CİN SÛRESİ - 14. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَأَلَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لَأَسْقَيْنَاهُمْ مَاءً غَدَقًا (16) لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًا (17)
Ve tarikat üzerinde sapmadan dosdoğru ilerleselerdi onlara bol, yaygın ve erişilebilir bir sıvıyı onun hakkında fitnelememiz için içecek kılmamız … Kim rabbinin zikrini umursamazsa onu sürekli yükselen bir azaba sokar. (16-17)
وَأَلَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لَأَسْقَيْنَاهُمْ مَاءً غَدَقًا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ
Ve tarikat üzerinde sapmadan dosdoğru ilerleselerdi onlara bol, yaygın ve erişilebilir bir sıvıyı onun hakkında fitnelememiz için içecek kılmamız …
Ma'tûf | Atıf harfi |
Haberi | İsmi İş zamiri | Enne |
Cevap cümlesi Fiil cümlesi | Şart cümlesi Fiil cümlesi |
Mefûlun lieclih | Mefûlun bih | Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Cevap lâmı | Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil | Şart edatı |
Mecrur | Cârr | Sıfat | Mevsûf | Mecrur | Cârr |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | Harf-i mevsûl |
Mefûlun fih | Fâil | Mefûlun bih | Fiil |
فِيهِ | نَحْنُ | هُمْ | نَفْتِنَ | أَنْ | لِ | غَدَقًا | مَاءً | هُمْ | نَا | أَسْقَيْنَا | لَ | الطَّرِيقَةِ | عَلَى | و | اسْتَقَامُوا | لَوْ | هُ | أَنْ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. 14. ayetteki أَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ mastarına أَلَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لَأَسْقَيْنَاهُمْ مَاءً غَدَقًا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ mastarını atfetmektedir.
أَنْ: “Kesinlikle -mek, -mak” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. Muhaffef Enne’dir. Harf-i mevsul olan أَنْ değildir. أَنَّ nin daha az te’kîdli halidir.
لَوْ: “-saydı, -seydi” demektir. Harftir. Geçmişte bir işin ve oluşun meydana gelmesini yine geçmişte başka bir işin ve oluşun meydana gelmesine bağlı kılar. Kendisinden sonra gelen şart ve cevap cümleleri mazi ya da mazi manalıdır. Cevap cümlesinin başına onu şarta bağlayan لَ gelir. Buna cevap lâmı denir. Cevap cümlesinin şart cümlesinin cevabı olduğunu gösterir. Bu nedenle cevap cümlesi olumlu fiil cümlesi olursa gelir, olumsuz fiil cümlesi olursa gelmez. Şart cümlesi cevap cümlesinden sonra geliyorsa gelmez. Eğer cevap cümlesinin şartın cevabı olduğu barizse cevap cümlesinin başında cevap lâmı gelmeyebilir. Sonrasında أَنَّ gelirse ismi ve haberi ile birlikte mahzuf ثَبَتَ fiilinin fâili olur.
Bu edat sadece geçmiş için değil, gelecekte olacak olan ve şu anda göremeyeceğimiz durumları ifade etmek için de kullanılır. Kuran’da bu şekil kullanımı لَوْ den sonra muzari fiil ve sonrasında إِذْ zaman zarfı gelmesi şeklinde görürüz.
اسْتَقَامُوا: “Sapmadan dosdoğru ilerlediler” demektir. قوم kökünden istif’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir. Birinci bâb (قَامَ - يَقُوْمُ) kalkıp bir hedefe yönelerek dik durmak manasındadır. İstif’al babının mutavaat etkisi sebebiyle hiçbir sapma olmadan bu doğruluğun devamlı olması manasına gelir. Bu fiilin fâili olan “onlar” manasındaki cem vâvı (اسْتَقَامُوا) önceki ayetteki الْقَاسِطُونَ ye racidir.
عَلَى: “Üzerinde” demektir. Harf-i cerdir.
الطَّرِيقَةِ: “Yol, tarikat” demektir. Çoğulu طَرَائِقَ dir. Sonuna kapalı te (ة) gelmeden طَرِيق yol demektir. طرق kökünden birinci bâbdan ism-i mef’ûl manasında sıfat-ı müşebbehedir. Bu fiilin mastarı ritmik bir şekilde bir şeye vurmak, çarpmak manasındadır. Buradan طَرْق (tokmaklama, vurma) ve مِطْرَقَة (çekiç) kelimeleri gelmiştir. Bu nedenle sürekli olarak uğranılan, üzerinden ritmik olarak geçilen yol manasındadır. Bir mevkiden yeni bir mevkiye hareket etme alametleri olan her adımı, her mertebeyi hissederek gitmek, ritmik bir şekilde adım adım, aşama aşama ilerlemek manasından gelmiştir. طرق kökü “bir yerden (zaman, mekân, düşünce veya mantık açısından) başka bir yere işaretleri izleyerek, düzenli adımlarla geçmek” manasındadır. “Bir problemi çözmek, bir cevabı inşa etmek veya yeni bir şey üretmek için izlenen düzenli mantıksal adımlar dizisi (çalışma programı, yöntem)” anlamındadır. طَرِيق de güzergah bellidir, bunun dışına çıkılmaz, tek bir rota vardır, başka yollara sapılmaz. طَرِيقَة da ise طَرِيق in sonuna kapalı te (ة) gelmiştir. Bu ة her zaman dişillik (müenneslik) için gelmez. Burada da müenneslik için değil manayı daraltmak için gelmiştir. طَرِيق in özel bir şeklidir. طَرِيقَة “belirli, özel bir şekilde izlenilen yol, geçiş, yöntem” anlamına gelir. سَبِيل de ise طَرِيق den farklı olarak izlenilen yollar, yöntemler değişik seçenekler içerir. Hedefe varmak için değişik kombinasyonlarda yollar vardır. سَبِيل kolay ulaşılabilen çok seçenekli geniş yolken طَرِيق dar bir yoldur ve tek seçeneklidir. طَرِيقَة ise bunun daha da özelleşmiş bir şeklidir. صِرَاط da yol demektir. Engelsiz ve kolay biçimde ilerlenen açık yoldur. الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ ise “engel bulunmayan, açık, kolay, hedefe doğrudan ulaştıran yol” demektir.
وَلَقَدْ أَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقًا فِي الْبَحْرِ يَبَسًا
Yemin olsun, Musa’ya kullarımı gece yola çıkar ve onlara denizde kuru bir tarik darbet diye vahyetmiştik. (Taha 77)
Musa denize asası ile vurunca denizde tek yönlü bir yol açılmıştır. Bu yola bu ayette tarîk denmiştir.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنِ اللَّهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَرِيقًا إِلَّا طَرِيقَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا
Küfreden ve zulmedenler, Allah onları ne bağışlayacaktır ne de onlara içinde sürekli kalıcılar olacakları cehennem tariki dışında bir tarike rehberlik edecektir. (Nisa 168-169)
Cehenneme giden yol tek yönlüdür ve bu yola girdiğinde alternatif güzergâh yoktur. Direk cehenneme gider.
وَإِذْ صَرَفْنَا إِلَيْكَ نَفَرًا مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْآنَ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُوا أَنْصِتُوا فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا إِلَى قَوْمِهِمْ مُنْذِرِينَ (29) قَالُوا يَاقَوْمَنَا إِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا أُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسَى مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْدِي إِلَى الْحَقِّ وَإِلَى طَرِيقٍ مُسْتَقِيمٍ (30) يَاقَوْمَنَا أَجِيبُوا دَاعِيَ اللَّهِ وَآمِنُوا بِهِ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ (31)
Cinlerden Kuran’a kulak veren bir neferi sana çevirmiştik. Ona hazır olduklarında “odaklanın” dediler. Bitirilince kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler. “Ey kavmimiz kesinlikle biz Musa’nın sonrasında indirilen, ondan öncekileri tasdik eden, hakka ve dosdoğru tarîke rehberlik eden bir kitap işittik. Ey kavmimiz Allah’a çağırana icabet edin ve O’na iman edin ki sizin suçlarınızı bağışlasın ve elim azaptan sizi kurtarsın.” dediler. (Ahkaf 29-31)
Cinler doğru yollarına müstakim tarîk demişlerdir.
عَلَى الطَّرِيقَةِ: “Tarikat üzerinde” demektir.
لَوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ: “Tarikat üzerinde sapmadan dosdoğru ilerleselerdi” demektir.
لَ: Cevap lâmıdır. Şart cümlesine cevap cümlesini bağlamaktadır.
أَسْقَيْنَا: “İçecek kıldık” demektir. İkinci babdan سَقْي mastarı birisine içmesi için içecek sunmak, ona içecek vermek manasındadır. İf’âl bâbında (أَسْقَى – يُسْقِي) tasyir etkisi ile gelir. Birisine, bir şeyi içecek kılmak, onun içeceği haline getirmek anlamındadır. Sülasi geçişinde birisine mef’ûl olarak içirilen şey bu bâbda birisi için içecek kılınan şey haline gelmektedir. Bu kökten سُقْيَى “içecek vermek”, سِقَايَة “mübalağalı şekilde, tekrarlayan veya çok sayıda kimseye içecek vermek”, aynı zamanda “su kabı” anlamındadır.
شرب kökü de içmek anlamındadır. سقي dan farkı şudur ki سقي ağız yoluyla bir sıvının içeri girmesidir. شرب ise hem ağız hem de başka yollarla bir sıvının içeri girmesidir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Üçüncü şahıs eril çoğul mensub muttasıl zamirdir. Daha önceki ayetteki الْقَاسِطُونَ ye racidir.
مَاءً: “Su” demektir. موه kökünden isimdir. Burada su (مَاءً) nekre gelmiştir. Oysa su cins isimdir ve harf-i tarifle marife gelerek cins bildirmesi beklenir. Eğer cins anlatılıyorsa مَاءً kelimesine terminolojik anlam veremiz gerekir. Eğer cins anlatılmıyorsa bu kelime “bir su”, “herhangi bir su” veya “bir tür su”, “değişik türden bir sıvı” anlamına gelmektedir.
غَدَقًا: “Bol, çok, yaygın ve erişilebilir” demektir. غدق kökünden dördüncü bâbdan sıfat-ı müşebbehedir. Bu bâbdan bir varlık ya da bir şeyin çok olması, bol olması, kesintisiz biçimde herkes için hazır bulunmasıdır. Bu bolluk, çokluk, yaygınlık ve erişilebilir olma bir kişi, birkaç kişi veya bir grup için değildir. Herkes için bol olan, çok olan, yaygın ve erişilebilir olan demektir.
مَاءً غَدَقًا: “Bol, yaygın ve erişilebilir bir sıvı” demektir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
نَفْتِنَ: “Fitneleriz” demektir. فتن kökünden ikinci bâbdan birinci çoğul şahıs mensub muzari malum fiildir. Öncesinde mahzuf أَنْ vardır. Bununla mensub haline gelmiştir. İkinci bâbdan فُتُون mastarı altın ve gümüş gibi madenleri ateşte eriterek üzerindeki kirleri, katıntıları uzaklaştırmak manasındadır. Buna ilaveten buna benzetilerek birisini şiddetli bir sıkıntı içine sokup bu zorluk içinde kişinin kötülüklerden arınmasını sağlamak, hakikatin ortaya çıkması veya birisinin hangi gruba mensub olduğunu ortaya çıkarmak için zorluk ve sıkıntı içinde bırakmak manasındadır. Fitne kişinin içine sokulduğu zorluk, sıkıntı manasındadır.
الْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ
Fitne öldürmekten/öldürülmekten daha şiddetlidir. (Bakara 191)
Fitne çok zordur, şiddetlidir.
أَحَسِبَ النَّاسُ أَنْ يُتْرَكُوا أَنْ يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ
İnsanlar iman ettik demekle fitnelenmeden bırakılacaklarını sanıyorlar mı? (Ankebut 2)
İnsanlar da cinler gibi fitneleneceklerdir. Fitnelenmenin bir sebebi insanların “iman ettik” demeleridir. Bu ayet bize “iman ettik” diyenin fitneleneceğini göstermektedir. Fitnelenmeden kaçamayacaktır.
Peygamberler de fitneye uğratılmışlardır. Kuran’da Musa ve Süleyman Peygamberin fitnelenmesinden ve Davud Peygamberin fitnelendiğini zannetmesinden bahseder. İnsanlar da cinler de bunun gibi fitnelere uğrayacaklardır. Hem bireysel hem de topluluk olarak fitneleneceklerdir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Üçüncü şahıs eril çoğul mensub muttasıl zamirdir. Daha önceki ayetteki الْقَاسِطُونَ ye racidir.
فِي: “İçinde, hakkında” demektir. Harf-i cerdir.
هِ: “O” demektir. Üçüncü şahıs eril tekil mecrur muttasıl zamirdir. مَاءً غَدَقًا a racidir.
فِيهِ: “Onun hakkında” demektir. “Bol, yaygın ve erişilebilir bir sıvı hakkında” demektir.
لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ: “Onun hakkında onları fitnelememiz için” demektir. “Bol, yaygın ve erişilebilir bir sıvı hakkında onları fitnelememiz için” demektir.
لَأَسْقَيْنَاهُمْ مَاءً غَدَقًا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ: “Onlara bol, yaygın ve erişilebilir bir sıvıyı onun hakkında fitnelememiz için içecek kılardık” demektir.
لَوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لَأَسْقَيْنَاهُمْ مَاءً غَدَقًا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ: “Tarikat üzerinde sapmadan dosdoğru ilerleselerdi onlara bol, yaygın ve erişilebilir bir sıvıyı onun hakkında fitnelememiz için içecek kılardık” demektir.
أَلَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لَأَسْقَيْنَاهُمْ مَاءً غَدَقًا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ: “Tarikat üzerinde sapmadan dosdoğru ilerleselerdi onlara bol, yaygın ve erişilebilir bir sıvıyı onun hakkında fitnelememiz için içecek kılmamız” demektir.
Bu cümle önceki ayetteki الْقَاسِطُونَ (yanlış hedefe yönelenler) için gelmiştir. Yanlış hedefe yönelmiş cinlerdir. Onların tarikat üzerinde dosdoğru olmaları halinde Allah bol yaygın ve hepsi tarafından erişebilir bir sıvıyı onlara içecek kılacakmış. Burası çok ilginçtir. Cinler için nasıl bir sıvı içecek olacaktır? Cinlerin enerjiden yaratıldığını biliyoruz. Bu durumda onların içecekleri sıvıları da enerjiden olacaktır. Onların besini olacaktır. Yapıları enerji olan cinlerin hareket enerjisini de bu sıvı sağlamaktadır. Buradan anlıyoruz ki bu sıvı onların bol bol ulaştığı bir sıvı değildir. Nasıl insanlar besin için ekmek, üretmek ve çaba sarfetmek zorundaysa cinler de bu sıvıyı elde etmek için bir çalışma yapmak zorundadırlar. Bu sıvı cinlerin besinidir. Sınırlı miktardadır. Eğer الْقَاسِطُونَ (yanlış hedefe yönelenler) doğru hedefe yönelselerdi ki yönelmeyecekleri kasit olmalarından bellidir, Allah onlara bol bir besin verecekti. O kadar bol olacaktı ki bu bolluk nedeniyle fitneye uğrayacaklardı. Bu durum tam günümüzdeki durum gibidir. Tüm dünyada tüm insanların rahatlıkla yaşayacakları, hiç kimsenin aç kalmayacağı, korku içinde yaşamayacağı, huzur içinde yaşayacağı imkanlar günümüzde mevcuttur. Ancak insanlar fitnelenmektedirler ve bunun tam tersi olmaktadır. Bunun sebebi Allah’ın dini (düzeni) değil, tam tersi hukuk düzenlerinin uygulanmasıdır.
Amerika’da John Calhoun adındaki bir araştırmacının 1973’de 25. evren (Universe 25) adı verilen deneyi meşhurdur. Calhoun, fareler için bir mekân oluşturdu. Bu mekân büyük, temiz, kapalı bir alandı. Burada sınırsız yiyecek ve su vardı. Sabit sıcaklıkta hastalıksız bir ortamdı. Yırtıcı hayvan yoktu, sadece fareler vardı. Her türlü fiziksel ihtiyaç karşılanıyordu. Başlangıçta sadece 4 erkek ve 4 dişi fare yerleştirildi. Calhoun sonuçları dört ana aşamada tanımladı.
1. Aşama- Yerleşme (0–100 gün): Fareler ortamı keşfetti. Yeni düzen kuruldu, yuvalar oluşturuldu. Üreme düşük hızda başladı.
2. Aşama- Üreme Patlaması (100–315 gün): Nüfus hızla arttı. Her 55 günde bir nüfus iki katına çıktı. Topluluk hiyerarşisi doğal olarak oluştu. Üreme ve sosyal ilişkiler dengedeydi. Bu dönem topluluğun altın çağıydı.
3. Aşama- Doyum Noktası ve Sosyal Çöküş (315. günden sonra): Nüfus yaklaşık 2.200 fareye ulaştı. Maksimum kapasite yaklaşık 3.000 olabilirdi, fakat sosyal düzen daha önce çöktü. Bunun sebebi bozulmalardı. Sosyal roller çöktü. Alfa erkeklerin yanında ezilen, dışlanan “kaybeden erkekler” ortaya çıktı, köşelerde pasifleştiler. Alfa erkekler onların suya ve yiyeceğe erişimini engelledirler ve onları sebepsiz yere yaralamaya ve öldürmeye başladırlar. Diğer farelere hatta erkek farelere bile tecavüz etmeye başladırlar. Tüm yiyecek ve suyun kontrolünü ellerine aldılar. Sınırsız yiyecek ve içecek olan ortamda yiyeceğe erişimi engellenen bazı fareler açlıktan ölmeye başladı. Bazı erkekler hiçbir sosyal mücadeleye girmeyip sadece yer, içer, tımar yapar oldu. Çiftleşmeye ilgi göstermediler. Sosyal işlevleri yoktu. Bunlara Calhoun “güzeller” adını verdi. Dişi fareler ise “güzeller” adı verilen pasifleşmiş erkek farelerin tersine agresifleşti, yavrularını korumayı bıraktılar, yuvalarını terk ettiler ve yavrularını öldürmeye başladılar. Üreme neredeyse tamamen durdu. Doğum oranı dramatik biçimde düştü. Yeni doğanlar hayatta kalamadı. Şiddet ve düzensizlik arttı. Gereksiz saldırganlık ve ısırma olayları arttı.
4. Aşama- Ölüm Aşaması: Üreme tamamen durunca nüfus yaşlandı. Sosyal içgüdüler kayboldu. En son kalanlar davranış olarak tamamen “pasif robot” haline geldi. Kaynaklar bol, sınırsız ve herkesin erişimine açık olmasına rağmen nüfus kendiliğinden sıfıra doğru çöktü. Calhoun bu aşamayı davranışsal çöküş (behavioral sink) olarak adlandırdı.
Tam olarak olmasa da günümüz bu duruma benzemektedir. İnsanlar fitnelenmektedirler ve imtihanı kaybetmektedirler. Allah’ın dini yerine çok sayıda düzenler icat etmişlerdir. Günümüzde bunun en yaygın olanı çoğunluk demokrasisidir. Nerede bol ve sınırsız kaynak varsa orada fitnelenme vardır.
Cinler için de fitnelenmenin geçerli olduğunu bu ayetten anlıyoruz. Eğer onlara besinleri olan enerjisel sıvıdan Allah bol, herkesin erişimine açık olarak verirse fitnelenecekler demektir.
Farelerin şuuru yoktur. Bu nedenle onların bir hidayet kaynağı yoktur. Bu nedenle sınırsız besin ve yaşam kaynağı bu sonuca götürecektir. Bu durum gerçekte olmayacaktır. Çünkü hayvanlar için bu durum doğal şartlarda hiçbir zaman olmaz. İnsanlar için bu durum rahatlıkla gerçekleşebilir ki günümüz bu şartlara uygun bir dönemdir. İnsanlar ve cinler için ise hüda vardır. Bu hüda Allah’ın kitabıdır. Eğer Allah’ın kitabının rehberliğine uyarlarsa kaynaklar ne kadar bol olursa olsun topluluk bozulmaz. Fitnelenirler ama bu imtihandan rahatlıkla çıkarlar. Günümüz bu kadar bol kaynağın olduğu dönem olmasına rağmen aç insanlar, başka topluluklar tarafından ezilen, sakat bırakılan, öldürülen insanlar vardır. Birbirlerine uyduruk bir gerekçe ile saldıran insanlar artık çok yaygın hale gelmiştir. Batının akılsız aklına uyarak çocuk kabul edilen 15-18 yaş arası gençlerin suçları zirve yapmıştır. Allah’ın düzeni olmayan düzenlerde istediğiniz kadar inançlı nesiller yetiştireceğinizi iddia edin, istediğiniz kadar namaz kılın, oruç tutun, ruhban okulları açın, yeni nesil inançsız olacaktır, saldırgan olacaktır, içlerinde rekabet edemeyen “güzeller” grubu gibi ev erkekleri olacaktır, sosyal medyada yaşayan ve üzerinde başörtüleri olan/olmayan ama Allah’ın istediklerinin tam tersini yapan kızlar olacaktır. Kendini kabul ettirmek için kaslarını geliştirmenin veya vücudunu dövmelerle doldurmanın gerektiğini düşünen erkekler olacaktır. Bu duruma düşmemenin tek yolu Allah’ın hüdasıdır, Allah’ın kitabına uymaktır. Çoğunluğun peşinde gücü ele geçirip de istediklerini yapacağını zannetmek değildir.
وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًا
Kim rabbinin zikrini umursamazsa onu sürekli yükselen bir azaba sokar.
Parantez cümlesi | Vâv-u itiraziye |
Cevap cümlesi Fiil cümlesi | Şart cümlesi İsim cümlesi |
Mefûlun bih | Fâil | Mefûlun bih | Fiil | Haber Fiil cümlesi | Mübteda Şart edatı |
Sıfat | Mevsûf | Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr |
Mefûlun bih Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
صَعَدًا | عَذَابًا | هُوَ | هُ | يَسْلُكْ | هُ | رَبِّ | ذِكْرِ | عَنْ | هُوَ | يُعْرِضْ | مَنْ | وَ |
وَ: Vâv-u i’tiraziyyedir (الواو الإعتراضية) (Parantez vâvı). İ’tirâziyye cümlesinin (Parantez cümlesinin) başına gelir. Parantez cümlesi bir cümlenin öğelerinin arasına veya birbirine atfedilmiş iki cümlenin arasına gelir. Parantez cümlesi bir cümlenin veya atfedilmiş iki cümlenin arasına girerek konuyu muhataba daha açık anlatmak, söylenilen cümle veya cümlelerin söylenme amacını açıkça belirtmek amacıyla gelir.
مَنْ: “Her kim” demektir. Şart edatıdır. Akıllı varlıklar için kullanılır. Kendisinden sonra şart cümlesi gelir ve sonrasında cevap cümlesi gelir. Kendisinden sonra muzari fiil gelirse onu cezm eder. Mazi fiil gelirse mazi fiiller mebni olduğu için değişmez. Burada kendisinden sonra gelen muzari fiil olan يُعْرِضُ olduğu için cezm olmuştur (يُعْرِضْ).
يُعْرِضْ: “Sunar” demektir. عرض kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil meczum muzari malum fiildir. İkinci bâbdan عَرْض mastarı gizli veya örtülü bir şeyi bakan kişi için açık ve net bir şekilde görünür hâle getirmek manasındadır. Gizli veya örtülü bir şeyi öyle bir duruma getirir ki bakan kişi onu fark eder. Bir şeyi öyle yerleştirir ki bakan kişinin gözüne onun en büyük ve en geniş yüzeyi görünür. Bu da o şeyin yüzeyinin çoğunun görsel olarak ortaya çıkması anlamına gelir. Buradan kinaye başkalarının görüp tanıyabilmesi için bir şeyi açık bir şekilde ortaya koymak, sunmak manasındadır. İf’âl bâbında (أَعْرَضَ – يُعْرِضُ) sayruret etkisi ile gelir. Her zaman عَنْ harf-i ceri ile kullanılır. Anlamı tersine çevirir. Birisini, bir şeyin görülmesi için açığa çıkarır halde olmamak, onunla ilgilenmemek, onu umursamamak anlamındadır.
عَنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir. يُعْرِضْ ile mütealliktir. Anlamını tersine çevirir.
يُعْرِضْ عَنْ: “Umursamaz, ilgilenmez” demektir.
ذِكْرِ: “Anmak, anlamak, anlatmak, anımsamak” demektir. ذكر kökünden birinci bâbdan mastardır. Birisini anlamak, anlatmak veya bir şeyi akletmek, aklettirmek amacıyla kaydedildiği yerden onun hakkındaki bilgileri alıp kullanmak manasındadır. Bu kaydedildiği yer kitap olabileceği gibi insanın hafızası da olabilir, başka şeyler de olabilir. Kullanma da sözle olabileceği gibi yazıyla da olabilir, başka şekilde de olabilir.
Tefekkür, Fıkh, İlim, Akl, Zikr |
Tefekkür (التَّفَكُّر) | Düşünmek, bir işle ilgili durumlar için bilgileri kendi içinde devamlı döndürmek, sebep sonuç ilişkilerini düşünmek. | Düşünüyorsunuz. Gözlemliyorsunuz. Veri elde ediyorsunuz. |
Fıkh (الفِقْه) | Veri işlemek (Sözü fıkh etmek, kalplerin fıkhetmesi), anlamlandırmak, anlamlı hale getirmek. Veriden bilgi elde etmek. | Elde ettiğiniz verilerden bilgiler elde ediyorsunuz. |
İlim (العِلْم) | Bilgi, bilmek. | Artık bilgi sahibisiniz. |
Akl (العَقْل) | Bağlantılar kurarak belirli bir metodolojiyle sonuca varmak, karar almak demektir. Bilimsel metodolojiyi ifade eder. Cehaletin zıddıdır. | Bilgileri metodolojik olarak kullanarak kararlar alıyorsunuz. |
Zikr (الذِّكْر) | Anmak, zikretmek demektir. Birisini, bir şeyi anmak, anlatmak amacıyla kaydedildiği yerden onun hakkındaki bilgileri alıp kullanmak manasındadır. Bu kaydedildiği yer kitap olabileceği gibi insanın hafızası da olabilir, başka şeyler de olabilir. Kullanma da sözle olabileceği gibi yazıyla da olabilir, başka şekilde de olabilir. Tezkir: Anımsatmak, hatırlatmak (teksir ve mübalağa ile) Tezekkür: Anımsamak, hatırlamak, anlamak (teksir ve mübalağa ile) | Eski bilgileri, aldığınız kararları lazım olduğu anda anıyorsunuz, anlatıyorsunuz. |
رَبِّ: “Rab, efendi, yetiştirici, terbiyeci” demektir. ربب kökünden gelmiştir. Alemlerin rabbi olan Allah’tır.
هِ: “O” demektir. Eril tekil mecrur muttasıl zamirdir. مَنْ (her kim) e racidir.
رَبِّهِ: “Onun rabbi” demektir.
ذِكْرِ رَبِّهِ: “Rabbinin zikri” demektir. “Rabbini anmak, anlamak, anlatmak, anımsamak” demektir.
يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِ: “Rabbinin zikrini umursamaz” demektir.
مَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِ: “Kim rabbinin zikrini umursamazsa” demektir.
يَسْلُكْ: “Sokar” demektir. سلك kökünden birinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil meczum muzari malum fiildir. Cevap cümlesinin fiili olduğu için meczumdur. Bir şeyi, birisini tam olarak belirlenmiş, sapılması mümkün olmayan bir güzergaha iletmek demektir. Fiilin fâili müstetir هُوَ zamiridir ve رَبِّهِ (onun rabbi) ye racidir.
Bu kelime için iki kıraat vardır.
Şerh | Kelime | Ravi | Kari |
(نَسْلُكْهُ) بالنون دون صلة للهاء | يَسْلُكْهُ | متفق عليه | نافع المدني |
(نَسْلُكْهُ) بالنون وصلة الهاء | يَسْلُكْهُ | متفق عليه | ابن كثير المكي |
(نَسْلُكْهُ) بالنون دون صلة للهاء | يَسْلُكْهُ | متفق عليه | أبو عمرو بن العلاء |
(نَسْلُكْهُ) بالنون دون صلة للهاء | يَسْلُكْهُ | متفق عليه | ابن عامر الدمشقي |
(يَسْلُكْهُ) بالياء دون صلة للهاء | يَسْلُكْهُ | متفق عليه | عاصم الكوفي |
(يَسْلُكْهُ) بالياء دون صلة للهاء | يَسْلُكْهُ | متفق عليه | حمزة الكوفي |
(يَسْلُكْهُ) بالياء دون صلة للهاء | يَسْلُكْهُ | متفق عليه | الكسائي الكوفي |
(نَسْلُكْهُ) بالنون دون صلة للهاء | يَسْلُكْهُ | متفق عليه | أبو جعفر |
(يَسْلُكْهُ) بالياء دون صلة للهاء | يَسْلُكْهُ | متفق عليه | يعقوب |
(يَسْلُكْهُ) بالياء دون صلة للهاء | يَسْلُكْهُ | متفق عليه | خلف العاشر |
Diğer kıraat نَسْلُكْ (sokarız) kıraatidir.
هُ: “O” demektir. مَنْ şart edatına racidir.
عَذَابًا: “Azab” demektir. Bu kök iki ayrı bâbdan gelmektedir. Beşinci bâbdan geldiğinde عَذْب tatlı demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Su için kullanılır. Suyun tadının hoş olması manasından gelmiştir. İkinci bâbdan geldiğinde عَذَاب bir fiili yapmasını önlemek, o fiilden caydırmak, uzak tutmak, fiili işlemesini sonlandırmak için darbetmek, engellemek, kahretmek anlamlarındadır.
صَعَدًا: “Sürekli yükselen” demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Başlangıç seviyesinden yukarıya doğru etkili, güçlü ve irtifası sürekli artacak şekilde yükselme hareketidir. صبب (dökmek) kökünün zıttıdır.
عَذَابًا صَعَدًا: “Sürekli yükselen bir azab” demektir.
يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًا: (birinci kıraat) “Onu sürekli yükselen bir azaba sokar” demektir.
نَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًا: (ikinci kıraat) “Onu sürekli yükselen bir azaba sokarız” demektir.
مَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًا: (birinci kıraat) “Kim rabbinin zikrini umursamazsa onu sürekli yükselen bir azaba sokar” demektir.
مَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِ نَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًا: (ikinci kıraat) “Kim rabbinin zikrini umursamazsa onu sürekli yükselen bir azaba sokarız” demektir.
Bu şart cevap cümlesi parantez cümlesi olarak gelmiştir. Öncesindeki cümle ile alakalıdır. Sadece cinlerle ilgili değildir. Her kim denmektedir. Hem insanlar hem de cinlerden her kim rabbinin zikrini umursamazsa olacak olan sürekli yükselen bir azaba sokulacak olmasıdır. İnsan veya cin yapacağı her işte rabbini anacak, anlayacak, anlatacak ve anımsayacaktır. Ne yaparsa yapsın Allah bu yaptığım için ne der diyecek. O’nu unutmayacak. Bir de onu umursamamak vardır ki bu durum çok kötüdür. Siz ona rabbini hatırlatırsınız o umursamaz. Namazlarını aksatmadan kılıyor olabilir, haccı ve umreyi de su yolu yapmış olabilir, orucunu da aksatmıyor olabilir ama rabbinin zikrini umursamıyor olabilir. Hüda olan Allah’ın kitabı ne diyorsa onu yapmayıp da kendisini Allah’ın dini (düzeni) olmayan düzenlerin içinde konumlandırıyorsa yani kendine zulmediyorsa ve uyarılara rağmen buna devam ediyorsa işte o rabbinin zikrini umursamıyor demektir. Durumu çok kötüdür. İsterse kendisinin cihad yaptığını iddia etsin, durum değişmez. Allah ne diyor demeden yapılan her iş, uyarıldığı halde Allah’ın istemediği metotlarla çabalamalar O’nun zikrinin umursanmamasıdır ki sonu sürekli artan, yükselen bir azaba sokulmaktır. Herkesin yaptıklarına ve kendini konumlandırdığı yere bu nedenle çok çok dikkat etmesi gereklidir.
Teşvikiye, Yalova
29 Kasım 2025
M. Lütfi Hocaoğlu