LOKMAN SÛRESİ - 28. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ (34)
Kesinlikle Allah, yalnızca O’nun indindedir saatin ilmi ve gaysı indirir ve rahimlerde olanı bilir ve hiçbir nefis yarın ne kazanacağını dirayet edemez ve hiçbir nefis hangi yerde öleceğini dirayet edemez. Kesinlikle Allah bilicidir, haberdardır. (34)
إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ
Kesinlikle Allah, yalnızca O’nun indindedir saatin ilmi ve gaysı indirir ve rahimlerde olanı bilir.
Mensuh isim cümlesi |
Haberi | İsmi | İnne |
Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh İsim cümlesi |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Mübteda | Haber |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
مَا فِي الْأَرْحَامِ | هُوَ | يَعْلَمُ | وَ | الْغَيْثَ | هُوَ | يُنَزِّلُ | وَ | السَّاعَةِ | عِلْمُ | عِنْدَهُ | اللَّهَ | إِنَّ |
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. Te’kîd için gelir.
اللَّهَ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
عِنْدَ: “İndinde” demektir. Referans noktasını ve göreceliği ifade eder. Muzafun ileyhini referans noktası yapar ve ona göre olan durumu anlatır. “Etkileşim alanında, -e göre” anlamındadır. عِنْدَ gerçek bir yanındalık bildirmez. Etki alanını ifade eder. Muzafun ileyhin etki edebildiği ya da etkileşimde bulunabildiği her yer onun indidir. Bu yüzden görecelik ve görüş de bildirir. Ona göre, onun görüşüne göre anlamına da gelir.
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Allah’a racidir.
عِنْدَهُ: “O’nun indinde” demektir. Allah’ın indini ifade eder.
عِلْمُ: “Bilgi, ilim” demektir. Kesin bir şekilde bilinen bilgiyi ifade eder.
السَّاعَةِ: “Zaman, saat” demektir. سوع kökünden gelmiştir. Birinci babdan سَوْع mastarı geçip gitmek ve kaybolmak manasındadır. Bu mastar manasından geçip giden ve kaybolan manasında سَاعَةٌ ıstılahi olarak zaman parçası, zaman dilimi demektir.
Kökün vâvı i’lale uğramış ve elife dönüşmüştür.
Saat zaman dilimidir. Çok küçük bir zaman dilimi olabileceği gibi çok büyük bir zaman dilimi olabilir hatta evrenin yaratılışından itibaren olan tüm zamanı ifade edebilir. Zaman kuantum evreni içinde tüm seçeneklerin gerçekleşebilmesi yani hareketin olabilmesi için bir nevi film karelerinin gösterilmesi için gerekli olan an parçacıkları dizisidir. Zaman (saat) insanlara seçme özgürlüğünü sağlar. Zaman (saat) sayesinde istediklerini yaparlar, ister iyilik yaparlar ister kötülük yaparlar.
عِلْمُ السَّاعَةِ: “Saatin ilmi, zamanın bilgisi” demektir.
عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ: “O’nun indindedir saatin ilmi” demektir. Devrik cümle vardır. Mübteda ile haber yer değiştirmiştir. Bunun amacı te’kîd veya tahsistir. Burada tahsis söz konusudur. “saatin ilmi yalnızca O’nun indindedir” anlamındadır.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ cümlesine يُنَزِّلُ الْغَيْثَ cümlesini atfetmektedir.
يُنَزِّلُ: “İndirir” demektir. Tef’îl bâbından üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. Fâili müstetir هُوَ dir. Allah’a racidir. Bu ayette bu fiilin iki kıraati vardır. Diğer kıraati يُنْزِلُ dur.
Şerh | Kelime | Ravi | Kari |
(وَيُنَزِّلُ) بفتح النون وتشديد الزاي | وَيُنَزِّلُ | متفق عليه | نافع المدني |
(وَيُنْزِلُ) بإسكان النون وتخفيف الزاي | وَيُنَزِّلُ | متفق عليه | ابن كثير المكي |
(وَيُنْزِلُ) بإسكان النون وتخفيف الزاي | وَيُنَزِّلُ | متفق عليه | أبو عمرو بن العلاء |
(وَيُنَزِّلُ) بفتح النون وتشديد الزاي | وَيُنَزِّلُ | متفق عليه | ابن عامر الدمشقي |
(وَيُنَزِّلُ) بفتح النون وتشديد الزاي | وَيُنَزِّلُ | متفق عليه | عاصم الكوفي |
(وَيُنْزِلُ) بإسكان النون وتخفيف الزاي | وَيُنَزِّلُ | متفق عليه | حمزة الكوفي |
(وَيُنْزِلُ) بإسكان النون وتخفيف الزاي | وَيُنَزِّلُ | متفق عليه | الكسائي الكوفي |
(وَيُنَزِّلُ) بفتح النون وتشديد الزاي | وَيُنَزِّلُ | متفق عليه | أبو جعفر |
(وَيُنْزِلُ) بإسكان النون وتخفيف الزاي | وَيُنَزِّلُ | متفق عليه | يعقوب |
(وَيُنْزِلُ) بإسكان النون وتخفيف الزاي | وَيُنَزِّلُ | متفق عليه | خلف العاشر |
الْغَيْثَ: “Gays” demektir. Türkçe olarak tek bir kelime veya birkaç kelime ile ifade edilebilecek bir karşılığı yoktur. İkinci bâbdan غَيْث mastar olarak eksik olan, ihtiyaç duyduğu bir şeyle zarardan, sıkıntıdan, ölümden kurtarmak amacıyla birisinin imdadına yetişmek manasındadır. Bu mastar manasından sıkıntılı zamanlarında sağlam ve diri kalması için zaruri olan şey, imdada yetişmek için kullanılan araç manasındadır. غَيْث aynı zamanda ıstılahi olarak bitkinin yetişmesi ve hayatta kalmak için yiyeceğin temin edilmesini sağlayan ve susuz kalmış toprağa hayat veren araç olarak “beklenen yağmur” anlamında isimdir.
يُنَزِّلُ الْغَيْثَ: “Gaysı indirir” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. يُنَزِّلُ الْغَيْثَ cümlesine يَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ cümlesini atfetmektedir.
يَعْلَمُ: “Bilir” demektir. علم kökünden üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir.
مَا: Umumi ism-i mevsuldür. Gayr-i akil varlıklar için kullanılır. Aynı zamanda hem gayr-i âkil hem de âkil varlıklar bir arada kastediliyorsa bu umumi ism-i mevsul kullanılır. Sadece âkil varlıklar kastediliyorsa مَنْ umumi ism-i mevsulü kullanılır.
Varlıklar | Umumi İsm-i mevsûl |
Âkil varlıklar | مَنْ |
Gayr-i âkil varlıklar | مَا |
Âkil + Gayr-i âkil varlıklar | مَا |
Âkil varlığın kişiliği değil de biyolojik yapısı ifade ediyorsa da مَا kullanılır.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
الْأَرْحَامِ: “Rahimler” demektir. رحم kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan رُحْم mastarı birisine fayda etmek, ondaki zararı gidermek için yardım etmek manasındadır. Tekili رَحِم dir.
فِي الْأَرْحَامِ: “Rahimlerde” demektir.
مَا فِي الْأَرْحَامِ: “Rahimlerde olan” demektir.
يَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ: “Rahimlerde olanı bilir” demektir.
عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ: “Yalnızca O’nun indindedir saatin ilmi ve gaysı indirir ve rahimlerde olanı bilir” demektir.
إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ: “Kesinlikle Allah, yalnızca O’nun indindedir saatin ilmi ve gaysı indirir ve rahimlerde olanı bilir” demektir.
Öncesindeki ayette dünya hayatının aldatmasından ve aldatıcının Allah’la aldatmasından korunma emredilmiş, ardından inne te’kîd cümlesi ile isminin Allah olduğu birbirine atfedilmiş üç cümleli bir haber gelmiştir. İnsanlar sabırsız bir şekilde başarıyı aramaktadırlar. Dünya hayatının aldattığı kimseler yanında Allah’la aldatılan kimseler vardır. Allah’ın dini için Allah’la aldatılmaktadırlar. Allah rızası adı altında Allah’ın yolu olmayan yollarda aldatıcılar tarafından aldatılmaktadırlar. Bize de “onlar bir çaba içinde, siz ne yapıyorsunuz” diye arkadaşlarımız dahi sormaktadırlar. Biz Allah’la aldatanların yolundan uzak durmaktayız. Şeyhlerin kapısında beklememekte, kimseden tevbe alma ihtiyacında bulunmamakta, şizofren liderleri olan cemaatlere bulaşmamakta, vesenlerin sistemi olan çoğunluk sisteminden uzak durmaktayız. Bunların hiçbirisi Allah’ın sebili (Allah’ın yolu) değildir. Bize sorulan bu soruya burada cevap gelmektedir.
Önce İnne ile te’kîd edilmektedir.
Sonra yalnızca O’nun indindedir saatin ilmi (عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ) denmektedir. Bu cümlede herkesin aklına kıyamet saati gelmektedir. Oysa burada öyle bir ifade yoktur. Saat marife olarak gelmiştir. Kıyamet saati ibaresi yoktur. Saat zaman parçası, zaman dilimidir. Allah’ın dininin gerçekleştiği zaman dilimidir. İşte o zaman diliminin ilmi yani bilgisi Allah’ın indindedir. Referans noktası Allah’tır. Gerçekleşecektir. Acele edip Allah’la aldatan aldatıcıların peşine takılanlara burada cevap gelmektedir. Onların kısa vadeli ama Allah’ın kurallarına aykırı kurallarla gerçekleştirdikleri başarılara kanmayın denmektedir. Sonu kötü olacağı kesindir. Çünkü şerdir. Referansı Allah olanlar bunu bilirler. O’nun istemediği yollara sapmazlar. Alışılageldik ve başarının o yolla geleceği sanılan ve Allah’la aldatan aldatıcıların bulunduğu mecralardan uzak dururlar.
Sonra gaysı indirir (يُنَزِّلُ الْغَيْثَ veya diğer kıraatle يُنْزِلُ الْغَيْثَ) denmektedir. Allah yolunda cihad eden müminler sıkıntı çekerler, sıkıntıları artar ve artık dayanacak halleri yokken Allah sıkıntıdan kurtulmak için gerekli olan şeyi indirir. Burada iki kıraatte tenzil (يُنَزِّلُ) veya inzal (يُنْزِلُ) kullanılmıştır. Buradaki indirme yağmur için kullanıldığında gerçekten yukarıdan aşağı bir indirmedir, müminleri sıkıntıdan kurtaran şey olduğunda yüksek bir mevkiden (Allah) aşağı mevkidekilere (müminler) yardımın gelmesi demektir. Tef’îl bâbı kıraatinde (يُنَزِّلُ) bu yardım tekrarlayan şekilde gelmekte, if’âl bâbı kıraatinde (يُنْزِلُ) bir kerede gelmektedir. Saat yani başarının geleceği zaman dilimi Allah’ın indindedir ve Allah gereken yardımı bir kere gerekirse bir kere, birden çok gerekirse birden çok olarak gönderecektir. Bu nedenle iki ayrı kıraat vardır. Kuran böyledir. Her durumu ifade eder.
Sonra çok daha ilginç bir cümle gelmektedir. O (Allah) rahimlerde olanı bilir (يَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ) denmektedir. Önceki iki cümle ile olan bağı nedir? Burada kastedilen Allah’ın tüm rahimlerde olanı bilmesi midir? Eğer öyle olsaydı rahimler şeklinde çoğul değil يَعْلَمُ مَا فِي الرَّحِمِ şeklinde tekil gelmesi gerekirdi. O zaman “Allah bütün rahimlerde olanı bilir” şeklinde gelmiş olurdu ki zaten Allah her şeyi bildiğinden bunun burada söylenmesi nedeniyle atfedildiği önceki cümlelerle bağ kurulmamış olacaktı. Burada الْأَرْحَامِ (rahimler) şeklinde gelen rahimler belli kadınların rahimleridir. İşte bu rahimlerde olanlar Allah’ın yolunda çalışacaklardır. Henüz doğmamış, annelerinin rahminde beklemektedirler. Allah onları kendisi için ıstı’na etmek üzere seçmiştir. Musa’ya söylediği وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِي (Seni kendim için ıstı’na ettim -yetiştirdim-) cümlesi rahimlerde beklemekte olan ve yetiştirilecek olanlar için de geçerlidir. Bize sorulan sorunun cevabı bu üçüncü cümlede devam etmektedir. Belki sizin nesil bu başarıya ulaşamayacak, sonraki nesle kalacak bu başarı veya şu anda rahimlerde olanlar büyüyecek ve onların yardımıyla siz onlarla birlikte başarıya ulaşacaksınız denmektedir. Rahmetli Süleyman Karagülle İzmir’de Allah’ın yolunda çalışmalara başladığının ilk yıllarında ben annemin rahmindeydim, gün geldi benimle çalışmaya başladı. O vefat etti, şimdi bu tefsirleri ben yazıyorum. Biz çalışıyoruz, çaba içindeyiz, bize “ne başardınız ki” diyorlar. Çok şey başardık ama hedefe ulaşamadık. Başkaları ne başardı? Ne katkıları oldu? Kuran’ı anlamak ve uygulamak için çalışmalar mı yaptılar? Lakaplarla atışıp vesenlerin yolunda çabalamak başarı mıdır? Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koymak başarı mıdır? Oylarını çoğaltmak başarı mıdır? Cemaatlerini holdinge çevirmek başarı mıdır? Darbelere kalkışıp insanları perişan etmek başarı mıdır? Çok insan, çok para, çok oy başarı mıdır? Allah’ın yolunda olmak, o yolda çalışmak, çoğunluğun yaptığı ve hoş gördüğü işlerden uzak durmak başarıdır. Onlardan uzak duracağız, onların küçük gördüğü, önemsemediği dünyamızda kendi içtihatlarımıza göre ameller yapacağız. İşte bu başarıdır. Kuran’da anlatılan pek çok peygamber gibi hedefe ulaşamayacağız belki. O zaman Allah rahimlerde olanları devreye sokacak. Doğacaklar, büyüyecekler ve bu yolda bizimle çalışacaklar. Belki de hedefe onlarla ulaşılacak. Belki de helak gelecek ama Allah kendi yolunda olan müminleri koruyacak. En büyük başarı Allah’ın yolunda cihad etmek yani Allah’ın yöntemleri, metotları, araçları içinde çaba sarfetmektir. Çok mürid, çok para, çok oy elde etmek değildir.
Bu üç cümle birbirine atfedilmiştir ve bu üç cümlenin ismi Allah’tır. Bunları Allah yapacaktır. Başına da inne getirilmiş ve kafasında şüphe olanlara “kesinlikle” denilerek şüpheler giderilmiştir.
وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا
Ve hiçbir nefis yarın ne kazanacağını dirayet edemez.
Mensuh fiil cümlesi | Atıf harfi |
İki mef'ûlun bih Soru cümlesi İsim cümlesi | Fâil | Nâsih Fiil | Olumsuzluk edatı |
Haber | Mübteda İstifhâm edatı |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Mefûlun fih | Fâil | Mefûlun bih | Fiil |
غَدًا | هِيَ | هُ | تَكْسِبُ | ذَا | مَا | نَفْسٌ | تَدْرِي | مَا | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ cümlesine مَا تَدْرِي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا cümlesini atfetmektedir.
مَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
تَدْرِي: “Önceden hiçbir bilgisi olmadığı bir şeyi bilir hale gelir, dirayet eder” demektir. دري kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs dişil tekil merfu muzari malum fiildir.
نَفْسٌ: “Can, nefis” demektir. نفس kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak birisinin bir başkasından ayrılarak ayrıldığı varlıktaki özellikleri ve sıfatları taşıyarak yeni bir varlık olması manasındadır. Bu mastar manasından ayrılan yeni varlık olarak “can” anlamında isimdir. Dişildir. Çoğulu أَنْفُس ve نُفُوس dur.
مَا: “Ne” demektir. Soru ismidir. Sonuna ism-i mevsul ذَا sını alarak مَاذَا şeklinde gelmiştir.
ذَا: İsm-i mevsuldür. ذَا aynı zamanda asıl işaret ismidir. مَا ve مَنْ soru isimlerinden sonra geldiği zaman ism-i mevsuldür. İsm-i mevsul ذَا sından sonra sıla cümlesi gelir.
تَكْسِبُ: “Kazanır” demektir. كسب kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs tekil dişil merfu muzari malum fiildir. Fâili müsterir هِيَ dir نَفْسٌ e racidir. Kesb etmek maddi veya manevi bir şeyi kendi varlığına katmak demektir.
Kuran’da kesb edilenler |
سَيِّئَة | طَيِّبَة |
خَطِيئَة | خَيْر |
إِثْم | |
Miras kalan mallar kesb edilmiş değildir. Kesb için kesb edenin onu elde etmeyi irade etmesi ve bunun için gerekli olan amelleri yapması gereklidir. Kesb bir ameli takiben elde edilen somut veya soyut şeydir. İktisab da bu kökün iftial bâbıdır. Kesbden farklı olarak kazanç elde etmek için daha uzun süreli bir gayret, çaba vardır.
بَلَى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيئَتُهُ فَأُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Tersine, kim seyyieyi (kötüyü) kazanırsa ve onu kasıtlı yaptığı yanlışı kuşatırsa onlar ateş ashabıdır, onlar onda kalıcıdırlar. (Bakara 81)
Burada maddi bir kesb değil manevi bir kesb vardır. Kazanılan seyyiedir. Seyyieler yalnızca amellerin sıfatıdır. Varlıklara sıfat olmaz. Bu nedenle bu ayetteki kimse bir seyyie amel sonucunda soyut cüzdanına kötülük eklemiştir. Kazanılan mal veya para değildir.
وَالَّذِينَ كَسَبُوا السَّيِّئَاتِ جَزَاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا
Kötüleri kazananlar, bir kötünün cezası onun misliyledir. (Yunus 27)
وَبَدَا لَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا
Kazandıklarının kötüleri onlar için açığa çıktı. (Zümer 48)
فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا
Kazandıklarının kötüleri onlara isabet etti. (Zümer 51)
Bu ayetlerde de seyyie amel yaparak soyut cüzdanlarına kötülük depolayanlardan bahsedilmektedir.
وَمَنْ يَكْسِبْ إِثْمًا فَإِنَّمَا يَكْسِبُهُ عَلَى نَفْسِهِ
Kim bir kötülük kazanırsa onu yalnızca kendisi üzerine kazanır. (Nisa 111)
Bu ayette soyut cüzdanına kötülük ekleme durumu vardır.
إِنَّ الَّذِينَ جَاءُوا بِالْإِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْ لَا تَحْسَبُوهُ شَرًّا لَكُمْ بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْإِثْمِ
Algıyı getirenler sizden bir usbedir. Onu sizin için şer sanmayın. Aksine o sizin için hayırdır. Onlardan her kişi için kötülükten iktisab ettiği vardır. (Nur 11)
Bu ayette ifk olayı anlatılmaktadır. Kötülükten iktisab etme durumu vardır. İktisab çaba ve gayret içinde kazanmadır.
وَمَنْ يَكْسِبْ خَطِيئَةً أَوْ إِثْمًا ثُمَّ يَرْمِ بِهِ بَرِيئًا فَقَدِ احْتَمَلَ بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا
Kim kasıtlı bir yanlış veya kötülük kazanır ve onu bir suçsuzun üstüne atarsa bir büyük suç ve açık bir kötülük yüklenmiş olur. (Nisa 112)
خَطِيئَةً hata değildir. Kasıtlı yapılan yanlıştır. Bu ayette kötülük veya خَطِيئَةً kazanıp da bunu başkasının üstüne atan kimseden bahsedilmektedir. Burada da kazanılan soyut cüzdana eklenenlerdir.
يَوْمَ يَأْتِي بَعْضُ آيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْسًا إِيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ آمَنَتْ مِنْ قَبْلُ أَوْ كَسَبَتْ فِي إِيمَانِهَا خَيْرًا
Rabbinin ayetlerinin bazısının geldiği gün önceden iman etmemiş veya imanının içinde hayr kazanmamış nefse imanı fayda etmez. (En’am 158)
Bu ayette imanın içinde hayr kesb etme vardır. Doğrudan hayrı kesb etme ifadesi yerine imanının içinde hayr kazanma ifadesi gelmiştir. Hayr fiilin sıfatıdır ve kazanılan soyut bir kavramdır.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّا أَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ
Ey iman edenler kazandığınızın tayyibelerinden ve sizin için yerden çıkardığımızdan harcayın. (Bakara 267)
Burada harcama yapıldığı için maddi bir kesb söz konusudur. Kesb edilenlerin tayyibeleri helal olan yiyeceklerdir.
مَا أَغْنَى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ
Onu malı ve kazandığı korumadı. (Tebbet 2)
Bu ayette mal ile kazanılanın farklı olduğu anlaşılmaktadır. Burada kazanılan soyut cüzdandaki kötü fiillerdir.
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا جَزَاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللَّهِ
Erkek hırsız ve kadın hırsız, ikisinin kazandığına karşılık olarak, Allah’tan bir caydırma olarak ikisinin ellerini kesin. (Maide 38)
Bu ayette hırsızların kazandığı çaldıkları mal değildir. Kötü amelleridir. Kötü amelleri nedeniyle kazandıklarına karşılık elleri kesilmektedir.
تِلْكَ أُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْ وَلَا تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
O geçmiş bir ümmettir. Onun içindir kazandığı ve sizin içindir sizin kazandığınız ve onların amel ettiklerinden size sorulmayacaktır. (Bakara 134, Bakara 141)
Burada da geçmiş ümmetin ve bizim kazandığımızın amellerimizle olduğunu anlıyoruz. Kesb edilenin amellerle kesb edildiği anlaşılmaktadır.
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ
Allah yeminlerinizdeki lağvden sizi sorumlu tutmaz ve ancak kalplerinizin kazandığından sizi sorumlu tutar. (Bakara 225)
Kalplerin kazandığı ifadesi kesbin soyut cüzdanını anlatmaktadır. Kötü veya iyi işleri yapanlar soyut cüzdanlarına iyi veya kötü şeyleri koyarlar ve bundan sorumludurlar.
لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ
Allah nefsi yalnızca taşıyabildiğinden mükellef kılar. Kesb ettiği lehinedir ve iktisab ettiği aleyhinedir. (Bakara 286)
Kesb edilen iyi olursa iyi, kötü olursa kötü karşılığa sebep olur. İktisab edilen için de bu geçerlidir ama iktisab da çabalama, gayret yüksek düzeyde olduğu için iktisab eden iyi de kötü de iktisab ediyorsa bundan üst düzeyde sorumlu olacaktır.
الْيَوْمَ تُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ
O gün her nefse kazandığıyla karşılık verilir. (Mümin 17)
Bu ayette de her nefsin kesb ettiğine karşılık alacağı söylenmektedir. Bir şeyi irade ederek kendinize ait kıldığınızda bunun karşılığını göreceksiniz demektir.
كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ (38) إِلَّا أَصْحَابَ الْيَمِينِ (39) فِي جَنَّاتٍ
Cennetlerin içindeki sağ yanın ashabı dışında her nefis kazandığıyla rehinedir. (Müddessir 38-40)
Kesb edilenlere rehine olanlar cennette olmayanlardır. Cennettekiler kesb ettiklerinin rehinesi değildir. Birisi kötüleri kesb edenler, diğerleri hayrları kesb edenlerdir.
وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ (201) أُولَئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِمَّا كَسَبُوا وَاللَّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ (202)
Onlardan “rabbimiz bize dünyada iyilik ve ahirette iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru” diyenler vardır. Onlar, onlar için kazandıklarından bir nasip vardır ve Allah hesabı seri olandır. (Bakara 201-202)
فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِأَيْدِيهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هَذَا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ لِيَشْتَرُوا بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا فَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا كَتَبَتْ أَيْدِيهِمْ وَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا يَكْسِبُونَ
Vay, onu az bir değere satmak için kitabı elleriyle yazıp sonra “bu Allah’ın indindendir” diyenlere. Vay, onlara elleriyle yazdıklarından dolayı ve vay onlara kazandıklarından dolayı. (Bakara 79)
لِلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِمَّا اكْتَسَبُوا وَلِلنِّسَاءِ نَصِيبٌ مِمَّا اكْتَسَبْنَ
Adamlar için iktisab ettiklerinden bir nasip vardır ve kadınlar için iktisab ettiklerinden bir nasip vardır. (Nisa 32)
Bu ayetlerdeki kesb maddi kazançtır.
لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ
Onları kazandıklarıyla sorumlu tutsaydı onlar için azabı acilleştirirdi. (Kehf 58)
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَى ظَهْرِهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى
Allah insanları kazandıklarıyla sorumlu tutsaydı onun sırtında hiçbir dabbe bırakmazdı ve ancak onları isimlendirilmiş bir ecele erteler. (Fatır 45)
فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ
Kazanıyor olduğunuzla azabı tadın. (Araf 39)
أُولَئِكَ مَأْوَاهُمُ النَّارُ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Onlar, kazandıklarından dolayı yuvaları ateştir. (Yunus 8)
الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
O gün, ağızlarını mühürleriz ve elleri bizimle konuşur ve ayakları kazanıyor olduklarına şahitlik eder. (Yasin 65)
وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا
Mümin erkeklere ve mümin kadınlara iktisab ettiklerinin gayrısıyla eziyet edenler bir suç ve açık bir kötülük yüklenmişlerdir. (Ahzab 58)
Bu ayetlerdeki kesb soyut kesbdir.
غَدًا: “Yarın” demektir. Birinci bâbdan غُدُوّ mastarı gündüzün ilk saatlerinde, işe başlama saatlerinde bir iş yapmak, bir yerden ayrılıp başka yere gitmek manasındadır. Bu mastar manasından gündüzün ilk saatlerinde yapılan iş manasında غَدَاء ıstılahi olarak günün ilk saatlerinde yenilen yemek olarak “kahvaltı” anlamındadır. Bu mastar manasından gündüzün ilk saatlerinin zarfı olarak غَدًا “yarın” anlamındadır.
تَكْسِبُ غَدًا: “Yarın kazanır” demektir.
ذَا تَكْسِبُ غَدًا: “Yarın kazandığı” demektir.
مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا: “Yarın kazandığı nedir?” demektir.
مَا تَدْرِي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا: “Hiçbir nefis yarın ne kazanacağını dirayet edemez” demektir. Önceden bir bilgisi yoksa bilemez demektir. Soyut veya somut kesbi önceden bilgisi yoksa kimse bilemez.
وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ
Ve hiçbir nefis hangi yerde öleceğini dirayet edemez.
Mensuh fiil cümlesi | Atıf harfi |
İki mef'ûlun bih Fiil cümlesi | Fâil | Nâsih Fiil | Olumsuzluk edatı |
Fâil | Fiil | Mefûlun fih |
Mecrur | Cârr |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
هِيَ | تَمُوتُ | أَرْضٍ | أَيِّ | بِ | نَفْسٌ | تَدْرِي | مَا | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. مَا تَدْرِي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا cümlesine مَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ cümlesini atfetmektedir.
مَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
تَدْرِي: “Önceden hiçbir bilgisi olmadığı bir şeyi bilir hale gelir, dirayet eder” demektir. دري kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs dişil tekil merfu muzari malum fiildir.
نَفْسٌ: “Can, nefis” demektir.
بِ: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir. Bu harf-i cer فِي harf-i ceri gibi zarfiyet için de gelir. Aradaki fark فِي harf-i cerinde zarfiyetin müphem olması بِ harf-i cerinde ise zarfiyetin muayyen olmasıdır. هُوَ فِي اسطنبول (O İstanbul’dadır) denildiğinde o İstanbul’dadır ama İstanbul’un neresinde olduğu belli değildir (müphemdir). هُوَ بِـاسطنبول (O İstanbul’dadır) denildiğinde o İstanbul’dadır ve İstanbul’un neresinde olduğu bellidir (muayyendir).
أَيِّ: “Hangi” demektir. Soru ismidir.
أَرْضٍ: “Yer” demektir. ءرض kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan أَرَض mastarı bir mekânın bereketli, verimli olması, hayrının çok olması ve yerleşme ve ikamet için uygun olması manasındadır. Bu mastar manasından yerleşme için uygun olan manasında أَرْض “yer” anlamındadır. “Yeryüzü” manasına da gelir. Yerleşme için uygun olan her yer arzdır. Ay’a yerleşirseniz, orası arz olur. Mars’a yerleşirseniz, orası arz olur. Uzay istasyonuna yerleşirseniz, orası arz olur. Arzı yerküre olarak sınırlandırmak yanlıştır. Yerküre içindeki herhangi bir alan da arzdır. Türkçeye geçen arsa ve arazi kelimeleri, İngilizcedeki earth kelimesi buradan gelmektedir.
أَيِّ أَرْضٍ: “Hangi yer” demektir.
بِأَيِّ أَرْضٍ: “Hangi yerde” demektir.
تَمُوتُ: “Ölür” demektir. موت kökünden birinci bâbdan üçüncü şahıs dişil tekil merfu muzari malum fiildir. Fâili müsterir هِيَ dir نَفْسٌ e racidir.
بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ: “Hangi yerde ölür” demektir.
مَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ: “Hiçbir nefis hangi yerde öleceğini dirayet edemez” demektir. Öleceği yere dair önceden bir bilgisi yoksa bilemez. Önceki cümlede ne kazanacağına dair önceden bir bilgisi yoksa bilemez dedikten sonra bu cümlede öleceği yeri önceden bir bilgisi yoksa bilemez denmektedir. Bunları niçin söylemektedir? Henüz daha yarın ne kazanacağını bilemeyenler, öleceği yeri bilmeyenler başarının ne zaman geleceğini mi bilecekler? Gaysın ne zaman ineceğini mi bilecekler? Rahimlerde olanın büyüyüp de gün gelip Allah’ın yolunda çalışacaklarını mı bilecekler?
إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
Kesinlikle Allah bilicidir, haberdardır.
Mensuh isim cümlesi |
Haberi | Haberi | İsmi | İnne |
خَبِيرٌ | عَلِيمٌ | اللَّهَ | إِنَّ |
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. Te’kîd için gelir.
اللَّهَ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
عَلِيمٌ: “Bilici” demektir. Mübalağalı ism-i fâildir. Bilmenin mübalağalı olduğunu gösterir. Mübalağasız olsaydı عَالِم (bilen) şeklinde ism-i fâil olurdu.
خَبِيرٌ: “Haberdar” demektir. Kökü خبر dir. Birinci bâbdan müteaddi fiilden türeyen mübalağalı ism-i fâildir. Bir şeyi hakikatiyle, doğru ve kesin olarak bilmek yani ondan haberdar olmak manasındadır.
إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ: “Kesinlikle Allah bilicidir, haberdardır” demektir. Allah bilici ve haberdardır. Bizim bilemeyeceğimiz her şeyi bilendir. Bu O’nun vasfıdır. Her şeyden haberdardır, bu da O’nun vasfıdır. Allah’ın vasıfları Kuran’da bu şekilde ikili ikili gelir. Burada da o şekildedir.
إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا خَبِيرًا
Kesinlikle Allah bilicidir haberdardır. (Nisa 35)
إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
Kesinlikle Allah bilicidir, haberdardır. (Hucurat 13)
قَالَ نَبَّأَنِيَ الْعَلِيمُ الْخَبِيرُ
“Bana bilici haberdar haber verdi” dedi. (Tahrim 3)
Kuran’daki dört geçişinde de önce alîm sonra habîr gelmektedir. İkisi bir arada yaptıklarımızı bilen ve haberi olan demektir. Bizim Allah yolunda mı çalıştığımızı yoksa Allah’la aldatan aldatıcıların yolunda mı çalıştığımız bilir ve haberi vardır. Bizim durumumuzu bilir ve haberi vardır. Bizi boş bırakmaz, gaysı indirmesi gerektiği zaman indirir. Hatta o kadar ki mevcut nesilde kimse bize katılmazsa rahimlerde olanlardan seçer ve onları yardımcı olarak gönderir. Bilici ve haberdar olan Allah’ın yolunda olmanın yolu Kuran’dan geçer. Kuran’la sadece tilavet seviyesinde ilgilenip Allah’ın izin vermediği çok mürid, çok para, çok oy yöntemleriyle başarıyı elde edeceğini sanarak Allah ile aldatıcıların aldattığı kimselerden olmamak için Kuran’ı kıraat etmeliyiz, Kuran’ı anlamalıyız ve hayatımıza Kuran’la yol çizmeliyiz. Böyle olduğu müddetçe korkumuz olmasın. O zaman Allah bizimledir (إِنَّ اللَّهَ مَعَنَا).
Teşvikiye, Yalova
30 Kasım 2024
M. Lütfi Hocaoğlu