RÛM SÛRESİ - 35. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ فَجَاءُوهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَانْتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ (47)
Senden öncesinde kavimlerine elçiler göndermiştik, onlara kanıtları getirdiler. Suç işleyenlerden intikam aldık ve bizim üzerimize bir haktı müminlere yardım etmek. (47)
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ
Senden öncesinde kavimlerine elçiler göndermiştik.
Cevap cümlesi | Yemin cümlesi Fiil cümlesi |
Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi | Tahkîk edatı | Cevap lâmı |
Mefûlün bih GS | Mefûlun bih | Mefûlun fih | Fâil | Fiil |
إِلَى قَوْمِهِمْ | رُسُلًا | مِنْ قَبْلِكَ | نَا | أَرْسَلْنَا | قَدْ | لَ | |
وَ: Vâv-u isti’nâfiyedir (الْوَاوُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ). Atıf olmadan öncesi ile sonrası arasında anlamsal ilişki vardır. Bu nedenle buradaki vâv isti’nâfiyedir.
لَقَدْ: İki harfin birleşimidir.
لَ: Yeminin cevap lâmıdır. Yemin iki cümleden oluşur. İlk cümle üzerine yemin edilendir. İkinci cümle yeminin kendisidir. İlk cümleye yemin cümlesi, ikinci cümleye yeminin cevap cümlesi denir. Bazı durumlarda yeminin cevap cümlesinin başına لَ gelir. Buna cevap lâmı denir. Kuran’da çoğunlukla yemin cümlesi hazf edilir (söylenmez). Cevap cümlesinde öncesinde yemin olduğuna dair delil varsa yemin cümlesi hazf edilebilir (söylenmez). Genellikle لَقَدْ ile başlayan mazi veya muzari fiiller, لَ ile başlayan isim cümleleri, övme ve yerme cümleleri öncesindeki yemin cümlesi hazf edilmiş olarak gelir. Te’kîd lâmı ile başlayan muzari fiil cümlelerinin öncesindeki yemin cümlesi hazf edilmiş olabilir. لَئِنْ ile başlayan şart ve cevap cümlelerinin de öncesinde yemin cümlesi hazf edilmiştir.
Bu ayette de cevap cümlesi لَقَدْ ile başladığından yemin cümlesi hazf edilmiştir.
قَدْ: Harftir. İsim cümlesinden önce gelmez. Her zaman olumlu fiillerden önce gelir, olumsuz fiillerden önce gelmez. Fiil ile arasında başka bir şey bulunmaz.
- Mazi fiilden önce gelince:
- Tahkîk (gerçekleştirme) edatı (حَرْفُ التَّحْقِيقِ) olur. “Muhakkak”, “gerçekten” anlamlarına gelir. Normalde “-di” li geçmiş zaman olan mazi fiil “-miş” li geçmiş zamanın kesinlik ifade eden şekline dönüşür. Bu durumda fiilin sonuna da “-mıştır”, “-miştir”, “-muştur”, “-müştür” eklerinin eklenmesi gerekir. Yeminin cevap lâmından sonra gelirse tahkîk edatı olur.
- Tevakku (beklenti) edatı (حَرْفُ التَّوَقُّعِ) olur. Beklenilen bir haberin cevabında mazi fiilin başına eklenir. Ölümü beklenmeyen bir kimsenin ölüm haberini verirken مَاتَ (öldü) şeklinde haber verilirken, ölmesi beklenen bir hastanın ölüm haberi verilirken قَدْ مَاتَ (ölmüş) şeklinde haber verilir. Bu durumda fiilin sonunda “-mıştır”, “-miştir”, “-muştur”, “-müştür” eklenmesi yeterlidir.
- Takrîb (yaklaştırma) edatı (حَرْفُ التَّقْرِيبِ) olur. Normalde mazi fiil hem uzak hem de yakın geçmiş zamanı ifade eder. Bu edatın başına gelmesi ile yakın geçmiş zamanı ifade ederse takrîb edatı olmuş olur. Bu durumda fiilin sonunda “-dı”, “-di”, “-du”, “-dü” eki kalır. Mişli geçmiş zaman şeklinde söylenmez.
- Muzari fiilden önce gelince: Tahkîk edatı olur. Gerçekleştirme olayını şimdiki zamana alır. “Muhakkak … -yor” anlamına gelir. لَقَدْ şeklinde geldiği durumlarda her zaman tahkîk edatıdır.
Bu ayette yeminin cevap lâmından sonra geldiği için قَدْ tahkik edatıdır. Kesinlik ifade etmek için gelmiştir. Hem yemin gelmesi hem de tahkik edatı gelmesi kesinliği daha da belirgin hale getirmektedir.
أَرْسَلْنَا: “Gönderdik, elçi kıldık” demektir. Dördüncü bâbdan رَسَل mastarı bir mesajı ulaştırmak, bir görevi yapmak için elçi olmak manasındadır. İf’âl bâbında (أَرْسَلَ – يُرْسِلُ) tasyir etkisi ile gelir. Birisini, birilerini bir mesajı ulaştırmak, bir görevi yapmak için elçi haline getirmek anlamındadır.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
قَبْلِ: “Önce” demektir. Zarftır.
كَ: “Sen” demektir.
قَبْلِكَ: “Senden önce” demektir.
مِنْ قَبْلِكَ: “Senden öncesinde” demektir. قَبْلَ den önce gelen مِنْ bu zarfa muayyenlik kazandırır.
Zarftan önce مِنْ harf-i cerinin gelip gelmemesi |
قَبْلَكَ | Müphem | Senden önceki herhangi bir zamanda |
مِنْ قَبْلِكَ | Muayyen | Senden önce belirli bir zamanda |
رُسُلًا: “Elçiler” demektir. رَسُول un cem-i mükesser çoğuludur. Sıfat-ı müşebbehedir. Kökü رسل dir. Dördüncü bâbdan gelmektedir. Bir mesajı ulaştıran, bir görevi yapan kimsedir.
إِلَى: “-e” demektir. Harf-i cerdir. إِرْسَال fiiliyle geldiğinde kendisinden sonra gelen kendisine elçi gönderilendir.
قَوْمِ: “Kavim” demektir. قوم kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan mastar olarak kalkıp bir hedefe yönelerek dik durmak manasındadır. Bu mastar manasından ortak bir hedefe yönelmiş insan topluluğu manasında ism-i cemdir (topluluk ismidir).
هِمْ: “Onlar” demektir. رُسُلًا e racidir.
قَوْمِهِمْ: “Onların kavmi” demektir.
إِلَى قَوْمِهِمْ: “Kavimlerine” demektir.
لَقَدْ أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ: “Senden öncesinde kavimlerine elçiler göndermiştik” demektir.
Burada dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi قَوْمِهِمْ (onların kavmi) ifadesidir. Onlar (هِمْ) çoğul, kavim (قَوْمِ) ise tekildir. Bu durumda bu gelen resullerin aynı kavme gelmesi gerekiyor. Oysa resuller nekre gelmiştir ve bizim bunların kim olduklarını bilmemiz bu ayette gerekmediğinden nekre gelmişlerdir. Aynı kavmin kastedilmediği açıktır. Bu durumda kavim kelimesinin niçin tekil geldiği sorulabilir. Sözlüklerde kavim kelimesinin çoğulunun أَقْوَام olduğu, çoğulunun çoğulunun da أَقَاوِيمُ olduğu yazmaktadır. Ancak Kuran’ı incelediğimizde kavim kelimesinin 383 kere geçtiğini ve çoğul veya ikil formunun olmadığını görürüz. Kuran’ın dili kullanılan Arapçadan farklı özellikler gösterir. Kendine özgüdür. Kuran’daki kullanımıyla kavim kelimesinin tekili de ikili de çoğulu da aynı şekildedir.
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ
Sonra onun (Nuh’un) sonrasında kavimlerine elçiler gönderdik. (Yunus 74)
Bu ayette de aynı durum görülmektedir. قَوْمِ kelimesi “kavimler” anlamındadır.
Diğer bir soru buradaki “sen” ile Kuran’ın konuştuğunun kim olduğudur. İlk anda Kuran’ın indiği Muhammed Peygamber akla gelmektedir. Ancak metot olarak öncelikle Kuran okuyanın kendisine söylendiğini düşünmesi gerekir. Bu ayette de senden önce elçiler gönderdik ifadesi Kuran’ı okuyana uymaktadır. Her kim okuyorsa ondan öncesinde resuller gelmiştir. Kuran’ın kendisine de indiğini düşünen herkes kendini bir elçi olarak görmelidir. Hakkı tebliğ etmelidir. Hakkı ketmetmemelidir. Söylemelidir, anlatmalıdır. İnsanlar hoşlanmayacak diye Kuran’dan kendisine vahyolunanı söylemekten çekinmemelidir. Söylediğinde en yakınları bile rahatsız olsa dahi hakkı söylemelidir, Kuran’ın elçisi olmalıdır.
فَجَاءُوهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ
Onlara kanıtları getirdiler.
Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi |
Mefûlün bih GS | Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr |
الْبَيِّنَاتِ | بِ | هُمْ | و | جَاءُوا | فَ |
فَ: Atıf harfidir. Tertip ve takip için gelmiştir.
جَاءُوا: “Geldiler” demektir. جيء kökünden ikinci bâbdan üçüncü çoğul şahıs mazi malum fiildir. Fâili cem vâvıdır (جَاءُوا), رُسُلًا e racidir.
هُمْ: “Onlar” demektir. قَوْمِهِمْ e racidir.
بِ: “-i, -ı” demektir. جَاءُوا fiiliyle beraber kullanıldığında bu harf-i cerden sonra gelen getirilen olur.
الْبَيِّنَاتِ: “Kanıtlar” demektir. Dişil çoğul sıfat-ı müşebbehedir. Tekili الْبَيِّنَةِ dir. Kökü بين dir. İkinci bâbdan gelmektedir. بَيْنٌ mastarı başkasının ayırması, fark etmesi için bir şeyin çevresinden ayrılacak ve çevresindekilerden farklılaşacak şekilde sınırlarının belli olması manasındadır. Açık ve anlaşılır olduğundan kanıt anlamına gelmektedir.
بِالْبَيِّنَاتِ: “Kanıtları” demektir.
جَاءُوهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ: “Onlara kanıtları getirdiler” demektir.
Elçileri onlara kanıtlar getirmiştir. Bu kanıtlar kanıt ayetler şeklinde olabileceği gibi doğrudan kanıtlar şeklinde de olabilir. Biz de dümdüz ayet okumuyoruz. Ayetlerden kanıtlar getiriyoruz. Yanlışları görüyor ve kanıtlarla söylüyoruz ama o kadar az kişi aldırıyor ki. Uzak durmaya özen gösteriyorlar. Getirdiğimiz kanıtlar sadece kaçmalarını artırıyor.
فَانْتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا
Suç işleyenlerden intikam aldık.
Ma'tûf Fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Fâil | Fiil |
و | أَجْرَمُوا | الَّذِينَ | مِنْ | نَا | انْتَقَمْنَا | فَ |
فَ: Fâ-u isti’nafiyyedir. Öncesi sonrasının sebebidir. Öncesi hazf edilmiştir. Kanıtlar gelmiştir ve ondan sonrasında o kanıtlarla ilgilenmemişler ve elçilerin tebliğine uymamışlardır. Bu nedenle bu fâ harfinden sonra gelenler gerçekleşmiştir.
انْتَقَمْنَا: “İntikam aldık” demektir. İkinci bâbdan (نَقَمَ - يَنْقِمُ) “Sonucun istenilen ve arzulananın tam tersi şeklinde sonlanması nedeniyle öfkelenme ve hoşnutsuz olma” anlamındadır. İftiâl bâbında (انْتَقَمَ - يَنْتَقِمُ) “Şiddet ve nefret kullanarak, öfkelenme ve hoşnutsuzluğa sebep olan kişiye zarar vererek öç almak” anlamına gelmektedir.
مِنَ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Has ism-i mevsuldür. Arkasından sıla cümlesi gelir ve sıla cümlesinde şahıs ve çoğulluk açısından has ism-i mevsulle uyumlu bir zamir bulunur. Buna aid zamiri denir. الَّذِينَ ile uyumlu olan هُمْ (onlar) veya و (onlar) zamiridir. Has ism-i mevsullerde aid zamirinin raci olduğu fâil ya da mef’ûl de marifedir, fiilin işleniş şekli de bilinmektedir. Bu nedenle organize işler has ism-i mevsullerle ifade edilirler.
أَجْرَمُوا: “Suç işlediler” demektir. جرم kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir. İkinci bâbdan جَرْم mastarı kök mana olarak “kesmek” demektir. Hurma ağacını kesmek, koyunun yününü kesmek, hurmanın meyvesini kesip toplamak manasına gelmektedir. Istılahi olarak birisine karşı suç işlemek manasındadır. İf’âl bâbında (أَجْرَمَ – يُجْرِمُ) sayruret etkisi vardır. Suç sahibi olmak, suç işler halde olmak anlamındadır. İsm-i fâili olan مُجْرِم de “suçlu” demektir. İngilizcedeki suç anlamındaki “crime” kelimesi de muhtemelen bu kökten gelmektedir.
الَّذِينَ أَجْرَمُوا: “Suç işleyenler” demektir. Has ism-i mevsulle geldiği için suç işlemede bir organizasyon vardır. Suç örgütlü şekilde işlenmektedir.
مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا: “Suç işleyenlerden” demektir.
انْتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا: “Suç işleyenlerden intikam aldık” demektir. Burada sorulması gereken en önemli soru “suçlu kimdir ve kime karşı yapılan hangi fiiller suç olarak tanımlanır?” sorusudur. Bunun için Kuran’da mücrimlerin anlatıldığı ayetleri incelememiz gereklidir.
لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ
Hakkı ihkâk etmesi ve batılı iptal etmesi için(dir) mücrimler hoşlanmasa bile. (Enfal 8)
Hak gerçek, geçerli olan demektir, batıl ise gerçek olmayan, geçersiz olan demektir. Allah geçerliyi geçerli kılar, geçersizi geçersiz kılar. Mücrimler ise hakkı batıl, batılı hak yaparlar. Hakkın hak, batılın batıl olmasından hoşlanmazlar. Burada geçerlilik Allah’a göre geçerlilik, geçersizlik de Allah’a göre geçersizliktir. Hak dediğimizde de batıl dediğimizde de Allah’a göre olandır.
وَيُحِقُّ اللَّهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ
Allah hakkı kelimeleriyle hak kılar, mücrimler hoşlanmasa bile. (Yunus 82)
Kelime anlam demektir. Mücrimler Allah’ın anlamlarını sevmezler. Anlamları başka yere çekerler ve hakkın hak olmasını istemezler.
فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ إِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْمُجْرِمُونَ
Allah’ın üzerine yalan uyduran veya O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Kesinlikle şöyle ki mücrimler iflâh olmaz. (Yunus 17)
Mücrimler Allah’ın adına yalan uydururlar veya O’nun ayetlerini yalanlarlar. Aslında burada zulmetmektedirler. Zulüm bir şeyi olması gerektiği yere değil, başka bir yere koymaktır. Yalanı Allah’ın üzerine isnad ettiğinizde de zulmetmiş olursunuz, onun ayetlerini yalan sayarak da zulmetmiş olursunuz. Böylece mücrimler geçerli olanı (hakkı) geçersiz (batıl), geçersiz olanı (batılı) geçerli (hak) kılmış olurlar.
إِنَّ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ أَبْوَابُ السَّمَاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى يَلِجَ الْجَمَلُ فِي سَمِّ الْخِيَاطِ وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِمِينَ
Kesinlikle ayetlerimizi yalanlayıp onlardan kibirlenenler, onlar için göğün geçitleri açılmayacak ve deve/halat iğne deliğinden geçene kadar cennete girmeyecekler ve böylece mücrimleri cezalandırırız. (Araf 40)
Mücrimler ayetleri yalanlayarak ve kendilerini ayetlerin üstünde görerek hakkı batıl hale getirmişlerdir.
وَلَوْ تَرَى إِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُو رُءُوسِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ رَبَّنَا أَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا إِنَّا مُوقِنُونَ
Mücrimleri rablerinin indinde başları eğik halde “Rabbimiz, gördük ve işittik. Bizi geri döndür de salih amel edelim. Kesinlikle biz inananlarız.” (dedikleri halde) görseydin. (Secde 12)
Mücrimler salih amel yapmazlar. İnanmazlar. Kıyamet yevminde pişman olmuşlardır ve o zaman inananlar (مُوقِنُونَ) olmuşlardır. Bu da onların hakkı batıl, batılı hak kılma özelliğinden gelmektedir. İnanılması gereken hakkı (gerçeği, geçerliyi) batıl (gerçek olmayan, geçersiz) kılmışlardır.
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ (59) أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَابَنِي آدَمَ أَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ (60) وَأَنِ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ (61)
Ayrılın bugün ey mücrimler. Ben size kesinlikle o sizin için açık bir düşman olan şeytana ibadet etmeyin ve bana ibadet edin diye ahdetmedim mi ey Âdem oğlu. (Yasin 59-61)
Birisine ibadet etmek demek onun kurallarını geçerli kurallar kılmak için çalışmak demektir. Mücrimler Allah’ın kuralarını geçerli kural kılmak için değil şeytanın istediklerini geçerli kural kılmak için çalışmışlardır. Bu da hakkı batıl, batılı hak kılmalarındandır.
هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي يُكَذِّبُ بِهَا الْمُجْرِمُونَ
Bu, mücrimlerin onu yalanladığı Cehennemdir. (Rahman 43)
Mücrimler cehennemi yalanlamaktadırlar. Cehennem haktır, gerçektir. Mücrimler hakkı batıl saymışlar ve cehennemin gerçek olmadığını yani batıl olduğunu söylemişlerdir.
وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (11) كَذَلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ (12)
Onlara onunla alay ediyor oldukları dışında hiçbir elçi gelmedi. Böylece onu mücrimlerin kalplerine sokarız. (Hicr 11-12)
Mücrimler hakkı batıl kıldıkları için hak olan elçilerle sadece alay ederler. Elçiliklerini geçerli görmezler, geçersiz kılarlar ve üstüne bir de alay ederler.
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلَى بَعْضِ الْأَعْجَمِينَ (198) فَقَرَأَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِهِ مُؤْمِنِينَ (199) كَذَلِكَ سَلَكْنَاهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ (200)
Onu acemlerin bazısına indirseydik de onlara onu kıraat etseydi ona müminler olmazlardı. Böylece onu mücrimlerin kalplerine soktuk. (Şuara 198-200)
Mücrimler Kuran’ın Araplara indiğinden rahatsızdırlar. Araplara inmemeli demektedirler. Ayetler Arap olmayana inse bile mümin olmayacaklardı. Gerçek olan, hak olan Kuran’ın ilk defa Araplara inmesidir. Bunu geçersiz kılmak için Araplara inmemeliydi demektedirler.
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا مِنَ الْمُجْرِمِينَ
Böylece her nebiye mücrimlerden düşman kıldık. (Furkan 31)
Mücrimler nebilere düşmandır. Nebiler hakkı hak, batılı batıl hale getirmeyi irade ederler. Mücrimler ise tersini irade ederler.
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا إِنَّا مِنَ الْمُجْرِمِينَ مُنْتَقِمُونَ
Rabbinin ayetleri zikredilen sonra onlarla ilgilenmeyenden daha zalim kimdir? Kesinlikle biz mücrimlerden intikam alanlarız. (Secde 22)
Zikredilen ayetler onlarla ilgilenilmesi içindir. İlgilenilmemesi ayetleri olması gereken yere değil başka yere koymaktır. Bu da zulümdür. Ayetler haktır, gerçektir, geçerlidir. Onları batıl kılanlar onlarla ilgilenmezler.
كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ (38) إِلَّا أَصْحَابَ الْيَمِينِ (39) فِي جَنَّاتٍ يَتَسَاءَلُونَ (40) عَنِ الْمُجْرِمِينَ (41) مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ (42) قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ (43) وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَ (44) وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَائِضِينَ (45) وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ (46) حَتَّى أَتَانَا الْيَقِينُ (47)
Cennetlerdeki ashab-ı yemin dışında her nefis kazandığına rehinedir. Mücrimlere sorarlar. Sizi sakara sokan nedir? “Biz destekleyenlerden olmadık ve miskinleri doyurmuyorduk ve dalanlarla beraber dalıyorduk ve bize kesin bilgi gelene kadar din yevmini yalanlıyorduk” dediler. (Müddessir 38-47)
Mücrimler hakkı batıl, batılı hak kıldıkları için musalli değillerdi, Allah’ın emri olan nebiyi destekleme, miskinleri doyurma emirlerini yapmıyorlardı. Boş işlere dalıyorlardı. Hak olan din yevmini batıl sayarak yalanlıyorlardı.
كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَلِيلًا إِنَّكُمْ مُجْرِمُونَ (46) وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (47) وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ (48) وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (49) فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ (50)
Yiyin ve az miktarda metalanın. Kesinlikle siz mücrimlersiniz. Vay o gün yalanlayanlara. Onlara “rükû edin” denildiği zaman rükû etmezler. Vay o gün yalanlayanlara. Ondan sonra hangi söze iman edecekler. (Mürselat 46-50)
Mücrimlerin tipik özelliği yalanlayıcı olmalarıdır. Hakkı yalanlarlar, batıl kılarlar. Allah’ın emirlerini batıl kılarlar ve yapmazlar.
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ إِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُ قُلْ أَبِاللَّهِ وَآيَاتِهِ وَرَسُولِهِ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِئُونَ (65) لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ إِيمَانِكُمْ إِنْ نَعْفُ عَنْ طَائِفَةٍ مِنْكُمْ نُعَذِّبْ طَائِفَةً بِأَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِمِينَ (66)
Yemin olsun, eğer onlara sorarsan kesinlikle “biz yalnızca dalıyorduk ve oynuyorduk” diyecekler. “Allah ve ayetleri ve elçisiyle mi alay ediyorsunuz” de. Özür beyan etmeyin. İmanınızdan sonra küfretmiştiniz. Eğer sizden bir taifeyi affedersek bir taifeye de onların mücrimler olması sebebiyle azap ederiz. (Tevbe 65-66)
Küfredenler affediliyor ama mücrim olanlar affedilmiyor, onlara azap ediliyor. Hakkı batıl kabul ettikleri için umarsızca Allah’la bile alay etmeye kalkıyorlar.
وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ
Mücrimler kavminden zorluğumuz geri döndürülmez. (En’am 147)
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا الْقُرُونَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا كَذَلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِمِينَ
Sizden öncesinde zulmettiklerinde nesilleri helak etmiştik. Onlara elçileri kanıtları getirdiler ve iman ediyor olmadılar. Mücrimler kavmini böyle cezalandırırız. (Yunus 13)
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسَى وَهَارُونَ إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ بِآيَاتِنَا فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِمِينَ
Onlardan sonrasında Musa ve Harun’u Firavun ve ileri gelenlerine ayetlerimizle gönderdik de kibirlendiler ve onlar mücrimler kavmiydiler. (Yunus 75)
وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُودًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا مُفْتَرُونَ (50) يَاقَوْمِ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى الَّذِي فَطَرَنِي أَفَلَا تَعْقِلُونَ (51) وَيَاقَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً إِلَى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِمِينَ (52)
Âd’a kardeşleri Hûd’u (gönderdik). “Ey kavmim, sizin için O’ndan gayrı hiçbir ilah olmayan Allah’a ibadet edin. Siz yalnızca uyduranlarsınız. Ey kavmim, onun üzerine sizden hiçbir ecir istemiyorum. Benim ecrim yalnızca beni yaratan üzerinedir. Akletmiyor musunuz? Ey kavmim rabbinizden bağışlanma isteyin ve ona tevbe edin ki size semayı yağmur olarak göndersin ve sizin kuvvetinize kuvvet katsın ve mücrimler olarak geri dönmeyin.” dedi. (Hud 50-52)
تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِأَمْرِ رَبِّهَا فَأَصْبَحُوا لَا يُرَى إِلَّا مَسَاكِنُهُمْ كَذَلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِمِينَ
Rabbinin emriyle (rüzgâr) her şeyin arkasını keser de meskenlerinden başka bir şey görünmez olur. Mücrimler kavmini (Âd) böyle cezalandırırız. (Ahkaf 25)
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُجْرِمِينَ (58) إِلَّا آلَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ (59) إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا إِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِرِينَ (60)
“Kesinlikle biz Lût ailesi hariç bir mücrim kavme gönderildik. Kesinlikle biz onları toz olanlardan olmasını takdir ettiğimiz karısı dışında topluca kurtaranlarız.” dediler. (Hicr 58-60)
Bu ayetlerde kavim olarak mücrim olanlar anlatılmaktadır. Firavun kavmi, Âd kavmi, Lût kavmi ve diğer mücrim kavimlerin cezalandırıldığı söylenmektedir.
Günümüz mücrimlerle doludur. Artık hak batıl, batıl hak olmuştur. Mücrim suçlu demektir ama kime karşı suçludur? Allah’a karşı suçludur. Allah’a göre hak olanı batıl saymış veya batıl olanı hak saymıştır. Hakkın hak olmasını batılın batıl olmasını da istememektedir.
Mücrimlerle الَّذِينَ أَجْرَمُوا yu ayırmak gereklidir. Mücrimlik çok belirgindir. الَّذِينَ أَجْرَمُوا içinde olan bir kimse Allah’a, kitabına inanabilir, namazlarını kılabilir, hacca gidebilir, gece namazı bile kılabilir. الَّذِينَ أَجْرَمُوا mücrimlerin kurdukları sistemi kanıksamış ve o sistem içinde çaba gösteren kimsedir. Çünkü o sistem hakkı batıl, batılı hak haline getirmiştir.
Günümüz aynı zamanda mücrimler kavmi dönemidir. Geçmişte hep helak edilmişlerdir. Kimse kendisini güvende sanmasın. Yaşadığınız topluluğun kuralları batılı hak yapıyor diye siz o batılı uygulayarak o topluluk içinde suçsuz olabilirsiniz ama o durumda mücrimsiniz. Lût kavminde eşcinsellik haktı. O topluluk içinde suç teşkil etmiyordu. Ancak onu yapanlar mücrimdir. Günümüzde de fâizin yasal olması faizli işlerde sizi yaşadığınız toplulukta suçsuz kılacaktır ama Allah’a göre mücrimsiniz. Allah’ın batıl kıldıklarını yasalar izin veriyor diye yapsanız da mücrimsiniz. Eğer yasalar batılı hak kılıyor, hakkı batıl kılıyorsa o kavim mücrim bir kavimdir. Batı devletlerinde eşcinsellik haktır. Bizde de bunu başardılar. Artık insanlar bile hak olarak görmeye başladılar. Kimse Lût’un karısının niçin geride bırakılıp yok edildiğini düşünmez. Erkek eşcinselliğini olduğu bir toplulukta bir peygamber karısı niçin helâk edilmiştir? Çünkü o da mücrimdi. Eşcinselliği kendi yapmadığı halde hak olarak görüyordu. Şimdi moda haline getirdiler. Başörtüsü olanlar bile bizim başörtümüze kimse nasıl karışmıyorsa onların cinsel tercihlerine de kimse karışmasın diyerek mücrim olmaktadırlar.
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهَذَا الْقُرْآنِ وَلَا بِالَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ الْقَوْلَ يَقُولُ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَا أَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنِينَ (31) قَالَ الَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا أَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدَى بَعْدَ إِذْ جَاءَكُمْ بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِمِينَ (32) وَقَالَ الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ إِذْ تَأْمُرُونَنَا أَنْ نَكْفُرَ بِاللَّهِ وَنَجْعَلَ لَهُ أَنْدَادًا
Küfredenler “bu Kuran’a ve öncesinde olana asla iman etmeyeceğiz” dediler. Zalimleri rablerinin indinde tutuklanmış halde bazısı bazısına laf atarken görseydin. Zayıf olanlar büyük olanlara “siz olmasaydınız biz müminler olurduk” dediler. Büyük olanlar zayıf olanlara “size geldikten sonra sizi hüdadan biz mi engelledik, aksine siz mücrimlersiniz” dediler. Zayıf olanlar büyük olanlara “Allah’ı görmezden gelmemizi ve ona denkler kılmamızı bize emrediyor olduğunuz zaman gece gündüz planlar (yapıyordunuz)” dediler. (Sebe 31-33)
Ben güçsüzdüm, üstlerimin emrine uydum diyerek kimse kurtulamaz. O durumda da mücrimler olunduğu bu ayetlerde gösterilmiştir.
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ إِجْرَامِي وَأَنَا بَرِيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ
Yoksa onu uydurdu mu diyorlar. Eğer onu uydurduysam icrâmım benim üzerimedir ve ben sizin icram ettiğinizden uzağım. (Hud 35)
Nuh Peygamber başlarına gelecekleri onlara söylemekte, onlar da uydurduğunu söylemekteler. Nûh eğer uydurduysam o cürüm bana aittir diyor. Sonra onların cürümlerinden uzak olduğunu söylüyor.
Günümüzdeki en büyük cürüm çoğunluk sistemidir. Batıldır, hak değildir. Mücrimler tarafından üretilmiş ve tüm dünyaya yayılmıştır. Nuh gibi bizim de onların bu cürümlerinden uzak durmamız gerekmektedir. Bu sistem içinde olmak, onu bir hak görerek, hakka ulaşmak için yol görerek çaba içinde olmak mücrim olmak olmasa da الَّذِينَ أَجْرَمُوا dan olmaktır yani cürüm organizasyonu içinde yer almaktır. Bunu da ben uydurmuyorum. Uyduruyorsun diyenler, bana çoğunluğun tavsiye edildiği herhangi bir ayet göstersinler. Geçici olarak batılın hak kabul edildiği bir ayet göstersinler. Yapmaları gereken asıl iş ise çoğunluğu şiddetle reddeden ayetleri başka şekillerde anlamlandırmalarıdır. Bu durumda bu açıdan mücrim olurlar. Mücrimlerin ürettiği ve hak gördüğü bu batıl içinde çabalamak nasıl hak olabilir? Aklım almıyor.
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا فِي كُلِّ قَرْيَةٍ أَكَابِرَ مُجْرِمِيهَا لِيَمْكُرُوا فِيهَا وَمَا يَمْكُرُونَ إِلَّا بِأَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ (123) وَإِذَا جَاءَتْهُمْ آيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتَّى نُؤْتَى مِثْلَ مَا أُوتِيَ رُسُلُ اللَّهِ اللَّهُ أَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُ سَيُصِيبُ الَّذِينَ أَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللَّهِ وَعَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ (124)
Böylece her karyede ekberleri orada planlar yapsınlar diye oraların mücrimleri kıldık. Şuurunda olmadan yalnızca kendilerine plan yapıyorlar. Onlara bir ayet geldiğinde “Allah’ın resullerine verilenin misli bize verilene kadar asla iman etmeyeceğiz.” derler. Allah O’nun risaletini nerede kılacağını daha iyi bilendir. Yakında suç işleyenlere Allah’ın indinde küçüklük ve şiddetli bir azap plan yapmalarından dolayı isabet edecektir. (Enam 123-124)
Her yerde mücrimler içinde ekberler yani daha büyükler vardır. Yanlış anlaşılmaması gereken nokta her ekberin mücrim olmadığıdır. Her mücrim de ekber değildir. Anlaşılması gereken her karyede mücrimler içinde mutlaka ekberler olduğudur. Bunun sebebi “yalnızca ekberler” diye istisna edilmemiş olması ve ekberlerin nekre gelmesidir.
Mücrimler içinde mutlaka ekberlerin olması gerekliliği çok önemlidir. Çünkü bir yerde hakkı batıl, batılı hak kılmak için oranın büyüklerine ihtiyaç vardır. Kural koyucu olarak onların otoriteleri gereklidir.
Mücrimlik müşriklikle ve kâfirlikle birliktedir. Müşrikler Allah’ın kurallarına aykırı kural koyan şerikleri seçerler ve müşrik mücrim olurlar. Batılın hak, hakkın batıl olması kurallar dahilindedir. Küfürde ise kural olmadan hakkı batıl, batılı hak kabul edersin. Bu durumda kâfir mücrim olurlar.
إِنَّ الَّذِينَ أَجْرَمُوا كَانُوا مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا يَضْحَكُونَ (29) وَإِذَا مَرُّوا بِهِمْ يَتَغَامَزُونَ (30) وَإِذَا انْقَلَبُوا إِلَى أَهْلِهِمُ انْقَلَبُوا فَكِهِينَ (31) وَإِذَا رَأَوْهُمْ قَالُوا إِنَّ هَؤُلَاءِ لَضَالُّونَ (32)
Kesinlikle suç işleyenler iman edenlere gülüyorlardı. Onlara uğradıkları zaman kaş göz işareti yapıyorlardı ve ehillerine döndüklerinde sevinerek dönüyorlardı ve onları gördüklerinde kesinlikle bunlar dalalette olanlar diyorlardı. (Mutaffifun 29-32)
Cürümde organize olanlar bizim yanımızdan ayrılınca bizimle dalga geçerler, bize gülerler. Bizim gibi olmadıkları için mutludurlar. Mücrim değillerdir ama cürümde, çoğunluk sistemi içinde organize olmuşlardır. Bizim anlattığımız ve savunduğumuz Adil Düzenle dalga geçerler. Bizim dalalette olduğumuzu, sapıtmış olduğumuzu kendi aralarında söylerler, bize söylemezler, söyleyemezler. 2021 yılında online olarak Adil Düzen dersleri sunumu yaptık. Adil Düzenci olduğunu iddia eden topluluğun az bir kısmı dışında bizden son derece rahatsız oldu. Sonra partilerinin içinde kurulan Whatsapp gruplarında bizim sapıtmış olduğumuzu, bizimle nasıl oluyor da iş birliği yapılacağını ifade eden mesajlar attılar. Bizi dalga konusu yaptılar. Oysa kendileri çoğunluğu ele geçirme derdinde olanlar olarak bu ayette bahsedilen durumdadırlar. İşte Kuran böyle mucizedir. Her çağda herkes için bir örnek anlatır. Çoğunluk sistemi içinde organize olmak kendileri mücrim olmasa da hakkı batıl, batılı hak kılan mücrimlerin ürettiği sistem içinde olmaktır ve onların tanımı الَّذِينَ أَجْرَمُوا olmalarıdır.
Rum suresinin bu ayetinde الَّذِينَ أَجْرَمُوا dan intikam aldık demektedir. İşte bu, mücrimleri ürettiği sistem içinde çabalayanlara Allah’ın öfkelendiği ve intikam alacağını göstermektedir.
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ
Onlardan (Firavun kavmi) intikam aldık da ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları nedeniyle onları büyük su içinde boğduk. (Araf 136)
Allah bu ayette mücrimler kavminden nasıl intikam aldığını söylemiştir. İntikam bu dünyadadır. Kıyamet yevmindeki ceza ise başkadır: cehennemdir.
وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ
Ve bizim üzerimize bir haktı müminlere yardım etmek.
Mensuh isim cümlesi | Atıf harfi |
İsmi | Haberi | Kâne |
Mefûlun bih Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf | Sıfat | Mevsûf |
Mecrur | Cârr |
الْمُؤْمِنِينَ | نَصْرُ | نَا | عَلَى | حَقًّا | كَانَ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. انْتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا cümlesine كَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ cümlesini atfetmiştir.
كَانَ: “idi, oldu” demektir. Nakıs fiillerdendir. Burada mazi fiil olarak gelmiştir. Bu fiilin mastarının asıl anlamı “olmak” iken nakıs fiil olduğunda kendisinden sonra bir isim ve haber gelir. Asıl anlamıyla kullanıldığında tam fiil, bir isim ve haberden önce kullanıldığında nakıs (eksik) fiil denir.
حَقًّا: “Hak, gerçek, geçerli, gerçeklik, geçerlilik” demektir. حقق kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak bir olayın, bir durumun gerçekleşmesi manasındadır.
عَلَى: “Üzerine” demektir. Harf-i cerdir.
نَا: “Biz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
عَلَيْنَا: “Üzerimize” demektir.
حَقًّا عَلَيْنَا: “Üzerimize hak” demektir.
نَصْرُ: “Yardım etmek” demektir. نصر kökünden birinci bâbdan mastardır. Hasmına karşı galip gelmesi için birine kuvvetle yardım etmek, sıkıntı durumunda sıkıntıdan kurtarmak için yardım etmek manasındadır. Günlük rutin işlerde yardım etmek anlamında değildir. عون ise genel yardımdır. Bütün yardımları kapsar.
الْمُؤْمِنِينَ: “Müminler, güvenenler, güven verenler” demektir. ءمن kökünden if’âl bâbından merfu marife eril çoğul ism-i fâildir. ءمن kökü Kuran’da 4.bâb ve if’âl bâbından gelir. 4.bâbda harf-i cersiz, على harf-i ceri ve بِ harf-i ceri ile gelir. İf’âl bâbında harf-i cersiz, لِ harf-i ceri ve بِ harf-i ceri ile gelir.
Fiil | Bâb | H.Cer | Mâna |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | | Birine güvenmek, kötü bir olayın veya durumun gerçekleşmesinden emin olmak |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | عَلَى | Birine bir şeyi/birini aynen geri almak üzere güvenmek (emanet etmek) |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | بِ | Birine bir şeyi mislen geri almak üzere güvenmek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | | Güven vermek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | لِ | Birinin geçmişine ve o anına güvenmek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | بِ | Birinin o anı dahil geçmişine ve geleceğine güvenmek |
Burada dikkat edilmesi gereken husus müminler ifadesi ile kimlerin kastedildiğidir. Müminler ifadesi ism-i fâildir. Bu nedenle بِ harf-i cerini varmış gibi takdir edebiliriz de etmeyebiliriz de.
İsm-i Fâil | Anlamı |
الْمُؤْمِنُ بِ | Birine güvenen |
الْمُؤْمِنُ | Güven veren |
هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ
O O’ndan başka ilah olmayan, melik, kuddüs, selam, mümin, egemen, aziz, cebbar, büyük olan Allah’tır. (Haşr 23)
Bu ayette Allah’ın mümin olduğu söylenmektedir. Burada بِ harf-i ceri takdir edilmeyeceği kesindir. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi birisine güvenmeye de ihtiyacı yoktur. Bilinmesi gereken önemli bir nokta da الْمُؤْمِنُ ism-i fâilinin marife tekil olarak sadece burada geçmesidir. Bunun sebebi insanların tek başına mümin olmayıp ancak topluluk içinde mümin olabilmesindendir. Müminler topluluğu içinde mümin olabilirler. Yalnızca Allah tek başına mümindir.
Nekre | |
Çoğul | İkil | Tekil |
مُؤْمِنُونَ 45 | مُؤْمِنَانِ - مُؤْمِنَيْنِ 1 | مُؤْمِن 21 | Eril |
مُؤْمِنَات 3 | مُؤْمِنَتَانِ – مُؤْمِنَتَيْنِ 0 | مُؤْمِنَة 6 | Dişil |
Marife | |
Çoğul | İkil | Tekil |
الْمُؤْمِنُونَ 133 | الْمُؤْمِنَانِ - الْمُؤْمِنَيْنِ 0 | الْمُؤْمِن 1 | Eril |
الْمُؤْمِنَات 19 | الْمُؤْمِنَتَانِ - الْمُؤْمِنَتَيْنِ 0 | الْمُؤْمِنَة 0 | Dişil |
Allah için tek kullanıldığı yer marife tekil geçiştir ve tüm Kuran’da sadece 1 keredir. Bu geçişi hariç tutarsak geçişler 19’un katı şeklindedir:
Marife geçişler: 152 = 19x8 (Eril çoğul geçişler: 133 = 19x7, Dişil çoğul geçişler: 19 = 19x1)
Nekre geçişler: 76 = 19x4
Nekre geçişler marife geçişlerin yarısı kadardır: 152/2 = 76
Marife + Nekre geçişler: 228 = 19x12
19 asal sayıdır.
Sadece Allah için kullanılan الْمُؤْمِنُ ile birlikte tüm geçişler 229’dur ve 229 da asal sayılardan ellincisidir.
Ayetteki kendisine yardımın hak olduğu الْمُؤْمِنِينَ kimlerdir? Bunun için ayetlere bakalım ve müminlerin vasıflarının neler olduğunu görelim.
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ (2) الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (3) أُولَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ (4)
Müminler yalnızca Allah zikredildiğinde kalpleri tatmin olmayarak tasalanan ve onlara O’nun ayetleri aktarıldığında iman olarak artanlar ve yalnızca rablerine tevekkül ediyor olanlardır, salatı ikame edenler ve onları rızıklandırdığımızdan harcayanlardır. Onlar, onlar gerçek müminlerdir. Onlar için rablerinin indinde dereceler ve bir bağışlanma ve bir cömert rızık vardır. (Enfal 2-4)
- Allah’ın zikredilmesi (anılması, anlatılması, anlanması, anımsanması) onlarda psikolojik bir etki yapar.
- Allah’ın ayetleri güvenlerini artırır.
- Allah’ı vekil kılarlar.
- Salatı ikame ederler.
- Harcama yaparlar.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ آوَوْا وَنَصَرُوا أُولَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ
İman eden ve hicret eden ve Allah’ın yolunda cihad edenler ve barındırıp yardım edenler, onlar, onlar gerçek müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve cömert bir rızık vardır. (Enfal 74)
Güvenirler.Hicret ederler.Allah yolunda cihad ederler.Barındırırlar.Yardım ederler.
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُولَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
Müminler yalnızca Allah ve resulüne güvenen sonra kafası karışmayan ve malları ve canları ile Allah’ın yolunda cihad edenlerdir. Onlar, onlar sadıklardır. (Hucurat 15)
Hakemlerin kararlarına uyarlar, karardan sonra şüphe içinde olmazlar.Malları ve canları ile Allah yolunda çaba içindedirler.Doğrudurlar.
آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ
Resul rabbinden ona indirilene güvendi ve müminler de. Hepsi Allah’a ve meleklerine ve kitaplarına ve resullerine güvendi. (Bakara 285)
Allah’a, meleklerine, kitaplarına (kurallarına) ve elçilerine hep birlikte güvenirler.
قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ (1) الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ (2) وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ (3) وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ (4) وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ (5) إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ (6) فَمَنِ ابْتَغَى وَرَاءَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْعَادُونَ (7) وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ (8) وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ (9)
Salatlarında huşu içinde olan ve boş işlerden uzak duran ve zekâtı yapan ve ferclerini eşleri ve cariyeleri haricinde koruyan ki onlar kınanmayanlardır da kim bunun veraına ibtiğa ederse onlar sınırı aşanlardır ve emanetlerine ve ahitlerine riayet eden ve salatlarını koruyan müminler iflah olmuştur. (Müminun 1-9)
Salatlarında huşu içindedirler.Boş işlerden uzak dururlar.Zekât sistemini gerçekleştirirler.Namuslarını korurlar. Eşleri ve cariyeri dışındakilerle ilişkiye girmezler.Emanetlere riayet ederler.Ahitlerine riayet ederler. Verdikleri sözden çıkmazlar.Salatlarını korurlar.
إِنَّ اللَّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنْفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ بِأَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ وَالْقُرْآنِ
Kesinlikle Allah müminlerden canlarını ve mallarını onlar için cennet olması karşılığında satın almıştır. Allah’ın yolunda savaşırlar da öldürürler ve öldürülürler. Tevrat ve İncil ve Kuran’da bir hak olarak, O’nun üzerine bir vaad olarak. (Tevbe 111)
Müminler canlarını ve mallarını cennet karşılığı Allah’a satanlardır.Allah yolunda savaşırlar.Ölürler ve öldürülürler.Bu müminler Tevrat ehli, İncil ehli ve Kuran ehlindendir.
وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
Kitap ehli iman etseydi onlar için daha hayırlı olurdu. Onlardan müminler vardır ve onların çoğunluğu fasıklardır. (Ali İmran 110)
Kitap ehlinden müminler vardır.
لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ
Müminler, müminlerin dunundan kafirleri veliler edinmesinler. (Ali İmran 78)
Müminler kâfirlerle dayanışmazlar.
إِنَّ الصَّلَاةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
Salat müminlerin üzerine vakitlenmiş bir kitaptır. (Nisa 103)
Salat müminlere vakitli olarak yazılmıştır.
نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ: “Müminlere yardım etmek” demektir. Burada mastar mef’ûlüne muzaftır. Müminler kendilerine yardım edilenlerdir. Eğer fâiline muzaf olarak değerlendirilirse müminlerin yardım etmesi anlamına gelirdi.
كَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ: “Bizim üzerimize bir haktı müminlere yardım etmek” demektir.
Müminlere yardım kime karşı yapılmıştır. Atıftan anlaşılmaktadır ki الَّذِينَ أَجْرَمُوا ya karşı yapılmıştır. Cürüm organizasyonu içinde olanlar müminlere karşıdırlar ve Allah onlardan intikam alıp müminlere yardım edecektir. Cürüm organizasyonları baştan güçlü görünür. Çözümler o organizasyonlar içinde alınır. Batıl olan çoğunluk sistemi içinde organize olanlar çökecekler, Allah onları darmadağın edecektir. Müminlere yardım edecek ve cürüm organizasyonlarından uzakta olan müminler ya gerçek başarıyı yakalayacaklardır ya da diğerleri helak olurken onlar kurtarılacaklardır.
Teşvikiye, Yalova
16 Eylül 2023
M. Lütfi Hocaoğlu