LOKMAN SÛRESİ - 4. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتُ النَّعِيمِ (8) خَالِدِينَ فِيهَا وَعْدَ اللَّهِ حَقًّا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (9)
Kesinlikle iman edip salihatı amel edenler, onlar için içlerinde kalıcılar halinde oldukları nimet bahçeleri vardır. Allah’ın hak olarak vadetmesi. O etkindir, hükme varıcıdır. (8-9)
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتُ النَّعِيمِ خَالِدِينَ فِيهَا
Kesinlikle iman edip salihatı amel edenler, onlar için içlerinde kalıcılar halinde oldukları nimet bahçeleri vardır.
Mensuh isim cümlesi |
Haberi İsim cümlesi | İsmi | İnne |
Haber Mecrur Hâl | Mübteda | Haber | Sıla cümlesi | İsm-i mevsûl |
Mefûlun fih | Şibh-i fiil | Muzâfun ileyh | Muzâf | Mecrur Sahibul hâl | Cârr |
Mecrur | Cârr |
هَا | فِي | خَالِدِينَ | النَّعِيمِ | جَنَّاتُ | هُمْ | لِ | آمَنُوا عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ | الَّذِينَ | إِنَّ |
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. Te’kîd için gelir. İsmi ve haberi vardır.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Has ism-i mevsuldür. Arkasından sıla cümlesi gelir ve sıla cümlesinde şahıs ve çoğulluk açısından has ism-i mevsulle uyumlu bir zamir bulunur. Buna aid zamiri denir. الَّذِينَ ile uyumlu olan هُمْ (onlar) veya و (onlar) zamiridir. Has ism-i mevsullerde aid zamirinin raci olduğu fâil ya da mef’ûl de marifedir, fiilin işleniş şekli de bilinmektedir. Bu nedenle organize işler has ism-i mevsullerle ifade edilirler.
آمَنُوا: “İman ettiler” demektir. ءمن kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir. İf’âl bâbından harf-i cersiz gelmiştir. “Güven verdiler” demektir. Salt “inanma” anlamında değildir. Güven inanmayı gerektirir. İnanmadan güven olmaz.
وَ: Atıf harfidir. عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesini آمَنُوا cümlesine atfeder.
عَمِلُوا: “Amel ettiler” demektir. عمل kökünden üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir.
الصَّالِحَاتِ: “Uyumlular” demektir. Birinci bâbdan صَلَحَ - يَصْلُحُ şeklinde amellerinin yaratılışına, yapısına uyumlu olması manasındadır.
عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ: “Salihatı amel ettiler” yani “uyumlu ameller yaptılar” demektir. Salihatı amel etmek proje içinde hareket etmek demektir. Kur’an’da عَمِلَ fiilinin صَالِح kelimesi ile geçişlerine baktığımızda; عَمِلَ صَالِحًا, عَمِلَ الصَّالِحَاتِ, صَالِحًا اعْمَلُوا ve عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ olduğu halde عَمِلَ صَالِحَاتٍ veya صَالِحَاتٍ عَمِلُوا şeklinde salihatın nekre çoğul geçişinin olmadığını görüyoruz. Salihat, proje içinde hareket etmek demektir. Bu nedenle fâilin çoğul geldiği ayetlerde الصَّالِحَ şeklinde tekil değil, الصَّالِحَاتِ şeklinde çoğul olarak gelmiştir.
Bu ayette amel الصَّالِحَاتِ ile beraber kullanılmıştır. Kuran’da amel etme ya سَيِّئَة ile ya da صَالِح ile beraber kullanılır. Oysa سَيِّئَة’nin zıttı حَسَنَة, صَالِح’in zıttı فَاسِد’dir. حَسَنَة amel ve فَاسِد amel Kuran’da geçmez.
Olumlu | Olumsuz |
صَالِح | فَاسِد |
حَسَنَة | سَيِّئَة |
فَاسِد bozuk, uyumsuz demektir. Ameller bozuk olmazlar. Bozuk olursa amel olmaz, gerçekleşmez. Ameller kötü olabilirler.
حَسَنَة iyi demektir. Ameller uyumlu olurlar, iyi olmazlar. Fiiller iyi olurlar.
Eskiden beri gelmiş olan yanlış bir inanış vardır. Salih amel dendiği zaman herkesin aklına namaz kılmak, zekât vermek gibi ameller gelmektedir. Oysa namaz kılmak da zekât vermek de salih amel değildir.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ
“İman eden ve salihatı amel eden ve salatı ikame eden ve zekâtı verenlere rablerinin indinde ecirleri vardır.” (Bakara 277)
Bu ayetle salatı ikame etmenin, zekât vermenin ve iman etmenin salih amelden farklı olduğu anlaşılmaktadır çünkü hepsi ayrı ayrı zikredilmiş ve atıf harfi (وَ) ile bağlanmıştır.
Salih amel hem erkek hem de kadınlar için bireysel olarak katılınması gereken faaliyettir.
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ
“Erkek veya kadından kim mümin olarak salihattan amel ederse onlar cennete girecekler.” (Nisa 124)
ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى ve salihattan önce مِنْ harfi ceri getirerek salihat sisteminde bireysel olarak bir görev almayı ifade eder. Salihattan amel etme cennete girme için tek başına yetmemektedir. Mümin olarak bunu yapmaları gerekir.
Yüksek derecelere sahip olmanın şartı salt mümin olmaktan öte salihatı amel etmiş bir mümin olmaktır.
Ayetleri bütün olarak düşündüğümüzde görüyoruz ki الصَّالِحَاتِ sistemli uyumluluğu ifade ediyor. Proje içinde hareket etmek demektir. Bu nedenle fâilin çoğul geldiği ayetlerde الصَّالِحَ şeklinde tekil değil, الصَّالِحَاتِ şeklinde çoğul olarak gelmiştir.
آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ: “İman ettiler ve salihatı amel ettiler” demektir.
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ: “İman edip salihatı amel edenler” demektir.
الَّذِينَ ile geldiği için iki şart da organizasyon şeklinde gerçekleşmelidir. Tek الَّذِينَ ile geldiği için iki şart da aynı organizasyon içinde olmalıdır, birbirinden bağımsız olmamalıdır.
1.Şart: İmandır yani güvenliğin sağlanmasıdır. (آمَنُوا)
2.Şart: Projeli ortak üretim veya iş yapmaktır. (عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ)
Bu nedenle الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ organize bir şekilde güvenliği sağlayıp projeli ortak üretim ve iş yapanlardır.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ye racidir.
لَهُمْ: “Onlar için” demektir.
جَنَّاتُ: “Cennetler, bahçeler” demektir. Çoğul isimdir. Tekili جَنَّة dir. جنن kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan جَنّ mastarı birisini veya bir şeyi görünemeyecek bir yerde saklayıp gizlemek manasındadır. Bu mastar manasından saklayıp gizleyen manasında جَنَّة ıstılahi olarak ağaçları, ağaçlarının yaprakları ile gövdelerini gizleyen olarak “cennet, bahçe” anlamında isimdir. Dişildir. İkili جَنَّتَانِ (merfu) ve جَنَّتَيْنِ (mensub-mecrur) dir. Aynı kökten جِنّ (cin), جُنَّة (kalkan) ve جَنِين (cenin) kelimeleri de gizlenme özelliği nedeniyle gelmektedir.
النَّعِيمِ: “Nimet” demektir. Kuran’da bu kökten nimet anlamında نِعْمَة, نَعْمَة, نَعْمَاء ve نَعِيم kelimeleri vardır. Bunların dördü de nimet demektir. Aralarında farklar vardır.
نِعْمَة “Nimet” demektir. نعم kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan نَعَم mastarı kendinde mutluluk, hoşluk, rıza ve kabullenme hissetmek manasındadır. Buradan “mutluluk, hoşluk sebebi olan” anlamından gelerek “nimet” anlamında camid isimdir. Dişildir. Çoğulu أَنْعُم ve نِعَم dir. Nimetten yararlanan normalin üstünde iyi olma durumuna sahiptir. İşte normalin üstünde iyi olma durumunu sağlayan şey nimettir. فِعلة kalıbından gelmiştir. Bu kalıp ism-i heyet kalıbıdır ve sahibinde değişmeyen daimî hale delalet eder.
نَعْمَة (Nemet) de bir çeşit nimettir. Nimetin kalıbı فِعْلَة dir. Nemetin kalıbı ise فَعْلَة dir. İlk harfin harekesinin fetha ya da kesre olması anlam değişikliğine yol açmaktadır. فَعلة kalıbı ismi merre kalıbıdır ve nimetin bir defa vuku bulmasına delalet eder. Nemet olup biter, nimet ise devam eder.
نَعْمَاء (Ne’mâ) da bir çeşit nimettir. Kalıbı ise فَعْلَاء dır. فَعْلَاء kalıbı renkleri (الحمراء ve البيضاء gibi), sakatlıkları gösteren sıfat-ı müşebbehedir. Bu da onların açıkça görünmesinden dolayıdır. Bu kalıp camid isimlerde de kullanılınca zahiriliğe (açıklığa) delalet eder. Bu nedenle ne’mâ da bir nimettir ama nimetin açıkça ortada olan şeklidir. Gizli olan veya gözle görünmeyen nimet ne’mâ olarak isimlendirilmez.
نَعِيم de nimettir. فَعِيل kalıbındandır. Bu kalıp sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Kesintisiz ve noksansız bir şekilde devam etmeyi ifade eder. Bu nedenle نَعِيم noksansız ve kesintiye uğramadan sürekli olarak devam eden nimettir. Kuran’da 17 kere geçmekte, sadece bir tanesi dünya hayatıyla ilgiliyken 16 tanesi ahiretle ilgilidir. نَعِيم ism-i cemdir. Birbiriyle sistematik ilişki içindeki nimetler topluluğudur. Bu sistematik ilişki içinde nimetler sürekli ve eksiksiz olarak vardır.
Çiftlik hayvanları da nimet olduğundan, insanların normalden daha iyi durumda olmalarını sağladığından النَّعَم olarak adlandırılırlar. Çoğulu da الْأَنْعَام dır.
جَنَّاتُ النَّعِيمِ: “Nimet bahçeleri” demektir. Burada izafet yani isim tamlaması vardır.
İzafet temel olarak manevi ve lafzi izafet olarak ikiye ayrılır. İzafet denince manevi izafet anlaşılır. Muzafun ileyh marife ise muzaf marifedir, nekre ise hususilik kazanmış nekredir. Burada dikkat edilmesi gereken muzafın muzafun ileyhten dolayı marifelik kazanmadığı, zaten marife olduğu ve izafete girdiğinde muzafun ileyhi marife olduğu için marifelik alametini göstermediğidir. Yoksa muzafun ileyh muzafa marifelik kazandırmamıştır. Bu nedenle muzaf hiçbir zaman harf-i tarif ve tenvin almaz. Muzaf tesniye ise veya cem-i müzekkeri sâlim ise sondaki nûn düşer. Muzaf merfu, mensub, mecrur şeklinde i’râblanabilirken muzafun ileyh daima mecrurdur. Manevi izafet temelde üç şekilde olur:
Muzaf ile muzafun ileyh arasında لِ , مِنْ , فِي harf-i cerlerinden biri var kabul edilir.
1. İzafet-i lâmiye (الإِضَافَةُ بِمَعْنَى اللاَّمِ): Muzaf ile muzafun ileyhin arasında sanki لِ harf-i ceri var da hazf edilmiş kabul edilir. İkiye ayrılır:
- Mülkiyet için izafet (الإِضَافَةُ لِلتَّمْلِيكِ): Muzaf, muzafun ileyhin mülkü, özelliği ya da fiilidir.
فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ Onların kalplerinde hastalık vardır. | Buradaki قُلُوبِهِمْ manevi izafettir, izafeti lamiyyedir. Mülkiyet için izafettir. القُلُوبِ لَهُمْ (Onlara ait olan kalpler) anlamındadır. |
- Tahsis için izafet (الإِضَافَةُ لِلتَّخْصِيصِ): Muzaf, muzafun ileyhe bir yönüyle tahsis edilmiştir.
اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ Rabbinizden mağfiret isteyin. | Buradaki رَبَّكُمْ manevi izafettir, izafeti lamiyyedir. Tahsis için izafettir. الرَّبَّ لَكُمْ (Sizin için rab) anlamındadır. |
2. İzafeti beyâniyye (الإِضَافَةُ لِلْبَيَانِيَّةِ): Muzafun ileyh, muzafın cinsindense veya onun hangi maddeden yapıldığını belirtiyorsa veya bulunduğu topluluğu gösteriyorsa buna izafet-i beyâniyye denir. Muzaf ile muzafun ileyhin arasında sanki مِنْ harf-i ceri var da hazf edilmiş kabul edilir.
اسْتَشْهِدُوا شَهِيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ Adamlarınızdan iki şehid şehid getirin. | Buradaki رِجَالِكُمْ manevi izafettir, izafeti beyaniyyedir. الرِّجَالِ مِنْكُمْ (Sizden olan adamlar) anlamındadır. |
3. İzafeti zarfiyye (الإِضَافَةُ لِلظَّرْفِيَّةِ): Muzafun ileyh, muzafın zarfını, yani muzafın yerini veya zamanını bildiriyorsa, buna izafet-i zarfiyye denir. Muzaf ile muzafun ileyhin arasında sanki فِي harf-i ceri var da hazf edilmiş kabul edilir.
جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ الْأَرْضِ Sizi yerin halifeleri kıldı. | Buradaki خَلَائِفَ الْأَرْضِ manevi izafettir, izafeti zarfiyyedir. الْخَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ (Yerdeki halifeler) anlamındadır. |
جَنَّاتُ النَّعِيمِ izafeti beyaniyye olan izafettir. الْجَنَّاتُ مِنَ النَّعِيمِ (Nimetten olan bahçeler) anlamındadır.
خَالِدِينَ: “Kalıcı olanlar” demektir. Bir mekânda uzun bir süre diri olarak kalmak manasındaki fiilden nekre mensub eril çoğul ism-i fâildir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
هَا: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. جَنَّاتُ النَّعِيمِ e racidir. Dişil tekil zamir olduğu için cennetler çok sayıdadır.
فِيهَا: “Onların içinde” demektir. Cennetlerin içini ifade etmektedir.
خَالِدِينَ فِيهَا: “Onların içinde kalıcılar olarak” demektir. “Nimet bahçelerinin içinde kalıcılar olarak” demektir.
لَهُمْ جَنَّاتُ النَّعِيمِ خَالِدِينَ فِيهَا: “Onlar için içlerinde kalıcılar halinde oldukları nimet bahçeleri vardır” demektir.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتُ النَّعِيمِ خَالِدِينَ فِيهَا: “Kesinlikle iman edip salihatı amel edenler, onlar için içlerinde kalıcılar halinde oldukları nimet bahçeleri vardır” demektir.
Burada خَالِدِينَ فِيهَا hâldir ve لَهُمْ daki هُمْ un hâlidir. Bu هُمْ da الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ye racidir.
Hâlin çeşitleri
Hâl sâhibu-l hâlin veya sâhibu-l hâlle ilgili başka bir varlığın durumunu açıklar. Buna göre hâl şu şekilde sınıflandırılabilir:
- Hâkikiyye (الْحَقِيقِيَّةُ): Doğrudan sâhibu-l hâlin durumunu açıklar.
- Mübeyyine (الْمُبَيِّنَةُ): Sâhibu-l hâlin cümlesinin zamanı içinde hâlin bildirdiği durum sâhibu-l hâlde bulunur. İkiye ayrılır:
- Müntekile (الْمُنْتَقِلَةُ): Aslolan hâlin müntekil olmasıdır. Yani sahibi için sabit bir şekle delalet etmez. Sabit şekle delalet eden sıfattır. Müntekil hâl sâhibu-l hâlin cümlesi ya da şibh-i fiilinin zamanı içindeki durumunu bildirir.
- Müekkide (الْمُئَكِّدَةُ): Hâlin bildirdiği durum aslında sâhibu-l hâlde geçici olan değil, sabit olan bir durumdur. Yani sahibi var oldukça hemen hemen ondan hiç ayrılmayan hâldir. Ancak sâhibu-l hâlin cümlesi ya da şibh-i fiilinin hükmü ile ilgili bir durumu ifade etmek için sanki sadece cümle ya da şibh-i fiilin zamanı ile ilgiliymiş gibi hâl olarak gelmiştir. Te’kîd içindir.
- Mukaddere (الْمُقَدَّرَةُ): Sâhibu-l hâlin cümlesinin zamanı içinde hâlin bildirdiği durum sâhibu-l hâlde bulunmaz.
- Sebebiyye (السَّبَبِيَّةُ): Sâhibu-l hâlin durumunu açıklamaz. Sâhibu-l hâlle ve cümlenin hükmüyle ilgili başka bir varlığın durumunu açıklar.
Buradaki hâl mukadderedir. الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ nin nimet bahçelerinde olmaları şimdiki zamanda değil, gelecek zamandadır. İman edip salih amel ettikleri sırada değil, kıyamet yevminde oralarda olacaklardır.
خَالِدِينَ فِيهَا dendiği için bahçeler çok sayıdadır. هَا zamiri dişil tekil zamirdir ve cennetlere racidir ve dişil tekil olduğu için cennetlerin yani bahçelerin çok sayıda olduğu anlaşılmaktadır. Eğer خَالِدِينَ فِيهِنَّ denilseydi cennetler yani bahçeler az sayıda olacaktı.
Nimet bahçeleri çok sayıda olacaktır. İman edip salihatı amel edenler çok sayıda değil bahçeler çok sayıdadır. İman edip salihatı amel edenlere öyle 1-2 bahçe verilmeyecek, oldukça çok sayıda bahçe verilecektir. Bu nimet bahçelerinde çok fazla çeşitte yiyecek veren bahçeleri olacaktır. İman edip salihatı amel etmenin ödülüdür bu bahçeler. Bu bahçeler sistematik ve kesintisiz bir şekilde ürün vermektedirler.
Burada nimet bahçelerinden söz edilmektedir. Kuran’da izafetle gelen beş çeşit bahçe vardır.
Çoğulluk | Marife | Sayı | Nekre | Sayı |
Çoğul | | | جَنَّاتُ عَدْنٍ | 11 |
Çoğul | جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ | 1 | | |
Çoğul | جَنَّاتُ النَّعِيمِ | 7 | | |
Tekil | جَنَّةِ النَّعِيمِ | 1 | جَنَّةُ نَعِيمٍ | 2 |
Çoğul | جَنَّاتُ الْمَأْوَى | 1 | | |
Tekil | جَنَّةُ الْمَأْوَى | 1 | | |
Tekil | جَنَّةُ الْخُلْدِ | 1 | | |
Cümle لِلَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتُ النَّعِيمِ خَالِدِينَ فِيهَا (iman eden ve salih amel edenler için kalıcılar halinde olacakları nimet bahçeleri vardır) şeklinde gelmemiş de İnne cümlesi ile gelmiştir. İnne tekid için gelmiştir. Bu konuda şüphesi olanlara cevap verilmektedir. İman edip salihatı amel etmek en yüksek mevkidir. Bu şekilde kimsenin tereddüdü olmasın denmektedir.
الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ organize bir şekilde güvenliği sağlayıp/güven verip projeli ortak üretim ve iş yapanlardır. Salih amel imanla beraberdir. Şirkle beraber olmaz. Şirk Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koymaktır. İmanla beraber olan salih amel Allah’ın kurallarına aykırı bir kurala dayanmaz. Allah’ın izin verdiği şeriata uygundur. Allah’ın izin vermediği, müşriklerin seçtiği şeriklerin koyduğu şeriata uygun olan ameller salih amel değil, seyyie ameldir. Allah’ın izin vermediği çoğunluk sistemi içinde başarılar peşinde koşan organizasyonlar hiçbir salih amel yapmamakta, hiçbir şey üretmemekte, sadece almakta sonra da kurtuluşun kendilerinde olduklarını iddia etmektedirler. Seyyie amelle kurtuluş olur mu?
وَعْدَ اللَّهِ حَقًّا
Allah’ın hak olarak vadetmesi.
Fiil cümlesi |
Mefûlun mutlak | Fâil | Mefûlun bih | Fiil |
Mefûlun mutlak | Fâil Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf |
Sıfat Naib-i mef'ûlü mutlak | Mevsûf |
حَقًّا | وَعْدًا | اللَّهِ | وَعْدَ | اللَّهُ | هُمْ | وَعَدَ |
وَعْدَ: “Vadetmek” demektir. Birisi için bir şeyi gelecekte kendisine farz etmek manasındadır. وعد kökünden ikinci bâbdan mastardır.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
وَعْدَ اللَّهِ: “Allah’ın vadetmesi” demektir.
حَقًّا: “Hak, gerçek, geçerli, gerçeklik, geçerlilik” demektir. حقق kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak bir olayın, bir durumun gerçekleşmesi manasındadır.
وَعْدَ اللَّهِ حَقًّا: “Allah’ın hak olarak vadetmesi” demektir. Burada fiil, fâil ve mef’ûl olmadan sadece bir mastar vardır. Cümle yoktur. Kuran’da böyle bir üslup vardır. Pek çok yerde cümleyi yarım bırakır. Genellikle cümlede sadece mastarı söyler, fiili söylemez. Mastardan fiil anlaşılır. Buna amili takdir edilen mef’ûlü mutlak (مفعول مطلق عامله مقدر) denir. Fiili takdir edersek وَعَدَهُمُ اللَّهُ وَعْدَهُ وَعَدًا حَقًّا (Allah onlara hak olarak vadetmesiyle vadetti) şeklinde manalandırırız. Buradaki Allah’ın vaadi nedir? İman edip salihatı amel edenlere kıyamet yevminde çok sayıda nimet bahçeleri verileceği vaadidir. Bu tekidi daha da şiddetlendirmektedir. Şüphe içinde olanlara daha şiddetle cevap verilmektedir. Allah bir şey vadederse onu yapar. Nimet bahçelerini vadetmiştir ve bunu yapacaktır.
وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
O etkindir, hükme varıcıdır.
İsim cümlesi | Vâv-u isti’nâfiye |
Haber | Haber | Mübteda |
الْحَكِيمُ | الْعَزِيزُ | هُوَ | وَ |
وَ: Vâv-u isti’nafiyyedir.
هُوَ: “O” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. Allah’a racidir.
الْعَزِيزُ: “Üst, üstün, etkin” demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Kökü عزز dir. İkinci bâbdan gelmektedir. Lazım fiildir. Üst olan, üstün olan, etkin olan manasındadır. Sübut ve devam özelliği olan bir sıfattır. Çoğulu أَفْعِلَة kalıbından أَعِزَّة dür.
الْحَكِيمُ: “Hükme varıcı” demektir. Kökü حكم dir. Birinci bâbdan lazım fiilden türeyen sıfat-ı müşebbehedir. Bir işte, bir konuda, bir ihtilafta hükme varan demektir. İçinde karışıklık olan bir şeyin içindeki karışıklıkları gideren, ihtilaflı bir konunun içindeki ihtilafı gideren demektir.
هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ: “O etkindir, hükme varıcıdır” demektir. Bu ayette aziz ve hakîm sıfatları marife olarak gelmiştir. Allah’ın sıfatı marife gelmişse o sıfatın gerçekleşmesinin nasıl olduğunu biz kavrayabiliriz, anlayabiliriz, bilebiliriz, nekre gelirse o sıfatın gerçekleşmesinin nasıl olduğunu biz kavrayamayız, bilemeyiz. Bu ayette Allah’ın aziz ve hakîm sıfatlarının nasıl gerçekleştiği bilinmektedir.
Allah aziz sıfatıyla üstündür, istediğine istediği bahçeyi verir. Her iş O’na sıradandır. İman edip salihatı amel edenlere nimet bahçelerini vermesi de O’nun için sıradandır. O azizdir yani üstündür. O’ndan başka kimse nimet bahçelerini veremez. Hakîm sıfatıyla hüküm vericidir. İman eden ve salihatı amel edenler hakkında hükme varır ve ahiret hayatlarının nasıl olacağını belirler. İman edip salihatı amel edenlere nimet bahçelerinin verileceğine hükmeder. Çünkü O azizdir, hakîmdir.
Teşvikiye, Yalova
09 Mart 2024
M. Lütfi Hocaoğlu