LOKMAN SÛRESİ - 1. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الم (60) تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ (2) هُدًى وَرَحْمَةً لِلْمُحْسِنِينَ (3) الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ (4) أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (5)
Elif Lâm Mim. Onlar salatı ikame eden ve zekâtı veren ve kesin bir şekilde ahireti bilen muhsinler için rehberlik ve rahmet halinde olan hükme varıcı kitabın ayetleridir. Onlar rablerinden bir rehberlik üzerinedir ve onlar, onlar iflah olanlardır. (1-5)
Kuran’da sureler birbirine benzer.
اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُتَشَابِهًا مَثَانِيَ
Allah sözün en iyisini ikinin kuvvetleriyle benzeşen kitap olarak indirdi. (Zümer 23)
Ayetler ve sureler ikili benzeşmelerle birbirlerine benzerler. İkili benzeşmeler ikinin kuvvetleri olarak 2,4,8,16… şeklinde olur. Lokman suresi de Bakara suresi ile müteşabihtir (benzeşendir).
Bakara (1-5) | Lokman (1-5) |
الم | الم |
ذَلِكَ | |
| تِلْكَ آيَاتُ |
الْكِتَابُ | الْكِتَابِ |
| الْحَكِيمِ |
هُدًى | هُدًى |
| وَرَحْمَةً |
لِ | لِ |
الْمُحْسِنِينَ | الْمُتَّقِينَ |
الَّذِينَ | الَّذِينَ |
يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ | |
وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ | يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ |
| وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ |
وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ | |
وَالَّذِينَ | |
يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ | |
| وَهُمْ |
وَبِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ | بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ |
أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ | أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ |
Görüldüğü gibi ortak kelimeler, cümleler ve arada değişiklikler vardır. Tüm Kuran bu şekilde incelenmeli ve benzeşen sureler ve ayetler matematiksel olarak ifade edilmelidir. Kuran üzerinde yapılacak o kadar çok çalışma vardır ki sayamazsınız. Ancak bir elin parmakları kadar insan bunlarla ilgilenmekte, ezici çoğunluk Kuran’ı hayatın dışına atmış, ölüler kitabı yapmış, ruhban sınıfları oluşturulmuş, onlar da Kuran ile ilgilenmemekte, atalarının yaptıklarına devam etmekten öteye gidememektedirler. Sonra da kendilerinin çok önemli işler yaptıklarını sanmaktadırlar.
الم
Elif Lâm Mim
الم: Huruf-u mukattaadandır (الحروف المقطّعة). Kuran’da bazı sûreler harflerle başlar. Bu harflere huruf-u mukattaa denir.
Sûre No | Sûre Adı | Huruf-u Mukattaa | Durum |
2 | Bakara | الم | Tek başına ayet |
3 | Ali İmran | الم | Tek başına ayet |
7 | Araf | المص | Tek başına ayet |
10 | Yunus | الر | Ayetin içinde |
11 | Hûd | الر | Ayetin içinde |
12 | Yusuf | الر | Ayetin içinde |
13 | Ra’d | المر | Ayetin içinde |
14 | İbrahim | الر | Ayetin içinde |
15 | Hicr | الر | Ayetin içinde |
19 | Meryem | كهيعص | Tek başına ayet |
20 | Taha | طه | Tek başına ayet |
26 | Şuara | طسم | Tek başına ayet |
27 | Neml | طس | Ayetin içinde |
28 | Kasas | طسم | Tek başına ayet |
29 | Ankebut | الم | Tek başına ayet |
30 | Rûm | الم | Tek başına ayet |
31 | Lokman | الم | Tek başına ayet |
32 | Secde | الم | Tek başına ayet |
36 | Yasin | يس | Tek başına ayet |
38 | Sâd | ص | Ayetin içinde |
40 | Mümin | حم | Tek başına ayet |
41 | Fussilet | حم | Tek başına ayet |
42 | Şûra | حم | Tek başına ayet |
42 | Şûra | عسق | Tek başına ayet (2. Ayet) |
43 | Zuhruf | حم | Tek başına ayet |
44 | Duhan | حم | Tek başına ayet |
45 | Casiye | حم | Tek başına ayet |
46 | Ahkâf | حم | Tek başına ayet |
50 | Kâf | ق | Ayetin içinde |
68 | Kalem | ن | Ayetin içinde |
Harf | Mahreç | Sayı |
ا | Kameri | 13 |
ل | Şemsi | 13 |
م | Kameri | 15 |
ص | Şemsi | 3 |
ر | Şemsi | 6 |
ك | Kameri | 1 |
ه | Kameri | 2 |
ي | Kameri | 2 |
ع | Kameri | 2 |
ط | Şemsi | 4 |
س | Şemsi | 5 |
ح | Kameri | 7 |
ن | Şemsi | 1 |
ق | Kameri | 2 |
Huruf-u mukattaa kesilmiş harfler demektir. Bunun sebebi harflerin kelime içinde okunması değil harfin isminin okunmasıdır.
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ هُدًى وَرَحْمَةً لِلْمُحْسِنِينَ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
Onlar salatı ikame eden ve zekâtı veren ve kesin bir şekilde ahireti bilen muhsinler için rehberlik ve rahmet halinde olan hükme varıcı kitabın ayetleridir.
İsim cümlesi |
Haber | Mübteda |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
Hâl | Sahibul hâl |
Sıfat | Mevsûf | Sıfat | Mevsûf |
Mecrur | Cârr | Ma'tûf | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh |
Sıfat | Mevsûf |
Sıla cümlesi | İsm-i mevsûl |
يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ | الَّذِينَ | الْمُحْسِنِينَ | لِ | رَحْمَةً | وَ | هُدًى | الْحَكِيمِ | الْكِتَابِ | آيَاتُ | تِلْكَ |
تِلْكَ: “O, onlar” demektir. Uzak ism-i işarettir. Müfred müennestir (dişil tekildir). Dişil tekil bir varlığı veya dişil çoğul varlıkları işaret eder. Dişil tekile işaret ettiği zaman “o” demekken dişil çoğula işaret ettiği zaman “onlar” anlamındadır. Bunun dışında cem-i mükesser (kırık çoğul) olan müzekker (eril) kelimelere de işaret edebilir. Bu durumda işaret ettiklerinin sayısının azlığından dolayıdır. Kuran’da geçen تِلْكَ الرُّسُلُ buna örnektir. تِلْكَ tekil dişil iken الرُّسُلُ eril çoğuldur.
Asıl İşaret İsimleri
Çoğul | İkil | Tekil | |
أُولاَءِ | merfuذَانِ mensub ve mecrurذَيْنِ | ذَا | Eril |
أُولاَءِ | merfuتَانِ mensub ve mecrurتَيْنِ | ذِهِ تَا تِي | Dişil |
Asıl işaret isimlerinin sonuna Lamu’l-bu’d (لِ) (uzaklık lamı) ve kaful’l-hitab (كَ) denen harflerin gelmesi ile uzak işaret isimleri elde edilir.
Uzak İşaret İsimleri
Çoğul | İkil | Tekil | |
أُولاَءِ + كَ ← أُولَئكَ | ذَانِ + كَ ← ذَانِكَ ذَيْنِ + كَ ← ذَيْنِكَ | ذَا+لِ+كَ ← ذَلِكَ | Eril |
أُولاَءِ + كَ ← أُولَئكَ | تَانِ + كَ ← تَانِكَ تَيْنِ + كَ ← تَيْنِكَ | تِي+لِ+كَ ← تِلْكَ | Dişil |
Onlar | O ikisi | O | |
Kaful’l-hitab (كَ) ism-i işaret cümle içinde bir varlığı işaret eder, diğer tarafından ism-i işaretle bir kişiye hitap edilir. İşaret edilen kısım asıl ism-i işarette gösterilirken hitap edilen kısım orta ve uzak ism-i işaretlerde kaful’l-hitab (كَ) ile sağlanır. Bu harf mensub ve mecrur muttasıl zamirlerin ikinci şahıslarıyla aynıdır. Asıl ismi işaretin sonuna eklenerek hitap edilen kimseyi gösterir.
تِلْكَ uzak işaret ismi
Anlamı | İşaret İsmi | Hitap edilen | Uzaklık lâmı | Asıl İşaret İsmi |
Sana söylüyorum, o | تِلْكَ | كَ | لِ | تِي |
İkinize söylüyorum, o | تِلْكُمَا | كُمَا | لِ | تِي |
Size söylüyorum, o | تِلْكُمْ | كُمْ | لِ | تِي |
Sana söylüyorum, o | تِلْكِ | كِ | لِ | تِي |
İkinize söylüyorum, o | تِلْكُمَا | كُمَا | لِ | تِي |
Size söylüyorum, o | تِلْكُنَّ | كُنَّ | لِ | تِي |
آيَاتُ: “Ayetler” demektir. Tekili آيَةُ dir. Ayet gösterge demektir. ءيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak bir kimse ya da bir şey hakkında onun bilinmesini sağlayacak bir işaret koymak manasındadır. Bu mastar manasından konulan işaret manasında آيَة “gösterge” anlamında isimdir.
الْكِتَابِ: “Kitap” demektir. كتب kökündendir. كَتْب mastarı özel semboller ve simgeler kullanarak bir kaydetme aracıyla bilgileri kayıt altına almak manasındadır. كِتَاب mastarı yazmak manasındaki فَعْل veznindeki كَتْب mastarının mübalağa vezni olarak فِعَال vezninden gelmiştir ve çok sayıda bilgiyi güvenli bir şekilde kayıt altına almak manasındadır. Bu mastar manasından كِتَاب kayıt altına alınan olarak “kitap” anlamında camid isimdir. Kodlarla kayıt altına alınmış bilgidir. Burada kitap ayetleri olan Kuran’dır.
الْحَكِيمِ: “Hükme varıcı” demektir. Kökü حكم dir. Birinci bâbdan lazım fiilden türeyen sıfat-ı müşebbehedir. Bir işte, bir konuda, bir ihtilafta hükme varan demektir. İçinde karışıklık olan bir şeyin içindeki karışıklıkları gideren, ihtilaflı bir konunun içindeki ihtilafı gideren demektir. الْكِتَابِ nin sıfatıdır.
الْكِتَابِ الْحَكِيمِ: “Hükme varıcı kitap” demektir. Sıfat tamlamasıdır. Burada mecazi bir ifade vardır. Kuran kendi kendine hükme varmaz. Ancak sanki kendisi hükme varıcı gibi bizi hükme vardırır. Kuran’ı delil olarak alanlar Kuran’ı bütün olarak incelerler, konu ile ilgili ayetleri alırlar ve o konunun Kuran’ını elde ederler. O ayetleri ilmi metodoloji içinde değerlendirerek hükme varırlar. Deliller Kuran kaynaklı olduğu için hükme varan Kuran’mış gibi olur. Sadece bu sıfat tamlaması bile Kuran’ın ayetleri ile her türlü hükme varılabileceğini göstermektedir.
هُدًى: “Doğru yolu göstermek, rehberlik etmek” demektir. هدي kökünden ikinci bâbdan فُعَلًا kalıbından mastardır. Birisini bir hedefe yöneltip o hedefe varması için rehberlik etmektir.
ه harfi hareket demektir. د harfi kapı demektir. هد kapıya hareket demektir. Kapı sınırlı bölge ve giriş yeri olduğu için ikisi bir arada varılacak yerin giriş noktasına doğru hareket demektir. ي fonksiyon demektir ve son harf olduğu için sonuç bildirmektedir. Buradaki fonksiyon hedeflenen yere varmayla ortaya çıkacaktır. هدي “bir hedefe yönelip bir sonuç elde etmek”tir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. هُدًى e رَحْمَةً i atfetmektedir.
رَحْمَةً: “Rahmet” demektir. Birisine fayda etmek, ondaki zararı gidermek için yardım etmek manasındadır. رحم kökünden dördüncü bâbdan mastardır.
هُدًى وَرَحْمَةً: “Rehberlik ve rahmet” demektir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
الْمُحْسِنِينَ: “İyilik yapanlar” demektir. Kurallı eril çoğul mecrur marife ism-i fâildir. Beşinci bâbdan حَسُنَ - يَحْسُنُ iyi olmak manasındadır. Lazım fiildir. Beşinci bâb if’âl bâbına (أَحْسَنَ – يُحْسِنُ) tadiye etkisi ile gelir. “İyilik yaptı” anlamına gelir.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Eril çoğul has ism-i mevsuldür.
يُقِيمُونَ: “İkame ederler” demektir. قوم kökünden if’âl bâbından üçüncü çoğul şahıs merfu muzari malum fiildir. Birinci bâbdan قَامَ - يَقُومُ şeklinde kalkıp bir hedefe yönelerek dik durmak manasındadır. Lazım fiildir. Birinci bâb if’âl bâbına (أَقَامَ – يُقِيمُ) tadiye etkisi ile gelir. “Doğrulttu, doğru uyguladı, gerektiği gibi yaptı, yerleşik, süregelen ve etkili hale getirdi” anlamına gelir. Buradaki cem vâvı (يُقِيمُونَ) الَّذِينَ has ism-i mevsulünün aid zamiridir.
الصَّلَاةَ: “Namaz, toplantı” demektir. صلو kökünden gelmiştir. Tef’îl babından ism-i masdar olarak birisi veya birilerinin yakınında bulunmak ve onunla veya onlarla bir amaç için etkileşimde bulunmak, onu/onları desteklemek manasındadır. Bu mastar manasından yapılan etkileşim manasında صَلَاة ıstılahi olarak “toplantı”, müminler için özel bir isim olarak “namaz” anlamında camid isimdir. Çoğulu صَلَوَات dır.
يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ: “Salatı ikame ederler, salatı doğru uygularlar” demektir. “Toplantıyı gerektiği gibi yaparlar, yerleşik, süregelen ve etkili hale getirirler” demektir. “Bir amaç için bir araya gelirler, namaz ritüelini de gerçekleştirirler ve orada alınması gereken kararları doğru şekillerde alırlar” demektir.
Doğru uygulanmayan, gerektiği gibi yapılmayan salatın örneğini Kuran vermiştir.
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ إِلَّا مُكَاءً وَتَصْدِيَةً
Beytin indinde onların salatı yalnızca ıslık çalmak ve alkışlamaktır. (Enfal 35)
Bu salatlar günümüzde oldukça yaygındır. Liderin alkışlandığı, ıslıkların çalındığı, sadece sloganların atıldığı, içi boş salatları sürekli olarak görmekteyiz.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ cümlesine يُؤْتُونَ الزَّكَاةَ cümlesini atfetmektedir.
يُؤْتُونَ: “Verirler” demektir. İf’âl bâbından üçüncü çoğul şahıs merfu muzari malum fiildir. İkinci bâbdan أَتَى - يَأْتِي şeklinde birisine veya bir şeye gelmek, ona ulaşmak ve onun yakınında olup onunla muamele, etkileşim içinde olmak manasındadır. Müteaddi fiildir. İkinci bâb if’âl bâbına (آتَى – يُؤْتِي) ziyadetü-t tadiye etkisi ile gelir. Verdi anlamına gelir. Gelen, getiren ve veren haline gelir. Buradaki verme normal bir verme değildir. Gelip mef’ûlün bihle etkileşime giren kimse, getirdiğini mef’ûlün bihle etkileşime sokar. Buradaki cem vâvı (يُؤْتُونَ) الَّذِينَ has ism-i mevsulünün aid zamiridir.
الزَّكَاةَ: “Zekât, vergi” demektir. زكو kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan زَكَاء mastarı lekelerden, marazlardan, anormalliklerden temizlenmek yani arınmak manasındadır. Bu mastar manasından arındırma aracı manasında زَكَاة ıstılahi olarak mala karışmış olan kötülüklerden temizlenme aracı olarak maldan verilen “vergi” anlamında isimdir.
يُؤْتُونَ الزَّكَاةَ: “Zekâtı verirler” demektir. “Vergiyi verirler” demektir. Lokman suresi Mekki sure olarak kabul edilir. Ancak zekât vermeyi ifade etmesinden dolayı bu ayetin Medeni olduğunu kabul ederler. Çünkü zekâtın olması için devlet aşamasında olunması gerekir. Zekât kamuya verilir. Fakirlere ve miskinlere kamu tarafından verilir. Bugün zekât kabul edilen uygulama zekât değildir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. يُؤْتُونَ الزَّكَاةَ cümlesine هُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ cümlesini atfetmektedir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. الَّذِينَ has ism-i mevsulünün aid zamiridir.
بِ: “-i” demektir. Harf-i cerdir.
الْآخِرَةِ: “Ahiret” demektir. İki şekilde kullanılan bir kelimedir. Sonundaki ة dişillik için gelirse “sonra” anlamında ism-i fâil sıygasından الْآخِر in müennesi olur. Ancak الدُّنْيَا ile beraber kullanıldığında özel bir mana ifade eder ve sonundaki ة de bu özel manayı kazandırmak içindir. Özel bir dönemi ifade eder. Bu da yaşadığımız en yakın hayattan sonraki dönemdir.
هُمْ: “Onlar” demektir. İlk هُمْ ün te’kîdi için gelmiştir.
يُوقِنُونَ: “Kesin bir şekilde bilgi sahibi olurlar” demektir. يقن kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul merfu muzari malum fiildir. Dördüncü bâbdan يَقِنَ - يَيْقَنُ şeklinde bir şeyi, bir durumu, bir işi, bir fiili veya bir vakayı hiçbir şüphe ya da karışıklık olmaksızın bilmek demektir. En üst düzeyde doğru bir hükümdür. Bir şeyin ya da bir durumun doğruluğunu tespit etmek için doğru verileri kullanarak veri işleme yöntemlerinin (sınıflandırma, matematiksel ve istatistiksel hesaplama, mantıksal işlemler gibi) doğru kullanımı sonucunda, ortaya çıkan hüküm veya kararın sağlam, kesin ve tahmini olmaması anlamındadır. Buradaki cem vâvı da (يُوقِنُونَ) الَّذِينَ has ism-i mevsulünün aid zamiridir. يَقِين ise “şüphe olmayan, kesin” demektir. Bilgi, iş, fiil, durum için kullanılır. Bunların kesin ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde bilindiğini ifade eden sıfat-ı müşebbehedir.
İf’âl bâbına (أَيْقَنَ – يُوقِنُ) sayruret etkisi ile gelir. Doğru ve eksiksiz verileri bilimsel yöntemler kullanarak işleyip tahmini olmayan, sağlam ve kesin bilgi sahibi olmak anlamındadır.
بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ: “Kesin bir şekilde bilirler onlar ahireti” demektir. Kesin bir inançla inanırlar anlamını da kapsamaktadır.
هُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ: “Onlar, kesin bir şekilde bilirler onlar ahireti” demektir. Burada te’kîd amacıyla cümle devriktir. هُمْ öne alınarak fiil cümlelerine isim cümlesi atfedilmiş ve onlar yani muhsinler te’kîd edilmiştir. هُمْ bir kere daha tekrarlanmış ve te’kîd daha da güçlenmiştir. Böylece kesin bir şekilde bilmelerinden çok muhsinlerin kesin bir şekilde bilmesi ön plana alınmıştır. Sonra da ahiret öne alınmıştır. Bununla da kesin bir şekilde bilmelerinden çok ahireti kesin bir şekilde bilmeleri önemli hale gelmiştir.
يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ: “Salatı ikame ederler ve zekâtı verirler ve onlar, kesin bir şekilde bilirler onlar ahireti” demektir.
الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ: “Salatı ikame eden ve zekâtı veren ve kesin bir şekilde ahireti bilenler” demektir.
الْمُحْسِنِينَ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ: “Salatı ikame eden ve zekâtı veren ve kesin bir şekilde ahireti bilen muhsinler” demektir.
هُدًى وَرَحْمَةً لِلْمُحْسِنِينَ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ: “Salatı ikame eden ve zekâtı veren ve kesin bir şekilde ahireti bilen muhsinler için rehberlik ve rahmet” demektir.
الْكِتَابِ الْحَكِيمِ هُدًى وَرَحْمَةً لِلْمُحْسِنِينَ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ: “Salatı ikame eden ve zekâtı veren ve kesin bir şekilde ahireti bilen muhsinler için rehberlik ve rahmet halinde olan hükme varıcı kitap” demektir.
آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ هُدًى وَرَحْمَةً لِلْمُحْسِنِينَ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ: “Salatı ikame eden ve zekâtı veren ve kesin bir şekilde ahireti bilen muhsinler için rehberlik ve rahmet halinde olan hükme varıcı kitabın ayetleri” demektir.
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ هُدًى وَرَحْمَةً لِلْمُحْسِنِينَ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ: “Onlar salatı ikame eden ve zekâtı veren ve kesin bir şekilde ahireti bilen muhsinler için rehberlik ve rahmet halinde olan hükme varıcı kitabın ayetleridir” demektir.
Arapça gramer kurallarına göre birbirine atfedilmiş iki kelime için ortak bir sıfat kullanılacaksa sıfat ilk kelimeden sonra getirilmelidir. Eğer ikinci kelimeden sonra gelirse sadece ikinci kelime ile ilgilidir.
وَاللَّهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلًا
Allah size O’ndan bir mağfiret ve fazl vadeder. (Bakara 268)
Burada مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلًا ifadesinde مِنْهُ hem مَغْفِرَةً in hem de فَضْلًا in sıfatıdır. Çünkü ilk kelimeden (ma’tufun aleyhten) sonra gelmiştir. Eğer فَضْلًا dan sonra gelseydi (مَغْفِرَةً وَفَضْلًا مِنْهُ) mağfiret için O’ndan sıfatı geçerli olmazdı. O zaman anlam “mağfiret ve O’ndan fazl” olurdu.
Lokman suresinin bu ayetinde de هُدًى وَرَحْمَةً atfı vardır. لِلْمُحْسِنِينَ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ ise هُدًى den sonra değil, atfedilmiş ikinci kelime olan رَحْمَةً den sonra gelmiştir. Bu durumda gramer kurallarına uygun olarak muhsinler için olanın sadece rahmet olması gerekir, rehberlik muhsinler için olmaz. Ancak bunun bir istisnası vardır. Ma’tufun aleyh ve ma’tuf birlikte tek bir terim olursa sıfat her ikisi tek bir anlam ifade ettiği için ikisinin de sıfatı olmuş olur. Birbirine atfedilmiş iki kelimenin terim olması için gerekli şart bu atfedilen kelimelerin geçtiği her yerde aynı sıra ile kullanılmasıdır.
ثُمَّ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَامًا عَلَى الَّذِي أَحْسَنَ وَتَفْصِيلًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً
Sonra Musa’ya daha iyi olanın üzerine tamam olması ve her şeyi tafsil etmek ve rehberlik ve rahmet için kitabı verdik. (En’am 154)
Bu ayette Musa’ya verilen kitabın da هُدًى وَرَحْمَةً olduğu söylenmektedir.
وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ أَخَذَ الْأَلْوَاحَ وَفِي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذِينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ
Musa’dan öfke dinince nüshaları içinde rablerine rahbet edenler için rehberlik ve rahmet olan levhaları aldı. (Araf 154)
Bu ayette rablerine rahbet edenler için هُدًى وَرَحْمَةٌ olan levhalardan söz edilmektedir. (Rahbet: bir şeyi irade etmek ama korku ve çekinme nedeniyle irade ettiğini uygulamamak, titizlikle geri durmak. Allah’a rahbet: Allah’ın sevmediği durumlardan titizlikle uzak durmak.)
فَقَدْ جَاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ
Size rabbinizden bir beyyine ve rehberlik ve rahmet gelmiştir. (En’am 157)
هُدًى وَرَحْمَةٌ rabbimizdendir.
وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلَى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Yemin olsun iman eden bir kavim için rehberlik ve rahmet olması için size bir ilim üzerine tafsil ettiğimiz bir kitap getirdik. (Araf 52)
وَإِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِآيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَا قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَى إِلَيَّ مِنْ رَبِّي هَذَا بَصَائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Onlara bir ayet getirmediğin zaman onu toplamalı değil miydi dediler. “Yalnızca rabbimden bana vahyolunana uyarım” de. Bu rabbinizden basiretler ve iman eden bir kavim için rehberlik ve rahmettir. (Araf 203)
لَقَدْ كَانَ فِي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِأُولِي الْأَلْبَابِ مَا كَانَ حَدِيثًا يُفْتَرَى وَلَكِنْ تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Yemin olsun onların kıssasında akıl sahipleri için bir ibret vardır. Uydurulmuş bir söz değildir ve ancak ondan öncekileri tasdik etmek ve her şeyi tafsil etmek ve iman eden bir kavim için rehberlik ve rahmettir. (Yusuf 111)
وَمَا أَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Sana kitabı yalnızca onlara ihtilaf ettiklerini açıklaman ve iman eden bir kavim için rehberlik ve rahmet olarak indirdik. (Nahl 64)
Bu ayetlerde iman eden kavim için هُدًى وَرَحْمَةً denmiştir.
يَاأَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ
Ey insanlar, size rabbinizden bir öğüt ve kafalarda olana bir şifa ve müminler için bir rehberlik ve rahmet gelmiştir. (Yunus 57)
إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ يَقُصُّ عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَكْثَرَ الَّذِي هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ (76) وَإِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ (77)
Kesinlikle bu Kuran İsrail Oğullarına ihtilaf ediyor olduklarının çoğunu anlatır ve kesinlikle o müminler için rehberlik ve rahmettir. (Neml 76-77)
Bu ayetlerde müminler için هُدًى وَرَحْمَةٌ denmiştir.
وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ
Sana kitabı her şeyi açıklamak ve rehberlik ve rahmet ve müslimlere müjde için indirdik. (Nahl 89)
Bu ayette müslimler için هُدًى وَرَحْمَةً denmiştir.
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِ مَا أَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْأُولَى بَصَائِرَ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Yemin olsun önceki nesilleri helak etmemizden sonrasında Musa’ya kitabı insanlar için basiretler ve rehberlik ve rahmet olarak verdik. Umulur ki tezekkür ederler. (Kasas 43)
Bu ayette insanlar için هُدًى وَرَحْمَةً denmiştir.
هَذَا بَصَائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ
Bu insanlar için basiretler ve îkân eden bir kavim için rehberlik ve rahmettir. (Casiye 20)
Bu ayette ikân eden kavim için هُدًى وَرَحْمَةٌ denmiştir.
Ayetlerde görüldüğü gibi bir kere bile رَحْمَةً وَهُدًى şeklinde geçmemiştir. الْهُدَى وَالرَّحْمَةَ şeklinde harf-i tarifle marife olarak da gelmemiştir. هُدًى وَرَحْمَةً bir terimdir. هُدًى birisini bir hedefe yöneltip o hedefe varması için rehberlik etmek, رَحْمَةً birisine fayda etmek, ondaki zararı gidermek için yardım etmektir. İkisi bir arada هُدًى وَرَحْمَةً birisini bir hedefe yönlendirmek ve ortaya çıkan zararlarda ona yardım etmek, yön vermektir. Günümüzde yaşam koçu denilen bir kavram vardır. Ona benzemektedir. Sizin bütün hayatınızı yönlendiren demektir. Ne yapacağınıza, nasıl yapacağınıza, ne zaman yapacağınıza, neden yapacağınıza, nerede yapacağınıza, kiminle yapacağınıza ona sorarak karar verirsiniz. Bir sıkıntı olduğunda yine ona sorarsınız ve sıkıntıdan sizi kurtaracak çözümleri ondan öğrenirsiniz. هُدًى وَرَحْمَةً işte böyle anlam ifade eden bir kavramdır, terimdir. Bu nedenle muhsinlerin yaşam kitabıdır. Tüm hayatlarını Kuran’ı yaşam kitabı yaparak geçirirler. Her sorunu Kuran’la çözerler, her soruyu Kuran’a sorarlar. Yaptıkları işler Kuran’a uygun olduğu zaman hiçbir kınamaya aldırmazlar. Kuran onlar için hayat kitabıdır. Yaşam rehberidir.
Burada kitap için الْحَكِيمِ (hükme varıcı) sıfatı getirilmiştir. Kitap nasıl oluyor da hükme varıcı oluyor? İşte yaşam kitabı olması da bu özelliğiyledir. Siz Kuran’ı okursunuz, sorunlarınızın çözümü için ona soru sorarsınız o da size cevap vererek hakîm yani hükme varıcı olur. Böylece rehberlik eder, sıkıntılardan kurtulmanız için size yardım eder. Aslında hükme varan Kuran’ı okuyan, inceleyen (kıraat eden), sorular soran, sorunlara çözüm arayandır. Siz bunun için Kuran’la ilgilendiğinizde, çözümleri onda aradığınızda o size cevap vererek hükme varıcı olur.
Muhsinler yani iyilik yapanların burada üç sıfatı الَّذِينَ has ism-i mevsulü ile getirilmiştir:
- Salatı ikâme ederler.
- Zekâtı verirler.
- Ahireti kesin bir bilgi ile bilirler.
Buna göre bunlar bir organizasyon içinde birlikte yapılmalıdır. Bu organizasyon ancak İslam devlet yapısı içinde gerçekleşebilir. Buna göre buradaki muhsinler Kuran indiği zamanda Medine dönemi muhsinleri, günümüzde de henüz hiçbir yerde olmayan Allah’ın düzeni içindeki muhsinlerdir. Bu sure Mekkî sureler içindedir ama organize bir şekilde salatın ikamesi yani toplantıların gerektiği gibi yapılması ve zekât müessesesi bu ayetin Medeni olduğunu göstermektedir. Sûrenin tamamı Mekkî değildir, bir kısmı Medenidir.
Kuran’da nasıl hiçbir insan için الْمُؤْمِن kelimesi geçmiyorsa الْمُحْسِن kelimesi de geçmez. الْمُؤْمِنِينَ ve الْمُحْسِنِينَ geçer. Bir insan tek başına مُؤْمِنٌ gibi مُحْسِنٌ olabilirken الْمُحْسِن de الْمُؤْمِن gibi tek başına olunmaz, الْمُؤْمِنِينَ içinde الْمُؤْمِن olabildiğiniz gibi الْمُحْسِنِينَ içinde الْمُحْسِن olabilirsiniz. Kendi başına الْمُؤْمِن olan yalnızca Allah’tır.
Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da Elif Lâm Mim’in ayetler olmasıdır. Kuran’da Huruf-u mukattaaya bazı surelerin başında ayetler denmektedir.
Ayet | Geçiş |
Yunus 1 | الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ |
Lokman 1-2 | الم (1) تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْحَكِيمِ (2) |
Yusuf 1 | الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ |
Şuara 1-2 | طسم (1) تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (2) |
Kasas 1-2 | طسم (1) تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (2) |
Rad 1 | المر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ |
Hicr 1 | الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُبِينٍ |
Neml 1 | طس تِلْكَ آيَاتُ الْقُرْآنِ وَكِتَابٍ مُبِينٍ |
Kitabın marife olduğu yerde Kuran nekre, Kuran’ın marife olduğu yerde Kitap nekre gelmiştir.
تِلْكَ آيَاتُ ifadesi çoğulun en az üç olması nedeniyle ayetlerin en az üç tane olduğunu gösterir. Neml suresinde ise طس şeklinde iki harf vardır. Ayet harfin kendisi olsaydı طس تَانِكَ آيَتَا الْقُرْآنِ وَكِتَابٍ مُبِينٍ (Tâ Sin o ikisi Kuran’ın ve mübin bir kitabın iki ayetidir) şeklinde ikil gelirdi. Oysa çoğul geldiği için en az üç harfin ayet olması gerekir. ط ve س harflerinin kendisi değil, geçişleri ikiden fazladır. Bu durumda ayetler harfin kendisi değil, harflerin geçişleri demektir. Yani ط ve س harflerinin geçtiği yerlerdeki anlamları ayet demektir. Harflerin kendisinin ayet olması demek harfin geçtiği kelimenin içinde kendisine ait anlamı var demektir.
Protosinaitik alfabeden itibaren gelen etimolojik anlamlar ayettir. Bu surenin başındaki الم de hurufu mukattadandır. Her birinin anlamı vardır. Bu anlamların birleşimi ile kelimenin anlamı ortaya çıkmaktadır.
ا: Bu harfin orijinal piktografik yazısı öküz başı () olup, bir hayvanın yaptığı işteki güç ve kuvveti temsil eder. Girdiği kelimeye güç katar. Fiile girince fiile mef’ûl ekleyebilir, fâili mef’ûl yapıp yeni bir fâil ekleyebilir, fâilin yeni bir duruma girmesini, yeni bir zamana ve yeni bir mekâna girmesini ifade edebilir.
ل: İlk dönem İbrani piktografisinde çobanın sopasıdır. Çoban sopasını iterek veya çekerek koyunları yönetmek (gütmek) için kullanırdı. Bu harfin manası –e doğru’dur, bir şeyin farklı bir yönde hareket etmesi gibi. Harf aynı zamanda otorite, sürünün lideridir ki bu çobanın da işaretidir. Boyunduruk, hayvanın omuzuna bağlanan veya eğen ve hayvanı sınırlayan bir sopa manasına da gelir. Girdiği kelimeye nedensellik katar, bağ kurucu etki yapar, iletişim etkisi sağlar.
م: Harfin ilk dönem Sami dili piktografisi su dalgası olan ‘dir. Bu piktografinin sıvı, deniz suyu, denizin boyutlarından dolayı muazzam ve iri, denizin fırtınalarından dolayı da kargaşa manaları vardır. İbranilere göre deniz korkulan ve bilinmeyen bir yerdir bu sebeple bu harf bilinmeyen bir şeyi aramak dürtüsüyle kim, ne, ne zaman, nerede, niçin ve nasıl gibi soru kelimesidir. Modern İbranicede harfin adı mem’dir, muhtemelen su manasında olan mayim kelimesinden gelmektedir. Mayim, mah kelimesinin çoğuludur. Muhtemelen kelimenin orijinal ismi ne anlamındadır. Harfin Yunanca ismi olan mu, mah ile yakından ilişkilidir.
Bu üç harfin her biri kelimenin içinde geçtiği her yerde ayettir.
أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ
Onlar rablerinden bir rehberlik üzerinedir.
İsim cümlesi |
Haber | Mübteda |
Mecrur | Cârr |
Sıfat | Mevsûf |
Mecrur | Cârr |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
هُمْ | رَبِّ | مِنْ | هُدًى | عَلَى | أُولَئِكَ |
أُولَئِكَ: “Onlar” demektir. Eril çoğul uzak ism-i işarettir. Asıl ism-i işaret ve kâfu-l hitbe’den oluşmuştur.
أُولَئِكَ uzak işaret ismi
Anlamı | İşaret İsmi | Hitap edilen | Asıl İşaret İsmi |
Sana söylüyorum, o | أُولَئِكَ | كَ | أُولاَءِ |
İkinize söylüyorum, o | أُولَئِكُمَا | كُمَا | أُولاَءِ |
Size söylüyorum, o | أُولَئِكُمْ | كُمْ | أُولاَءِ |
Sana söylüyorum, o | أُولَئِكِ | كِ | أُولاَءِ |
İkinize söylüyorum, o | أُولَئِكُمَا | كُمَا | أُولاَءِ |
Size söylüyorum, o | أُولَئِكُنَّ | كُنَّ | تِي |
عَلَى: “Üzerine” demektir. Harf-i cerdir.
هُدًى: “Doğru yolu göstermek, rehberlik etmek” demektir. هدي kökünden ikinci bâbdan mastardır. Birisini bir hedefe yöneltip o hedefe varması için rehberlik etmektir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
رَبِّ: “Rab, efendi, yetiştirici, terbiyeci” demektir. ربب kökünden gelmiştir.
هِمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Muhsinlere racidir.
رَبِّهِمْ: “Onların rabbi” demektir.
مِنْ رَبِّهِمْ: “Onların rabbinden” demektir.
هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ: “Onların rabbinden bir rehberlik” demektir.
عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ: “Onların rabbinden bir rehberlik üzerine” demektir.
أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ: “Onlar rablerinden bir rehberlik üzerinedir” demektir.
Burada أُولَئِكَ uzak ism-i işaretinin işaret ettiği الْمُحْسِنِينَ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ (Salatı ikame eden ve zekâtı veren ve kesin bir şekilde ahireti bilen muhsinler) dir. هُمْ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ denmemiş de أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ denmiştir. هُمْ zamirdir. أُولَئِكَ ism-i işarettir. Zamirde onları görmen, bilmen, tanıman gerekmez. İsm-i işarette ise onları görmen veya tanıman veya bilmen gerekir. Burada ism-i işaretle geldiği için bu insanlar ya geçmişten bildiklerimiz veya günümüzde yaşayanlardır.
Diğer önemli bir nokta أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنَ اللهِ denmeyip أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ denmesidir. Rehberlik rablerinden olduğu için bir terbiye ve eğitim sürecidir.
Öncesinde هُدًى وَرَحْمَةً denmiş, burada tekrar هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ denmiştir. Tekrar etme sebebi هُدًى وَرَحْمَةً in ayrı bir terim olması, هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ in ayrı terim olmasıdır. İlk rehberlik yaşam kitabını ifade ederken ikinci rehberlik terbiye edici, eğitici bir süreç içinde olan rehberliğin ifadesidir.
وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Ve onlar, onlar iflah olanlardır.
İsim cümlesi | Atıf harfi |
Haber İsim cümlesi | Mübteda |
Haber | Mübteda |
الْمُفْلِحُونَ | هُمْ | أُولَئِكَ | وَ |
veya |
İsim cümlesi | Atıf harfi |
Haber | Fasıl zamiri | Mübteda |
الْمُفْلِحُونَ | هُمْ | أُولَئِكَ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ cümlesine أُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ cümlesini atfetmiştir.
أُولَئِكَ: “Onlar” demektir. Eril çoğul uzak ism-i işarettir.
هُمُ: “Onlar” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. Fasıl zamiridir. Te’kid için gelir. İkinci seçenek olarak mübtedanın haberi olan isim cümlesinin mübtedasıdır. Bunun da amacı te’kîddir.
الْمُفْلِحُونَ: “İflah olanlar” demektir. فَلَاح “arzu edilen, aranan, edinilmek istenen rahatlık, başarı, kazanç” demektir. İf’âl bâbında (أَفْلَحَ – يُفْلِحُ) sayruret etkisi ile gelir. “Felah sahibi olmak, rahat, başarı, kazanç sahibi olmak, iflah olmak” anlamına gelir.
أُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ: “Onlar, onlar iflah olanlardır” demektir. Onlar arzu edilen başarıya ulaşanlardır.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta أُولَئِكَ nin وَ atıf harfiyle tekrar edilmesidir. İki أُولَئِكَ de muhsinlere işaret ettiği halde niçin tekrar edilmiştir? Bu durumda aynı kimseler birbiriyle kesişen veya kesişmeyen iki ayrı zamanda iki ayrı durumdadırlar demektir.
Bunu Kuran’da başka çok yerde görmekteyiz.
فَأُولَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَأُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Onlar dünya ve ahirette amelleri boşa gitti ve onlar ateş ashabıdır, onlar onda kalıcılardır. (Bakara 217)
Amellerin boşa gitmesi ile ateş ashabı olmaları iki ayrı durumdur ve kesişen veya kesişmeyen farklı zamanlarda gerçekleşmiştir.
وَإِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ أَئِذَا كُنَّا تُرَابًا أَئِنَّا لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ أُولَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ وَأُولَئِكَ الْأَغْلَالُ فِي أَعْنَاقِهِمْ وَأُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Eğer şaşıracaksan şaşılacak olan onların “toprak olduğumuz zaman mı biz yeni bir yaratılış içinde olacağız” sözüdür ve onlar rablerini görmezden gelenlerdir ve onlar boyunlarında tasmalar vardır ve onlar ateş ashabıdırlar, onlar onda kalıcıdırlar. (Rad 5)
Rablerini görmezden gelmeleri ve boyunlarında tasmalar olması ve ateş ashabı olmaları üç ayrı durumdur ve kesişen veya kesişmeyen farklı zamanlarda gerçekleşmiştir.
Lokman suresinin bu ayetinde de rablerinden bir rehberlik üzerinde olmaları ile iflah olmaları yani başarıya ulaşmaları iki ayrı durumdur ve kesişen ama örtüşmeyen iki zaman dilimi içinde gerçekleşmiştir.
Rehberlik süreklidir, iflah ise rehberliğin hemen başında gerçekleşmemiş, bir sonuç olarak ortaya çıkmıştır ve iflah yani başarı rehberlikle beraber devam etmektedir.
Bu nedenle Allah yolunda bir işe başladığımızda Kuran bizim yaşam kitabımız olmalıdır. Başarı hemen gelmeyecektir. Hemen gelseydi ikinci أُولَئِكَ gelmezdi. Zaten bu imtihan için de gereklidir. İşte Kuran bize sadece أُولَئِكَ yi ikinci kez kullanarak Kuran’ın rehberliğinde çalıştığımızda başarının hemen gelmeyeceğini söylemiş olmaktadır. Bu da çabuk başarı bekleyenlerin ve başka amaçla gelenlerin uzaklaşmasına sebep olacaktır. Peygamber 12 sene Mekke döneminde yaşamış, Medine’ye hicret ettikten sonra geçen uzun bir dönemden sonra başarıya ulaşmıştır. Adil Düzen için de bu durum geçerlidir. İnsanlar özellikle uzak durmaktadırlar. Çünkü gözleriyle gördükleri bir başarı yoktur. Bizim yaşam kitabımız Kuran’dır. Kuran’a uymayan hiçbir uygulama bizi ilgilendirmemekte, görünen sahte başarılarla ilgilenmemekteyiz. Bu nedenle faizli sistem içinde kurulan çok kazançlı işletmeler, çoğunluk sistemi içinde başarılar arayan, başarıya ulaşan vesenler, insanları uyuşturan cemaatler bizi ilgilendirmemektedir.
Teşvikiye, Yalova
10 Şubat 2024
M. Lütfi Hocaoğlu