RÛM SÛRESİ - 39. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَمَا أَنْتَ بِهَادِ الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْ إِنْ تُسْمِعُ إِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ (53)
Sen körleri sapkınlıklarından uzaklaştırıp rehberlik eden değilsin. Yalnızca ayetlerimize iman edene işittirirsin ki onlar müslimlerdir. (53)
وَمَا أَنْتَ بِهَادِ الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْ
Sen körleri sapkınlıklarından uzaklaştırıp rehberlik eden değilsin.
Mensuh isim cümlesi | Atıf harfi |
Haberi | İsmi | Leyseye benzeyen Mâ |
Mecrur | Cârr |
Mefûlün bih GS | Şibh-i fiil Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf |
Mecrur | Cârr |
Fâil Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf |
هُمْ | ضَلَالَةِ | عَنْ | الْعُمْيِ | هَادِي | بِ | أَنْتَ | مَا | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Önceki ayetteki إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ cümlesine مَا أَنْتَ بِهَادِ الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْ cümlesini atfetmektedir.
مَا: “Değildir” demektir. Leyseye benzeyen Mâ’dır. Leyse gibi ismi ve haberi vardır.
أَنْتَ: “Sen” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. Leyseye benzeyen Mâ’nın ismidir.
بِ: Harf-i cerdir. Leyseye benzeyen Mâ’nın haberinin başına geldiği zaman te’kîd için gelir. Anlamı değiştirmez, sadece kuvvetlendirir.
هَادِ: “Rehberlik eden” demektir. هدي kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs tekil nekre ism-i fâildir. Hidayet birisini bir hedefe yöneltip o hedefe varması için rehberlik etmektir.
الْعُمْيِ: “Körler” demektir. Üçüncü şahıs çoğul sıfat-ı müşebbehedir. Eril ve dişil için ortaktır. Çekimi aşağıdaki gibidir:
Nekre | |
Düzensiz çoğul | Çoğul | İkil | Tekil |
عُمْيٌ | | أَعْمَيَانِ | أَعْمَى | Eril | Merfu |
عُمْيٌ | عَمْيَاوَاتٌ | عَمْيَاوَانِ | عَمْيَاءُ | Dişil |
عُمْيًا | | أَعْمَيَيْنِ | أَعْمَى | Eril | Mensub |
عُمْيًا | عَمْيَاوَاتٍ | عَمْيَاوَيْنِ | عَمْيَاءَ | Dişil |
عُمْيٍ | | أَعْمَيَيْنِ | أَعْمَى | Eril | Mecrur |
عُمْيٍ | عَمْيَاوَاتٍ | عَمْيَاوَيْنِ | عَمْيَاءَ | Dişil |
Marife | |
Düzensiz çoğul | Çoğul | İkil | Tekil |
الْعُمْيُ | | الْأَعْمَيَانِ | الْأَعْمَى | Eril | Merfu |
الْعُمْيُ | الْعَمْيَاوَاتُ | الْعَمْيَاوَانِ | الْعَمْيَاءُ | Dişil |
الْعُمْيَ | | الْأَعْمَيَيْنِ | الْأَعْمَى | Eril | Mensub |
الْعُمْيَ | الْعَمْيَاوَاتِ | الْعَمْيَاوَيْنِ | الْعَمْيَاءَ | Dişil |
الْعُمْيِ | | الْأَعْمَيَيْنِ | الْأَعْمَى | Eril | Mecrur |
الْعُمْيِ | الْعَمْيَاوَاتِ | الْعَمْيَاوَيْنِ | الْعَمْيَاءَ | Dişil |
عَنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir. Uzaklaştırma anlamına gelir.
ضَلَالَةِ: “Sapkınlık, hedeften uzaklaşmak” demektir. ضلل kökünden ikinci bâbdan mastardır. ضَلَال mastarı doğru yoldan sapıp uzaklaşmak manasındadır. Bu mastarın tahsisli hali ضَلَالَة mastarıdır. Belirli bir türdeki sapkınlıktır.
هِمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
ضَلَالَتِهِمْ: “Onların sapkınlığı” demektir.
عَنْ ضَلَالَتِهِمْ: “Sapkınlıklarından” demektir.
هَادِ الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْ: “Körleri sapkınlıklarından uzaklaştırıp rehberlik eden” demektir.
مَا أَنْتَ بِهَادِ الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْ: “Sen körleri sapkınlıklarından uzaklaştırıp rehberlik eden değilsin” demektir.
Buradaki körler mecazidir. Gerçek körler değildir. Gerçek körlere rehberlik edilir. Ancak buradaki körlere rehberlik edilememektedir. Çünkü onlar dalaletlerinden ayrılmamaktadırlar. Dalalet hedeften sapmak demektir. Bir şeye saplanmışlar onun dışındakileri görmemektedirler. Aslında görmektedirler ama bakar kör durumundadırlar. Bu saplantıları Allah’ın ayetleri dışında her şey olabilir.
Gazze’deki Araplar için Kuran’daki ayetleri söylüyoruz. Kör olanlar öyle bir dalalettedirler ki göremiyorlar. Diyoruz ki ayette onlar mustazaflar olduğu için hicret etmeleri lazım. Körler bize insan vatanını bırakır mı diyor? Orada ölünce şehit oluyor diyorlar. Biz de ayetin tam tersini söylediğini, cehennemlik olduklarını söyleyince körler o ayetin o şekilde yorumlanmaması gerektiğini, büyük alimlerin yorumlarına bakmak gerektiğini, iniş sebebine bakmak gerektiğini söylüyorlar. Bunları sağırlar da söylüyor. Ama körler gözlerinin önünde insanlar katledilirken sadece miting yaparak, bağırarak çağırarak kendilerini tatmin ediyorlar. Körler, çünkü ölen insanları, parçalanan çocukları görmüyorlar, görmek istemiyorlar. Körler, çünkü orada savaş olmasa bile bu insanların hiçbir şey üretmeden, sadece yardımlarla bir nevi açık hava hapishanesinde perişanlıklar içinde yaşadıklarını görmüyorlar. Körler, çünkü ayetleri görmüyorlar. Biz onlara rehberlik edemiyoruz. Dalaletlerinden çıkmıyorlar. Acaba melekler kimin canını alırken bu ayet indi de iniş sebebini arıyorlar? Kör olanlar yalnızca kör olmuyorlar genelde. Dilsiz, kör ve sağırdırlar diye başka ayetlerde geçmektedir onların durumları.
إِنْ تُسْمِعُ إِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا
Yalnızca ayetlerimize iman edene işittirirsin.
Fiil cümlesi |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı |
Müstesna | İstisna edatı | Müstesna minh |
Sıla cümlesi | İsm-i mevsûl |
Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
نَا | آيَاتِ | بِ | هُوَ | يُؤْمِنُ | مَنْ | إِلَّا | أَحَدًا | أَنْتَ | تُسْمِعُ | إِنْ |
إِنْ: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır. Genellikle istisna edatı olan إِلَّا ile veya istisna edatı olan لَمَّا ile olumsuzluğu bozulur.
تُسْمِعُ: “İşittirirsin” demektir. سمع kökünden if’âl bâbından ikinci şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. Fâili müstetir أَنْتَ (sen)dir. Dördüncü bâbdan سَمِعَ - يَسْمَعُ şeklinde bir sözü işitmek manasındadır. Dördüncü bâb if’âl bâbına (أَسْمَعَ – يُسْمِعُ) tadiye etkisi ile gelir. İşittirmek anlamına gelir.
إِنْ تُسْمِعُ: “İşittiremezsin” demektir.
إِلَّا: “Yalnızca” demektir. İstisna edatıdır.
مَنْ: “Kimse” anlamındadır. Umumi ism-i mevsuldür. Şuurlu varlıklar için kullanılır. Arkasından sıla cümlesi gelir. Sıla cümlesinde bu ism-i mevsule dönen bir aid zamiri vardır. Eril tekil zamir döner. هُوَ veya هُ zamiri döner. Eril zamir dönmesi sadece erkekleri ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem erkek hem de kadınları kapsar. Tekil zamir dönmesi de tek bir kişiyi ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem tek kişiyi hem iki kişiyi hem de çok kişiyi kapsar. Bu nedenle umumi ism-i mevsuldür. Eril tekil zamir dönmesi gramatik bir kuraldır. Bazen de eril çoğul zamir döner. مَا da مَنْ gibi umumi ism-i mevsuldür, şuursuz varlıklar için kullanılır. Hem şuursuz hem şuurlu varlıklar varsa مَا kullanılır.
يُؤْمِنُ: “İman eder”, “güvenir” demektir. İf’âl bâbında harf-i cersiz güven vermek anlamında iken بِ harf-i ceri ile güvenmek anlamına gelir. Burada harf-i cerle geldiği için güvenir anlamındadır.
بِ: “-e, -a” demektir. Harf-i cerdir. İman fiiliyle ilişkili geldiğinde bu harf-i cerden sonra gelene güveniliyor demektir.
آيَاتِ: “Ayetler” demektir. Tekili آيَة dir. Ayet gösterge demektir. ءيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak bir kimse ya da bir şey hakkında onun bilinmesini sağlayacak bir işaret koymak manasındadır. Bu mastar manasından konulan işaret manasında آيَةٌ “gösterge” anlamında isimdir.
نَا: “Biz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
آيَاتِنَا: “Ayetlerimiz” demektir.
بِآيَاتِنَا: “Ayetlerimize” demektir.
يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا: “Ayetlerimize iman eder” demektir.
مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا: “Ayetlerimize iman eden” demektir.
إِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا: “Ayetlerimize iman edenin dışında” demektir. Burada hazf edilmiş bir أَحَدًا (kimse) vardır. أَحَدًا إِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا (Ayetlerimize iman edenin dışında kimse) anlamındadır.
إِنْ تُسْمِعُ إِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا: “Ayetlerimize iman edenin dışındakine işittiremezsin/Yalnızca ayetlerimize iman edene işittirirsin” demektir.
Önceki ayette sağırlara ve ölülere işittirilemediği söylendikten sonra körlere geldi sıra, onlara rehberlik edemeyeceğimizi, dalaletlerinde saplanıp kaldıkları, oradan çıkamayacakları söylendi. Sonra tekrar “işittirme” geldi. Böylece körlere de işittirilemediği dolaylı olarak söylenmiş oldu. Sağırlara da ölülere de körlere de işittirilememe sebebi ayetlere iman etmemeleridir. Bir insan kendine Müslüman diyebilir. Sorunca elini kalbinin üzerine koyarak “Elhamdülillah Müslümanım” da der. Hamdını bildirir ama ayetlere iman etmez. Ayetlere iman etme ayetlere güvenme demektir. Gazze’dekileri oradan çıkaralım, bize hicret etsinler dediğimizde biz ayetlere iman ederek bunu söylüyoruz. Ayetler bunu yapın diyor. Eğer oradan hicret etmezlerse cehennemliktirler diyor. Biz ayetlere iman ediyoruz ama sağırlar, ölüler ve körler etmiyor. Oradan çıkılır mı diyorlar. Vatan bırakılır mı diyorlar. Siz ne derseniz deyin etki etmiyor. Ayetler etki etmiyor ve sağırlıkları, ölülükleri, körlükleri devam ediyor.
Ayetler çoğunluğa uymayı şiddetle reddediyor diyoruz. Açıkça ayetler yazıyor diyoruz ama ayetlere iman etmedikleri için fayda etmiyor. Ayetlere inanıyorlar ama iman etmiyorlar yani güvenmiyorlar. Başka şeylere güveniyorlar. Büyük gördükleri, çok değer verdikleri insanlara iman ediyorlar, onlar çoğunluk demokrasisinde olduğuna göre ve onlar yanlış yapmayacağına göre (!) bu doğrudur deyip ayetlere güvenmiyorlar. Mutlaka başka türlü yorumlanması gerektiğine inanıyorlar. Maalesef rehberlik edemiyoruz, ayetler de rehberlik etmiyor. Sistem kötü ama bari kötünün iyisinin peşinden gidelim derdindeler.
Önceki ayette لَا تُسْمِعُ ile “işittiremezsin” denmekte, bu ayette ise إِنْ تُسْمِعُ ile “işittiremezsin” denmektedir. لَا da إِنْ de olumsuzluk edatıdır. إِنْ te’kîd için olumsuzluk yapar. Sağırlara ve ölülere işittirememek zaten beklenen bir şeydir ama ayetlere iman etmeyene işittirememek insanların aklına yatmamaktadır. Bu nedenle olumsuzluk te’kîdle gelmiştir. İman etmeyene işittirememekteyiz. Buradaki إِنْ bu nedenle çok önemlidir.
فَهُمْ مُسْلِمُونَ
Onlar müslimlerdir.
İsim cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Haber | Mübteda |
مُسْلِمُونَ | هُمْ | فَ |
فَ: Fâ-u isti’nâfiyedir. Öncesi sonrasının sebebidir. Fâ-u ta’liliyyedir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا ya (ayetlerimize iman edene) racidir.
مُسْلِمُونَ: “Müslimler” demektir. Dördüncü bâbdan سَلْمٌ mastarı (سَلِمَ - يَسْلَمُ) bir kimsenin, bir şeyin parçalarının, bileşenlerinin bulunduğu yerin ve çevresinin değişmesine rağmen bulunduğu hal üzerinde bozulmadan kalması manasındadır. İf’âl bâbında (أَسْلَمَ – يُسْلِمُ) sayruret etkisi ile gelir. Selim hale girip o halde kalmak anlamındadır. Müslimler barış içinde olanlar demektir. Elinden dilinden kimsenin zarar görmediği kimse demektir.
هُمْ مُسْلِمُونَ: “Onlar müslimlerdir” demektir.
Ayetlere iman etmek mümin olmak için yeterli değildir. Müslim olmak için gereklidir. Mümin olmanın başka çok sayıda şartı vardır. Allah yolunca malları ve canlarıyla cihad ederler, hicret ederler, diğer müminleri barındırırlar, diğer müminlere yardım ederler. Hakemlerin kararlarına uyarlar, karardan sonra şüphe içinde olmazlar. Allah’a, ayetlerine, meleklerine, kitaplarına (kurallarına) ve elçilerine güvenirler. Allah’ı vekil kılarlar, salatı ikame ederler, salatlarını korurlar ve salatlarında huşu içindedirler. Boş işlerden uzak dururlar. Zekât sistemini gerçekleştirirler. Namuslarını korurlar. Eşleri ve cariyeleri dışındakilerle ilişkiye girmezler. Emanetlere riayet ederler. Ahitlerine riayet ederler. Verdikleri sözden çıkmazlar. Canlarını ve mallarını cennet karşılığı Allah’a satmışlardır. Allah yolunda savaşırlar, ölürler ve öldürülürler. Tevrat ehli, İncil ehli ve Kuran ehlindendirler. Kâfirlerle dayanışmazlar.
Müslim olanlar ayetlerimize iman eden kimselerdir diyor. Has ism-i mevsulle değil umumi ism-i mevsulle (مَنْ يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا) getiriyor. Ayetlere her kim iman ederse o müslimdir. Her mümin müslimdir ama her müslim mümin değildir. Müslim olmak da kolay değildir. Ayetlere iman eden birilerini görmek çok zordur ama şeyhine, siyasi liderine iman edenleri görmek çok kolaydır, her yer onlarla doludur.
Teşvikiye, Yalova
04 Kasım 2023
M. Lütfi Hocaoğlu