CİN SÛRESİ - 14. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَأَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا (18)
Ve kesinlikle mescitlerin Allah için olması … Allah’la beraber kimseyi çağırmayın. (18)
وَأَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ
Ve kesinlikle mescitlerin Allah için olması …
Ma'tûf | Atıf harfi |
Haberi | İsmi | Enne |
Mecrur | Cârr |
اللَّهِ | لِ | الْمَسَاجِدَ | أَنَّ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. 16. ayetteki أَلَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لَأَسْقَيْنَاهُمْ مَاءً غَدَقًا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ mastarına أَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ mastarını atfetmektedir.
أَنَّ: “Kesinlikle -mek, -mak” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. أَنَّ harfi إِنَّ gibi te’kîd bildirir. Farkı أَنَّ nin mastar olmasıdır.
الْمَسَاجِدَ: “Secde yerleri, mescitler” demektir. سجد kökünden birinci bâbdan çoğul mensub ism-i mekândır. Enne’nin ismi olduğu için mensubdur. Çekimi şu şekildedir:
Nekre | |
Çoğul | İkil | Tekil |
مَسَاجِدُ | مَسْجِدَانِ | مَسْجِدٌ | Merfu |
مَسَاجِدَ | مَسْجِدَيْنِ | مَسْجِدًا | Mensub |
مَسَاجِدَ | مَسْجِدَيْنِ | مَسْجِدٍ | Mecrur |
Marife | |
Çoğul | İkil | Tekil |
الْمَسَاجِدُ | الْمَسْجِدَانِ | الْمَسْجِدُ | Merfu |
الْمَسَاجِدَ | الْمَسْجِدَيْنِ | الْمَسْجِدَ | Mensub |
الْمَسَاجِدِ | الْمَسْجِدَيْنِ | الْمَسْجِدِ | Mecrur |
سُجُود “secde etmek” demektir. سجد kökünden birinci bâbdan mastardır. Birisi için onun üstülüğünü kabul edip onun astı olmak, ona boyun eğme, itaat, bağlılık ve astı olma alametlerini açığa vurmak manasındadır. Bu alametler çok çeşitli olabilir. Allah için secde etme alametlerinden birisi elleri, dizleri ve alnı yere koymaktır.
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى
Meleklere “Adem’e secde edin” demiştik de İblis haricinde secde ettiler. O kaçındı. (Taha 116)
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ
Meleklere “Adem’e secde edin” demiştik de cinlerden olan İblis haricinde secde ettiler. (Kehf 50)
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ
Meleklere “Adem’e secde edin” demiştik de İblis haricinde secde ettiler. Kaçındı ve kâfirlerden olma halinde kibirlendi. (Bakara 34)
Allah tüm meleklere değil, bir grup meleğe ve beraberlerinde olan İblis’e emretmektedir. Adem’e secde edin demektedir. Âdem ve Havva’ya secde edin veya insana secde edin dememektedir. İblis cinlerdendir ama meleklerle beraberdir. Buradan cinler ve meleklerin aslında birbirlerini gördüklerini anlıyoruz. İblis meleklerle beraber çalışmaktadır. Bu ayetlerdeki istisna muttasıl istisna değildir. Munkatı istisnadır. İstisna edilen kendisinden istisna edilenle aynı tür değildir. Cin meleklerden istisna edilmiştir. Meleklerin zaten Allah’ın emrine karşı gelme özellikleri yoktur. İblis’in önceden melek olduğu, sonradan şeytan olduğu fikri yanlış bir fikirdir.
قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ
Meleklere “Adem’e secde edin” demiştik de İblis haricinde secde ettiler. O secde edenlerden hiç olmadı. (Araf 11)
Ayette zaten İblis’in secde etmediği söylendikten sonra tekrar secde edenlerden olmadı diyor. Buraya dikkat etmek gereklidir. Secde etmek fiili vardır, bir de secde eden (السَّاجِد) şeklinde ism-i fâille ifade edilen bir kimse olmak vardır. Secde eden (السَّاجِد) dendiği zaman artık bir istimrar vardır. Anlık bir fiil değildir, bir kerelik bir fiil değildir. Öyle olsaydı مَا كَانَ مِنَ السَّاجِدِينَ (secde edenlerden olmadı) denilirdi. Oysa لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ denmiştir. Zaten öncesinden مَا سَجَدَ (secde etmedi) anlaşılmaktadır. Bu ilk secdeden sonra artık secde edenler olma süreci gerçekleşir. Bu nedenle لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ denilerek o sürecin içine sonradan da girmeyip hiçbir zaman secde eden olmadığı ifade edilmiş olmaktadır.
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ قَالَ أَأَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ طِينًا (61) قَالَ أَرَأَيْتَكَ هَذَا الَّذِي كَرَّمْتَ عَلَيَّ
Meleklere “Adem’e secde edin” demiştik de İblis haricinde secde ettiler. “Tînden yarattığına secde eder miyim?” dedi. “Bu benim üzerime tekrim ettiğini gördün mü?” dedi. (İsra 61-62)
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (28) فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ (29) فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ (30) إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى أَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ (31) قَالَ يَاإِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ (32) قَالَ لَمْ أَكُنْ لِأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (33)
Rabbim meleklere “Kesinlikle ben dizilmiş genden olan DNA’dan bir beşer yaratanım. Onu tesviye ettiğim ve içine ruhumdan üflediğimde ona secde edenler olarak aşağı inip yerleşin.” demişti. Melekler, onların hepsi İblis hariç topluca secde etti. Secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı. “Ey İblis secde edenlerle beraber olmaman nedendir?” dedi. “Dizilmiş genden olan DNA’dan yarattığın bir beşere hiç secde eden olmam.” dedi. (Hicr 28-33)
İblis Adem’in yaratılışının ayrıntılarını bilmektedir. Onun yapısını kabaca değil, DNA’sına kadar bilmektedir.
فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ (72) فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ (73) إِلَّا إِبْلِيسَ اسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ (74)
Onu tesviye ettiğim ve içine ruhumdan üflediğimde ona secde edenler olarak aşağı inip yerleşin. Melekler, onların hepsi İblis hariç topluca secde etti. Kafirlerden olarak kibirlendi. (Sad 72-74)
Melekler ve cinler semada olanlardır (مَنْ فِي السَّمَاء). Yerçekimine ihtiyaçları olmayan varlıklardır. Allah bir grup meleğe ve cin olan İblis’e Adem’e secde edenler halinde aşağı inip yerleşin diyor. Yani arzda Adem’in astı olun, o sizin üstünüz olsun diye emrediyor. Aslında burada imtihan edilen İblis’tir. Melekler zaten Allah’ın emrinin dışına çıkmazlar.
فَاسْجُدُوا لِلَّهِ وَاعْبُدُوا
Allah’a secde edin ve ibadet edin. (Necm 62)
Secde bir ibadet değildir.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Ey iman edenler, rüku edin ve secde edin ve rabbinize ibadet edin ve hayır yapın. Umulur ki iflah olursunuz. (Hac 77)
Rüku da secde de hayır yapmak da ibadet değildir.
وَلِلَّهِ يَسْجُدُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ
Gökler ve yerde olan kimseler isteyerek ve istemeyerek Allah’a secde eder ve gölgeleri de sabahları ve akşamları. (Rad 15)
وَلِلَّهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مِنْ دَابَّةٍ وَالْمَلَائِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ
Göklerde olan şeyler ve dabbeden yerde olan şeyler ve kibirlenmez halde melekler Allah’a secde ederler. (Nahl 49)
وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
Gök cisimleri ve ağaçlar, ikisi secde ederler. (Rahman 6)
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ وَمَنْ يُهِنِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ
Allah, göklerde olanlar ve yerde olanlar ve güneş ve ay ve gök cisimleri ve dağlar ve ağaçlar ve dabbeler ve insanlardan çok kimsenin O’na secde ediyor olduğunu görmedin mi? Ve çok kimse, onların aleyhine azap hak olmuştur ve Allah kimi basitleştirirse ona hiçbir ikram eden yoktur. Kesinlikle Allah istediğini yapar. (Hac 18)
Bu dört ayette hem şuurlu varlıkların hem şuursuz varlıkların hem de gölgelerin bile secde ettiği ifade edilmiştir. Secde demek birinin astı olmak demektir. Ast olunanın üstünün emri altında olup onun emirlerinin dışına çıkmaması demektir. İki türlü secde vardır. Birisi bilinçsiz olan secde, diğeri bilinçli olan secdedir. Bilinçsiz olan secde Allah’adır. Herkes, her varlık, her canlı Allah’a secde eder. Bu da O’nun kuralları dışına çıkamamaktır. Bu kurallar doğa kanunları ve yaratılışlarıdır. Şuurlu varlıklar Allah’a bu iki secdeyi birden yaparlar veya sadece birini yaparlar. Doğal secde bedenlerinin Allah’ın kuralları içinde hareket etmesidir. Ne yaparsak yapalım o kuralların dışına bedenimizi çıkaramayız. Kullandığımız ilaçlar bile Allah’ın bu ilaçları kullanacak şekilde yaratmasından dolayı bize etki eder. Hücre bölünürken nasıl bölünmesi gerekiyorsa o şekilde bölünür ve bu secdedir. Kanser hücresi bile Allah’ın programladığı şekilde hareket eder. Hastalıklar bile O’nun programının dışına çıkamazlar. Bütün canlı bedenleri, bütün cansız varlıklar, hepsi O’nun emri dışında yeni bir fonksiyon kazanamazlar. Hepsi Allah’ın doğa kanunları içinde kalır. Bu doğal secde veya bilinçsiz secdedir. Diğeri bilinçli yapılan sosyal secdedir. Bu sadece Allah’a değil, insana da yapılır. Ancak insana yapılan secdenin başlangıç sembolik hareketi Allah’a yapılan gibi değildir. İnsana yapılan secde o insanın üstü olduğunun kabul edilip onun astı olma ve onun emirleri altına girmeyi ifade eder.
وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّدًا
Anne babasını arş üzerinde yükseltti ve ona secde edenler halinde ses çıkardılar. (Yusuf 100)
Yusuf Peygamber Mısır’a gelen anne ve babasını yüksek bir tahta oturtuyor ve onlar ve kardeşleri Yusuf’a secde edenler oluyorlar. Burada yere kapanma secdesi değil bir sembol hareket yapıyorlar. Secde edenler yalnızca anne babası değildir, kardeşleri de dahildir. Çünkü secde edenler çoğul gelmektedir ve sadece anne-babası olsaydı ikil gelirdi. Burada da insana secde görülmektedir. Anne-babası ve kardeşleri artık Yusuf’un astı olmuşlar, o onların üstü olmuştur ve onlar Yusuf’un emri altına girmişlerdir.
Allah’a ibadet O’nun kurallarını geçerli kurallar yapmak için çalışmaktır. Allah’a yapılan bilinçli secde ise Allah’ın üstünlüğünü kabul edip O’nun emirlerinin dışına çıkmamaktır. Hayatının her anında Allah’ın üstünlüğünün farkında olup O’nun bizden ne istediğini bilip O’nun emirlerini uygulamak, yasaklarına yaklaşmamaktır.
فَمَا لَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (20) وَإِذَا قُرِئَ عَلَيْهِمُ الْقُرْآنُ لَا يَسْجُدُونَ (21) بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا يُكَذِّبُونَ (22)
Onlara ne oluyor da iman etmiyorlar ve onlara Kuran kıraat edildiğinde secde etmezler. Aksine küfredenler yalanlıyorlar. (İnşikak 20-22)
Her Kuran okunduğunda yere kapanmak gerekmiyor. Kuran’ın kıraati (incelenmesi) bize Allah’ın ne kadar üstün olduğunu gösterir. Bu üstünlüğü kabul edip O’nun istediği gibi olmak, O’nun emirlerine uymak, yasaklarından uzak durmak O’na secde etmek demektir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
لِلَّهِ: “Allah içindir” demektir.
أَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ: “Kesinlikle mescitlerin Allah için olması” demektir.
Mescit secde yeri demektir. Allah için olan mescitte Allah’ın kurallarına, emirlerine uyan insanlar secde eder. Bir de mescit ast olanların üst olanın emirlerine uyduğu yerdir. Mescit yönetim yeridir. Mescitte yönetimsel kararlar alınır. Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa ise yalnızca Allah’a secde edilen yerlerdir. Diğer mescitler hem Allah’a secde edilen hem de astların üste secde ettiği yani onun emirlerini aldıkları, yönetimsel kararların alındığı yerlerdir.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذِي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَاءً الْعَاكِفُ فِيهِ وَالْبَادِ
Kesinlikle küfredenler ve Allah’ın yolundan ve onu insanlar için içinde bağlı olan ve uzakta olana eşit kıldığımız Mescid-i Haram’dan alıkoyanlar … (Hac 25)
Mescid-i Haram tüm insanlar için eşittir. Orada oturan, orada hac yapan veya dışarıda olan için fark etmez. Mescid-i Haram’ın özel statüsü vardır. Oraya kimse hâkim olamaz, orası benim topraklarımın içinde diyemez. Orayı ben yönetiyorum diyemez. Oraya benden izinsiz gelemezsiniz diyemez. Dediği anda bu ayetin muhatabı olur. İnsanları oradan alıkoyan durumuna düşer.
وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مَسْجِدًا ضِرَارًا وَكُفْرًا وَتَفْرِيقًا بَيْنَ الْمُؤْمِنِينَ وَإِرْصَادًا لِمَنْ حَارَبَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُ وَلَيَحْلِفُنَّ إِنْ أَرَدْنَا إِلَّا الْحُسْنَى وَاللَّهُ يَشْهَدُ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (107) لَا تَقُمْ فِيهِ أَبَدًا لَمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ أَحَقُّ أَنْ تَقُومَ فِيهِ فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَنْ يَتَطَهَّرُوا وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ (108)
Zarar vermek ve küfretmek ve müminler arasında ayrılık çıkarmak ve önceden Allah ve resulü ile harbeden kimse için pusuda beklemek için bir mescit edinen ve Allah kesinlikle onların yalancılar olduğuna şahit iken biz yalnızca iyiliği irade ettik diyerek yemin edenler … Onun içinde ebediyen kıyam etme. Takva üzerine önceki dönemden tesis edilmiş bir mescit içinde kıyam etmeye daha hak sahibidir. Onun içinde kendilerini temizlemeyi seven adamlar vardır ve Allah kendilerini temizleyenleri sever. (Tevbe 107-108)
Bu ayetlerden anlıyoruz ki her mescit Allah için değildir. Allah’ın istemediği mescitler vardır. Bu mescitlerde Allah’a secde edilmemekte, yalnızca kendi önderlerine secde edilmektedir. Bunlar da takva üzerine değil kötülük üzerine oradadırlar. Yalnız mescit kavramı ile cami kavramı karıştırılmamalıdır. Bugünkü namaz kılınan yerler mescit değildir ve doğru bir adlandırılma ile cami denmektedir. Bugün dünyada bizim bildiğimiz Allah’ın mescitleri Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa’dır. Camiler mescit değildir. Camide namaz kıldıran hiçbir yönetimsel yetkisi olmayan bir memurdur. Maalesef kiliseler gibi yalnızca ritüellerin yapıldığı ve hayattan koparılmış yerlerdir. Orada yönetimsel kararlar alınmıyorsa orası mescit değildir. Cin suresinin bu ayetinde “mescitlerin Allah için olması” diyor, bütün mescitler Allah içindir (كُلُّ مَسْجِدٍ لِلَّهِ) demiyor. Bu nedenle Allah’ın mescitleri vardır ve amacı Allah’ın emirlerini uygulamak ve yasaklarından uzak durmak olmayan mescitler vardır.
Bu surenin başında “bana vahyediliyor de” (قُلْ أُوحِيَ إِلَيَّ) denildi ve arkasından sürekli birbirine atfedilen mastarlar geldi. Burada da “mescitlerin Allah için olması” mastarı geldi. Cümle “mescitlerin Allah için olması bana vahyediliyor” şeklindedir. Mescitler başka amaç için değil Allah için olmalıdır. Allah’ın kurallarına uymayı sağlamak için yönetimsel uygulamaların yapıldığı yerlerdir. Bunu sağlayın demektir. Allah için olmayan mescitleriniz olmasın demektir.
Peygamber döneminde Mekke’de yapılan mescit zarar verme mescididir. Bir yönetimsel bölgede bir mescit olur. İkinci mescit ikinci yönetim yeridir ve ayette ifade edildiği gibi sadece ayrılık çıkarır. İmam önder demektir, namaz kıldırma memuru anlamına getirilmesi de bir faciadan ibarettir. İmam demek onun emirlerine uyulan önder demektir. Kendi yönetim biriminin, Adil Düzende bucağının başkanıdır. O bucakta tek mescit olur. Yönetimsel kararları orada alır. Şura da onunla beraber o mescittedir. Danışmanlık yaparlar ve karar verdiğinde başkanın emrine uyarlar. Bir gün Allah gerçek mescitler kılacak ve sadece ritüelleri uygulayan cami kültürünü ortadan kaldıracak. Bu da zır-cahiliye döneminin bitmesiyle olacak. Kuran rehber haline gelecek ve yeniden Allah’ın dininin güneşi tüm yeryüzünü aydınlatacak. İnsanlar ne kadar saçma işler yapıyormuşuz diyecek. Ömürlerimizi boş işlerin peşinde boş yere harcamışız diyecekler.
فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا
Allah’la beraber kimseyi çağırmayın.
Nehiy fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı |
Sahibul hâl | Hâl |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
أَحَدًا | اللَّهِ | مَعَ | و | تَدْعُوا | لَا | فَ |
فَ: İsti’nafiyye edatıdır. Buna Fâ-u isti’nâfiye (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) denir. Cümle başında bulunur. Kendisinden önce inşa cümlesi (emir, nehiy, istifhâm), sonrasında haber cümlesi olursa veya öncesinde haber cümlesi sonrasında inşa cümlesi olursa bu durumlarda atıf harfi olamayan bu harf isti’nâfiye edatı olur. Burada haber cümlesini inşa cümlesi takip etmiştir. Kendisinden sonraki cümle yeni cümle olacağından bu edata isti’nâfiye (başlangıç) edatı denir. İsim cümlesi fiil cümlesine (tersi de geçerli) anlamsal yakınlık olursa atfolunabilir. Anlamsal yakınlık yoksa aradaki fâ isti’nâfiye edatıdır. Fiil cümleleri arasında zaman yönünden uyum olmasına rağmen manasal olarak takip ve tertip ifade etmiyorsa bu durumda da isti’nâfiye edatıdır.
Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır.
Bu irtibata göre fâ-u isti’nâfiye şu şekilde sınıflandırılır:
- Fâ-u ta’liliyye (الفَاءُ التَّعْلِيلِيَّةُ): Öncesi ile sonrasında sebep sonuç ilişkisi vardır. Öncesi sonrasının sebebidir. Türkçeye çevrilirken “bundan dolayı”, “bu sebeple” şeklinde çevrilmelidir.
- Fâ-u tafsiliyye (الفَاءُ التَّفْصِيِلِيَّةُ أَوِ التَّفْسِيرِيَّةُ): Öncesindeki cümle kapalı, tam olarak anlaşılmayan bir cümledir (Mücmel bir ifade). Sonrasındaki cümle ise mücmeli açıklayan, kapalılığı gideren bir cümledir (Mufassal bir ifade).
- Netice Fâsı (فَاءُ النَّتِيجَةِ): Önceki cümle/cümleler açıklanmış cümle/cümlelerdir. Sonraki cümle ise bu açıklanmış cümle/cümlelerin sonucunu gösteren, bir nevi özetleyen cümledir. Fâ-u tafsiliyyenin tersidir. “Sonuç olarak”, “neticede” şeklinde Türkçeye çevrilir.
- İrtibat Fâsı (فَاءُ الْاِرْتِبَاطِ): Öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında zamansal ya da sebepsel ilişki yoktur ama aralarında bağlantı vardır. Cümleler arasındaki fâ tertip ve takip için değil, sebep için değil, tafsil için değil, neticelendirme için değilse ve cümleler arasında konu bağlantısı olduğu zaman gelen fâ irtibât fâsıdır.
Buradaki fâ irtibat fâsıdır. Dua/davet ile mescitler arasında Allah’ın indinde olmaları bakımından bağlantı vardır.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
تَدْعُوا: “Çağırırsınız” demektir. دعو kökünden birinci bâbdan ikinci şahıs eril çoğul meczum muzari malum fiildir. Fâili siz anlamında cem vâvıdır (تَدْعُوا).
Bu bâbdan üç mastar vardır. Üçü de aynı fiille ifade edilir.
- دَعْوَة
- دُعَاء
- دَعْوَى
Bu mastarların üçü de çağırmak anlamındadır. Aradaki fark kalıplarından gelir. Mastarların anlamları kalıplarına bağlı olarak değişir.
دَعْوَة: “Çağırma, çağırış” demektir. فَعْلَةٌ kalıbından gelmektedir. Bu kalıp mastar-ı bina-i merre kalıbıdır. Fiilin bir kere işlendiğini gösterir. İkili ve çoğulu olabilen mastarlar bu şekilde gelir. İki kere işlendiyse دَعْوَتَانِ, üç veya daha fazla işlendiyse دَعْوَات şeklinde gelir.
دُعَاء: “Çağırmak” demektir. فُعَالٌ kalıbından gelmektedir. Mazisi فَعَلَ vezninde olup vücutta meydana gelen bir semptoma, duruma veya vücuttan çıkan bir sese delalet eden fiillerin mastarı فُعَالٌ veya فَعِيلٌ kalıplarından gelir. دُعَاء da دعو kökünden birinci bâbdan mastardır. Birinci bâbdan olduğu için mazisi فَعَلَ veznindedir ve ses ifade eder. Bu nedenle فُعَالٌ vezninden gelmiştir. İkinci ve üçüncü harf arasındaki elif çağırmadaki uzamayı ve mübalağayı ifade eder. Uzun süreli veya tekrarlar içeren çağırma duadır.
دَعْوَى: “Ortak çağrı” demektir. فَعْلَى kalıbından gelmektedir. Sonundaki elif-i maksure fiilin belirli bir zamana delalet etmeden özel bir şekilde işlenmesini, işlenişin bir sürenin sonunda gerçekleştiğini ve şiddetini ifade eder. Hem zaman olarak hem de fiilin işlenişi olarak mübalağa ifade eder. Pek çok kişinin aynı çağrıyı yapması davadır. Bir sürecin sonunda meydana gelen ortak çağrı, ortak görüş anlamına gelir. Günümüzde de “davamız …” şeklinde kullanılmaktadır.
Burada Allah’a yapılan bir çağrı vardır. Bu nedenle buradaki mastar davet veya dua anlamındadır.
لَا تَدْعُوا: “Çağırmayın” demektir.
مَعَ: “Beraber” demektir. Zarftır. Muzaf olarak kullanılır. Muzafun ileyhi olan kelimeyle beraberlik ifade eder.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
مَعَ اللَّهِ: “Allah’la beraber” demektir.
أَحَدًا: “Bir, birisi” demektir. وحد kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan حِدَةٌ mastarı “bir olmak” manasındadır. Bu mastar manasından أَحَدٌ “bir” anlamında isimdir. Ancak isim tamlamasında kullanıldığı zaman “bir” manasında iken tamlama olmadan kullanıldığında “birisi” anlamındadır. Yanında kimse olmayan, yalnız başına olan kimse anlamındadır. Erildir. Dişil karşılığı إِحْدَى dır.
İbdal olmuş, vâv harfi hemzeye dönüşmüştür.
مَعَ اللَّهِ أَحَدًا: “Allah’la beraber birisi” demektir.
لَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا: “Allah’la beraber kimseyi çağırmayın” demektir. Buradan yalnızca Allah’ı çağırın anlamını çıkarabilir miyiz? Onun için cümlenin لَا تَدْعُوا إِلَّا اللَّهَ (Allah’tan başkasını çağırmayın) şeklinde gelmesi gerekirdi. Burada gelmediği gibi Kuran’da hiçbir yerde bu şekilde bir geçiş yoktur.
وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ
Allah’la beraber başka bir ilahı çağırma. (Kasas 88)
وَمَنْ يَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِهِ فَإِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّهِ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ
Kim Allah’la beraber ona ait bir burhanı olmayan başka bir ilahı çağırırsa onun hesabı yalnızca rabbinin indindedir. Kesinlikle O kâfirleri iflah etmez. (Müminun 117)
وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ
Allah’la beraber başka bir ilahı çağırmayanlar ve Allah’ın haram ettiği nefsi haklı olma dışında öldürmeyenler ve zina etmeyenler … (Furkan 68)
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ
Azaba uğrayanlardan olacak olman sebebiyle Allah’la beraber başka bir ilah çağırma. (Şuara 213)
Bu dört ayette de مَعَ اللَّهِ (Allah’la beraber) çağırmama ifadesi vardır.
قُلْ إِنِّي نُهِيتُ أَنْ أَعْبُدَ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ قُلْ لَا أَتَّبِعُ أَهْوَاءَكُمْ قَدْ ضَلَلْتُ إِذًا وَمَا أَنَا مِنَ الْمُهْتَدِينَ
“Kesinlikle ben Allah’ın dûnundan çağırdıklarınıza ibadet etmekten nehyedildim” de. “Sizin hevalarınıza uymam, o zaman dalalette olmuş olurum ve ihtida edenlerden olmam” de. (Enam 56)
وَلَا تَسُبُّوا الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ فَيَسُبُّوا اللَّهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍ
Allah’a ilimsizce düşman olarak sövecek olmaları sebebiyle Allah’ın dûnundan çağırdıklarına sövmeyin. (Enam 108)
Bu ayetlerde Allah’ın dûnundan çağırılanlar insanlardır veya şuurlu varlıklardır. الَّذِينَ ile gelmiştir.
حَتَّى إِذَا جَاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْ قَالُوا أَيْنَمَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُوا كَافِرِينَ
Nihayet onlara onları vefat ettirir halde elçilerimiz geldiğinde “Allah’ın dûnundan çağırdıklarınız nerede?” dediler. “Bizden kayboldular” dediler ve kendilerine kâfirler olduklarına şahit oldular. (Araf 37)
Bu ayette de Allah’ın dûnundan çağrılanlar şuurlu varlıklardır. Eril çoğul zamir dönmüştür.
إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ عِبَادٌ أَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَجِيبُوا لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
Kesinlikle Allah’ın dûnundan çağırdıklarınız sizin misliniz kullardır. Öyleyse onları çağırın da size icabet etsinler eğer doğrular iseniz. (Araf 194)
Bu ayette de Allah’ın dûnundan çağırılanlar kullardır. Şuursuz varlıklar değildir.
وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَ فَإِنْ فَعَلْتَ فَإِنَّكَ إِذًا مِنَ الظَّالِمِينَ
Allah’ın dûnundan sana ne fayda edecek ne de zarar verecek olanı çağırma. Eğer yaparsan kesinlikle sen o zaman zalimlerden olursun. (Yunus 106)
يَدْعُو مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْفَعُهُ ذَلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ
Allah’ın dûnundan ona ne zarar verebilen ne de fayda edebilen şeyi çağırıyor. O uzak bir dalaldır. (Hac 12)
Bu ayetlerde Allah’ın dûnundan çağrılanlar şuursuz varlıklardır. Putlar olabilir. مَا umumi ism-i mevsulü ile gelmiştir.
وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ (20) أَمْوَاتٌ غَيْرُ أَحْيَاءٍ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ (21)
Allah’ın dûnundan çağırdıkları kendileri yaratıldıkları halde bir şey yaratamayan, diriler olmayan ölülerdir ve ne zaman baas edileceklerinin şuurunda değillerdir. (Nahl 20-21)
Bu ayetlerde Allah’ın dûnundan çağrılanlar ölülerdir. Ölülerden taleplerde bulunuluyordur.
يَاأَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُ إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ
Ey insanlar bir örnek verildi o halde ona kulak verin. Kesinlikle Allah’ın dûnundan çağırdıklarınız, asla bir sinek yaratamayacaklar onun için toplansalar bile. (Hac 73)
Burada da çağırılanlar organize topluluklar veya şuurlu varlıklardır. O kadar gözlerde büyütülmüşlerdir ki Allah’ın yarattıklarının benzerini yapabileceklerine insanları inandırmışlardır. Bu ayet onlara da meydan okumaktadır. Sinek bile yaratamazlar denmektedir. Tüm insanlar bir araya gelse Allah’ın yarattığı en küçük bir varlığın benzerini bile yapamayacaktır.
قُلْ أَرَأَيْتُمْ شُرَكَاءَكُمُ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ
“Allah’ın dûnundan çağırdığınız şeriklerinizi gördünüz mü?” de. (Fatır 40)
Bu ayette çağrılanlar şeriklerdir. Allah’ın izim vermediği şeriatı koyanlardır. Allah’ın kurallarına aykırı kural koyanlardır.
Bu ayetlerde ve Kuran’da başka ayetlerde çağırmama ifadesi Allah’ın dûnu diye gelmektedir.
Allah’ın dûnu demek “O’nun ve O’nun indinin gayrısı” demektir.

Birisinin dûnunda demek hem onun dışında olan hem de onun etki veya etkileşim alanının dışında olan demektir.
Bu durumda Allah’ın indinden olanı çağırabilir miyiz? Evet çağırabiliriz. Allah’ın indinde olanlardan taleplerde bulunabiliriz. Müminlerden, mümin topluluklardan yardım isteyebiliriz, onlardan destek alabiliriz.
قُلْ أَرَأَيْتَكُمْ إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُ اللَّهِ أَوْ أَتَتْكُمُ السَّاعَةُ أَغَيْرَ اللَّهِ تَدْعُونَ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
“Sizi gördün mü, eğer size Allah’ın azabı gelse veya saat gelse Allah’ın gayrısını mı çağıracaksınız eğer doğrular iseniz” de. (Enam 40)
Sadece Allah’ın azabı veya saat geldiğinde artık Allah’ın indinde olanı da çağıramayacağız, sadece Allah’ı çağıracağız.
Allah’la beraber birini çağırmayacağız. Allah’ı çağırabiliriz, O’nun indinde olan birini de çağırabiliriz ama ikisini beraber çağıramayız. Çünkü Allah’ı çağırmamız O’nu indinde olanın yapamayacağı şeyler içindir. Birisinin yüzü suyu hürmetine diye Allah’a yapılan dualar bu ayete aykırıdır. Ölü birisinden bir şey beklemek Kuran’ın dua ayetlerine aykırıdır.
Allah’ın dûnunda olanı hiçbir zaman çağırmayacağız. Onlardan değil Allah’tan ya da Allah’ın indinde olandan talepte bulunacağız.
Teşvikiye, Yalova
06 Aralık 2025
M. Lütfi Hocaoğlu