LOKMAN SÛRESİ - 13. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ (18)
Ve insanlar için yanağını eğme ve yerde coşkulu bir yürüme ile yürüme. Kesinlikle Allah her kendini bir şey zanneden övünücüyü sevmez. (18)
وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ
Ve insanlar için yanağını eğme.
Nehiy fiil cümlesi | Atıf harfi |
Mefûlün bih GS | Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı |
Mecrur | Cârr | Muzâfun ileyh | Muzâf |
النَّاسِ | لِ | كَ | خَدَّ | أَنْتَ | تُصَعِّرْ | لَا | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ cümlesini bir önceki ayetteki اصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ cümlesine atfetmektedir.
لَا: Olumsuzluk edatıdır. Burada olduğu gibi meczum muzari fiilin (تُصَعِّرْ) önüne gelince nehiy fiil için olumsuzluk edatı olur. “-me, -ma” anlamına gelir.
تُصَعِّرْ: “Eğersin” demektir. صعر kökünden tef’îl bâbından ikinci şahıs eril tekil meczum muzari fiildir. İkinci bâbdan صَعِرَ - يَصْعَرُ şeklinde “yana ve yukarıya doğru eğilmek” anlamındadır. İkinci bâb tef’îl bâbına teksir ve mübalağa etkisi ile gelerek yana ve yukarı doğru eğilmenin çok sık olarak yapıldığını ifade eder. Bu fiil yanakta veya yüzde bir eğrilik veya bozulma olduğunu, boyunda eğrilik veya bozulma olduğunu belirtir. Yanak kelimesi ile beraber kullanıldığında kibirden dolayı yüzün bir yana dönmesi durumunu ifade eder. Deve için kullanıldığında, boynunu bükmesine ve eğmesine neden olan bir hastalığı ifade eder.
فِى عُنُقِهِ وَخَدِّهِ صَعَرٌ
Boynunda ve yanağında bir eğrilik var. (Lexicon)
لَأُقِيمَنَّ صَعَرَكَ
Eğriliğini düzelteceğim. (Lexicon)
أَصَابَ البَعِيرَ صَعَرٌ
Deveye eğrilik isabet etti. (Lexicon)
لَا تُصَعِّرْ: “Eğme” demektir. Nehiy fiildir.
خَدَّ: “Yanak” demektir. خدد kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan mastar olarak yere dik kenarları olan dikdörtgen şeklinde uzunlamasına derin çukur kazmak manasındadır. Bu mastar manasından أُخْدُود kazılan manasında “hendek” anlamında isimdir. خَدّ ise ıstılahi olarak ağız çukurunun kenarı olarak “yanak” anlamında isimdir.
كَ: “Sen” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Lokman’ın oğludur.
خَدَّكَ: “Yanağın” demektir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
النَّاسِ: “İnsanlar” demektir.
لِلنَّاسِ: “İnsanlar için” demektir.
لَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ: “İnsanlar için yanağını eğme” demektir.
يُصَعِّر خده للناس: يميل به نحو الجانب والأعلى بمواجهة الناس وذلك بشكل متكرر ومبالغ فيه، وهو كناية عن التكبر وازدراء الآخرين
İnsanların karşısında yanağını yana ve yukarı eğer ve bu tekrar tekrar ve abartılı bir şekildedir ve o kibirlenme ve diğerlerini küçümsemeden kinayedir. (Kitabuallah)
Burada لِلنَّاسِ (insanlar için) kaydı getirilmiştir. Bu da kişinin yanağını yukarı ve yana doğru tekrarlayan ve abartılı bir şekilde eğmesinin tik gibi bir hastalık olmadığını kendi isteği ve iradesi ile diğerlerini küçük görmek ve kibirlenmeyi ifade eden bir hareket olduğunu ifade etmek için getirilmiştir.
Küçümseme hareketi tek yanağın yukarı ve yana eğilmesi ile olur. Bu nedenle ayette لَا تُصَعِّرْ خَدَّاكَ (iki yanağını eğme) denmemiş لَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ (yanağını eğme) denilmiştir.
Tef’îl bâbıyla gelmesinin sebebi de insanların bilinç dışı olarak nadiren bu hareketi kaşınma veya başka bir sebeple yapabilecek olmasından dolayıdır. Eğer ona لَا تَصْعِرْ خَدَّكَ denseydi bir kere bile yanağını bu şekilde hareket ettiremezdi. Tef’îl bâbıyla gelince bunun tekrarlanan şekilde olduğunu لِلنَّاسِ ile gelince de bunun tik gibi bir hastalık olmadığını, diğer insanları küçümseme amacıyla yapıldığını ifade etmektedir.
Lokman oğluna insanları küçümsememesini öğütlemekte, bunu da küçümseme hareketi olan yanağını eğme hareketini yapmamasını söyleyerek yapmaktadır.
وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا
Ve yerde coşkulu bir yürüme ile yürüme.
Nehiy fiil cümlesi | Atıf harfi |
Fâil Hâl | Mefûlun fih | Fâil Sahibul hâl | Fiil | Olumsuzluk edatı |
Mecrur | Cârr |
مَرَحًا | الْأَرْضِ | فِي | أَنْتَ | تَمْشِ | لَا | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ cümlesine لَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا cümlesini atfetmektedir.
لَا: Olumsuzluk edatıdır. Meczum muzari fiilin (تَمْشِ) önüne gelerek nehiy fiil için olumsuzluk edatı olmuştur.
تَمْشِ: “Yürürsün” demektir. مشي kökünden ikinci bâbdan ikinci şahıs eril tekil meczum muzari fiildir.
لَا تَمْشِ: “Yürüme” demektir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
الْأَرْضِ: “Yer” demektir. ءرض kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan أَرَض mastarı bir mekânın bereketli, verimli olması, hayrının çok olması ve yerleşme ve ikamet için uygun olması manasındadır. Bu mastar manasından yerleşme için uygun olan manasında أَرْض “yer” anlamındadır.
فِي الْأَرْضِ: “Yerde” demektir.
مَرَحًا: “Coşmak” demektir. Gösteriş, övünme, sevinme, kibir ile birlikte bir coşku halinde olmak manasındadır. مرح kökünden dördüncü bâbdan mastardır.
لَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا: “Yerde coşkulu bir yürüme ile yürüme” demektir.
Burada mastar olan مَرَحًا in cümledeki görevi anlamı değiştirmektedir. Cümlede üç görevde de olması uygundur. Bunlar:
- لَا تَمْشِ (yürüme) nin fâili olan أَنْتَ nin hâlidir. Bu durumda anlam “Yerde coşkulu halde yürüme” şeklindedir. Yürüyen coşkuludur. Hâl olmaya daha uygun olan kelime مَارِحًا dir. Bu nedenle bu anlamı ikincil anlam olarak tercih ediyoruz.
- Nâib-i mef’ûlü mutlaktır. Bu durumda hazf edilmiş مَشْيًا mastarının sıfatıdır. لَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَشْيًا مَرَحًا şeklindedir. Bu durumda anlam “Yerde coşkulu bir yürüme ile yürüme” şeklindedir. Yürüme coşku ifade etmektedir.
- Mef’ûlün lieclihtir. Bu durumda fiilin işleniş sebebi coşkudur. Bu durumda anlam “Yerde coşkulu olmak için yürüme” şeklindedir. Yürümenin amacı coşkudur.
Burada sorulması gereken diğer bir soru “yerde” ifadesinin niçin cümlede geçtiğidir. لَا تَمْشِ مَرَحًا (coşkulu halde yürüme) şeklinde gelseydi de zaten yürüme yerde olacağından aynı şeyi anlayacaktık. Bu nedenle burada فِي الْأَرْضِ (yerde) ibaresi önemli bir durumu göstermektedir. Buradaki arz insanların yaşadığı yerdir.
وَكَذَلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ
Böylece Yusuf’u arzda imkânlandırdık. (Yusuf 21, Yusuf 56)
قَالَ اجْعَلْنِي عَلَى خَزَائِنِ الْأَرْضِ
“Yerin hazineleri üzerine beni kıl” dedi. (Yusuf 55)
قَالُوا تَاللَّهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْأَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِقِينَ
“Allah’a yemin olsun, yerde fesat çıkarmaya gelmediğimizi ve hırsızlar olmadığımızı bildiniz” dediler. (Yusuf 73)
Yusuf suresinde de arz kelimesi bu anlamda kullanılmıştır. Mısır ülkesini ifade etmektedir. Bu nedenle Lokman oğluna “yerde” kaydıyla coşkulu yürümeyi nehyetmektedir. İnsanların olmadığı yerde yürüyebilir ama yerleşim bölgelerinde, insanların göreceği yerlerde bu şekilde yürümesini istememektedir.
إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
Kesinlikle Allah her kendini bir şey zanneden övünücüyü sevmez.
Mensuh isim cümlesi |
Haberi Fiil cümlesi | İsmi | İnne |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
Sıfat | Mevsûf |
فَخُورٍ | مُخْتَالٍ | كُلَّ | هُوَ | يُحِبُّ | لَا | اللَّهَ | إِنَّ |
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir.
اللَّهَ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يُحِبُّ: “Sever” demektir. حبب kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. Bir kimseyi, bir şeyi, bir fiili sevmek manasındadır. Fâili müstetir هُوَ dir. Allah’a racidir.
لَا يُحِبُّ: “Sevmez” demektir.
كُلَّ: “Her” demektir. Mutlaka izafetle gelir ve her zaman muzaf olur. Muzafun ileyhi nekre gelirse muzafun ileyhinden olan her şeyi kapsar, marife gelirse muzafun ileyhinin tamamı anlamına gelir. كُلُّ كِتَابٍ derseniz “her kitap” anlamına gelir. كُلُّ الْكِتَابِ derseniz “kitabın tamamı” anlamına gelir. كُلُّ nün muzafun ileyhi hazf edilirse yani cümlede söylenmezse كُلٌّ, كُلًّا, كُلٍّ şeklinde tenvinle gelir. Böyle tenvinlere ivaz tenvini denir. Bu tenvinin yerine hazf edilen kelimenin takdir edilmesi gerekir.
مُخْتَالٍ: “Kendini bir şey zanneden” demektir. Dördüncü bâbdan (خَالَ – يَخَالُ) “bir şeyi uygun olmadığı halde kendi arzu ve eğilimlerine uygun bir şey zannetmek” demektir. İfti’âl bâbına gelince mutavaat etkisiyle (اخْتَالَ – يَخْتَالُ) “kendisi hakkında gerçek olmayan hayali bir görüntü oluşturmak ve bununla kibir ve zevkini tatmin etmek” demektir. Bu bâbdan ism-i fâil olduğunda (مُخْتَالٍ) “kendi zevkini ve gururunu tatmin etmek için kendisini özel bir kişi olarak hayal eden” anlamına gelmektedir. Aslında Türkçeye “kendini bir şey zanneden kimse” diye çevirmek daha uygundur.
فَخُورٍ: “Övünücü” demektir. فخر kökünden üçüncü bâbdan sıfat-ı müşebbehedir. Bir cismin muhtevasının değil de içindeki boşlukların artması nedeniyle hacminin artmasıdır. Bu manadan dolayı içi boş olduğu halde kendini büyütmek manasından övünmek anlamına gelmiştir.
مُخْتَالٍ فَخُورٍ: “Kendini bir şey zanneden övünücü” demektir. مُخْتَالٍ Kuran’da her zaman فَخُورٍ ile beraber gelir.
إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالًا فَخُورًا
Kesinlikle Allah kendini bir şey zanneden övünücü kimseyi sevmez. (Nisa 36)
وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
Allah her kendini bir şey zanneden övünücüyü sevmez. (Hadid 23)
İkisi bir arada bir anlam ifade eder. Kişinin içi boştur ama dışarıya dolu gibi görünür, daha da ilginci kendisini öyle zanneder. Kendini çok akıllı, bilge zanneder. Hele bir de parası varsa yanına yanaşılamaz. Hele bir de vesen içinde ön saflardaysa yakınından bile geçilmez. Sürekli kendisinden bahseder, kendisini yükseklerde görür. Kuran’a iman ettiğini de söyleyebilir ama siz Kuran’dan bir delil getirdiğinizde yanağını yukarı dışa bükerek sizi küçümser. En kötüsü ise bu tip insanların özellikle çoğunluk demokrasisinde zirvelere çok daha rahat çıkabilmeleridir. Çünkü sistem ona uygundur. İnsanların çoğunluğu böyle insanları değerli görür, ilim adamlarını değersiz görür. Bu insanlar kendilerini bir şey sandıkları için her sorunu çözeceklerine de inanırlar ve bunun garantisini de verirler. İnsanların çoğunluğu da gerçeğe değil vaatlere inandıkları için çoğunluk demokrasisi içinde hızla yükselirler. Çoğunluk demokrasisinde yükselmeye çalışan ama bir türlü yükselemeyen insanlar böyle olmadıkları için yükselemezler ve boş yere çırpınıp dururlar. مُخْتَالٍ فَخُورٍ lardan onlara sıra gelmesi çok zordur. Onların çalışmalarını projelerini bile مُخْتَالٍ فَخُورٍ lar kendilerine mal eder, slogan olarak kullanır, içeriğini uygulamayı düşünmezler bile.
كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ: “Her kendini bir şey zanneden övünücü” demektir.
لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ: “Her kendini bir şey zanneden övünücüyü sevmez” demektir.
إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ: “Kesinlikle Allah her kendini bir şey zanneden övünücüyü sevmez” demektir.
Bu son cümle önceki iki cümleyi özetlemektedir. Kendini bir şey zanneden övünücüler yanak bükme ve yürüyüşleri ile kendilerini belli ederler. Genellikle yalnız yürümezler. Kalabalığı ve gösterişi severler. Yürürken coşku vardır hatta coşku seli bile olabilir. Her iyiliği kendilerine mal ederler. Kendi sözlerinin yanlış olduğunu söyleyenlere yanağını hafifçe yana bükerek cevap verirler veya cevap vermeye tenezzül bile etmezler. En sevdikleri yerler vesenlerdir. Vesenler içinde yükselirler. İçleri boştur. Hiçbir şeyi doğru bilmezler ama bildiklerini zannederler. Allah bu kimseleri sevmez. Kuran’da bunu üç ayrı ayette söylemektedir. Allah bunları sevmez. Allah yürüyüşünde orta yollu olanı sever, Allah bilen ama bildiğiyle övünmeyeni sever. Allah kibirlenmeyeni sever. Allah bütün nimetleri, ilmini, zenginliğini, başarısını Allah’ın kendisine verdiğini bileni sever. Allah her yerde alkışlanan içi boş kütükleri sevmez.
Teşvikiye, Yalova
22 Haziran 2024
M. Lütfi Hocaoğlu