LOKMAN SÛRESİ - 6. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
هَذَا خَلْقُ اللَّهِ فَأَرُونِي مَاذَا خَلَقَ الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ بَلِ الظَّالِمُونَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (11)
Bu Allah’ın yaratmasıdır. Öyleyse O’nun dunundan olanların ne yarattığını bana gösterin. Oysa zalimler açık bir sapma içindedirler. (11)
هَذَا خَلْقُ اللَّهِ
Bu Allah’ın yaratmasıdır.
İsim cümlesi |
Haber | Mübteda |
Fâil Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf |
اللَّهِ | خَلْقُ | هَذَا |
هَذَا: “Bu” demektir. Eril tekil yakın ism-i işarettir.
خَلْقُ: “Yaratmak” demektir. خلق kökünden birinci bâbdan mastardır. Var olan başka bir şeyden yeni bir şey üretmek manasındadır.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
خَلْقُ اللَّهِ: “Allah’ı halk’ı, Allah’ın yaratması” demektir. Lafzi izafettir. Fâilin fiile izafetidir.
هَذَا خَلْقُ اللَّهِ: “Bu Allah’ın yaratmasıdır” demektir. Burada halk vardır. Bir de Allah’ın fıtratı vardır. Fıtrat bir malzeme kullanarak bu malzemeyi bölmek ve her bölünmede farklılaştırıp farklılaşmaya rağmen birbiriyle ilişkisini sürdüren küçük parçalar halinde oluşturulmuş bir sistem meydana getirmektir. Bunu yalnızca Allah yapabilir. Halk ise var olan malzemeleri kullanarak yeni bir şey üretmektir. Bunu insanlar da yapabilir. Ama buradaki Allah’ın halk’ı insanların halk’ından farklıdır.
أَتَدْعُونَ بَعْلًا وَتَذَرُونَ أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ
Haliklerin (yaratanların) en iyisini bırakarak Baal’a dua mı ediyorsunuz? (Saffat 125)
İlyas Peygamber topluluğuna seslenmekte ve “haliklerin (yaratanların) en iyisini bırakıp Baal’a dua mı ediyorsunuz?” demektedir. Allah haliklerin en iyisidir. En iyi yaratan O’dur. O’ndan iyi kimse yaratamaz. Yaratması hep iyi sonuçlar doğurur.
وَلَآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللَّهِ
Kesinlikle onlara emredeceğim de Allah’ın halk’ını (yaratmasını) kesinlikle tağyir edecekler (değiştirecekler). (Nisa 119)
Allah’ın yaratmasını kimse tebdil edemez ama İblis’in burada ifade ettiği gibi tağyir ederler. Tebdil bir şeyin yerine başka bir şeyi geçirmedir. Ödeme yapmak için “Bedeli ne kadar?” diye sorduğumuzda bir malın yerine parayı vermek için sorarız. Satıcıda malın yerine para geçmiş, alıcıda paranın yerine mal geçmiştir. Tağyir ise var olan bir şeyin başkalaşmasıdır. Türkçede tebdile de tağyire de “değiştirme” demekteyiz. Bu nedenle mealden okuduğumuz zaman iki ayet birbiriyle çelişiyor gibi görünmektedir. Oysa ikisinde kullanılan fiil farklıdır ama Türkçede aynı şekilde ifade etmekteyiz. Fıtrat ve halk’ın ikisini de “yaratma” şeklinde tercüme etmemiz de başka bir örnektir.
Önceki ayette anlatılanlar Allah’ın halkıdır. Gökleri gördüğümüz direklerin gayrısıyla yaratması, bizi sallaması sebebiyle yerin içine sıradağları koyması, yerin içine her dabbeden yayması, gökten bir su indirip de onun içinde her kerîm eşten bitirmesi Allah’ın halkıdır, yaratmasıdır. İnsanların yaratması değildir. Burada yakın ism-i işaretle هَذَا خَلْقُ اللَّهِ denmiş, uzak ism-i işaretle ذَلِكَ خَلْقُ اللَّهِ denmemiştir. Geçmişte olan ve gelecekte olacak olan olaylar için uzak ism-i işaret olan ذَلِكَ kullanılır. Şimdiki zamanda olan olaylar için هَذَا kullanılır. Burada yakın ism-i işaret olan هَذَا kullanılmıştır. Çünkü bu halkı (yaratılışı) yakından görebiliriz, anlayabiliriz. Göklerin bir kısmının yaratılışının direksiz, bir kısmının görmediğimiz direklerle yaratıldığını anlayabiliriz demektir. Sıradağların koyulma sebebini anlayabiliriz. Dabbelerin yayılmasını görüp anlayabiliriz. Bitkilerin bitirilmesini de anlayabiliriz. Bizim için yakındır, uzak değildir bu yaratılışları görüp anlamak.
فَأَرُونِي مَاذَا خَلَقَ الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ
Öyleyse O’nun dunundan olanların ne yarattığını bana gösterin.
Emir cümlesi Mensuh fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
İki mef'ûlun bih Soru cümlesi İsim cümlesi | Mefûlun bih | Fâil | Nâsih Fiil |
Haber | Mübteda İstifhâm edatı |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Fâil | Fiil |
الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ | خَلَقَ | ذَا | مَا | ي | و | أَرُوا | فَ |
فَ: Fâ-u isti’nâfiyedir. “Öyleyse” anlamındadır.
أَرُوا: “Gösterin” demektir. رءي kökünden if’âl bâbından ikinci şahıs eril çoğul emir malum fiildir. Üçüncü bâbdan رَأَى - يَرَى şeklinde görmek manasındadır. Suretin şekil, renk ve hareketini gözle veya beyinle idrak etmek ve bilmek demektir (يدرك ويعلم شكل ولون وحركة الصورة بعينه التي في رأسه أو بعين قلبه وفؤاده التي في نفسه). Reyde gözle görmek şart değildir. Bu nedenle görüş anlamına da gelmektedir. Bunun göstergesi olarak göz kapalıyken uykuda görülen رُؤْيَا (rüya) kelimesi de bu kökten gelmiştir. Görme duyusunu ifade eden kelime ise بَصَر dır. Bir varlığın kendisini değil o varlığın şeklini kâğıda çizsen, özelliklerini orada ifade etsen o varlığı rey etmiş olursun. Bizzat o varlığı görmen gerekmez. Üçüncü bâb if’âl bâbına (أَرَى – يُرِي) tadiye etkisi ile gelir. Gösterdi anlamına gelir. Gören, gördürülen haline gelir.
ي: “Ben” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. Bu ي zamiri mütekellim ya’sı olarak adlandırılır.
أَرُونِي: “Bana gösterin” demektir.
ي + أَرُوا ي + ن + أَرُو أَرُونِي
Emir fiille mef’ûlü olan mütekellim ya’sı arasına okuma kolaylığı için bir ن harfi getirilmiştir. Buna vikaye nûnu denilir.
مَا: “Ne” demektir. Soru ismidir. Sonuna ism-i mevsul ذَا sını alarak مَاذَا şeklinde gelmiştir.
ذَا: İsm-i mevsuldür. ذَا aynı zamanda asıl işaret ismidir. مَا ve مَنْ soru isimlerinden sonra geldiği zaman ism-i mevsuldür. İsm-i mevsul ذَا sından sonra sıla cümlesi gelir.
خَلَقَ: “Yarattı” demektir. خلق kökünden üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Fâili sonrasında gelen الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ dir. Var olan başka bir şeyden yeni bir şey üretmek manasındadır.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Has ism-i mevsuldür. Arkasından sıla cümlesi gelir ve sıla cümlesinde şahıs ve çoğulluk açısından has ism-i mevsulle uyumlu bir zamir bulunur. Buna aid zamiri denir. الَّذِينَ ile uyumlu olan هُمْ (onlar) veya و (onlar) zamiridir. Has ism-i mevsullerde aid zamirinin raci olduğu fâil ya da mef’ûl de marifedir, fiilin işleniş şekli de bilinmektedir. Bu nedenle organize işler has ism-i mevsullerle ifade edilirler.
مِنْ: Harf-i cerdir. “-den” anlamındadır.
دُونِ: “Aşağısında” demektir. دَانَ - يَدُونُ fiili miktarında, hacminde, gücünde, fonksiyonunda azalma demektir. Bu fiille aynı kökten gelen دُونِ ise kendisinden sonra gelenden daha aşağıda, daha zayıf, daha düşük fonksiyonlu olan anlamındadır.
هِ: “O” demektir. Allah’a racidir.
دُونِهِ: “O’ndan aşağıda olan” demektir.
مِنْ دُونِهِ: “O’ndan aşağıda olandan” demektir. “Olması gereken O iken O’ndan aşağıda olandan” demektir. “O’na göre olmayandan” demektir.
الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ: “O’ndan aşağıda olanlar” demektir.
خَلَقَ الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ: “O’ndan aşağıda olanlar yarattı” demektir.
ذَا خَلَقَ الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ: “O’ndan aşağıda olanların yarattığı” demektir.
مَاذَا خَلَقَ الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ: “Nedir O’ndan aşağıda olanların yarattığı?” demektir.
أَرُونِي مَاذَا خَلَقَ الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ: “O’nun dunundan olanların ne yarattığını bana gösterin” demektir.
Burada الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ ifadesi önemlidir. Allah’ın yerine konulan ama aşağıda olanlar ifade edilmektedir. Ne yarattıklarını gösterin denmiştir. Bir şey yaratmadıkları anlamında mıdır yoksa yarattıklarını Allah’ın yarattıklarıyla kıyaslayın mı denmektedir? Fıtrat mastarı insan için kullanılmamakta ama halk mastarı insan için kullanılmaktadır. Bu nedenle burada bu kimselerin ya yarattıklarını bana gösterin demekte, Allah’ın yaratmasıyla kıyaslanması istenmektedir ya da hiçbir şey yaratmamışlardır denmektedir. Her iki durum da olabilir. الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ ifadesi الَّذِينَ has ism-i mevsulü ile geldiği için kim oldukları bilinen şuurlu varlıkları ifade etmektedir. Aynı zamanda fiilin nasıl gerçekleştiği de belirlidir. Bu nedenle organize yapı olabilecekleri gibi organize yapı olmadan onlara ibadet edilme şekilleri de belli olan, kendileri de bilinen şuur sahibi varlıklardır. Eğer şuursuz putlar ifade edilseydi Hud 101’deki gibi (آلِهَتُهُمُ الَّتِي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ - Allah’ın dunundan çağırdıkları ilahları) şeklinde الَّتِي dişil tekil has ismi mevsulü ile gelecekti. Hem şuursuz hem de şuurlu olanlar ifade edilseydi Mümtehine 4’te İbrahim Peygamberin إِنَّا بُرَآءُ مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ (Kesinlikle biz sizden ve Allah’ın dununda ibadet ettiklerinizden uzağız) demesi gibi مَا umumi ism-i mevsulü ile gelecekti.
إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ عِبَادٌ أَمْثَالُكُمْ
Kesinlikle Allah’ın dununda dua/davet ettikleriniz sizin emsaliniz kullardır. (Araf 194)
Bu ayette de Allah’ın dununda ibadet edilenler yani onlar için çalışılanların bizim gibi kullar olduğu söylenmektedir. Taşlardan, metallerden yapılmış putlar değildir. Bunlar kullardır, insanlardır.
Ne yarattıklarını göstermemiz istenmektedir.
وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ (20) أَمْوَاتٌ غَيْرُ أَحْيَاءٍ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ (21)
Allah’ın dunundan dua/davet ettikleriniz bir şey yaratamazlar ve onlar yaratılmışlardır. Diriler olmayan ölülerdir ve ne zaman baas edileceklerinin de şuurunda değillerdir. (Nahl 20-21)
Burada Allah yerine kendilerine dua/davet edilen insanlar ifade edilmektedir. أَمْوَاتٌ غَيْرُ أَحْيَاءٍ (diriler olmayan ölüler) denerek mecazi ölü değil gerçekten ölü oldukları ifade edilmiş olmaktadır. Ölmüş ve insanlar tarafından büyütülmüş insanlardır. Devlet büyükleridir, siyasi liderlerdir, cemaat liderleridir, evliya diye isimlendirilen şahıslardır. Öldükten sonra büyütülmüş, yüceltilmiş, hayatında hata yapmamış olarak kabul edilmişlerdir. Ölü oldukları için bir şey yaratamazlar ve dirilecekleri günün şuurunda değillerdir. Onlara dirilermiş gibi hitap edilmekte, diğer insanlar onlara defterlere yazılarak, heykellerin önünde sözlü olarak şikâyet edilmektedir. Bazılarının da yüzü suyu hürmetine Allah’tan talepler yapılmaktadır. Doğrudan Allah’tan istenmesi gereken şeyler onlar aracı yapılarak istenmekte bu nedenle Allah’ın dunundan denmektedir.
إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ
Kesinlikle Allah’ın dunundan dua/davet ettikleriniz asla bir sinek yaratamazlar, onun için toplansalar bile. (Hac 73)
Allah tüm evreni yaratmıştır. Yüz milyarlarca galaksileri, her bir galaksi içindeki yüz milyarlarca yıldızları, cansız ve canlı varlıkları, şuursuz ve şuurlu varlıkları her bir hücresine kadar yaratmıştır. Allah’tan başka kimse bir canlı yaratamaz. Bu ayet meydan okumaktadır. Allah’ın dunundan dua/davet edilen çağrı yapılan bu toplulukların hepsi bir araya gelse bile bir sinek bile yaratamazlar. İnsanlar hiçbir zaman o teknolojiye ulaşamayacaklardır. Burada insanlar değil de Allah’ın dunundan çağrılanlar için bu yaratmanın olamayacağı söylenmektedir. Çağrı yani dua/davet Allah’a yapılır. Allah’ın gayrısına denmemekte, Allah’ın dununda denmektedir. Allah’ın dini içinde uygulamalar yapan topluluklara yapılan çağrılar, davetler Allah’ın dunundan değildir. Çünkü onlar Allah’ın sisteminin uygulayıcısıdırlar.
إِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا وَتَخْلُقُونَ إِفْكًا إِنَّ الَّذِينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقًا فَابْتَغُوا عِنْدَ اللَّهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Yalnızca Allah’ın dunundan vesenlere ibadet ediyorsunuz ve algı yaratıyorsunuz. Kesinlikle Allah’ın dunundan ibadet ettikleriniz sizin için hiçbir rızık yönetemezler. Bu sebeple rızkı Allah’ın indinde arayın ve O’na ibadet edin ve O’na şükredin. O’na döndürüleceksiniz. (Ankebut 17)
Vesenler Allah’ın dunundan topluluklardır. Vesenlere ibadet edenler yani vesenlere çalışanlar ancak algı yaratırlar, başka bir şey yaratmazlar. Vesenler rızık da vermezler, ancak toplanan paralarla, bağışlarla yaşamlarını sürdürürler. Bu sebeple rızık verici olarak vesenlere gitmeyin, rızkı Allah’ın indinde arayın diyor, vesenlere çalışmayın, O’na çalışın, O’na şükredin diyor.
أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
Dikkat edin, Allah’a aittir halis din. Allah’ın dunundan veliler edinenler onlara yalnızca bizi Allah’a yaklaştırsın diye ibadet ediyoruz (derler). Kesinlikle Allah ihtilaf ettikleri hakkında aralarında hüküm verir. Kesinlikle Allah yalancı görmezden geliciye rehberlik etmez. (Zümer 3)
Allah’ın kurallarına aykırı kurallar içinde organize olmuş her topluluk Allah’ın dunundandır. Allah’ın asla ve asla kabul etmediği çoğunluğu ele geçirme derdindeki, algı operasyonları yapan topluluklar bu nedenle Allah’ın dunundandır. Bunları veli yani dayanışma edinenlerin bahanesi bu ayette ifade edilmektedir. Allah’a yaklaştırıyormuş onları. Allah’ın dununda dayanışan topluluklar Allah’a yaklaştırmaz, Allah’tan uzaklaştırır. Ayetin devamından bu toplulukların ihtilaflar içinde olduklarını, birbirlerine muhalefet ettiklerini anlıyoruz. Muhalefet müfâele bâbındandır. İki taraflı zıt fikirde olmadır. İhtilaf ifti’al bâbındandır. Çok sayıda tarafın aynı fikirde olmamasıdır. Her biri kendisinin haklı olduğunu düşünmektedir ve bunu savunmaktadır. Vesenler başka türlü nasıl anlatılabilirdi?
قُلْ أَرَأَيْتُمْ شُرَكَاءَكُمُ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَرُونِي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْأَرْضِ أَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمَوَاتِ أَمْ آتَيْنَاهُمْ كِتَابًا فَهُمْ عَلَى بَيِّنَةٍ مِنْهُ بَلْ إِنْ يَعِدُ الظَّالِمُونَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا إِلَّا غُرُورًا
“Allah’ın dunundan çağırdığınız şeriklerinizi gördünüz mü? Bana yerden ne yarattıklarını gösterin.” de. Yoksa göklerden onlara ait bir ortaklık mı var yoksa onlara bir kitap verdik de onlar ondan bir beyyine üzerinde midirler? Aksine zalimler, onların bazısı bazısına yalnızca aldatma vadeder. (Fatır 40)
Bu ayette de Lokman suresinin bu ayetindeki gibi yarattıklarının gösterilmesi istenmektedir. Burada Allah’ın dunundan çağrılanlar şeriklerdir. Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyan, mülkte Allah’a ortak edilmiş olanlardır.
الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ ifadesi Allah’ın kuralları içinde hareket etmeyen, kendilerine çağrıda bulunulan, onlardan yardım beklenilen, onlar için çalışılan insanlar ve topluluklardır. Kendilerinden kurtarıcılık beklenilmektedir. Sıkıntılara onların çözüm bulacağı sanılmaktadır. Bu ayet işte bunu reddetmektedir. Allah evreni yaratmış, canlıları yaratmış ve yaymıştır. Onlar kim oluyorlar da Allah’ın dununda yani Allah’ın kurallarına aykırı kurallar içinde ne yaratabilirler? Ancak algı yaratırlar. Kendilerini kurtarıcı gösteren, ihtilaf içinde oldukları diğer toplulukları kötü gösteren algılar yaratırlar. Başka yaratacakları bir şeyleri yoktur.
Burada أَرُونِي (bana gösterin) diye hitap edilenler, göstermesi istenilenler kimlerdir? Allah’ın dununda olanlara çalışanlardır, onlardan taleplerde bulunanlardır, çözümü onlarda arayanlardır.
بَلِ الظَّالِمُونَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
Oysa zalimler açık bir sapma içindedirler.
İsim cümlesi |
Haber | Mübteda | İdrab edatı |
Mecrur | Cârr |
Sıfat | Mevsûf |
مُبِينٍ | ضَلَالٍ | فِي | الظَّالِمُونَ | بَلْ |
بَلْ: “Oysa” demektir. İdrab edatıdır. Bu edat atıf harfi ve idrab edatı olarak kullanılır.
- Atıf harfi ve idrâb edatı olan بَلْ: Bu edattan sonra gelen “müfred” ise atıf harfi ve idrâb edatıdır. Kur’an’da atıf harfi ve idrâb edatı olarak geçişi yoktur.
- İdrâb ve ibtida edatı olan بَلْ: Bu edattan sonra gelen “cümle” ise atıf harfi değildir. Yeni bir cümleyi başlatmaktadır. İdrâb ve ibtida edatıdır. İdrâb ve ibtida edatı olduğunda iki şekilde gelir:
- İptâli idrâb (الْإِضَرَابُ الْاِبْطَالِيُّ): Öncesindeki cümledeki manayı iptal eder ve arkasından gelen cümledeki mana ile doğrusunu getirir. “Bilakis, aksine” anlamlarına gelir.
- İntikâli idrâb (الْإِضَرَابُ الْاِنْتِقَالِيُّ): Öncesindeki cümlenin manasını iptal etmez. Bir haberden başka bir habere, bir konudan başka bir konuya intikal (geçiş) vardır. Sonraki cümleyi, önceki cümleye ilave eder. “Bununla beraber, buna ilaveten, bunun üzerine, buna rağmen, aynı zamanda, zaten, halbuki, oysa, oysaki” anlamlarına gelir.
Burada intikali idrab vardır. Önceki cümlenin manasını iptal etmemektedir. Allah’ın dununda olanların ne yarattığının gösterilmesi istendikten sonra bu talebin muhatabı olan Allah’ın dununda olanları kurtarıcı olarak gören ve onlar için çalışanları zalimler konumuna getirip onların durumuna geçiş (intikal) yapılmaktadır.
الظَّالِمُونَ: “Zalimler” demektir. Marife kurallı eril çoğul ism-i fâildir. Zulüm kelimesi Türkçede eziyet anlamında yanlış olarak kullanılmaktadır.
الظُّلْمُ: وَضْع الشيء في غير موضِعه
Zulüm: Bir şeyi kendi yerinin dışında bir yere koymak. (Lisanu-l A’râb)
ظلم kökünden iki babda fiiller gelir. İkinci bâbdan (ظَلَمَ - يَظْلِمُ) zulüm anlamında gelirken dördüncü bâbdan (ظَلِمَ - يَظْلَمُ) ظُلْمَة “karanlık” demektir.
Zulüm birisini, bir şeyi veya kendisini olması gereken gerçek konumda değil başka konumda bulundurmaktır. Bu nedenle birisine haksızlık etmek, birisine hakkını vermemek, suçsuz birisini suçlu konumuna sokmak, Allah’ın yerine Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyan şerikler edinmek zulümdür.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
ضَلَالٍ: “Sapma” demektir. ضلل kökünden ikinci bâbdan mastardır. Doğru yoldan sapıp hedeften uzaklaşmak manasındadır.
مُبِينٍ: “Açıklayan, anlaşılır hale getiren, kendini açıklayan, açık olan, açık” demektir. İf’âl bâbından ism-i fâildir. بَيَانٌ “Açık, anlaşılır olma” demektir. بين kökünden ikinci bâbdan mastardır. “Başkasının ayırması, fark etmesi için bir şeyin çevresinden ayrılacak ve çevresindekilerden farklılaşacak şekilde sınırlarının belli olması” manasındadır. بَيْن “ara” demektir. Bununla ilişkilidir. İkinci bâb (بَانَ - يَبِينُ) if’âl bâbına (أَبَانَ – يُبِينُ) tadiye etkisi ile gelir. Açıklamak, anlaşılır hale getirmek anlamına gelir. Eğer mef’ûl yoksa kendini açıklayan anlamından “açık, anlaşılır” anlamına gelir.
ضَلَالٍ مُبِينٍ: “Açık bir sapma” demektir.
فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ: “Açık bir sapma içinde” demektir.
الظَّالِمُونَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ: “Zalimler açık bir sapma içindedirler” demektir. Kuran’da ضَلَال kelimesi sıfat almadan ve sıfat alarak marife ve nekre olarak gelmektedir.
| Nekre | Marife |
ضَلَال | 6 | 1 |
ضَلَال مُبِين | 19 | |
ضَلَال بَعِيد | 7 | 3 |
ضَلَال كَبِير | 1 | |
ضَلَال قَدِيم | | 1 |
ضَلَال kelimesinin etimolojisine bakarsak ل harfi hedefe yönelmeyi ifade eder. Yönelinilen hedefle ilerlenilen yön arasındaki açıdaki artış ض ile ifade edilir. Bu haliyle hedeften sapmak, hedeften uzaklaşmak anlamına gelir.
Eğer bu hedeften uzaklaşma, sapma belirginse, açık ve anlaşılır bir şekildeyse bu ضَلَال مُبِين dir. Hedeften uzaklaşıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Eğer uzaklaşma çok fazla ise bu ضَلَال بَعِيد dir. Hedeften çok fazla uzağa gidilmiştir. İki durumu da kapsayan ضَلَال dir. Aradaki açısı büyüyünce ضَلَال مُبِين olurken belli bir dereceden sonra ضَلَال بَعِيد olur.
Zalimler açık bir sapma içindedirler. Hedeften uzak oldukları gayet belirgindir. Çünkü zalim demek bir şeyi olması gereken konuma değil başka konuma yerleştiren veya bir şeyi olmaması gereken konuma yerleştiren demektir. Allah’ın dunundan olanları Allah’ın yerine koymuşlardır. Bu nedenle zalimlerdir. Bu nedenle bir yere varamayacaklardır. Varacakları yer hedeften çok uzaktadır. Allah’ın dunundan olan topluluklardan olan beklentileri onları hedeften açık bir şekilde uzaklaştırmaktadır. Batağa gitmektedirler. Kurtuluş bekledikleri Allah’ın dunundan olan topluluklar onları çok yanlış noktalara götürmektedir. Cahiliye dönemindeyiz, hayır zır-cahiliye dönemindeyiz. Kurtuluş reçeteleri yazan vesenlerin sizi götürecekleri nokta bu ayette çok güzel bir şekilde anlatılmaktadır.
Teşvikiye, Yalova
30 Mart 2024
M. Lütfi Hocaoğlu