُولُ أَهْلَكْتُ مَالًا لُبَدًا
“Üst üste yığılmış bir mal tükettim” der. (Beled 6)
Bu ayette mallarını üst üste yığıp tabakalar haline gelmiş bir malı tüketen kişi konuşmaktadır.
Çoğul | Tekili | Anlamı |
لُبَدًا | لُبْدَةً | Yapışık tabakalar |
لِبَدًا | لِبْدَةً | Özel bir çeşit yapışık tabakalar |
لِبْدَةً in kalıbı فِعْلَةً dir. Bu kalıp nevini (çeşidini) bildiren bir kalıptır. Bu nedenle لُبْدَةً her tür yapışık tabaka iken لِبْدَةً özel bir tür yapışık tabakadır. Bu ayette iki ayrı kıraat vardır. Birisi (لُبَدًا) genel yapışık tabakaları ifade ederken diğeri (لِبَدًا) bizim bildiğimiz çeşitten olmayan bir çeşit olan cinlerin oluşturduğu yapışık tabakaları ifade etmektedir.
عَلَيْهِ لِبَدًا: “Onun üzerinde yapışık tabakalar” demektir.
يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًا: “Onun üzerinde yapışık tabakalar oluyorlar” demektir.
كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًا: “Neredeyse onun üzerinde yapışık tabakalar oluyorlardı” demektir.
لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللَّهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًا: “O’na dua eder halde Allah’ın kulu kıyam edince neredeyse onun üzerinde yapışık tabakalar oluyorlardı” demektir.
أَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللَّهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًا: “Şöyle olması: O’na dua eder halde Allah’ın kulu kıyam edince neredeyse onun üzerinde yapışık tabakalar oluyorlardı” demektir.
Surenin başında cinlerin kuran dinledikleri kişinin Peygamber olduğunu açıklamıştık. Önemli olan burada niçin Allah’ın resulü değil de Allah’ın kulu denmesidir. Bunun sebebi Peygamberin burada cinlere elçi olmamasıdır. Orada Allah’ın kulu olarak davranmaktadır. Cinler sadece ondan kuran dinlemişlerdir ve dinleyen cinler kendi topluluklarının elçileridir.
Allah’ın kulu ne demektir. Herkes Allah’ın kulu değil midir?
Kuran’da bir kul kavramı vardır bir de Allah’ın kulu kavramı vardır. Allah’ın kulu kavramı kullarımız, Ben’im kullarım, O’nun kulları, Rahman’ın kulları şeklinde de geçer.
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Cin ve insanı yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat 56)
Her şuurlu canlı kuldur. Çünkü yaratılış amacı ibadet yani kulluktur. Ancak her kul Allah’ın kulu değildir.
فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا
İkisi ona indimizden bir rahmet verdiğimiz ve ona ledünümüzden bir ilim verdiğimiz kullarımızdan bir kul buldular. (Kehf 65)
Bu ayette Musa ve yanındaki gencin bulduğu ledünden bir ilim öğretilen kimse için kullarımızdan bir kul deniyor. Oysa direk “bir kul” denebilirdi (فَوَجَدَا عَبْدًا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا). Oysa “kullarımızdan” denilerek bir sıfat getirilmiştir. Bu ayet “kullarımız” ve “kul” kavramlarının farkını göstermektedir.
ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا لِلَّذِينَ كَفَرُوا امْرَأَةَ نُوحٍ وَامْرَأَةَ لُوطٍ كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللَّهِ شَيْئًا وَقِيلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِلِينَ
Küfredenler için Allah Nuh’un karısı ve Lût’un karısını örnek verdi. İkisi kullarımızdan iki salih kulun altındaydı. İkisi (iki kadın) ikisine (Nuh ve Lût) hıyanet etti de ikisi (Nuh ve Lût) ikisini Allah’tan gelen hiçbir şeyden korumadı ve denildi ki ikiniz girenlerle beraber ateşe girin. (Tahrim 10)
Bu ayette de Nuh ve Lut için kullarımızdan iki kul kavramı kullanılmıştır.
فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ (73) إِلَّا إِبْلِيسَ اسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ (74) قَالَ يَاإِبْلِيسُ مَا مَنَعَكَ أَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ أَسْتَكْبَرْتَ أَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَالِينَ (75) قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِنْهُ خَلَقْتَنِي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طِينٍ (76) قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ (77) وَإِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَتِي إِلَى يَوْمِ الدِّينِ (78) قَالَ رَبِّ فَأَنْظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (79) قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ (80) إِلَى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ (81) قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ (82) إِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ (83) قَالَ فَالْحَقُّ وَالْحَقَّ أَقُولُ (84) لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ أَجْمَعِينَ (85)
Melekler, onların hepsi topluca secde ettiler, İblis hariç. Kibirlendi ve kâfirlerden oldu. “Ey İblis iki elimle yarattığıma secde etmen için sana mâni olan nedir? Kibirlendin mi yoksa yücelerden misin?” dedi. “Ben ondan hayırlıyım. Beni nardan yarattın ve onu tînden yarattın.” dedi. “Çık ondan, kesinlikle sen taşlanansın ve kesinlikle din yevmine kadar lanetim senin üzerinedir.” dedi. “Rabbim, bana baas edilecekleri güne kadar süre tanı.” dedi. “Öyleyse kesinlikle sen malum vaktin yevmine kadar süre tanınanlardansın.” dedi. “Öyleyse senin izzetine yemin olsun ki onları topluca azdıracağım, onlardan muhlesler olan kulların hariç.” dedi. “Öyleyse haktır ve hakkı söylerim. Kesinlikle cehennemi senden ve onlardan sana uyanlardan topluca dolduracağım.” dedi. (Sâd 73-85)
Bu ayetlerde İblis insanları topluca azdıracağına yemin ediyor. Sadece senin kulların diyerek istisna ediyor. Herkes Allah’ın kulu olsaydı burada istisna edilmezdi.
إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ
Kesinlikle kullarım, sana ait onlar aleyhine hiçbir güç yoktur. (İsra 65)
إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ
Kesinlikle kullarım, sana ait onlar aleyhine hiçbir güç yoktur yalnızca azgınlardan sana uyanlara (vardır). (Hicr 42)
Hicr 42 ayetinde müstesna munkatı vardır. İblis’in gücü olduğu kimseler ona uyan azgınlardır. Allah’ın kullarına karşı İblis’in hiçbir gücü yoktur.
وَجَعَلُوا الْمَلَائِكَةَ الَّذِينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمَنِ إِنَاثًا
Rahman’ın kulları olan melekleri dişiler kıldılar. (Zuhruf 19)
Melekler de Allah’ın kullarıdır. Allah için çalışırlar. Onlar için de burada Rahman’ın kulları ifadesi kullanılmıştır.
يَاأَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ (27) ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً (28) فَادْخُلِي فِي عِبَادِي (29) وَادْخُلِي جَنَّتِي (30)
Ey tatmin olmuş nefis, razı olan ve razı olunan olarak rabbine dön de kullarımın içine gir ve cennetime gir. (Fecr 27-30)
Bu ayetlerde cennete girecek olan nefis için “kullarımın içine gir” denmiştir. Bu da Allah’ın kulu olmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
وَكَفَى بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا
O kullarının suçlarından haberdar olarak yeter. (Furkan 58)
وَكَفَى بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا
O kullarının suçlarından haberdar, gören olarak yeter. (İsra 17)
وَهُوَ الَّذِي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَعْفُو عَنِ السَّيِّئَاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
O kullarından tevbeyi kabul eden ve kötülükleri affeden ve yaptıklarınızı bilendir. (Şura 25)
إِنَّهُ كَانَ فَرِيقٌ مِنْ عِبَادِي يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ
Kesinlikle şöyle ki kullarımdan bir fırka “rabbimiz, iman ettik, bizi bağışla ve bize rahmet et ve Sen rahimlerin en hayırlısısın” diyordu. (Müminun 109)
Allah’ın kulları Allah’ın kendilerini yarattığını bilen ve O’nun için çalışanlardır. Bunlarda salih olanlar, alim olanlar, mümin olanlar, muhles olanlar, mürsel olanlar, şekûr olanlar, şekûr olmayanlar gibi çeşitli sıfatlarla ayrılırlar. Allah’ın kulu iken yani Allah için çalışırken bir kimse başka yollara kayabilir, kendine zulmedebilir, suçlar işleyebilir. Sonrasında tevbe edebilir. Önemli olan ölene kadar Allah’ın kulu olarak kalabilmektir.
قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيًّا
“Kesinlikle ben Allah’ın kuluyum, bana kitabı verdi ve beni nebi kıldı” dedi. (Meryem 30)
Beşikte iken konulan İsa kendisinin Allah’ın kulu olduğunu ifade etmiştir.
لَنْ يَسْتَنْكِفَ الْمَسِيحُ أَنْ يَكُونَ عَبْدًا لِلَّهِ وَلَا الْمَلَائِكَةُ الْمُقَرَّبُونَ وَمَنْ يَسْتَنْكِفْ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ إِلَيْهِ جَمِيعًا
Mesih Allah’a kul olmaktan asla geri durmayı talep etmeyecektir ve mukarrebun melekler de. Kim O’na kulluk etmekten (ibadetten) geri durursa ve kibirlenirse onları O’na doğru topluca toplayacaktır. (Nisa 172)
Kul olmaktan geri durmayı talep etmek (yapmak istediği bir işe başlamadan kaçınmayı istemek) kavramını bu ayette görüyoruz. Buna göre herkes Allah’ın kulu değildir ve Allah’a kul olmaktan geri duranlar ve geri durmayanlar vardır.
وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا (63) وَالَّذِينَ يَبِيتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّدًا وَقِيَامًا (64) وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ إِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا (65) إِنَّهَا سَاءَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا (66) وَالَّذِينَ إِذَا أَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَامًا (67) وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ
Rahman’ın kulları yerde sıradan bir şekilde yürüyenler ve cahillerle muhatap olduklarında “selam” diyenlerdir ve rablerine secde edenler ve kıyam edenler halinde geceleyenlerdir ve “rabbimiz, bizi cehennem azabından döndür, kesinlikle onun azabı ağır bir yüktür, kesinlikle o ne kötü istikrar yeri ve kıyam yeridir” diyenlerdir ve harcadıkları zaman ne israf eden ne de kısan ve bunların arasında dengeli halde olanlardır ve Allah’la beraber başka bir ilaha dua etmeyen ve Allah’ın haram ettiği nefsi haklı olma dışında öldürmeyen ve zina etmeyenlerdir. (Furkan 63-68)
Bu ayetlerde Rahman’ın kulları şeklinde Allah’ın kullarının vasıfları sayılmıştır. Bunlar beş الَّذِينَ ile beş gruba ayrılmışlardır.
Bu ayette de peygamber Allah’ın kulu şeklinde ifade edilmiştir. Peygamber de diğer peygamberler gibi Allah’ın kuludur.
Cinlerin Allah’ın kulu üzerinde yapışık tabakalar halinde olması neyi ifade etmektedir? Bu nasıldır veya görmediğimiz bu varlıkların yapışkan tabakalar haline gelmesi bize neyi anlatmaktadır?
يَابَنِي آدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْءَاتِهِمَا إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاءَ لِلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ
Ey Âdem Oğulları, şeytan anne-babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi fitnelemesin. İkisinden ikisinin elbisesini ikisine sevetlerini göstermek için söktü. Kesinlikle o ve kabilesi sizin onları görmediğiniz yerden sizi görür. Kesinlikle biz şeytanları iman etmeyenlerin velileri kıldık. (Araf 27)
İblis’i ve kabilesinin bulunduğu yeri bizim göremememiz bu ayette ifade edilmektedir. Onlar göremediğimiz yerden bizi görmektedirler. Onları da göremiyoruz bizi gördükleri yeri de göremiyoruz. Bunun sebebi onların dört boyutlu varlıklar olmasıdır. Biz üç boyutlu varlıklarız. Dördüncü boyut bizim göremediğimiz yerdir.
Cinler dört boyutlu varlıklardır ve onların yapışkan tabakalarını nasıl anlarız? Biz üç boyutlu olduğumuz için dört boyutu kafamızda canlandıramayız, kâğıda çizemeyiz. Bizim dört boyuttaki yapışkan tabakaları (لِبَدًا) anlamamız için bir boyut aşağısını düşünmeliyiz. Yani sanki cinler üç boyutlularmış ve dinledikleri Allah’ın kulu iki boyutluymuş gibi düşünmeliyiz.

İki boyutlu bir varlık konuştuğu zaman ses dalgaları üç boyutta değil, iki boyutta ilerleyecektir. Diğer iki boyutlu canlılara ses dalgaları direk gidecektir ve işiteceklerdir.

İki boyutlu bir canlının ses dalgaları iki boyutta yayılacaktır. Eğer üç boyutlu varlıklar kulaklarını (veya işitme organlarını) bu iki boyuta hizalamazlarsa hiçbir şey işitemeyeceklerdir. Ancak kulaklarını bu iki boyutla hizalayanlar iki boyutlu varlığın söylediklerini işiteceklerdir. Eğer üç boyutlu varlık sayısı çoksa bu iki boyuta hizalanmak için sıkışacaklardır. Yeni gelenler işitmek için iki boyutlu varlığa daha yakın olanları sıkıştırmaya başlarlar ve neredeyse hepsi birbirine yapışmış tabakalar haline gelir.
Buradaki üç boyut yerine dört boyutu, iki boyut yerine üç boyutu koyduğumuzda cinlerle peygamberin durumu ortaya çıkmaktadır. Peygamber dua etmek için kıyam ettiğinde cinler onun duasını o kadar çok merak ediyorlar ve muhtemelen dua sırasında daha sessiz olan peygamberi duymak için çok yaklaşıyorlar ve o hale geliyorlar ki neredeyse yapışmış tabakalar haline geliyorlar. Buradan peygamberin görevinin sadece kuran okumak olduğunu, duasını onlara duyurma diye bir görevinin olmadığını ama onların yine de bu duayı dinleme merakı içinde birbirlerini sıkıştırarak ona yaklaştıklarını anlıyoruz.
Cinlerin peygamberi dinlemesi tamamlanmıştır ve artık kendi topluluklarına Allah’ın elçileri olarak dinledikleri kuranı anlatacaklardır. En sonunda peygamberin nasıl dua ettiğini de öğrenmişlerdir.
Cinler kuran dinlemek için büyük bir çaba içine girmişler ve hidayet kaynağı olan Kuran’la ilgilenmişlerdir. Günümüzde herkesin rahatlıkla ulaşacağı Kuran vardır. Yüzlerce Kuran açıklaması, Kuran üzerine yazılmış binlerce kitap vardır. Kuran Arapçasını öğrenmek için o kadar çok kaynak vardır. Ancak İngilizce öğrenmek için harcanan çaba, harcanan para inanılmaz boyutlardayken Kuran Arapçasını öğrenmek için çaba harcayan birilerini bulmak bile samanlıkta iğne aramak gibidir. İngilizce öğrenmek için anaokulundan itibaren ömür boyu büyük gayretler harcanırken, bunun için korkunç bütçeler ayrılırken Kuran’ı anlamak için bu çabanın milyonda biri bile ortada yoktur.
Hıristiyanların yaptığını yaparak Allah’ın dininde olmayan ruhban sınıfı üretildi. Din işleri adını verip din kelimesinin içi boşaltıldı. Mescitlerin yerine camiler üretildi. İnsanların Kuran’ı anlamayacağı, bu işin okulu olan ruhban okullarından mezun olanlara ait olduğu düşüncesi yayıldı. Diriler için indirilen Kuran ölüler kitabı yapıldı. Ne hazindir ki diriler için indirildiği ifadesinin geçtiği Yasin suresi ölülerin arkasından rutin olarak okunan sure haline geldi. Kuran’la asıl ilgilenmesi gereken bilim adamları Kuran’dan bihaber haline geldi. Onlar da bu işin ruhban sınıfının işi olduğuna inandılar. Kuran hayattan çıkarıldı ve böylece Kuran mehcur edinilmiş oldu.
وَقَالَ الرَّسُولُ يَارَبِّ إِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هَذَا الْقُرْآنَ مَهْجُورًا
Resul “Ey rabbim, kavmim bu Kuran’ı bırakıp gidilen edindiler.” dedi. (Furkan-30)
Bu ayetteki هَذَا الْقُرْآنَ ifadesi Kuran’ın tamamıdır. Bu ayetteki resul de Muhammed değildir. Çünkü onun kavmi Kuran’ı bırakıp gitmemiştir, tam tersine Kuran’ı sahiplenmiştir.
Bu ayette Kuran’ı mehcur edindiler demektedir. Kuran’ı mehcur kıldılar dememektedir. Aslında anlam olarak beklediğimiz جَعَلُوا هَذَا الْقُرْآنَ مَهْجُورًا şeklindeki bir ifadedir. Eğer bu şekilde “kıldılar” deseydi Kuran’ı bırakıp gittiler anlaşılırdı.
Edinme ile mehcur kelimesi çelişmektedir. Mehcur bırakıp gidilendir. Mehcur olarak edinme çok şaşırtıcıdır. Hem bırakıp gideceksin hem de edineceksin. O zaman niçin “edindiler” demiştir de “kıldılar” dememiştir.
“Mehcur edindiler” demekle Kuran’ı sahipleniyorlar, bizim Kuran’ımız diyorlar ama onu kullanmıyorlar demektir.
Kuran ellerinde duruyor, her ortamda tilavet ediyorlar ama Kuran’ı kıraat etmiyorlar (incelemiyorlar). Çözümleri onda aramıyorlar. Onu kendilerine rehber edinmiyorlar. Çünkü Kuran’ı mehcur edinmişler. Çok paranın, çok oyun, çok müridin peşinde koşuyorlar. Diğerleri de çok parası, çok oyu, çok müridi olanların peşinde koşuyorlar. Bunlardan bir tanesi bile Kuran’ı kıraat etmiyor. Kuran’ın kıraatiyle çözümler bulma derdinde değiller. Bir kısmı insanların duygularını istismar ederek onları cehennemden kurtarma vaadiyle, günahlarını çıkarttığını iddia ederek paralarını topluyor. Bir kısmı takım elbise ve kravatlarını takarak insanlar arasında boy gösterip gezerek onların oyunu alma derdinde. Ne bir projeleri var ne de Kuran’la bir ilgileri. Bir kısmı da mallarını artırma derdinde, zenginleşiyor. Hacca, umreye her sene bile gidenleri var ama hayatlarında Kuran’ın kıraati yok. Tilaveti bol bol var. İçinde geçenle ise ilgileri yok. İnsanlar da onların sözünü dinliyor. Onlar da paraları olduğu için kendi sözlerinin kıymetli olduğunu sanan zavallılar maalesef.
Cin suresi cinlerin bir insan elçiye indirilen Kuran’la nasıl ilgilendiklerini, nasıl da Kuran’ı rehber edindiklerini göstermektedir. Artık Kuran herkesin elinin altındadır. Kendilerine cep telefonları kadar yakındır ama maalesef Kuran mehcur edinilmiştir ve insanların Kuran’a en uzak olduğu dönemi yaşıyoruz.
Teşvikiye, Yalova
13 Aralık 2025
M. Lütfi Hocaoğlu