RÛM SÛRESİ - 20. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
بَلِ اتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَهْوَاءَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍ فَمَنْ يَهْدِي مَنْ أَضَلَّ اللَّهُ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرِينَ (29)
Buna ilaveten zulmedenler bilgisizlikle hevalarına uydular. Bu nedenle onlar için hiçbir yardım eden topluluk olmadığı halde iken Allah’ın saptırdıklarına kim rehberlik eder? (29)
بَلِ اتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَهْوَاءَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍ
Buna ilaveten zulmedenler bilgisizlikle hevalarına uydular.
Fiil cümlesi |
Fâil Hâl | Mefûlun bih | Fâil Sahibul hâl | Fiil | İdrab edatı |
Mecrur | Cârr | Muzâfun ileyh | Muzâf | Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Muzâfun ileyh | Muzâf | Fâil | Fiil |
عِلْمٍ | غَيْرِ | بِ | هُمْ | أَهْوَاءَ | و | ظَلَمُوا | الَّذِينَ | اتَّبَعَ | بَلْ |
بَلْ: “Buna ilaveten” demektir. İdrab edatıdır. Bu edat atıf harfi ve idrab edatı olarak kullanılır.
- Atıf harfi ve idrâb edatı olan بَلْ: Bu edattan sonra gelen “müfred” ise atıf harfi ve idrâb edatıdır. Kur’an’da atıf harfi ve idrâb edatı olarak geçişi yoktur.
- İdrâb ve ibtida edatı olan بَلْ: Bu edattan sonra gelen “cümle” ise atıf harfi değildir. Yeni bir cümleyi başlatmaktadır. İdrâb ve ibtida edatıdır. İdrâb ve ibtida edatı olduğunda iki şekilde gelir:
- İptâli idrâb (الْإِضَرَابُ الْاِبْطَالِيُّ): Öncesindeki cümledeki manayı iptal eder ve arkasından gelen cümledeki mana ile doğrusunu getirir. “Bilakis, aksine” anlamlarına gelir.
- İntikâli idrâb (الْإِضَرَابُ الْاِنْتِقَالِيُّ): Öncesindeki cümlenin manasını iptal etmez. Bir haberden başka bir habere, bir konudan başka bir konuya intikal (geçiş) vardır. Sonraki cümleyi, önceki cümleye ilave eder. “Bununla beraber, buna ilaveten, bunun üzerine, buna rağmen, aynı zamanda, zaten, halbuki, oysa, oysaki” anlamlarına gelir.
Bu cümleden önce, önceki ayetteki كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ cümlesi gelmiştir. Burada intikali idrab vardır. Önceki cümlenin manasını iptal etmemektedir. Ayetlerin akleden kavim için tafsil edildiği anlatıldıktan sonra zulmedenlerin durumuna geçiş (intikal) yapılmaktadır.
اتَّبَعَ: “Kendiliğinden uydu” demektir. Üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. İftiâl bâbından gelmiştir. Dördüncü bâbdan تَبِعَ - يَتْبَعُ şeklinde birine, bir şeye veya bir işe tabi olmak, ona uyarak onu izlemek manasındadır. Dördüncü bâb iftiâl bâbına gelinceاتَّبَعَ -يَتَّبِعُ şeklinde birine, bir şeye veya bir işe kendi isteğiyle, kendi çabasıyla tabi olmak, ona uyarak onu izlemek anlamındadır. Sülasi fiil olarak geldiğinden uymanın her şeklini manası içine almaktadır. Kendi çabasıyla uymak veya kanunların, yasakların zoruyla uymak تَبِعَ - يَتْبَعُ nun kapsamı içindedir. Burada olduğu gibi iftiâl bâbına gelince ise اتَّبَعَ - يَتَّبِعُ nun kapsamı sadece kendi isteği, kendi çabasıyla uymaktır.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Eril çoğul has ism-i mevsuldür. Sıla cümlesi vardır. Sıla cümlesi içindeki fiilin fâili ya da mef’ûlü (hangisi olduğu aid zamirinden anlaşılır) belirlidir. Aynı zamanda fiilin işleniş şekli de belirlidir. Bu nedenle organize işler bu has ism-i mevsulle ifade edilir.
ظَلَمُوا: “Zulmettiler” demektir. Üçüncü şahıs, çoğul, mazi fiildir. “Eziyet ettiler” anlamında değildir, Türkçede eziyet anlamında yanlış olarak kullanılmaktadır.
الظُّلْمُ: وَضْع الشيء في غير موضِعه
Zulüm: Bir şeyi kendi yerinin dışında bir yere koymak. (Lisanu-l A’râb)
ظلم kökünden iki bâbda fiiller gelir. İkinci bâbdan (ظَلَمَ - يَظْلِمُ) zulüm anlamında gelirken dördüncü bâbdan (ظَلِمَ - يَظْلَمُ) ظُلْمَة “karanlık” demektir.
Zulüm birisini, bir şeyi veya kendisini olması gereken gerçek konumda değil başka konumda bulundurmaktır. Bu nedenle birisine haksızlık etmek, birisine hakkını vermemek, suçsuz birisini suçlu konumuna sokmak, Allah’ın yerine Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyan şerikler edinmek zulümdür.
الَّذِينَ ظَلَمُوا: “Zulmedenler” demektir. Zulümde organize olanlardır.
أَهْوَاءَ: “Hevalar” demektir. هوي kökünden gelmiştir. هَوًى in çoğuludur. Dördüncü bâbdan gelmektedir. “Heva” (الْهَوَى) mantıksız ve hikmetsiz bir şekilde hoşuna gittiği, işine geldiği için nefsin talep ettiği şeydir. Bir de aynı kökten gelen الْهَوَاء kelimesi vardır.
الهَواء، ممدود: الجَوُّ ما بين السماء والأَرض
Hava, Memdûd: Gök ve yer arasında olan boşluktur. (Lisanu-l Arab)
أصله الهواء بين الأرض والسماء، سمِّي لخلوِّه.
Havanın aslı yer ve göğün arasıdır, boşluğu için isimlendirildi. (Makayisu-l Luga)
Türkçedeki hava kelimesi Arapçadan gelmiştir. Heva kelimesi ile aynı köktendir. Heva bir ilme, hakka, mantığa ve hikmete dayanmayan dayanağı boşluk olan, kişinin, kişilerin işlerine gelen istektir. Bu yönüyle hava heva ile benzerdir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. الَّذِينَ ظَلَمُوا ya racidir.
أَهْوَاءَهُمْ: “Onların hevaları” demektir.
بِ: “ile” demektir. Harf-i cerdir.
غَيْرِ: “Dışında” demektir. Matematikteki “değil” anlamına gelmektedir.
دُون gayri ile karıştırılmaktadır. دُون fonksiyonel olarak daha aşağıda olan غَيْر‘dır. دُون kullanıldığında دُون’dan sonra gelen kısım olması gereken kısımdır.
إِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَاءِ
Şüphesiz siz kadınların dununda erkeklere şehvetle gelirsiniz. (Araf 7/81)
Burada Lût Peygamber kavmine kadınların dununda erkeklere şehvetle geldiklerini söylemektedir. دُون doğrudan dışında anlamında olsaydı kadınların dışında denmesine gerek yoktu. Burada kadınların fonksiyonunu daha aşağıda olan erkekler için yapıyorsunuz denmektedir ve olması gereken de دُون kelimesinden sonradır. “Kadınlar olması gerekirken erkeklere geliyorsunuz” anlamını da içermektedir.
عِلْمٍ: “İlim” demektir. Kesin bilgiyi ifade eder.
غَيْرِ عِلْمٍ: “Bir bilgi olmadan” demektir.
بِغَيْرِ عِلْمٍ: “Bir bilgi olmamakla, bilgisizlikle” demektir.
بَلِ اتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَهْوَاءَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍ: “Buna ilaveten zulmedenler bilgisizlikle hevalarına uydular” demektir.
Hevaya uymada تَبِعَ değil اتَّبَعَ fiili kullanılmıştır. تَبِعَ gelseydi uyma kendiliğinden olmayabilirdi. İstemeden de uyabilirdiniz. Kanunlar vardır, hoşunuza gitmiyordur ama kanun olduğu için onlara uyarsınız. Bu durumda تَبِعَ fiili gelirdi. Oysa اتَّبَعَ gelmiştir. Bu isteyerek, hoşlanarak onlara uyma demektir. Kuran’daki hevaya uyma ayetlerinin tamamında اتَّبَعَ gelmiştir. Bu şekilde geldiğinde hevaya uyma istemeden olmaz. Herkes hevasına veya başkalarının hevasına isteyerek ve hoşlanarak uyar. Hevaya uymak işine gelen isteklere uymaktır. Bu durumda şu soru sorulabilir: hevaya uymamak için ne yapmamız lazımdır? Çünkü insanların tamamı işine geleni uygulamak ister. Bu sorunun cevabı ayetlerdedir.
إِنْ يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْأَنْفُسُ وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنْ رَبِّهِمُ الْهُدَى
Rablerinden hüda (rehberlik) onlara gelmiş olduğu halde yalnızca zanna ve nefislerin heva ettiğine uyarlar. (Necm 23)
İki seçenek vardır: Birincisinde Allah’tan gelen hüdaya uymaktır ki Bakara suresinin hemen başında bunun Kuran olduğu söylenmektedir. İkincisinde zanna ve nefislerin heva ettiğine uymasıdır. Bu durumda hevaya ve zanna uymamanın yolu Allah’ın ayetlerine uymaktır.
وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ
Ayetlerimizi yalanlayanların ve rablerine denk kılar halde ahirete iman etmeyenlerin hevalarına uyma. (Enam 150)
Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar ve ahirete inanmayanların istekleri doğal olarak hevadır. Bu hevalar onların işine gelen, hoşlarına giden isteklerdir.
أَمْ يَقُولُونَ بِهِ جِنَّةٌ بَلْ جَاءَهُمْ بِالْحَقِّ وَأَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ (70) وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ بَلْ أَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَ (71)
Yoksa onunla bir cinnet var mı diyorlar? Aksine onlara hakkı getirdi ve onların çoğunluğu haktan hoşlanmayanlardır. Eğer hak onların hevalarına uysaydı gökler ve yer ve içinde olan kimseler fesada uğrardı (bozulurdu). Aksine onlara zikirlerini getirdik de onlar zikirleriyle ilgilenmeyenlerdir. (Müminun 70-71)
Hevalar fesadı doğrudur. Hevalara yalnızca batıl uyar, hak uymaz. Batıl gerçek olmayan, geçerli olmayan demektir. Hak ise gerçek ve geçerli olandır. Hak onların hevalarına uysaydı tüm kâinatta fesat ortaya çıkardı. Her şey bozulurdu. Hak onlara uymadığı için onların hevaları sadece küçük çaplı fesatlar doğurur. Kâinatı kapsayan bir fesat olmaz. Heva bu kadar tehlikelidir. Allah’ın indirdiğine uymayan bütün istekler fesatla yani bozulmayla sonuçlanır.
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ الَّذِي آتَيْنَاهُ آيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاوِينَ (175) وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الْأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْ ذَلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ (176)
Onlara ayetlerimizi verip de onlardan sıyrılıp da şeytana uyan, azanlardan olan kimsenin haberini aktar. Dileseydik onu onlarla (ayetlerle) yükseltirdik ve ancak o yere saplandı ve hevasına uydu. Onun örneği köpeğin örneği gibidir. Üzerine yüklensen dilini sarkıtıp solur veya onu bıraksan dilini sarkıtır solur. O ayetlerimizi yalanlayan kavmin örneğidir. Öyleyse kıssayı anlat. Umulur ki onlar tefekkür ederler. (Araf 175-176)
Ayetler insanı yükseltir, ayetlerden sıyrılan ile yere saplanır, yükselemez. O hevasına uyandır. Hevaya uymamanın tek yolu ayetlere uymadır. Bir kimse ayetlerden sıyrılıp da hevasına uymaya başladığında artık ona hiçbir şey fayda etmez. İster üstüne yüklen ister yüklenme sonuç değişmez, etkilenmeyecektir. Ayetlerden sıyrılmış bir şekilde fizyolojik fonksiyonlarına devam edip hevasına uyacaktır.
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ حَتَّى إِذَا خَرَجُوا مِنْ عِنْدِكَ قَالُوا لِلَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ آنِفًا أُولَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ
Onlardan sana kulak verenler vardır. Nihayet senin indinden çıktıklarında kendilerine ilim verilenlere “biraz önce ne dedi?” dediler. Onlar Allah’ın kalplerinin üzerini mühürlediği ve hevalarına uyan kimselerdir. (Muhammed 16)
Bir grup vardır, siz onlara ayetleri anlatın, Kuran’dan elde ettiğiniz kanıtları anlatın durun. Size kulak verirler. Sizin yanınızda size itiraz etmezler. Hatta “anlattıklarınız çok güzel” derler. Ancak yanınızdan çıktıklarında “ne dedi?” diyerek saçmaladığınızı ifade ederler. İşte onlar hevalarına uyanlardır. Ayetlere uymayanlar ancak hevalarına uyarlar, başka seçenek yoktur.
وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا
Zikrimizden kalbini gafil kıldığımız ve hevasına uyan ve işi aşırılık olana itaat etme. (Kehf 28)
Mevcut düzende her iş aşırılık üzerinedir. Hastalar eziliyor diye öyle kanunlar çıkarılır ki doktorlar ezilmeye başlar. Kadınlar eziliyor diye öyle kanunlar çıkarılır ki erkekler ezilmeye başlar. İşte bunlar furut’tur, aşırılıktır. Ya ifrattayız ya tefritteyiz. Bunun sebebi de Allah’ın ayetleriyle ilgilenmeyip hevalarla hareket etmektir.
فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوَى أَنْ تَعْدِلُوا
Adaletli olmak için hevaya uymayın. (Nisa 135)
Günümüzde tam da bunu görüyoruz. Bütün dünyada bütün kanunlar, kurallar heva ile çıkarılır. Adalet heva ile sağlanmaya çalışılır. Allah’ın ayetlerine dayanmadan adalet sağlanamaz, sadece sağlanacağı sanılır.
يَادَاوُدُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ
Ey Davud, kesinlikle biz seni yerde halife kıldık. Öyleyse insanların arasında hak ile hükmet ve seni Allah’ın yolundan saptıracak olması sebebiyle hevaya uyma. (Sad 26)
Allah’ın istediği hükmetme hak iledir, heva ile değildir. Heva ile hükmetmeye başladığın anda Allah’ın yolundan saptırır. Heva ile hükmetmeyip hak ile hükmetmenin de tek yolu Allah’ın kitabını rehber kabul edip, tüm hükümleri ona dayandırarak vermektir.
وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَى (3) إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى (4)
O hevasından konuşmaz. O yalnızca vahyedilmiş bir vahiydir. (Necm 3-4)
Peygamberin konuşmaları heva ile değildi. O kendisine vahyedileni söylüyordu. Allah’ın ayetlerini referans edinmeden konuşan herkes hevasından konuşuyor demektir. Referans gösterdikleriniz Allah’ın ayetleri değil de eski büyük adamlar (!) ise o zaman yine hevanızdan konuşuyorsunuz demektir.
وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى (40) فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى (41)
Rabbinin makamından korkan ve nefse hevayı nehyeden kimseye gelince kesinlikle cennet, o barınaktır. (Naziat 40-41)
Cennete girmenin bir yolu da bu ayette söylenmektedir. Hevadan nefsi nehyedeceksin. Bunun da tek yolu vardır: Allah’ın kitabını, ayetlerini rehber edinmektir. Yok, günümüzde bunları uygulayamayız, günümüzde bunları kimse dinlemez, biz hele bir iktidara gelelim, ondan sonra zaten uygularız dediğiniz anda hevaya uyuyorsunuz demektir. Nefsi hevadan nehyetmek gerekir. Eskilerin yaptıkları, eski uygulamalar, siyasi cihad yaptığını düşündüğünüz eski liderlerinizi düşünmeyeceksiniz, nefsi hevadan men edeceksiniz ve sadece tek rehberiniz Kuran olacak. Aksi takdirde hevanızla hareket ediyorsunuz demektir.
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِهِ بِالرُّسُلِ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ أَفَكُلَّمَا جَاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوَى أَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَرِيقًا كَذَّبْتُمْ وَفَرِيقًا تَقْتُلُونَ
Musa’ya kitabı vermiştik ve sonrasında arkasından resulleri gönderdik ve Meryem oğlu İsa’ya kanıtları verdik ve onu Ruhu-l Kudüs ile destekledik. Kendinizin heva etmediği (işine gelmediği) şeyi bir resulün size her getirmesiyle mi büyüklendiniz de bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını öldürdünüz. (Bakara 87)
Bu ayette İsrail Oğullarına hitap ediyor. Bu bir örnektir. Günümüzde de böyledir. Anlatıyoruz, ayetler bunu söylüyor diyoruz ama fayda etmiyor. Çünkü söylediklerimiz ayetlerden olduğu için nefislerin işine gelmiyor. İnsanlar mevcut uygulamalarını asla bırakmak istemiyorlar. Ticaret yapanlar mevcut düzende para kazanıyorlar. Bu düzenin asla değişmesini istemiyorlar. Bu nedenle ayetlerden getirdiğimiz kanıtlar hoşlarına gitmiyor. Bu nedenle onlar Kuran kurslarını destekliyorlar, tarikatları destekliyorlar. Hayata karışmayan bir İslam istiyorlar. Hayat mevcut zulüm sistemi içinde devam etsin, onların kazançlarına dokunmasın yeter. İslamiyet cami içinde kalsın, vicdanlarda yaşasın. Nefisleri ayetlerden getirilen kanıtları heva etmiyor, işlerine gelmiyor. Siyaset yapanlar da mevcut çoğunluk demokrasisinden hoşlanıyor, ona heva ediyor. Adeta zevkli bir oyun gibi geliyor onlara. Çoğunluk demokrasisinden uzak durun dediğimizde işlerine gelmiyor. Çünkü bütün hayat felsefeleri o yanlış üzerine kurulu ve sadece bir hevaya dayanıyor. Delilleri ayetler değil çok değer verdikleri siyasi büyükleri olduğu için hevalarının dalaleti içinde sürükleniyorlar.
وَإِنَّ كَثِيرًا لَيُضِلُّونَ بِأَهْوَائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍ
Kesinlikle çok kimse ilimsizce hevalarıyla saptırırlar. (Enam 119)
İnsanları saptırma ilimsizdir ve hevalarladır. Ayetler ilme uygundur, ilim de ayetlere uygundur. Ayetlere uymayan ilme de uymamış olur, hevasına uymuş olur.
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
Sonra seni işten bir şeriat üzerine kıldık. Öyleyse ona uy ve bilmeyenlerin hevalarına uyma. (Casiye 18)
Şeriat (شَرِيعَة) شرع kökünden gelmiştir. Üçüncü bâbdan شَرْع veya شُرُوع mastarı bir şeyin içine girip onu yararak ilerlemek, yol açarak ilerlemek manasındadır. Bu mastar manasından geçmek için açılan yol manasında شَرِيعَة ıstılahi olarak insanların hayatlarını kolaylaştıran, işlerini kolaylaştıran yol olarak “şeriat” anlamında isimdir. Allah’ın birisini şeriat üzerine kılması demek Allah’ın ayetlerine dayanan yöntemlerle hayatı kolaylaştırması demektir. Bu da hem bilgi hem de ayetlere imanı gerektirir. Heva ise Allah’ın ayetlerine dayanmadığı gibi ilme de dayanmaz. Gerçek ilim Allah’ın ayetlerine uygundur. Allah’ın ayetlerine aykırı bilgileri ilim diye öne sürebilirler. Onlar ilim değildir, onlar hevadır. Covid aşılarının insanlara dayatılması kazanç elde ederek ve insanları kronik hasta haline getirerek menfaat elde edecek olan bir topluluğun hevasından başka bir şey değildir. Yerdekilerin çoğunluğu da onların hevasına ve zanna uymuşlardır. Oysa ilmi bir gerçektir ki RNA virüslerine aşı yapılamaz. Çok hızlı mutasyona uğradıkları için sizin aşı ürettiğiniz önceki virüsle aşı piyasaya çıktığındaki virüs birbirinden farklıdır. Bu nedenle aşı korumaz. Bu gayet açık bir ilmi gerçeklik olduğu halde medyada ünlü ünlü profesörler, bilim kurulu üyeleri, politikacılar, pek çok doktor aşı vurulun diye ciddi ciddi yayınlar yaptılar. Şimdi ortaya çıktı yanlışları. Hem aşı korumadı hem de yan etkiler ve pek çok açıklanamayan semptomlar toplulukta yaygın olarak görülmeye başladı. İlim ayetlere uygundur. Onlarınki sadece sömürücü sermayenin hevasıydı ve o hevaya uydular. Kamu baskısı ile insanlara aşı dayatıldı. Bundan zarar gören insanlar kıyamet yevminde bu baskıları yapanlardan hesap soracaklardır.
Ayet açık bir şekilde “şeriata uy” demektedir. Hevalara uyma demektedir. Allah’ın ayetleri ne ise ona uyacaksın. Ondan üretilen, işleri kolaylaştırıcı yollara uyacaksın. Hevalara uyma işleri sadece zorlaştırır. Şeriata uyma ise işleri kolaylaştırır.
قُلْ يَاأَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا فِي دِينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُوا أَهْوَاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَأَضَلُّوا كَثِيرًا وَضَلُّوا عَنْ سَوَاءِ السَّبِيلِ
“Ey kitap ehli, dininizde haksızlıkla galeyan etmeyin ve önceden sapmış ve çok kimseyi saptırmış ve yolun ortasından sapmış bir kavmin hevalarına uymayın” de. (Maide 77)
Bu ayette kitap ehlinin kendi hevalarına değil, başka kavmin hevasına uyması anlatılmaktadır. Kitap ehli kuralları, yasaları olan topluluktur. Bugün Avrupa Birliğine girme çabası, bunun için çıkarılan kanunlar, İstanbul sözleşmesi ve buna dayanılarak çıkarılan kanunlar kendileri sapmış ve çok kimseyi de saptırmış olan kavmin hevasına uymaktan başka bir şey değildir. Allah’ın ayetlerine dayanmayan her istek hevadır.
Avrupa Birliğinin hevalarına uyacağız diye malpraktis yasası çıkarırlar. Artık doktorlar hatalı bir uygulama yaptıklarında çok kolay bir şekilde yargılanmaktadır. Bu durum hangi sonucu doğurmuştur? El-cevap: defansif tıp. Artık doktorların birinci önceliği hastayı tedavi etmek değil, kendini korumaktır. Elden geldiğinde hastaya müdahale etmez, ameliyat etmez. Kesin bir kanıta dayanmadan asla ve asla tanı koymaz. Karnım ağrıyor diyene mutlaka ultrason çektirir. Basit bir gaz ağrısını bile tedavi etmez. Ultrasonda bir şey çıkmazsa gastroskopi ve kolonoskopi ister. Onlarda da ne çıkarsa ona yönelik bir tedavi verir. Böyle olunca her hastadan bunlar istenmeye başlar. Randevular uzar da uzar. Hasta bir yıl boyunca basit bir karın ağrısı nedeniyle sürünür. Ağrısı belki de geçmiştir ama kanser miyim korkusu onu sardığı için psikolojisi bozulmuş ve bunun sonucu olarak immün sistem baskılanmıştır. Artık gerçekten başka hastalıklara yatkın hale gelmiştir. Bu arada yapılan tetkiklerde kazara bir şey çıkmışsa iş daha da uzar. Diyelim ultrasonda karaciğerde bir kist şüphesi çıktı. Bunu MR takip eder. MR’a aylar sonraya randevu alır. Onun sonucunu bekler. Orada da tesadüfen başka bir organda bir şey çıkmışsa başka bir tetkik daha hastayı beklemektedir. Defansif tıbba sebep olan bu Avrupa Birliği hevası olan kanun ile hasta-doktor birbirine düşürülmüştür. Artık hasta doktor için tedavi edilecek, şefkat gösterilecek bir insan değil, bir hata yaptığında davalık olacağı birisidir. Doktor da hasta için kendisini annesi, babası, kardeşi, çocuğu gibi görerek tedavi edecek biri değil, hep yanlış işler yaptığından dolayı kendisine güvenmediği ve hata yaptığı anda şikayetçi, davacı olacak birisidir. İşte onların hevasına uyduğunuz anda bu sonuçlar ortaya çıkar. Devasa devasa hastaneler yetmez hale gelir, insanlar da ne sağlıklıdır ne de mutlu.
قُلْ إِنِّي نُهِيتُ أَنْ أَعْبُدَ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ قُلْ لَا أَتَّبِعُ أَهْوَاءَكُمْ قَدْ ضَلَلْتُ إِذًا وَمَا أَنَا مِنَ الْمُهْتَدِينَ
“Kesinlikle ben Allah’ın dununda ibadet ettiklerinize ibadet etmekten nehyolundum” de. “Sizin hevalarınıza uymam. O zaman sapmış olurum ve ihtida edenlerden olmam” de. (Enam 56)
Hevalar Allah’ın dunundakilere çalışmayı gerektirir. Birine ibadet etmek demek onun kurallarını geçerli kurallar haline getirmeye çalışmak demektir. Onu üstün kılmaya çalışma demektir. Onun için çalışma demektir. Allah’a ibadet etmek demek Allah’ın kurallarını geçerli kurallar haline getirmek demektir. Allah’ın dunundakilere ibadet etmek demek Allah’ın aşağısında olan ve Allah’la beraber olmayanlar için çalışmak demektir. Bu nedenle heva ile beraber gelmiştir. Herhangi birinin hevasına uyduğunda Allah’ın dununda olana ibadet etmiş olursun. Kendi hevan dahil, hiçbir kimsenin hevasına uymayacaksın. Uyduğun an sapmışsındır. Hidayette değilsindir. Hevaya uymamanın da en garantili yolu Allah’ın ayetlerinin dışına çıkmamaktır. Öyleyse ayette gayet açık bir şekilde “çoğunluğa uyarsan seni Allah’ın yolundan saptırırlar” dediği halde “çoğunluk sistemi içinde başarılar aramak” kendisinin veya birilerinin hevasına uymak değil midir? Bunu inkâr edebilir misiniz? Değer verilen siyasi liderler çoğunluk sistemi içinde mücadele ettiği için çoğunluk sistemi hak olmaz. Bunu iddia ettiğinizde onu ilah edinmiş olursunuz. Rehberimiz yani hüdamız Kuran’da belirtildiği gibi Kuran’dır, çoğunluk sistemi içinde başarıları arayanlar değildir.
وَلَنْ تَرْضَى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللَّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُمْ بَعْدَ الَّذِي جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللَّهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ
Onların milletine tabi olmadıkça ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden razı olacaklardır. “Kesinlikle Allah’ın hüdası, o hüdadır” de. Yemin olsun eğer sana ilimden gelenden sonra onların hevalarına uyarsan senin için Allah’tan (gelene karşı) ne bir veli ne de bir yardımcı vardır. (Bakara 120)
Bu ayette hüda yani rehber Allah’ın hüdası yani rehberliğidir. Bu tekidle ifade edilmiştir. O hüda da Kuran’dır. Kuran’ın ilmi de gelmiştir. Bu ilme rağmen Yahudi ve Hıristiyanların hevalarına uyarsan o zaman Allah’tan başına ciddi sıkıntılar gelecektir. Burada da açıktır ki hüdaya uymadığında hevaya uyuyorsun demektir. Hüda da ilimle değerlendirilir ve o hüdadan şeriat üretilir, hevalardan kanunlar üretilmez.
Günümüzde kanunlar tüm dünyada hevalarla üretilir. Allah’ın ayetleriyle üretilmez. Hevalarıyla derler ki “Adam öldüreni öldürmeyin, insan haklarına aykırıdır. Hırsızın elini kesmeyin, caniliktir.” Kadını koruma kanunu çıkaralım ki kadınlar ölmesin derler. Oysa kanun çıktıktan sonra ölümlerin sayısı katlanmıştır. O zaman işe yaramadığı açıktır. İlim budur. Bir şeyi denersin, sonuç başarısızsa uygulamanın yanlış olduğunu anlarsın. Ancak hevalar ilme uymazlar. Başarısız olduğu halde bu kanunu kırmızı çizgi yaparlar. Buyurun size bir hevaya uyma örneği daha.
وَأَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنَ الْحَقِّ
Sana kitabı hakla, kitaptan olan ondan öncekini tasdik eden ve ona egemen olarak indirdik. Öyleyse onların arasında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan uzaklaşarak onların hevalarına uyma. (Maide 48)
Burada ilk الْكِتَابَ (kitap) Kuran’dır. مَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ (kitaptan olan ondan önceki) ise Kuran’dan önceki kitaplardır. مَا ism-i mevsulü umumi olduğu için bütün kitaplar kastedilmektedir. مُهَيْمِنًا عَلَيْهِ (ona egemen) ile bu ism-i mevsule tekil eril zamir dönmesi tek bir kitap (Tevrat veya İncil) olduğunu göstermez. Her ne kitap varsa hepsi anlamındadır. Eğer Tevrat veya İncil olsaydı الَّذِي has ism-i mevsulü ile gelirdi. Kuran o kitaplara egemendir. Onları doğrular ve doğrulaştırır.
Hükmeden kimse, hükme varan kimse bunu Allah’ın indirdiğiyle yapmalıdır. Bunu yapmadığında haktan uzaklaşarak hevalara uymuş olur. Yapacağınız her kanun, yapacağınız her uygulama Allah’ın indirdiğiyle olmalıdır.
Bir memur oturur veya bir hukukçu oturur, sağlıkla ilgili bir yasak getirir. Özel hastanelerde ben kadro sınırı koydum, benden izin almadan doktor çalıştıramazsın der. Sonra hastaneler arasında birbirine kadro satışı ortaya çıkar. Kapanmış hastaneyi bile satın alırlar. Aslında satın aldıkları kapanmış hastanenin kadrolarıdır. Bunun akla uygun bir yanı var mıdır? Benim istediğim büyüklükten daha küçük hastane açamazsın der. Laboratuvarına bundan sonra şu cihazı koymazsan laboratuvarını kapatacağım der. Kazanılmış hakka bile aldırmaz. Şundan fazla para alamazsın der. Serbest teşebbüs hürriyetini bile anayasaya aykırı olduğu halde kısıtlar. Önceleri SGK tarafından yüksek meblağ ödendiğinden hastaneler acil servise hasta gelsin istediği için acil servisleri 3 basamak şeklinde sınıflandırırlar. Artık ciddi hastaları küçük hastaneler alamaz hale gelir. Gün gelir, artık acil servise gelen hastalar hastanelere zarar ettirmeye başlar. O zaman bir anda en alt basamaktaki hastaneleri kendi ürettikleri kritere uymadıkları halde en üst basamağa terfi ettirirler. En üst basamağın şartlarını sağlayamayan hastanelere gece nöbette mevcut olmayan doktorların branşından en ağır hastaları göndermeye başlarlar. Doktor olmadığı için hastaya bakılamaz ve hastalarla hastaneler arasında kavgalar başlar. Yetkili kimselere durum bildirildiğinde doktorunuzu geceleri evden çağırın, siz üçüncü basamak acili olan hastanesiniz derler. Biz o kriterlere uymuyoruz dediğinizde o zaman dava açabilirsiniz denir. Hastalar başka yere sevk edildiği için durmadan savunma isteyip ceza verirler. İşte mantığa, hikmete, ilme uymayan hevaya uyma örnekleri. Yapılan bu tür uygulamalar sadece büyük sermayenin sağlık sisteminde varlığını sürdürmesini sağlar. İşte bunlar hevalara uyarak hükmetmektir.
أَفَمَنْ كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهِ كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ
Rabbinden bir beyyine (kanıt) üzerinde olan kimse mi amelinin kötülüğü ona süslenilen ve hevalarına uyanlar gibidir? (Muhammed 14)
Ayetleri incelersiniz ve bu ayetlerle kanıtlar elde edersiniz. İşte bu kanıtlar rabden gelen kanıtlardır. Bu kanıtlar üzerine amel edenle hevalarına uyanlar bir olur mu? Ayetleri anlatalım, kanıtlar getirelim, yine boş. Ayetlere göre hareket eden insan bulmak çok çok zor maalesef. Hemen size bir gerekçe bulacaklardır. Ama günümüzde böyle, ama şimdi başka bir yöntem yok, ama şimdi onların yöntemiyle onları yenip iktidar olacağız gibi ifadelerle karşılaşacaksınız. Sonunda iktidara gelince iktidarda kalmak için çoğunluğa uymak zorundadırlar, hevalara uymak zorundadırlar. Başka türlü mevcut sistem içinde orada kalamazlar. Aslında mevcut sistemi de değiştirmek istememektedirler. Sorunun iktidarda olan insanların kötü olmasından kaynaklandığını söylerler. Biz çok iyiyiz, biz gelirsek her şey düzelir diye iddia ederler. Oysa onların içine iktidarın cazibesiyle gelen o kadar çok kimse dolmuştur ki tüm kontrol onların elindedir. Hiçbir şey yapamazlar. Şunu unutmamak lazımdır: batıl yöntemlerle hak gelmez. İşte kanıtlar ortada, ayetler açıkça söylüyor: “çoğunluğa uyma” diyor. Bu kadar açık kanıt varken çoğunluk sisteminde iktidara gelme hırsı hevaya uymak değildir de nedir?
وَكَذَلِكَ أَنْزَلْنَاهُ حُكْمًا عَرَبِيًّا وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللَّهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ
Böylece onu Arapça bir hüküm olarak indirdik. Ve yemin olsun eğer sana ilimden gelenden sonra onların hevalarına uyarsan senin için Allah’tan (gelene karşı) ne bir veli ne de bir koruyucu vardır. (Rad 37)
Kuran’ın Arapçası bir ilimdir. Kuran kendine has Arapçası ile bilgiler ürettirir. İşte bu ilmi bırakıp da başkalarının hevalarına uyduğunuz anda Allah’tan başınıza gelecek sıkıntılar vardır ve artık sizi kimse koruyamaz, kimse arkanızda duramaz.
Hem Kuran’ın Arapçası ile hükümler üreteceksiniz hem de hevalara uyacaksınız. Bu tefsirleri yazarken Kuran Arapçası ile hükümler üretiyoruz. Bu ilimden sonra gidip de çoğunluk demokrasisi içinden birisini nasıl desteklerim. Beni o zaman Allah’tan kim koruyacak? Böyle bir şey olabilir mi? Arapça hüküm olarak inen Kuran’dan anladığımız budur. Buna rağmen onların hevalarına uyacağım diyorsanız buyurun uyun. Sonuç belli, sahaya çıkabilirsiniz. Ben almayayım.
أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
İlahını hevası edineni gördün mü? Sen mi onun üzerine vekil olacaksın? (Furkan 43)
أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَنْ يَهْدِيهِ مِنْ بَعْدِ اللَّهِ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
İlahını hevası edineni ve Allah’ın onu bir ilim üzerine saptırdığı ve işitmesini ve kalbini mühürlediği ve görmesinin üzerine bir perde kıldığını gördün mü? Allah’tan sonra ona kim rehberlik eder. Tezekkür etmiyor musunuz? (Casiye 23)
Bu ayetler meal edilirken hep “hevasını ilah edineni gördün mü?” şeklinde meal edilir. Oysa ayetlerde tam tersi söylenmektedir. Heva ilah edinilmemekte, ilah heva edinilmektedir. İlah kendi işine gelen şekilde edinilmektedir. Onlar kafalarında bir ilah tasarlamışlardır. Gerçeklikten uzak, hevalarına uygun yani kendi işlerine gelen emirler veren bir ilah vardır. O ilah onları cennete sokmaktadır. O ilah onların kendi işlerine geleni onlara emretmektedir. O ilah onların hevalarıdır. O ilah onlara sabah akşam boncuk çekmelerini emrediyordur. O ilah onlara rabıta yapmayı emrediyordur. O ilah onları evliya A.Ş. haline getirmektedir. O ilah onlara kendi şeyhlerini yüceltmelerini emrediyordur. O ilah onlara siyasi cihad yapmalarını emrediyordur. O ilah onlara vesenlere çalışmalarını emrediyordur. O ilah onlara seçimlerde bayrak asmalarını emrediyordur. O ilah onlara çoğunluğu ele geçirerek İslamiyet’i getirmelerini emrediyordur. Ayette dediği gibi bir ilim üzerine sapmışlardır. Kendilerini bilgili sanıyorlardır ama o üretilen bilgi içinde sapmışlardır. İşitmeleri ve beyinleri mühürlenmiştir, gözlerinin önünde de perde vardır. Siz ne anlatırsanız anlatın ilahlarını hevaları olarak edinmiş olanlar bu perdenin ötesini görememektedirler. İlahını heva edinme hevaya uymadan çok daha ötesidir, çok daha kötüsüdür.
Nur suresindeki bu ayette (بَلِ اتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَهْوَاءَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍ) “Buna ilaveten zulmedenler bilgisizlikle hevalarına uydular” denmektedir. Allah’ın ayetleri bizim için rehberdir. Zulmedenler ise olması gerekeni olması gerektiğinden başka yere koyarlar. Kanunlar koyarlar, kurallar koyarlar. Bunları ayetlere göre yapmaları gerekirken بَلْ ile bağlandığı üzere akleden bir kavim olmadıklarından ayetlere göre değil hevalarına göre yaparlar. Kadını koruma kanunu çıkarırlar, süresiz nafaka koyarlar, kısas yerine hapis cezası üretirler. Hepsi hevalardan gelir. Hem de ilimsizce gelir. Akleden kavimler ilimle hareket ederler ve bu ilmi, ayetleri anlama ve yorumlamada kullanırlar. Hevalarına uyan zulmedenler ise organize bir şekilde bu zulmü gerçekleştirirler. Allah’ın ayetlerine uymadan yapılan her uygulama zulüm doğurur. Hiçbir şey olması gereken yerde değildir. Cahiller, ilim adamlarını ve akilleri yönetmeye başlar. Vesenler her şeye hâkim olur. Vesenlerde de en üstlerde parası olanlar, oyun yapanlar, algı operasyonu yapanlar yerleşir. Vesenlerin iyi bir şey olduğuna, onların içinde cihad yapılacağını sananlar da zaten en arkalara itilirler. Çalışırlar, çabalarlar ama tepedekiler asla onların çalışmalarını uygulamazlar. Aslında onlar mevcut sistemi kanıksamışlardır ve bu sistemi değiştirecek olan her çalışmanın en büyük düşmanıdırlar. Sadece açıkça söylememektedirler. Akleden kavim Allah’ın tafsil ettiği ayetleri ilmi metotlarla değerlendirir ve kurallarını ona göre koyar. Zulmedenler ise tam tersini yaparlar, ayetlerle ilgilenmezler. Ayetlerden çıkarılan sonuçlar da hevalarına uymaz yani işlerine gelmez.
فَمَنْ يَهْدِي مَنْ أَضَلَّ اللَّهُ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرِينَ
Onlar için hiçbir yardım eden topluluk olmadığı halde iken Allah’ın saptırdıklarına kim rehberlik eder?
Soru cümlesi İsim cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Haber Fiil cümlesi | Mübteda İstifhâm edatı |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Hâl Fiil cümlesi | Sahibul hâl |
Mübteda | Haber | Olumsuzluk edatı | Vâv-u hâliyye | Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Mecrur | Cârr |
نَاصِرِينَ | مِنْ | لَهُمْ | مَا | وَ | أَضَلَّ اللَّهُ | مَنْ | هُوَ | يَهْدِي | مَنْ | فَ |
فَ: İsti’nafiyye edatıdır. Buna Fâ-u isti’nâfiye (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) denir. Cümle başında bulunur. Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır. Bu irtibata göre fâ-u isti’nâfiye; fâ-u ta’liliyye (الفَاءُ التَّعْلِيلِيَّةُ), fâ-u tafsiliyye (الفَاءُ التَّفْصِيِلِيَّةُ أَوِ التَّفْسِيرِيَّةُ), netice fâsı (فَاءُ النَّتِيجَةِ), irtibat fâsı (فَاءُ الْاِرْتِبَاطِ) şeklinde sınıflandırılır.
Bu ayette öncesindeki cümle ile bu soru cümlesi arasında sebep-sonuç ilişkisi vardır. Bu nedenle bu fâ, fâ-u ta’liliyyedir.
مَنْ: “Kim” demektir. Âkil varlıklar için kullanılan soru ismidir.
يَهْدِي: “Rehberlik eder” demektir. هدي kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs tekil merfu muzari malum fiildir. Birisini bir hedefe yöneltip o hedefe varması için rehberlik etmektir.
مَنْ: “Kimse” anlamındadır. Umumi ism-i mevsuldür. Şuurlu varlıklar için kullanılır. Arkasından sıla cümlesi gelir. Sıla cümlesinde bu ism-i mevsule dönen bir aid zamiri vardır. Eril tekil zamir döner. هُوَ veya هُ zamiri döner. Eril zamir dönmesi sadece erkekleri ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem erkek hem de kadınları kapsar. Tekil zamir dönmesi de tek bir kişiyi ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem tek kişiyi hem iki kişiyi hem de çok kişiyi kapsar. Bu nedenle umumi ism-i mevsuldür. Eril tekil zamir dönmesi gramatik bir kuraldır. Bazen de eril çoğul zamir döner. مَا da مَنْ gibi umumi ism-i mevsuldür, şuursuz varlıklar için kullanılır. Hem şuursuz hem şuurlu varlıklar varsa مَا kullanılır.
أَضَلَّ: “Saptırdı, hedeften uzaklaştırdı” demektir. ضلل kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. İkinci bâbdan ضَلَّ - يَضِلُّ şeklinde doğru yoldan sapıp uzaklaşmak manasındadır. Lazım fiildir. İkinci bâb if’âl bâbına (أَضَلَّ – يُضِلُّ) tadiye etkisi ile gelir. Doğru yoldan saptırıp uzaklaştırmak anlamına gelir. Mef’ûlün bihi hazfedilmiş هُ zamiridir ve مَنْ umumi ism-i mevsulünün aid zamiridir.
اللَّهُ: “Allah” demektir. Alemleri rabbinin özel ismidir.
أَضَلَّ اللَّهُ: “Allah saptırdı” demektir.
مَنْ أَضَلَّ اللَّهُ: “Allah’ın saptırdığı kimse” demektir.
وَ: Hâl vâvıdır. Arkasından hâl cümlesi gelmektedir.
مَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
هُمْ: “Onlar” demektir. مَنْ أَضَلَّ اللَّهُ ya racidir.
لَهُمْ: “Onlar için” demektir.
مِنْ: “Hiçbir” demektir. Harf-i cerdir. مِنْ harf-i ceri nefy, nehy veya istifham edatından sonra cümle içinde geliyor ve kendisinden sonra da nekre bir ifade varsa buna te’kîd min’i denir. “Hiçbir” anlamına gelir. Burada da مَا olumsuzluk edatından sonra cümle içinde gelmiştir ve kendisinden sonra gelen نَاصِرِينَ de nekredir. Bu nedenle burada da “hiçbir” anlamındadır.
نَاصِرِينَ: “Yardım edenler” demektir. “Tehlike, savaş, kavga gibi durumlarda yardım edenler” demektir. Nekre, çoğul, eril ism-i fâildir. Kurallı erkek çoğuldur. “Yardım eden topluluk” demektir.
مَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرِينَ: “Onlar için hiçbir yardım eden topluluk yoktur” demektir. Aslında مَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرٍ şeklinde yardım edenin tekil gelmesi beklenirdi. O şekilde gelseydi “onlar için hiçbir yardım eden yoktur” anlamında olacaktı. Burada çoğul gelmiştir ve bunun sebebi الَّذِينَ ظَلَمُوا nun organize topluluk olmasıdır. Durum bireysel değil topluluksaldır.
وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرِينَ: “Onlar için hiçbir yardım eden topluluk olmadığı halde” demektir.
أَضَلَّ اللَّهُ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرِينَ: “Onlar için hiçbir yardım eden topluluk olmadığı halde iken Allah onları saptırdı” demektir.
مَنْ أَضَلَّ اللَّهُ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرِينَ: “Onlar için hiçbir yardım eden topluluk olmadığı halde iken Allah’ın saptırdıkları” demektir.
مَنْ يَهْدِي مَنْ أَضَلَّ اللَّهُ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرِينَ: “Onlar için hiçbir yardım eden topluluk olmadığı halde iken Allah’ın saptırdıklarına kim rehberlik eder?” demektir. Önceki cümle ile bu cümle arasında fâ-u ta’liliye vardır. Öncesi sonrasının sebebidir. Zulmedenlerin hevalarına uymaları Allah’ın onları saptırması ve onlar için hiçbir yardımcı topluluğun olmamasının sebebidir.
Bu soru cümlesi soru için değildir. Burada “kimse rehberlik edemez” denmektedir. Hevasına uyan sapmış demektir. Ama burada ifade onların sapması değil Allah’ın onları saptırması şeklinde gelmektedir. Allah insanları saptırır mı? Eğer Allah saptırıyorsa o zaman insanlar suçlu olurlar mı?
فَإِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ
Kesinlikle Allah isteyeni/istediğini saptırır ve isteyene/istediğine rehberlik eder. (Fatır 8)
Bu ayette geçen مَنْ يَشَاءُ ifadeleri hem isteyen hem de istediği anlamına gelir. Allah sapmayı isteyen kimseyi saptırır. Aslında kendisi sapmayı istediğinden sapmaktadır. Allah geçmiş ve gelecek bütün seçenekleri yarattığından sapma seçeneklerini de yaratmıştır. İşte bu nedenle sapmak isteyeni Allah bu mekanizma ile saptırmış olmaktadır.
Organize bir şekilde zulmedenler organize bir şekilde olması gerekenleri olması gereken yerlere koymamaktadırlar. Hevalarına uymaktadırlar. Hevalarına uydukları için de sapmayı istemiş olmaktadırlar. Sapmayı istemiş olduklarından da yaşanacak her seçeneği yaratmış olan Allah tarafından saptırılmış olmaktadırlar. Kendi hevanıza veya başkalarının hevalarına uyduğunuzda sapmaya hazır olmalısınız. Hevaya uymamanın yolu da Allah’ın ayetlerinin hüdası yani rehberliğidir.
Teşvikiye, Yalova
29 Nisan 2023
M. Lütfi Hocaoğlu