CİN SÛRESİ - 12. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَأَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدَى آمَنَّا بِهِ فَمَنْ يُؤْمِنْ بِرَبِّهِ فَلَا يَخَافُ بَخْسًا وَلَا رَهَقًا (13)
Ve kesinlikle hüdâyı işitince ona iman etmemiz … Kim rabbine iman ederse ne eksiltmeden ne de bulaşmadan korkar. (13)
وَأَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدَى آمَنَّا بِهِ
Ve kesinlikle hüdâyı işitince ona iman etmemiz …
Ma'tûf | Atıf harfi |
Haberi Fiil cümlesi | İsmi | Enne |
Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil | Mefûlun fih |
Mecrur | Cârr | Muzâfun ileyh Fiil cümlesi | Muzâf |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
هُ | بِ | نَا | آمَنَّا | الْهُدَى | نَا | سَمِعْنَا | لَمَّا | نَا | أَنَّ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Önceki ayetteki أَنَّا ظَنَنَّا أَنْ لَنْ نُعْجِزَ اللَّهَ فِي الْأَرْضِ وَلَنْ نُعْجِزَهُ هَرَبًا mastarına أَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدَى آمَنَّا بِهِ mastarını atfetmektedir.
أَنَّا: “Kesinlikle biz” demektir. Aslı أَنَّنَا dır. Huruf-u müşebbehe bi-l fiilden olan أَنَّ ile “biz” anlamındaki zamir birleşince أَنَّنَا olmuş ve sonra okuma kolaylığından dolayı أَنَّا şeklinde kısaltılmıştır.
أَنَّ + نَا أَنَّنَا أَنَّا
أَنَّ harfi إِنَّ gibi te’kîd bildirir. Farkı أَنَّ nin mastar olmasıdır.
لَمَّا: “-ınca” demektir. Geçmiş zaman zarfıdır. لَمَّا dört şekilde kullanılır:
- Zarf olur: Kendisinden sonra mazi fiil gelir ve geçmiş zaman zarfıdır. Fiilin gerçekleştiği zamanı ifade eder yani mef’ûlün fihtir.
- Şart edatı olur: Şart cümlesi mazi fiil cümlesidir. Cevap cümlesi diğer şart edatlarında olduğu gibidir. Ancak cevap cümlesinin başında cevap edatı olarak yalnızca fâ-u cevabiyye değil, müfacee edatı olan إِذَا da olabilir veya kâne cümlesidir. Geçmiş zamanda şartı ifade eder.
- Nefy (olumsuzluk) edatı olur: Bir muzâri fiili cezm eder, anlamını mâziye çevirir. Yakın geçmiş zamanda olumsuzluğu ifade eder. Ancak burada farklı olan durum hükmün her an gerçekleşebilecek olması ama sözün söylendiği ana kadar gerçekleşmemiş olmasıdır. Bu nedenle Türkçeye çevrilirken “henüz olmadı” şeklinde çevrilir.
- İstisna edatı olur: إِنْ olumsuzluk edatıyla başlayan cümlede istisna edatı olarak gelir.
Burada geçmiş zaman zarfıdır. Kendisinden sonra mazi fiil cümlesi gelmiştir.
سَمِعْنَا: “İşittik” demektir. سمع kökünden dördüncü bâbdan birinci çoğul şahıs mazi malum fiildir.
الْهُدَى: “Rehberlik, doğru yol, hüdâ” demektir. هدي kökünden ikinci bâbdan فُعَلًا kalıbından mastar ve ism-i mef’ûl manasında câmid isimdir. Birisini bir hedefe yöneltip o hedefe varması için rehberlik etmektir. Bir mesele veya konu hakkında hüküm vermede, birden fazla muhtemel seçenek arasından hem fiili hem de düşünsel olarak doğru veya en doğru yolu yahut yöntemi gösterip açıklamaktır. هدي bir hedefe yönelip bir sonuç elde etmektir.
سَمِعْنَا الْهُدَى: “Hüdâyı işittik” demektir.
لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدَى: “Hüdâyı işittiğimizde” demektir.
آمَنَّا: “İman ettik, güvendik” demektir. ءمن kökünden if’âl bâbından birinci çoğul şahıs mazi malum fiildir.
بِ: “-e” demektir. Harf-i cerdir. İman fiilinden sonra bu harf-i cer gelir ve bu harf-i cerden sonrasında gelen kelime kendisine güvenilendir.
هِ: “O” demektir. Üçüncü şahıs eril tekil mecrur muttasıl zamirdir. الْهُدَى ya racidir.
بِهِ: “Ona” demektir.
لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدَى آمَنَّا بِهِ: “Hüdâyı işitince ona iman ettik” demektir.
أَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدَى آمَنَّا بِهِ: “Kesinlikle hüdâyı işitince ona iman etmemiz” demektir. Bu görevli cinler kuran dinlemişler ve onun hüdâ olduğunu da anlamış ve hemen iman etmişlerdir.
ذَلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
O kitap, içinde hiçbir bulanıklık yoktur, muttakiler için bir hüdâdır. (Bakara 2)
Bu ayet Kuran’ın hemen başındaki ayetlerdendir. Kuran’ın bir hüdâ olduğunu, bir rehber olduğunu ifade etmiştir. Buradan Kuran’ın herkes için değil muttakiler için hüdâ olduğunu anlıyoruz. Kuran’ı rehber edinene Kuran hüdâdır.
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْهُدَى وَأَوْرَثْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ الْكِتَابَ (53) هُدًى وَذِكْرَى لِأُولِي الْأَلْبَابِ (54)
Musa’ya hüdâyı verdik ve İsrail Oğullarını akıl sahipleri için bir hüdâ ve zikrâ olan kitaba varis kıldık. (Mümin 53-54)
Burada Musa’ya hüdâ verilmiştir. Hüdânın kaynağının da İsrail Oğullarına verilen kitap olduğu ifade edilmiştir.
أُولَئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدَى فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَدِينَ
Onlar hüdâya karşılık dalaleti satın alıp da ticaretleri boşa giden ve ihtida edenler olmayanlardır. (Bakara 16)
Hüdânın zıttı olarak dalalet bu ayette ifade edilmiştir.
إِنَّ هُدَى اللَّهِ هُوَ الْهُدَى
Kesinlikle Allah’ın hüdâsı, o hüdâdır. (Bakara 120, Enam 71)
قُلْ إِنَّ الْهُدَى هُدَى اللَّهِ
“Kesinlikle hüdâ, Allah’ın hüdâsıdır” de. (Ali İmran 73)
Burada hüdâ الْهُدَى şeklinde harf-i tarifle gelmiştir. Burada hem cins hem de istiğrak olarak kabul edersek tüm hüdâlar, tüm doğru hedefe rehberlik edenler Allah’ındır.
أَيُشْرِكُونَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ (191) وَلَا يَسْتَطِيعُونَ لَهُمْ نَصْرًا وَلَا أَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ (192) وَإِنْ تَدْعُوهُمْ إِلَى الْهُدَى لَا يَتَّبِعُوكُمْ سَوَاءٌ عَلَيْكُمْ أَدَعَوْتُمُوهُمْ أَمْ أَنْتُمْ صَامِتُونَ (193)
Bir şey yaratmayıp da kendileri yaratılıp da ne onlara yardım etmeye güçleri yetecek ne de kendilerine yardım edecek olanları ortak mı ediyorlar? Eğer onları hüdâya çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırmanız da sizin susanlar olmanız da sizin için eşittir. (Araf 191-193)
Müşriklerin hüdâya çağrıldıklarında uymayacakları ve çağırsak da çağırmasak da bize eşit olacağı ifade edilmiştir. Onlarda hiçbir şey değişmeyecektir. Birilerini şerik yapacaklar ve onlar da Allah’ın kurallarına aykırı kuralları koymaya devam edeceklerdir. Biz onlara bu şirk sistemi içinde devam etmeyin, Allah’ın düzenine gelin dediğimizde işe yaramayacaktır. Bu mücerrebdir.
وَإِنْ تَدْعُوهُمْ إِلَى الْهُدَى لَا يَسْمَعُوا وَتَرَاهُمْ يَنْظُرُونَ إِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ
Onları hüdâya çağırırsanız işitmezler ve onları görmeyerek sana bakar halde görürsün. (Araf 198)
Hüdâya çağırın durun. Allah’ın kitabı rehberdir deyin, çözümler ondadır deyin durun. Onlar sizi duyarlar ama dinlemezler. Size boş boş bakarlar. Şu adam sussa ve gitse de algılar yaratıp kitleleri etkileyip de çoğunluğu ve gücü ele geçirme çalışmalarımızla ilgilensek derler. Sizin yüzünüze bakarlarken akıllarından başka şeyler geçtiği için aslında sizi görmüyorlar ve duymuyorlardır.
وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَنْ يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَى إِلَّا أَنْ قَالُوا أَبَعَثَ اللَّهُ بَشَرًا رَسُولًا
Onlara hüdâ geldiği zaman insanların iman etmesine engel olan yalnızca “Allah elçi bir beşer mi gönderdi” demeleridir. (İsra 94)
Burada hakiki değil izafi kasr vardır. Mecazi ya da gayri hakiki kasr da denir. Bu tür kasrda maksurun aleyhe kendi dışındaki varlıklara değil de sadece tek bir şeye nispetle herhangi bir vasfın tahsis edilmesi durumu vardır. Burada da ölümlü elçi ölümsüzlere nispet edilmiştir. Ölümsüz dururken neden ölümlü biri elçi oldu demişlerdir. Onların hüdâ geldiğinde iman etmemelerinin nedeni sıradan ölümlü bir insanın değil, melekler gibi beşer olmayan birisinin hüdâyı getirmesi gerektiğini düşünmeleridir. Hüdânın kendisiyle değil getireniyle ilgilenmektedirler. Günümüzde de siz Allah’ın düzenini anlatın durun, sizin siyasi bir gücünüz yoksa, istediğinize oy verdirecek cemaatiniz yoksa, paranız da yoksa anlattıklarınızın bir önemi yoktur.
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنْسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا (54) وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَنْ يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءَهُمُ الْهُدَى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ إِلَّا أَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا (55)
Yemin olsun, bu Kuran’da insanlar için her örnekten sarf ettik ve insan türü cedel olarak her şeyin çoğudur. Onlara hüdâ geldiği zaman insanların iman etmelerine ve rablerinden bağışlanma istemelerine engel olan yalnızca onlara öncekilerin sünnetinin gelmesi veya onlara önlerinde azabın gelmesidir. (Kehf 54-55)
Burada da hakiki değil izafi kasr vardır. Öncekilerin sünneti her örneğin verildiği Kuran’daki Allah’ın sünnetine nispet edilmiştir. Allah’ın sünneti Allah’ın yöntemleridir. Hangi işi yaparsak yapalım Allah’ın hüdâ olan kitabında anlattıkları uygulama yöntemleridir, araçlardır. Öncekilerin sünneti ise insanların hüdâya uymama nedenidir. Allah’ın istemediği yöntemlerdir, araçlardır. Çoğunluk demokrasisini uygulama yöntemleri Allah’ın istemediği öncekilerin sünnetidir, çoğunluk demokrasisi de öncekilerin yoludur. Gücü ele geçirme yöntemidir. Kuran hüdâdır. Allah yolunda cihad ettiklerini iddia ederek bu yolda ömrünü harcayanlar sadece öncekilerin sünnetine uymakta ve bu nedenle hüdâdan uzak durmaktadırlar. Kendilerinden öncekiler bu yöntemi uygulamışlar, iktidara bu yolla gelmişler ama Allah’ın sünneti olmayan öncekilerin sünneti olan bu yöntemle geldikleri için sonuç sadece hüsran olmuştur. Hüdâ olan Kuran’da bu yöntemler reddedilmesine rağmen hala 4-5 senede bir, bu vesen diğerlerinden iyidir diye gidip ona destek olmak hüdâya iman mıdır? Bir vesenin içinde çalışıp da bunun cihad olduğunu iddia etmek hüdâya iman mıdır?
Cinler hüdâyı işitmişler ve hemen ona iman etmişlerdir. Kendilerinin cihad ettiğini, iman ettiğini iddia edip de Kuran’da reddedilen çoğunluğun peşinde koşanların, vesenlere açık veya gizli destek olanların hüdâya iman etmedikleri gayet açıktır. Kötünün iyisini destekleyelim, biz bunu amaç edinmedik, araç edindik diyerek ortaya sürülen bahaneler geçersizdir. Çünkü Allah bizden başarı istememekte sadece kendi sünnetine uymamızı emretmektedir. Kendi yolunda olmamızı istemektedir. Tağut’un yöntemleri, yolu içinde başarılar elde ederek Allah’ın istediği sistem asla ve asla gelmeyecektir. Sonuç sadece hüsran olacaktır. Bu da mücerrebdir.
Görevli cinler gerçekten mümindirler. Kuran dinler dinlemez onu hüdâ olarak kabul etmişlerdir yani rehber edinmişlerdir ve iman etmişlerdir.
فَمَنْ يُؤْمِنْ بِرَبِّهِ فَلَا يَخَافُ بَخْسًا وَلَا رَهَقًا
Kim rabbine iman ederse ne eksiltmeden ne de bulaşmadan korkar.
Cevap cümlesi İsim cümlesi | Şart cümlesi İsim cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Haber Fiil cümlesi | Mübteda | Fâ-u ceva-biyye | Haber Fiil cümlesi | Mübteda Şart edatı |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Olum-suzluk edatı | Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil |
Ma'tûf | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh | Mecrur | Cârr |
Müek kid | Müek ked | Muzâfun ileyh | Muzâf |
رَهَقًا | لَا | وَ | بَخْسًا | هُوَ | يَخَافُ | لَا | هُوَ | فَ | هُ | رَبِّ | بِ | هُوَ | يُؤْمِنْ | مَنْ | فَ |
فَ: İsti’nafiyye edatıdır. Buna Fâ-u isti’nâfiye (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) denir. Cümle başında bulunur. Birbirine atfedilmiş iki mazi fiil cümlesinden sonra gelmiştir. Sonrasında da emir cümlesi vardır. Haber cümlesini inşa cümlesi takip etmiştir. Kendisinden önce inşa cümlesi (emir, nehiy, istifhâm), sonrasında haber cümlesi olursa veya öncesinde haber cümlesi sonrasında inşa cümlesi olursa bu durumlarda atıf harfi olamayan bu harf isti’nâfiye edatı olur. Burada haber cümlesini inşa cümlesi takip etmiştir. Kendisinden sonraki cümle yeni cümle olacağından bu edata isti’nâfiye (başlangıç) edatı denir. İsim cümlesi fiil cümlesine (tersi de geçerli) anlamsal yakınlık olursa atfolunabilir. Anlamsal yakınlık yoksa aradaki fâ isti’nâfiye edatıdır. Fiil cümleleri arasında zaman yönünden uyum olmasına rağmen manasal olarak takip ve tertip ifade etmiyorsa bu durumda da isti’nâfiye edatıdır.
Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır.
Bu irtibata göre fâ-u isti’nâfiye şu şekilde sınıflandırılır:
- Fâ-u ta’liliyye (الفَاءُ التَّعْلِيلِيَّةُ): Öncesi ile sonrasında sebep sonuç ilişkisi vardır. Öncesi sonrasının sebebidir. Türkçeye çevrilirken “bundan dolayı”, “bu sebeple” şeklinde çevrilmelidir.
- Fâ-u tafsiliyye (الفَاءُ التَّفْصِيِلِيَّةُ أَوِ التَّفْسِيرِيَّةُ): Öncesindeki cümle kapalı, tam olarak anlaşılmayan bir cümledir (Mücmel bir ifade). Sonrasındaki cümle ise mücmeli açıklayan, kapalılığı gideren bir cümledir (Mufassal bir ifade).
- Netice Fâsı (فَاءُ النَّتِيجَةِ): Önceki cümle/cümleler açıklanmış cümle/cümlelerdir. Sonraki cümle ise bu açıklanmış cümle/cümlelerin sonucunu gösteren, bir nevi özetleyen cümledir. Fâ-u tafsiliyyenin tersidir. “Sonuç olarak”, “neticede” şeklinde Türkçeye çevrilir.
- İrtibat Fâsı (فَاءُ الْاِرْتِبَاطِ): Öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında zamansal ya da sebepsel ilişki yoktur ama aralarında bağlantı vardır. Cümleler arasındaki fâ tertip ve takip için değil, sebep için değil, tafsil için değil, neticelendirme için değilse ve cümleler arasında konu bağlantısı olduğu zaman gelen fâ irtibât fâsıdır.
Buradaki fâ irtibat fâsıdır.
مَنْ: “Her kim” demektir. Şart edatıdır. Akıllı varlıklar için kullanılır. Kendisinden sonra şart cümlesi gelir ve sonrasında cevap cümlesi gelir. Kendisinden sonra muzari fiil gelirse onu cezm eder. Mazi fiil gelirse mazi fiiller mebni olduğu için değişmez. Burada kendisinden sonra gelen muzari fiil olan يُؤْمِنْ cezm olmuş bir muzari fiildir.
يُؤْمِنْ: “İman eder, güvenir” demektir. ءمن kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil meczum muzari malum fiildir. مَنْ ile cezm olmuştur.
بِ: “-e” demektir. Harf-i cerdir. İman fiilinden sonra bu harf-i cer gelir ve bu harf-i cerden sonrasında gelen kelime kendisine güvenilendir.
رَبِّ: “Rab, efendi, yetiştirici, terbiyeci” demektir. ربب kökünden gelmiştir. Alemlerin rabbi olan Allah’tır.
هِ: “O” demektir. Eril tekil mecrur muttasıl zamirdir. مَنْ (her kim) e racidir.
رَبِّهِ: “Onun rabbi” demektir.
يُؤْمِنْ بِرَبِّهِ: “Rabbine iman eder, rabbine güvenir” demektir.
مَنْ يُؤْمِنْ بِرَبِّهِ: “Kim rabbine iman ederse” demektir. Şart cümlesidir.
فَ: Cevap fâ’sıdır (fâ-u cevabiyye). Şart cümlesinden sonra cevap cümlesinin başına gelir. Bazı durumlarda cevap cümlesinden önce fâ (فَ) gelir, bazı durumlarda gelmez. Bu fâ’ya fâ-u cevabiyye denir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يَخَافُ: “Korkar” demektir. خوف kökünden dördüncü bâbdan üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. Zarar verici, eziyet edici veya hoş olmayan bir şeyin kendisine isabet edeceğini hissetmek manasındadır. İki mastarı vardır. Birisi خَوْفًا, diğeri خِيفَةً dir. خَوْفًا korkmak anlamında mastardır. Kur’an’da korku manasına yakın başka kökler de vardır. Bunlar; وجل, رعب, فزز, فزع, شفق, روع ve خشي kökleridir.
KÖK | ANLAM |
وجل | Tam olarak anlayamamak, zihnen tatmin olamadığı için tasalanmak |
رعب | Panik demektir. Ani olarak gelen ve kişinin mantıklı düşünmesini engelleyen korku halidir. Kuran’da 3 şekilde gelir: ru’bun ilkası, kazfı ve ru’bla dolma. Paniğin geliş hızının en az olanı ilka sonra kazf sonra da meli yani dolmasıdır. |
فزز | Korkuyla uzaklaşmak demektir. ف ayrılığı, ز ise titreşim ve gerilimi ifade eder. Kur’an’da İstif’al babında tadiye etkisiyle ‘tedirgin etmek’ manasında gelmiştir. |
فزع | Gerçekleşen bir olay sonucunda oluşan korkudur. (Tedirginlik) |
شفق | Gerçekleşme ihtimali olan bir olay sonucunda oluşan korkudur. (Kaygı) |
روع | Korkunun bedensel tezahürüdür. Dışarıdan bakılınca kişinin korku hissinde olduğu anlaşılmaktadır. |
خشي | Çekinme demektir. |
خِيفَةً de “korkmak” anlamında mastardır. فِعْلَةً kalıbından mastar-ı bina-i nev’idir. Bu durumda “genel korku” anlamı yerine “bir çeşit korku” anlamı ortaya çıkmaktadır.
لَا يَخَافُ: “Korkmaz” demektir.
بَخْسًا: “Eksiltme, eksiltilme” demektir. بخس kökünden üçüncü bâbdan mastardır. Birisinin başka birisinin hakkını, bir şeyin değerini gerçekte olduğundan daha düşük biçimde takdir ederek eksiltmesi demektir.
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ
İnsanlara şeylerini eksiltmeyin. (Araf 85)
مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ إِلَيْهِمْ أَعْمَالَهُمْ فِيهَا وَهُمْ فِيهَا لَا يُبْخَسُونَ (15) أُولَئِكَ الَّذِينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْآخِرَةِ إِلَّا النَّارُ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا فِيهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (16)
Her kim dünya hayatını ve onun ziynetini irade ederse onlara onun (dünya hayatının) içinde amellerini öderiz ve onlar orada (dünya hayatında) eksiltilmezler. Onlar, onlar için ahirette ateşten başka bir şey yoktur ve ürettikleri orada (ahirette) boşa gitmiştir ve batıldır amel ediyor oldukları. (Hud 15-16)
بخس da eksiklik iken eksikliği en yaygın olarak ifade eden kök نقص köküdür. Türkçeye de noksan olarak girmiş bir köktür. نقص kökündeki eksiklik olması gereken veya olmaması gereken eksiklik olabilirken بخس deki eksiklik istenmeyen, olmaması gereken bir eksikliktir.
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْأَمْوَالِ وَالْأَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ
Kesinlikle sizi korku ve açlık ve mallar ve canlar ve semerelerden eksiltme ile deneyeceğiz ve sabredenleri müjdele. (Bakara 155)
Bu ayetteki eksiklik olması gereken bir eksikliktir. Allah’ın sabredenleri ortaya çıkarma amacıyla denemek için gerçekleştirdiği bir eksikliktir.
وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ
Ölçeği ve mizanı eksiltmeyin. (Hud 84)
Bu ayetteki eksiklik olmaması gereken bir eksikliktir.
نقص ve بخس kökleri dışında bir de olması gereken eksiltmeyi ifade eden kökler زكو ve طهر kökleridir. İkisi de kirlerden arınmadır. İkisi de hem somut hem de soyut kirlerden arınmadır. Arada fark vardır. طهر görünür kirlerden ve açıkça görünen kötülüklerden arınmadır. زكو ise görünmeyen kirlerden ve açıkça görünmeyen kötülüklerden arınmadır. Bu kökten gelen zekât bu nedenle açıkça görünmeyen mala karışmış kirlerden arınmayı ifade eden bir kelimedir.
بَخْس daki eksiltme de maddi veya manevi olabilir. Maldaki eksiltme olabileceği gibi insandaki iyi özelliklerdeki eksiltme de olabilir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
وَلَا: “Ne de” demektir. Kuran Arapçasında “ne … ne de …” anlamına gelen cümle yapmak için önce bir olumsuzluk edatı kullanılır ve “ne … ne de …” kelime grubunda “…” ların yerine gelen iki kelime وَلَا ile bağlanır.
رَهَقًا: “Üstüne gelip yaklaşmak ve sarıp kaplamak, bulaşmak” demektir. رهق kökünden dördüncü bâbdan mastardır.
لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌ أُولَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
İyi davrananlar için iyilik ve artış vardır ve yüzlerini ne siyah toz ne de zillet kaplar. Onlar cennet arkadaşlarıdır, onlar orada kalıcılardır. (Yunus 26)
وَالَّذِينَ كَسَبُوا السَّيِّئَاتِ جَزَاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ
Kötülükleri kazananlar, bir kötülüğün cezası misliyledir ve onları zillet kaplamıştır. (Yunus 27)
Bu ayetlerde iyiler için siyah tozun ve zilletin yüzü kaplamaması ve kötülük yapanlar için zilletin kaplaması durumu vardır. Bulaşma ve kaplama ifade edilmektedir.
وَأَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَشِينَا أَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا
Ergene gelince anne-babası iki mümindir de ikisine taşkınlık ve küfrü bulaştırmasından çekindik. (Kehf 80)
Musa ile beraber gezen ledünden ilmi olan kimse karşılaştıkları ergeni öldürüyor. Daha sonra ergeni öldürme gerekçesini bu ayette açıklıyor.
أَنَّهُ كَانَ رِجَالٌ مِنَ الْإِنْسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنَ الْجِنِّ فَزَادُوهُمْ رَهَقًا
İnsanlardan adamların cinlerden adamlara sığınıp da onları bulaşıklık olarak artırıyor olmaları … (Cin 6)
Bu surenin 6. ayetindeki bulaşıklık cinlerin insanlara olan bulaşıklığıdır.
لَا يَخَافُ بَخْسًا وَلَا رَهَقًا: “Ne eksiltmeden ne de bulaşmadan korkar” demektir.
مَنْ يُؤْمِنْ بِرَبِّهِ فَلَا يَخَافُ بَخْسًا وَلَا رَهَقًا: “Kim rabbine iman ederse ne eksiltmeden ne de bulaşmadan korkar” demektir.
Burada rabbine iman eden kimsenin istenmeyen iki durumdan korkmayacağını cinler ifade etmişlerdir. Birisi بَخْسًا (eksiltme) diğeri رَهَقًا (bulaşma)dır. Burada ikisi de maddi değil manevidir.
Eksiltme (بَخْسًا) iyiliklerin, iyi özelliklerin azalmasıdır. Burada mallardaki azalma değildir. İman eden kimselerin mallardaki eksiltmeyle imtihan edilmeleri نقص köküyle Kuran’da ifade edilmiştir. Bu nedenle buradaki eksiltme insanın iyi vasıflarının eksilmemesidir. Rabbine iman eden kimse umumi ism-i mevsulle gelmiştir ve iyi özellikleri eksilmez demektir. İyi insandır. Sevapları da eksiltilmez.
Bulaşma (رَهَقًا) ise 6. Ayette de geçtiği gibi cinlerin insanlara bulaşmasıdır. İman eden kimse cinlerin bulaşmasından korkmaz demektir. Gerçekten iman eden kimse cinlerin kontrolü altına girmez demektir. Cinler ona bulaşamaz.
بَخْسًا (eksiltme) ve رَهَقًا (bulaşma) rabbine iman eden kimse için korkulacak durumlar değildir.
Teşvikiye, Yalova
15 Kasım 2025
M. Lütfi Hocaoğlu