RÛM SÛRESİ - 28. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَمَا آتَيْتُمْ مِنْ رِبًا لِيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُو عِنْدَ اللَّهِ وَمَا آتَيْتُمْ مِنْ زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ (39)
İnsanların mallarının içinde artması için ribadan her ne verdiyseniz Allah’ın indinde artmaz ve Allah’ın vechini irade ederek zekâttan her ne verdiyseniz onlar, onlar katlayanlardır. (39)
وَمَا آتَيْتُمْ مِنْ رِبًا لِيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُو عِنْدَ اللَّهِ
İnsanların mallarının içinde artması için ribadan her ne verdiyseniz Allah’ın indinde artmaz.
Cevap cümlesi Fiil cümlesi | Şart cümlesi Fiil cümlesi | Vâv-u isti’nâfiye |
Mefûlun fih | Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı | Fâ-u ceva- biyye | Mefûlun lieclih | Mefûlun bih Şart edatı Temyiz | Fâil | Fiil | Mefûlun bih Şart edatı Mümeyyez |
عِنْدَ اللَّهِ | هُوَ | يَرْبُو | لَا | فَ | لِيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ | مِنْ رِبًا | ت | آتَيْتُمْ | مَا | وَ |
وَ: Vâv-u isti’nâfiyedir (الْوَاوُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ). Cümle başında bulunur. Kendisinden önce inşa cümlesi (emir, nehiy, istifhâm), sonrasında haber cümlesi olursa veya öncesinde haber cümlesi sonrasında inşa cümlesi olursa bu durumlarda atıf harfi olamayan bu harf isti’nâfiye edatı olur. Kendisinden sonraki cümle yeni cümle olacağından bu edata isti’nâfiye (başlangıç) edatı denir. İsim cümlesi ve fiil cümlesi anlamsal yakınlık durumunda birbirine atfolunabilir. Eğer anlamsal yakınlık yoksa bu iki cümle arasındaki vâv harfi isti’nâfiye edatıdır. Fiil cümleleri hem zaman hem de anlam bakımından birbirine uymuyorsa yani mazi ile muzari veya muzari ile mazi fiil cümlesi arasında vâv harfi varsa ve anlamsal yakınlık yoksa bu durumda bu vâv harfi isti’nâfiye edatı olabilir. Zamansal olarak cümleler uysa bile konular arasında uyumsuzluk varsa, yani vâv harfinden sonraki cümle ile önceki cümle arasında anlamsal bakımdan irtibat yoksa yine bu durumda vâv harfi isti’nâfiye edatıdır.
Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında ilk anda anlaşılmayan anlamsal bir irtibat vardır. “Bununla beraber”, “buna ilaveten” şeklinde anlamlandırılabilir.
Burada da öncesinde isim cümlesi, sonrasında şart-cevap cümlesi vardır. İsim cümlesi haber cümlesidir. Sonrasındaki şart-cevap cümlesi ise inşa cümlesidir.
مَا: “Her ne” demektir. Gayr-i âkil nesneler için kullanılan şart edatıdır. Burada mümeyyezdir. Daha sonrasında hangi türden bir şey olduğunu açıklayan temyizi gelmiştir.
آتَيْتُمْ: “Verdiniz” demektir. İf’âl bâbından ikinci çoğul şahıs mazi malum fiildir. İkinci bâbdan أَتَى - يَأْتِي şeklinde birisine veya bir şeye gelmek, ona ulaşmak ve onun yakınında olup onunla muamele, etkileşim içinde olmak manasındadır. Müteaddi fiildir. İkinci bâb if’âl bâbına (آتَى – يُؤْتِي) ziyadetü-t tadiye etkisi ile gelir. Verdi anlamına gelir. Gelen, getiren ve veren haline gelir. Buradaki verme normal bir verme değildir. Gelip mef’ûlün bihle etkileşime giren kimse, getirdiğini mef’ûlün bihle etkileşime sokar.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir. Cinsin beyanı için gelmiştir. Arkasından gelen kelime ile şart edatının ifade ettiği gayr-i akil varlığın cinsini beyan etmiştir.
رِبًا: “Riba, faiz, artış” demektir. ربو kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan رِباء mastarı birisinin veya bir şeyin boyutlarının, miktarının sürekli olarak artması manasındadır. Bu mastar manasından artan miktar, boyut manasında رِبًا ıstılahi olarak borç olarak verilen bir malın geri ödenirken artmış olarak ödenen kısmı olarak “faiz” anlamında camid isimdir.
مِنْ رِبًا: “Ribadan” demektir. مَا şart edatının temyizidir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir. Mef’ûlün lieclih için gelmiştir. Fiilin işlenme sebebini ifade eder.
يَرْبُوَ: “Artar” demektir. ربو kökünden birinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil mensub muzari malum fiildir. Öncesinde mastar harf-i olan gizli bir أَنْ ile nasb edilmiştir. Fâili müstetir هُوَ dir. Ribadan olan şeye (مَا مِنْ رِبًا) racidir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
أَمْوَالِ: “Mallar” demektir. مول kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan مَوْل mastarı bir şeyi mülkü (yönetimi) altına almak manasındadır. Bu mastar manasından mülkü (yönetimi) altına alınan şey manasında مَال “mal” anlamında isimdir. Tekili مَال dır.
النَّاسِ: “İnsanlar” demektir. Tekili إِنْس dir. ءنس kökünden gelmiştir. أَنَسٌ mastarı birisini sosyal, yakın, arkadaşça hissetmek, tanıdık ve alışık olmak manasındadır. Bu mastar manasından sosyal, yakın, arkadaş olarak hissedilen, tanıdık olan manasında إِنْس ıstılahi olarak “insan” anlamında camid isimdir. Erildir. Çoğulu أُنَاس dur. Marife olduğu zaman sık kullanıldığı için başındaki hemze düşmüştür. النَّاس (الْأُنَاس النَّاس) şeklindedir.
أَمْوَالِ النَّاسِ: “İnsanların malları” demektir.
فِي أَمْوَالِ النَّاسِ: “İnsanların mallarının içinde” demektir.
لِيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ: “İnsanların mallarının içinde artması için” demektir.
مَا آتَيْتُمْ مِنْ رِبًا لِيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ: “İnsanların mallarının içinde artması için ribadan her ne verdiyseniz” demektir.
فَ: Cevap fâ’sıdır (fâ-u cevabiyye). Şart cümlesinden sonra cevap cümlesinin başına gelir.
لَا: “-mez, -maz” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يَرْبُو: “Artar” demektir. ربو kökünden birinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. Fâili müstetir هُوَ dir. Ribadan olan şeye (مَا مِنْ رِبًا) racidir.
لَا يَرْبُو: “Artmaz” demektir.
عِنْدَ: “İndinde” demektir. Referans noktasını ve göreceliği ifade eder.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
عِنْدَ اللَّهِ: “Allah’ın indinde” demektir. “Allah’a göre” demektir.
لَا يَرْبُو عِنْدَ اللَّهِ: “Allah’ın indinde artmaz” demektir.
مَا آتَيْتُمْ مِنْ رِبًا لِيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُو عِنْدَ اللَّهِ: “İnsanların mallarının içinde artması için ribadan her ne verdiyseniz Allah’ın indinde artmaz” demektir.
ربو kökünün anlamı sıradan bir artış değildir.
وَتَرَى الْأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ
Yeri donuk (hareketsiz) görürsün de onun üzerine suyu indirdiğimizde kımıldanır ve gelişir ve her çiçekli çiftten bitirir. (Hac 5)
وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيرًا
“Rabbim, ikisine beni çocukken yetiştirdikleri gibi merhamet et” de. (İsra 24)
قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ
“Seni içimizde velîd iken yetiştirmedik mi ve içimizde ömründen senelerce kalmadın mı?” dedi. (Şuara 18)
Ayetlerde görüldüğü gibi bitkinin yetişmesi ve çocuğun yetişip erişkin hale gelmesi bu kökle ifade edilmektedir. Tef’îl bâbından terbiye, mürebbiye kelimeleri de Türkçede kullanılmaktadır.
Bu kök çevreden gerekli malzemeleri alarak kendine katmak ve kendini geliştirerek büyümek anlamındadır. Çocuklar da bitkiler de bu şekilde büyümektedir.
Faize bu nedenle riba ismini vermişlerdir. Bu verilen ismin gerçeği yansıtmadığı ayetlerde açıkça söylenmektedir. Çocuğun veya bitkinin büyümesi olan rebv ile faiz manasındaki riba arasında çok büyük fark vardır. Çocuk da bitki de büyürken başkasına zarar vermez. Bitki suyu ve topraktaki mineralleri alarak kullanır ve kendini büyütür. Çocuk da bu bitkileri ve hayvanları yiyerek bunlardaki besinleri kullanır ve büyür. Hem çocuk hem de bitki büyüdükçe yetenekler kazanır, özellikler elde eder. Çocuk meslek sahibi olur, iş yapar, topluluğun bir ferdi olarak topluluğa fayda sağlar. Bitki de meyvesini verir ya da kendisini insanların ve diğer hayvanların yiyeceği şekle sokar ve fayda sağlar.
Ribaya gelince Allah’a göre artmaz (rebv etmez). Çünkü ribada diğer insanların mallarını kendi mallarına katma durumu vardır. Yani birisi fayda görürken diğerleri zarar görmektedir. Ribada gelişme yoktur. Bir tarafta artma, diğer tarafta azalma vardır. Rebv’de ise artma ve gelişme vardır. Başka birisinin zararı yoktur.
Ayette insanların “mallarının içinde” rebv etmesi için her ne verdiyseniz denmektedir. Buna göre riba mal artışıdır. Günümüzde paralar karşılıksızdır. Bugün elindeki para ile yarın neyden ne kadar alacağın belli değildir. Batıldır. Geçerli değildir. Gerçek para mal karşılığıdır. Mal bir yerde durmakta ve mal yerine piyasada o malı ifade eden para dolaşmaktadır. Para malın bulunduğu depoya girdiğinde mal çıkar. Yani ya mal ya da para piyasadadır. İşte bu haktır, gerçektir, geçerlidir. Günümüzde batıl olan paralar üzerine faiz uygulanması işi daha da karmaşıklaştırmaktadır. Biz mecburen bu sistemin içinde yaşadığımız için bunu DÇ (Demir Çimento) veya AG (Altın Gram) üzerinden çözmekteyiz. Birbirimize borç verdiğimizde veya bir ortaklığa ortak olduğumuzda TL ile ödüyoruz ama o günkü TL değerinden gerçek bir mal değeri ile hesaplıyoruz. Böylece hem faiz olmuyor hem de kimse haksızlığa uğramıyor. İşte bu gerçek mal değeri üzerinden artış yapılırsa riba gerçekleşmiş olur. Günümüz paraları ile faizli borçlanmalarda ise bu belirsizlik yüzünden çok çok nadiren de olsa bazen banka faiz alır gibi görünmekteyken ani bir enflasyon artışında bankadan borç alan aslında bankadan faiz almış olabilir. Bu durum belirsizliği doğurur ve kim ne yapacağını bilemez. Ekonomiyi alt üst eder.
Ayette şart cümlesi mazi (آتَيْتُمْ) iken bu cümlenin mef’ûlün lieclihi (لِيَرْبُوَ) لِ ile mensub muzaridir. Bu durumda لِ den sonra gelen fiil, ana fiilin zamanından sonrasıdır. Yani onlar malı verecekler ve verdikten sonrasında bir artış beklemektedirler. Yani artışı baştan bilmektedirler. Ayetler böyledir. Mazi ve muzari fiil kullanarak tanım yapmaktadır. Bu şekilde ribanın tanımı yapılmış olmaktadır.
Günümüzde bu konu o kadar karmaşıklaşmıştır ki faizi kimse tanımlayamamaktadır. Ruhban sınıfına sorulmakta ama kimse ayetlere dayanarak bir tanım yapamamaktadır. Çok daha komiği Kuran’daki adı riba olmasına rağmen riba dememek için faiz denmesi, nema denmesi ve özellikle faizsiz banka olduğunu iddia eden bankaların faiz dememek için kâr payı şeklinde yeni bir terim ortaya çıkarmalarıdır.
Günümüzde ekonomik terimler hep faize dayanmaktadır. Bütün ekonomi faiz üzerinden dönmektedir. Anlı şanlı büyük ekonomistler faiz olmadan düşünememektedirler bile. Faizi kaldırdığınız anda bütün ekonomi bilgileri sıfır olmaktadır. Faizle mücadele ettiğini sananlar da politika faizi denen ve Merkez Bankasının diğer bankalara borç verdiği faizi düşürerek bunu yapacaklarını düşünmektedirler. Oysa bu faiz sıfır olsa bile bankalar kâr müesseseleri olduğu için müşterilerine mecburen faizle borç vermek zorundadırlar. Çözüm keşke bu kadar pratik (!) olsaydı. Akevler’in onlara pratik gelmeyen reel çözümleri vardır ama kimse dinlememektedir. Kimse Kuran ile ilgilenmemekte, çözümleri Kuran’dan aramamaktadır. Bankalar kâr amacı gütmeyen müesseseler olmalıdır. Giderleri zekâttan karşılanmalı ve ekonominin kalbi olarak faizsiz bir şekilde çalışmalıdır.
وَمَا آتَيْتُمْ مِنْ زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ
Ve Allah’ın vechini irade ederek zekâttan her ne verdiyseniz onlar, onlar katlayanlardır.
Cevap cümlesi İsim cümlesi | Şart cümlesi Fiil cümlesi |
Haber | Fasıl zamiri | Mübteda | Fâ-u cevabiyye | Fâil Hâl Fiil cümlesi | Mefûlun bih Temyiz | Fâil Sahibul hâl | Fiil | Mefûlun bih Şart edatı Mümeyyez |
الْمُضْعِفُونَ | هُمْ | أُولَئِكَ | فَ | تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ | مِنْ زَكَاةٍ | ت | آتَيْتُمْ | مَا |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. مَا آتَيْتُمْ مِنْ رِبًا لِيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُو عِنْدَ اللَّهِ şart-cevap cümlesine مَا آتَيْتُمْ مِنْ زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ şart-cevap cümlesini atfetmektedir.
مَا: “Her ne” demektir. Gayr-i âkil nesneler için kullanılan şart edatıdır. Burada mümeyyezdir. Daha sonrasında hangi türden bir şey olduğunu açıklayan temyizi gelmiştir.
آتَيْتُمْ: “Verdiniz” demektir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir. Cinsin beyanı için gelmiştir. Arkasından gelen kelime ile şart edatının ifade ettiği gayr-i akil varlığın cinsini beyan etmiştir.
زَكَاةٍ: “Zekât, vergi” demektir. زكو kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan زَكَاء mastarı lekelerden, marazlardan, anormalliklerden temizlenmek yani arınmak manasındadır. Bu mastar manasından arındırma aracı manasında زَكَاة ıstılahi olarak mala karışmış olan kötülüklerden temizlenme aracı olarak maldan verilen “vergi” anlamında camid isimdir.
مِنْ زَكَاةٍ: “Zekâttan” demektir. مَا şart edatının temyizidir.
تُرِيدُونَ: “İrade edersiniz” demektir. رود kökünden if’âl bâbından ikinci şahıs çoğul muzari merfu malum fiildir. Birinci bâbdan رَوْد mastarı bir fiilin gerçekleşmesini istemek, o fiilin gerçekleşmesi için çabalamak manasındadır. İf’âl bâbında (أَرَادَ – يُرِيدُ) sayruret etkisi ile gelir. Fiilin gerçekleşmesini ister hale gelmek, o halde olmak anlamındadır.
وَجْهَ: “Yüz, surat, vech” demektir. وجه kökünden gelmiş isimdir. Çoğulu وُجُوه dur. Vech yüz demektir ancak her zaman fiziksel olarak yüzü ifade etmez. Genellikle kişinin yönelimini ifade eder. Çünkü insan kime yönelirse yüzünü ona çevirir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
وَجْهَ اللَّهِ: “Allah’ın vechi” demektir.
تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ: “Allah’ın vechini irade edersiniz” demektir.
مَا آتَيْتُمْ مِنْ زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ: “Allah’ın vechini irade ederek zekâttan her ne verdiyseniz” demektir.
فَ: Cevap fâ’sıdır (fâ-u cevabiyye). Şart cümlesinden sonra cevap cümlesinin başına gelir.
أُولَئِكَ: “Onlar” demektir. Eril çoğul uzak ism-i işarettir.
هُمُ: “Onlar” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. Fasıl zamiridir. Te’kid için gelir.
الْمُضْعِفُونَ: “Katlayanlar” demektir. ضعف kökünden üçüncü bâbdan ضَعَفَ - يَضْعَفُ şeklinde bir şeyin miktarının aslı kadar artması, katlanması manasındadır. Üçüncü bâb if’âl bâbına (أَضْعَفَ – يُضْعِفُ) tadiye etkisi ile gelir. “Katlamak” anlamına gelir. Bu kökün bir özelliği vardır. İki ayrı bâbdan iki zıt anlamı barındırır. Beşinci bâbdan zayıf olmak, güçsüz olmak manasındadır. ضَعِيف (zayıf) kelimesi beşinci bâbdan gelmektedir. Üçüncü bâb ise tam tersine katlanma anlamındadır. ضِعْف (kat) kelimesi üçüncü bâbdan gelmekte ve “bir şeyin miktarının aslı kadar artması” manasına gelmektedir. İkili ضِعْفَانِ ve ضِعْفَيْنِ dir. Çoğulu أَضْعَافٌ dur. Her ضِعْفٌ aslına eklenen mislidir. Tekili, aslında aslının bir misli kadar artıştır. İkili, aslında iki misli olan artıştır. Çoğulu, aslında üç ve daha fazla misli olan artıştır.
أُولَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ: “Onlar, onlar katlayanlardır” demektir.
مَا آتَيْتُمْ مِنْ زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ: “Allah’ın vechini irade ederek zekâttan her ne verdiyseniz onlar, onlar katlayanlardır” demektir.
Allah’ın size yönelimini irade ediyorsanız ribadan uzak duracaksınız ve zekâtınızı vereceksiniz. Zekât rebv etkisi yapar. Çünkü topluluk için harcanır. İnsanların tek başlarına yapamayacakları ama topluluğun gelişmesi (rebv’i) için yapılması gereken işler zekât ile gerçekleştirilir. Yollar yapılır, sağlık merkezleri yapılır, ortak ambarlar yapılır, işsizlere, yoksullara ödeme yapılır. Böylece topluluk gelişir ve ilerler. Riba ise topluluğu eritir. Mallar çok az sayıda insanda toplanır. Malları arttıkça daha da artar. Tıpkı bir kartopunun yuvarlanarak büyümesi gibi eksponansiyel olarak artar. Bir dönem sonra çok büyük bir topluluk çok küçük bir topluluğun işçisi olmak için adeta yalvarır hale gelir. Zaman geçtikçe artık o büyük topluluk mal talebi yapamaz hale gelir ve bunun sonucu olarak mal arzı da düşer. Bu da malları daha da pahalı hale getirir. Sonunda mal miktarı iyice düşer ve artık zengin kesim de fakirleşmeye başlar. Topluluk çökme noktasına gelir. İşte riba bu kadar sakıncalı bir şeydir.
Bu cümlede çok ilginç bir durum vardır. Şart cümlesi “siz” derken cevap cümlesi “onlar” şeklinde devam etmektedir. Buna “iltifat” denir. Oysa beklenen مَا آتَيْتُمْ مِنْ زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأَنْتُمُ الْمُضْعِفُونَ (Allah’ın vechini irade ederek zekâttan her ne verdiyseniz siz katlayanlarsınız) şeklinde ikisinin de aynı şekilde “siz” ile gelmesi veya مَا آتَوْا مِنْ زَكَاةٍ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ (Allah’ın vechini irade ederek zekâttan her ne verdilerse onlar, onlar katlayanlardır) şeklinde ikisinin de “onlar” şeklinde gelmesidir.
Kuran’da مَنْ ve مَا ile çok sayıda şart ve cevap cümlesi gelmekte ama sadece burada muhataptan gaibe iltifat olmaktadır.
Ayet | Cevap cümlesi | Şart cümlesi |
Haber | Mübteda | Fâ-u cevabiyye | Haber | Mübteda Şart edatı |
24/52 | هُمُ الْفَائِزُونَ | أُولَئِكَ | فَ | يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ | مَنْ |
2/121 | هُمُ الْخَاسِرُونَ | أُولَئِكَ | فَ | يَكْفُرْ بِهِ | مَنْ |
2/229 | هُمُ الظَّالِمُونَ | أُولَئِكَ | فَ | يَتَعَدَّ حُدُودَ اللَّهِ | مَنْ |
2/275 | أَصْحَابُ النَّارِ | أُولَئِكَ | فَ | عَادَ | مَنْ |
2/81 | أَصْحَابُ النَّارِ | أُولَئِكَ | فَ | كَسَبَ سَيِّئَةً وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيئَتُهُ | مَنْ |
3/82 | هُمُ الْفَاسِقُونَ | أُولَئِكَ | فَ | تَوَلَّى بَعْدَ ذَلِكَ | مَنْ |
3/94 | هُمُ الظَّالِمُونَ | أُولَئِكَ | فَ | افْتَرَى عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ | مَنْ |
4/69 | مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ | أُولَئِكَ | فَ | يُطِعِ اللَّهَ وَالرَّسُولَ | مَنْ |
4/124 | يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَقِيرًا | أُولَئِكَ | فَ | يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ | مَنْ |
40/40 | يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ فِيهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ | أُولَئِكَ | فَ | عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ | مَنْ |
5/47 | هُمُ الْفَاسِقُونَ | أُولَئِكَ | فَ | لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ | مَنْ |
23/102 | هُمُ الْمُفْلِحُونَ | أُولَئِكَ | فَ | ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ | مَنْ |
7/8 | هُمُ الْمُفْلِحُونَ | أُولَئِكَ | فَ | ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ | مَنْ |
7/9 | الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِآيَاتِنَا يَظْلِمُونَ | أُولَئِكَ | فَ | خَفَّتْ مَوَازِينُهُ | مَنْ |
23/103 | الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ | أُولَئِكَ | فَ | خَفَّتْ مَوَازِينُهُ | مَنْ |
7/178 | هُمُ الْخَاسِرُونَ | أُولَئِكَ | فَ | يُضْلِلْ | مَنْ |
9/23 | هُمُ الظَّالِمُونَ | أُولَئِكَ | فَ | يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ | مَنْ |
17/19 | كَانَ سَعْيُهُمْ مَشْكُورًا | أُولَئِكَ | فَ | أَرَادَ الْآخِرَةَ وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ | مَنْ |
17/71 | يَقْرَءُونَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَتِيلًا | أُولَئِكَ | فَ | أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ | مَنْ |
20/75 | لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلَى جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا | أُولَئِكَ | فَ | يَأْتِهِ مُؤْمِنًا قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ | مَنْ |
23/7 | هُمُ الْعَادُونَ | أُولَئِكَ | فَ | ابْتَغَى وَرَاءَ ذَلِكَ | مَنْ |
24/55 | هُمُ الْفَاسِقُونَ | أُولَئِكَ | فَ | كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ | مَنْ |
25/70 | يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ | أُولَئِكَ | فَ | تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا | مَنْ |
42/41 | مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَبِيلٍ | أُولَئِكَ | فَ | انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِهِ | مَنْ |
49/11 | هُمُ الظَّالِمُونَ | أُولَئِكَ | فَ | لَمْ يَتُبْ | مَنْ |
59/9 | هُمُ الْمُفْلِحُونَ | أُولَئِكَ | فَ | يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ | مَنْ |
64/16 | هُمُ الْمُفْلِحُونَ | أُولَئِكَ | فَ | يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ | مَنْ |
60/9 | هُمُ الظَّالِمُونَ | أُولَئِكَ | فَ | يَتَوَلَّهُمْ | مَنْ |
63/9 | هُمُ الْخَاسِرُونَ | أُولَئِكَ | فَ | يَفْعَلْ ذَلِكَ | مَنْ |
70/31 | هُمُ الْعَادُونَ | أُولَئِكَ | فَ | ابْتَغَى وَرَاءَ ذَلِكَ | مَنْ |
72/14 | تَحَرَّوْا رَشَدًا | أُولَئِكَ | فَ | أَسْلَمَ | مَنْ |
|
2/184 | خَيْرٌ لَهُ | هُوَ | فَ | تَطَوَّعَ خَيْرًا | مَنْ |
5/45 | كَفَّارَةٌ لَهُ | هُوَ | فَ | تَصَدَّقَ بِهِ | مَنْ |
17/97 | الْمُهْتَدِي | هُوَ | فَ | يَهْدِ اللَّهُ | مَنْ |
18/17 | الْمُهْتَدِي | هُوَ | فَ | يَهْدِ اللَّهُ | مَنْ |
7/178 | الْمُهْتَدِي | هُوَ | فَ | يَهْدِ اللَّهُ | مَنْ |
12/75 | جَزَاؤُهُ | هُوَ | فَ | وُجِدَ فِي رَحْلِهِ | مَنْ |
17/72 | فِي الْآخِرَةِ أَعْمَى وَأَضَلُّ سَبِيلًا | هُوَ | فَ | كَانَ فِي هَذِهِ أَعْمَى | مَنْ |
22/30 | خَيْرٌ لَهُ عِنْدَ رَبِّهِ | هُوَ | فَ | يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللَّهِ | مَنْ |
65/3 | حَسْبُهُ | هُوَ | فَ | يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ | مَنْ |
|
34/47 | لَكُمْ | هُوَ | فَ | سَأَلْتُكُمْ مِنْ أَجْرٍ | مَا |
6/136 | يَصِلُ إِلَى شُرَكَائِهِمْ | هُوَ | فَ | كَانَ لِلَّهِ | مَا |
|
21/29 | نَجْزِيهِ جَهَنَّمَ | ذَلِكَ | فَ | يَقُلْ مِنْهُمْ إِنِّي إِلَهٌ مِنْ دُونِهِ | مَنْ |
|
30/39 | هُمُ الْمُضْعِفُونَ | أُولَئِكَ | فَ | آتَيْتُمْ مِنْ زَكَاةٍ تُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ | مَا |
Buna göre buradaki “siz” ile “onlar” birbirinden farklıdır. Zekâtı verenlerle katlayanlar farklı kimselerdir. Katlayanlar kimlerdir. Bu ayette أُولَئِكَ nin veya هُمْ un işaret ettiği kimse yoktur. Önceki ayette ذَلِكَ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يُرِيدُونَ وَجْهَ اللَّهِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (o Allah’ın vechini irade edenler için hayırlıdır ve onlar, onlar iflah olanlardır) denmektedir. Bu ayette ise “siz Allah’ın vechini irade edenler olarak zekâttan ne vediyseniz” denmektedir. Buradaki أُولَئِكَ önceki ayetteki Allah’ın vechini irade edenlere işaret etmektedir. Önceki ayette zi-l kurbanın, miskinin, ibn-i sebilin hakkını verenlerdir. Kamu görevini ifa etmekte ve zekâtı dağıtmaktadırlar. İşte bu ayetteki أُولَئِكَ (onlar) zekâttan sorumlu kamu görevlileridir. Katlayanlar bunlardır. Siz zekâttan ne verirseniz o görevliler onu katlamaktadırlar. Nasıl katlamaktadırlar? Artırmamakta ama katlamaktadırlar. Neyi katlamaktadırlar? Zekâtı mı katlamaktadırlar? Bu durumda katlama ifadesinin geçtiği ayetleri incelediğimizde bu konuda bize fikir verecektir.
مَنْ ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ وَلَهُ أَجْرٌ كَرِيمٌ
Kim onun lehine onun katlanacak olması ve ona ait cömert bir ecir olması için Allah’a iyi bir borç verendir? (Hadid 11)
Bu ayette Allah’a borç verenin borcunun lehine katlanmasından söz edilmektedir ve anlatılan faizsiz banka müessesesidir. Siz bankaya bir borç verirsiniz, borcunuzun katı kadar borçlanma hakkı kazanırsınız. Faizin yerini verdiği borcun katları kadar borçlanma hakkı almıştır. Sözgelimi 100 gram altını faizsiz bankaya yatırdınız ve 1 yıl orada durdu. Artık 1 yıl vadeli 200 gram altın veya 6 ay vadeli 400 gram altın veya 3 ay vadeli 800 gram altın, 2 yıl vadeli 100 gram altın veya 4 yıl vadeli 50 gram altın borç alma hakkı kazanırsınız. Yatırdığınız miktarın süre ile çarpımı katlanarak alabileceğiniz borç belirlenmiş olur. Bu riba olmadan insanların menfaatleri için bankayı nasıl kullanacaklarının mekanizmasıdır. Bunu ifade eden ise sadece يُضَاعِفَ fiilinin sonundaki fethadır. Eğer يُضَاعِفُ şeklinde sonu zammeli gelseydi kişi baştan borç alma hakkının ne kadar kat olacağını bilmeyecekti. Sondaki fetha öncesindeki فَ yi sebebiyye yapar ve sonrasını öncesinin sebebi haline getirir. Eğer sonu zammeli olsaydı bu فَ yi istinafiyye yapardı ve öncesi sonrasının sebebi olurdu. İşte bu incelik, sadece bir harekenin zamme değil fetha olması faizsiz bankanın mekanizmasını anlatmaktadır. Kuran’ın büyük mucizelerinden biri de budur. Merak ediyorum büyük umutlarla peşlerinden koşulan siyasi partilerden hangisi bu inceliklerle ilgileniyor? Bilen varsa bana söylesin de ben de umutlanayım.
İşte Rûm suresinin bu ayetinde faizsiz bankaya borç vermedeki katlanma benzeri katlanmanın zekâtta da olduğu anlatılmış olmaktadır. Zekât Allah’ın vechi irade edilerek verilir. Zekât yani vergi zorla alınmaz. Herkes kendi zekâtını hesaplar ve bildirir. Zekât veren fazla vermek ister. Zekâtı toplayan kamu görevlisi ise az almak ister. Günümüzün tersidir. Çünkü zekâtı fazla vermek zekâtı verene bir avantaj sağlar. Geçen sene verdiği zekâtın katları kadar kredi alma hakkı doğar. Bu bir avantajdır ve işlerini büyütmek isteyenler daha fazla zekât vermek isterler. Ancak kamu görevlisi gerçekten büyüme durumu olmayan, zekâtı olduğundan fazla vermek isteyenden bu zekâtı almaz. Gerçek olanı alır. Diğer türlü gerçekten büyüyen, iyi işletilen işletmelere haksızlık yapılmış olur. Zekâtın diğer bir avantajı daha vardır. Zekât aynı zamanda sigortadır. Verdiğiniz zekât eğer kırkta birse ve işletmeniz yandıysa, soyulduysa, depremde yıkıldıysa verdiğiniz zekâtın kırk katı tazmin edilir ve zararda olmazsınız. Bu nedenle zekâtı düşük vermek risklidir. Yüksek vermek avantajlıdır ama başkasına haksızlıktır.
Allah’ın dini tek çözümdür. Çözümleri ise Kuran’dadır. Başka çözümler, kendini çok akıllı sananların ribaya dayanan Ortodoks veya heterodoks çözümleri hiçbir işe yaramaz. İnsanlar Kuran’a ve Kuran’dan üretilen çözümlere kulaklarını tıkadıkça ricz devam edecek ve tüm insanlık felaketlerle, belalarla uğraşacak ve ciddi yıkımlar gelecektir. Çözümleri Kuran’dan arayanlar ve bunun için çalışanlar ise Nuh’un gemisi misali kurtulacaklardır.
Teşvikiye, Yalova
22 Temmuz 2023
M. Lütfi Hocaoğlu