SECDE SÛRESİ - 14. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَفَمَنْ كَانَ مُؤْمِنًا كَمَنْ كَانَ فَاسِقًا لَا يَسْتَوُونَ (18)
Mümin olan kimse fasık olan kimse gibi midir? Aynı seviyede olmazlar. (18)
أَفَمَنْ كَانَ مُؤْمِنًا كَمَنْ كَانَ فَاسِقًا
Mümin olan kimse fasık olan kimse gibi midir?
Soru cümlesi İsim cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Haber | Mübteda | İstifhâm edatı |
Mecrur | Cârr | Sıla cümlesi Mensuh isim cümlesi | İsm-i mevsûl |
Sıla cümlesi Mensuh isim cümlesi | İsm-i mevsûl | Haberi | İsmi | Kâne |
Haberi | İsmi | Kâne |
فَاسِقًا | هُوَ | كَانَ | مَنْ | كَ | مُؤْمِنًا | هُوَ | كَانَ | مَنْ | أَ | فَ |
أَ: Soru hemzesidir (همزة الاستفهام). “Mı, mi” demektir. Her zaman cümlenin başına gelir. Buna sadaratu-l kelâm hakkı denir. Hatta önceki cümleleri bu cümleye bağlayan وَ ve فَ bağlaçları bile soru hemzesinden sonra gelir. Sonrasındaki kelimeyi (وَ ya da فَ varsa bunlardan sonra gelen kelimeyi) sorunun konusu yapar. Bu nedenle soru cümlelerinde sorunun konusu olan kelime cümledeki görevi ne olursa olsun bu hemzeden hemen sonra gelerek (وَ ya da فَ varsa bunlardan sonra gelerek) cümlenin ikinci kelimesi olur. “Mı, mi” anlamına gelen ikinci bir soru harfi هَلْ dir. Soru hemzesi her zaman soruya cevap istemek için gelmez. Elifin güç etkisi nedeniyle asıl amaç soru değildir. Arkasından gelen kelimeye cümlede önem katarak soru manasını oluşturur.
فَ: İsti’nafiyye edatıdır. Buna Fâ-u isti’nâfiye (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) denir. Cümle başında bulunur. Cümle soru hemzesiyle başladığı için soru hemzesinden sonra gelmiştir. Kendisinden önce inşa cümlesi (emir, nehiy, istifhâm), sonrasında haber cümlesi olursa veya öncesinde haber cümlesi sonrasında inşa cümlesi olursa bu durumlarda atıf harfi olamayan bu harf isti’nâfiye edatı olur. Kendisinden sonraki cümle yeni cümle olacağından bu edata isti’nâfiye (başlangıç) edatı denir. İsim cümlesi fiil cümlesine (tersi de geçerli) anlamsal yakınlık olursa atfolunabilir. Anlamsal yakınlık yoksa aradaki fâ isti’nâfiye edatıdır. Fiil cümleleri arasında zaman yönünden uyum olmasına rağmen manasal olarak takip ve tertip ifade etmiyorsa bu durumda da isti’nâfiye edatıdır.
Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncekisindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır. Bu irtibata göre fâ-u isti’nâfiye şu şekilde sınıflandırılır:
- Fâ-u ta’liliyye (الفَاءُ التَّعْلِيلِيَّةُ): Öncesi ile sonrasında sebep sonuç ilişkisi vardır. Öncesi sonrasının sebebidir. Türkçeye çevrilirken “bundan dolayı”, “bu sebeple” şeklinde çevrilmelidir.
- Fâ-u tafsiliyye (الفَاءُ التَّفْصِيِلِيَّةُ أَوِ التَّفْسِيرِيَّةُ): Öncesindeki cümle kapalı, tam olarak anlaşılmayan bir cümledir (Mücmel bir ifade). Sonrasındaki cümle ise mücmeli açıklayan, kapalılığı gideren bir cümledir (Mufassal bir ifade).
- Netice Fâsı (فَاءُ النَّتِيجَةِ): Önceki cümle/cümleler açıklanmış cümle/cümlelerdir. Sonraki cümle ise bu açıklanmış cümle/cümlelerin sonucunu gösteren, bir nevi özetleyen cümledir. Fâ-u tafsiliyyenin tersidir. “Sonuç olarak”, “neticede” şeklinde Türkçeye çevrilir.
- İrtibat Fâsı (فَاءُ الْاِرْتِبَاطِ): Öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında zamansal ya da sebepsel ilişki yoktur ama aralarında bağlantı vardır. Cümleler arasındaki fâ tertip ve takip için değil, sebep için değil, tafsil için değil, neticelendirme için değilse ve cümleler arasında konu bağlantısı olduğu zaman gelen fâ irtibât fâsıdır.
Buradaki irtibat fâsıdır. Öncesi sonrasının sebebi, açıklaması veya neticesi değildir. Öncesi ile sonrası arasında bir irtibat vardır.
مَنْ: “Kimse” demektir. Umumi ism-i mevsuldür. Şuurlu varlıklar için kullanılır. Arkasından sıla cümlesi gelir. Sıla cümlesinde bu ism-i mevsule dönen bir aid zamiri vardır. Eril tekil zamir döner. هُوَ veya هُ zamiri döner. Eril zamir dönmesi sadece erkekleri ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem erkek hem de kadınları kapsar. Tekil zamir dönmesi de tek bir kişiyi ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem tek kişiyi hem iki kişiyi hem de çok kişiyi kapsar. Bu nedenle umumi ism-i mevsuldür. Eril tekil zamir dönmesi gramatik bir kuraldır. Bazen de eril çoğul zamir döner. مَا da مَنْ gibi umumi ism-i mevsuldür, şuursuz varlıklar için kullanılır. Hem şuursuz hem şuurlu varlıklar varsa مَا kullanılır.
كَانَ: Mazi nakıs fiilldir. Bu fiilin mastarının asıl anlamı “olmak” iken nakıs fiil olduğunda kendisinden sonra bir isim ve haber gelir. Asıl anlamıyla kullanıldığında tam fiil, bir isim ve haberden önce kullanıldığında nakıs (eksik) fiil denir.
مُؤْمِنًا: “Mümin, güvenen, güven veren” demektir. ءمن kökünden if’âl bâbından mensub nekre eril tekil ism-i fâildir. ءمن kökü Kuran’da 4.bâb ve if’âl bâbından gelir. 4.bâbda harf-i cersiz, على harf-i ceri ve بِ harf-i ceri ile gelir. İf’âl bâbında harf-i cersiz, لِ harf-i ceri ve بِ harf-i ceri ile gelir.
Fiil | Bâb | H.Cer | Mâna |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | | Birine güvenmek, kötü bir olayın veya durumun gerçekleşmesinden emin olmak |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | عَلَى | Birine bir şeyi/birini aynen geri almak üzere güvenmek (emanet etmek) |
أَمِنَ | Sülasi Mücerred 4. Bab | بِ | Birine bir şeyi mislen geri almak üzere güvenmek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | | Güven vermek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | لِ | Birinin geçmişine ve o anına güvenmek |
آمَنَ | Sülasi Mezid (Rubai)-İf’al | بِ | Birinin o anı dahil geçmişine ve geleceğine güvenmek |
Burada dikkat edilmesi gereken husus mümin ifadesi ile kimlerin kastedildiğidir. Mümin ifadesi ism-i fâildir. Bu nedenle بِ harf-i cerini varmış gibi takdir edebiliriz de etmeyebiliriz de.
İsm-i Fâil | Anlamı |
مُؤْمِنًا بِ | Birine güvenen |
مُؤْمِنًا | Güven veren |
هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ
O O’ndan başka ilah olmayan, melik, kuddüs, selam, mümin, egemen, aziz, cebbar, büyük olan Allah’tır. (Haşr 23)
Bu ayette Allah’ın mümin olduğu söylenmektedir. Burada بِ harf-i ceri takdir edilmeyeceği kesindir. Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi birisine güvenmeye de ihtiyacı yoktur. Bilinmesi gereken önemli bir nokta da الْمُؤْمِنُ ism-i fâilinin marife tekil olarak sadece burada geçmesidir. Bunun sebebi insanların tek başına mümin olmayıp ancak topluluk içinde mümin olabilmesindendir. Müminler topluluğu içinde mümin olabilirler. Yalnızca Allah tek başına mümindir.
Nekre | |
Çoğul | İkil | Tekil |
مُؤْمِنُونَ 45 | مُؤْمِنَانِ - مُؤْمِنَيْنِ 1 | مُؤْمِن 21 | Eril |
مُؤْمِنَات 3 | مُؤْمِنَتَانِ – مُؤْمِنَتَيْنِ 0 | مُؤْمِنَة 6 | Dişil |
Marife | |
Çoğul | İkil | Tekil |
الْمُؤْمِنُونَ 133 | الْمُؤْمِنَانِ - الْمُؤْمِنَيْنِ 0 | الْمُؤْمِن 1 | Eril |
الْمُؤْمِنَات 19 | الْمُؤْمِنَتَانِ - الْمُؤْمِنَتَيْنِ 0 | الْمُؤْمِنَة 0 | Dişil |
Allah için tek kullanıldığı yer marife tekil geçiştir ve tüm Kuran’da sadece 1 keredir. Bu geçişi hariç tutarsak geçişler 19’un katı şeklindedir:
Marife geçişler: 152 = 19x8 (Eril çoğul geçişler: 133 = 19x7, Dişil çoğul geçişler: 19 = 19x1)
Nekre geçişler: 76 = 19x4
Nekre geçişler marife geçişlerin yarısı kadardır: 152/2 = 76
Marife + Nekre geçişler: 228 = 19x12
19 asal sayıdır.
Sadece Allah için kullanılan الْمُؤْمِنُ ile birlikte tüm geçişler 229’dur ve 229 da asal sayılardan ellincisidir.
Müminlerin vasıflarının neler olduğunu ayetlere bakarak görelim.
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ (2) الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (3) أُولَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ (4)
Müminler yalnızca Allah zikredildiğinde kalpleri tatmin olmayarak tasalanan ve onlara O’nun ayetleri aktarıldığında iman olarak artanlar ve yalnızca rablerine tevekkül ediyor olanlardır, salatı ikame edenler ve onları rızıklandırdığımızdan harcayanlardır. Onlar, onlar gerçek müminlerdir. Onlar için rablerinin indinde dereceler ve bir bağışlanma ve bir cömert rızık vardır. (Enfal 2-4)
- Allah’ın zikredilmesi (anılması, anlatılması, anlanması, anımsanması) onlarda psikolojik bir etki yapar.
- Allah’ın ayetleri güvenlerini artırır.
- Allah’ı vekil kılarlar.
- Salatı ikame ederler.
- Harcama yaparlar.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ آوَوْا وَنَصَرُوا أُولَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ
İman eden ve hicret eden ve Allah’ın yolunda cihad edenler ve barındırıp yardım edenler, onlar, onlar gerçek müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve cömert bir rızık vardır. (Enfal 74)
Güvenirler.Hicret ederler.Allah yolunda cihad ederler.Barındırırlar.Yardım ederler.
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُولَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
Müminler yalnızca Allah ve resulüne güvenen sonra kafası karışmayan ve malları ve canları ile Allah’ın yolunda cihad edenlerdir. Onlar, onlar sadıklardır. (Hucurat 15)
Hakemlerin kararlarına uyarlar, karardan sonra şüphe içinde olmazlar.Malları ve canları ile Allah yolunda çaba içindedirler.Doğrudurlar.
آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ
Resul rabbinden ona indirilene güvendi ve müminler de. Hepsi Allah’a ve meleklerine ve kitaplarına ve resullerine güvendi. (Bakara 285)
Allah’a, meleklerine, kitaplarına (kurallarına) ve elçilerine hep birlikte güvenirler.
قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ (1) الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ (2) وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ (3) وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ (4) وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ (5) إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ (6) فَمَنِ ابْتَغَى وَرَاءَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْعَادُونَ (7) وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ (8) وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ (9)
Salatlarında huşu içinde olan ve boş işlerden uzak duran ve zekâtı yapan ve ferclerini eşleri ve cariyeleri haricinde koruyan ki onlar kınanmayanlardır da kim bunun veraına ibtiğa ederse onlar sınırı aşanlardır ve emanetlerine ve ahitlerine riayet eden ve salatlarını koruyan müminler iflah olmuştur. (Müminun 1-9)
Salatlarında huşu içindedirler.Boş işlerden uzak dururlar.Zekât sistemini gerçekleştirirler.Namuslarını korurlar. Eşleri ve cariyeleri dışındakilerle ilişkiye girmezler.Emanetlere riayet ederler.Ahitlerine riayet ederler. Verdikleri sözden çıkmazlar.Salatlarını korurlar.
إِنَّ اللَّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنْفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ بِأَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ وَالْقُرْآنِ
Kesinlikle Allah müminlerden canlarını ve mallarını onlar için cennet olması karşılığında satın almıştır. Allah’ın yolunda savaşırlar da öldürürler ve öldürülürler. Tevrat ve İncil ve Kuran’da bir hak olarak, O’nun üzerine bir vaad olarak. (Tevbe 111)
Müminler canlarını ve mallarını cennet karşılığı Allah’a satanlardır.Allah yolunda savaşırlar.Ölürler ve öldürülürler.Bu müminler Tevrat ehli, İncil ehli ve Kuran ehlindendir.
وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
Kitap ehli iman etseydi onlar için daha hayırlı olurdu. Onlardan müminler vardır ve onların çoğunluğu fasıklardır. (Ali İmran 110)
Kitap ehlinden müminler vardır.
لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ
Müminler, müminlerin dunundan kafirleri veliler edinmesinler. (Ali İmran 78)
Müminler kâfirlerle dayanışmazlar.
إِنَّ الصَّلَاةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
Salat müminlerin üzerine vakitlenmiş bir kitaptır. (Nisa 103)
Salat müminlere vakitli olarak yazılmıştır.
كَانَ مُؤْمِنًا: “Mümin oldu” demektir.
مَنْ كَانَ مُؤْمِنًا: “Mümin olan kimse” demektir.
كَ: “Gibi” demektir. Harf-i cerdir.
مَنْ: “Kimse” demektir. Umumi ism-i mevsuldür.
كَانَ: Mazi nakıs fiilldir.
فَاسِقًا: “Fasık, kurallara uymayan” demektir. فسق kökünden birinci bâbdan nekre mensub eril tekil ism-i fâildir. Fısk (فِسْق) ve fusûk (فُسُوق) herhangi bir kurala uymamak değildir. Mutlak otorite olan Allah’ın doğal, sosyal kurallarına veya yazdığı kurallarına uymamak, bu kuralları uygulamamaktır.
İkisi de mastardır. فُسُوق mastarı فِسْق mastarının mübalağalısıdır. Bu nedenle فُسُوق daha şiddetli, yaygın, bireyi ve toplumu ilgilendiren durumlar için kullanılırken فِسْق daha çok bireyi ilgilendiren (haram yiyecek ve içecekler, kura çekme gibi) daha sınırlı durumlar için kullanılır.
Şirk Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koymak iken fısk/fusuk Allah’ın kurallarına uymamaktır. Fısk/fusuk yapan Allah’ın kurallarını bilmektedir. Ya kendisine kitap gelmiştir, biliyordur ya da doğal hukuk yoluyla biliyordur ya da yaratılışı gereği biliyordur. Ancak o kuralları göz ardı etmekte ve uymamaktadır. Hamr (Türkçe şarap) içmenin haram olduğunu biliyor ama içerek bu kuralı göz ardı ediyorsa fısk yapıyor demektir.
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ
Meleklere Adem’e secde edin demiştik. İblis hariç secde ettiler. O cinlerdendi. Rabbinin emrinden fısk etti. (Kehf 50)
Bu ayette İblis rabbinin emrine uymayarak fısk etmiştir. Allah’ın kuralı O’nun emrine uyulmasıdır. Allah’ın kuralına uymayarak fısk yapmıştır.
وَاسْأَلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِ إِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ إِذْ تَأْتِيهِمْ حِيتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعًا وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَ لَا تَأْتِيهِمْ كَذَلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Onlara denizin önündeki kasabayı sor. Dinlenmede sınırı aşmışlardı, balıklar onların dinlenme gününde sürüler halinde geliyordu ve dinlenmedikleri günde gelmiyorlardı. Böylece onları fısk etmeleri sebebiyle denedik. (Araf 163)
Bu ayette anlatılan olayda karye ehline yasak günde balıklar gelmekte, yasak olmayan günde gelmemektedir. Bununla denenmektedirler. Yasak gün Allah’ın kuralıdır ve bu yasak günde çok sayıda balık gelmekte, yasağa uyup uymayacakları yani fısk/fusuk edip etmeyecekleri denenmektedir.
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ
Ölü, kan, domuz eti, Allah’tan gayrısına kesilen, boğulan, vurulan, yuvarlanan, toslanan, temizledikleriniz hariç yırtıcı hayvanın yediği, dikili taş üzerine kesilenler ve şans araçları ile paylaşmanız size haram edildi. Bu fısktır. (Maide 3)
Bu ayette haram edilenler söylenmiş, sonra bu fısktır denilerek haram edilenleri yapmanın fısk olduğu söylenmiştir. Bu haramlar yapıldığı zaman Allah’ın kurallarına uyulmamış olur ve fısk gerçekleşmiş olur.
وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللَّهِ عَلَيْهِ وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ
Üzerinde Allah’ın ismi zikredilmeyenden yemeyin. Kesinlikle o fısktır. (Enam 121)
Bu ayette de Allah’ın kuralına uymamanın fısk olduğu söylenmiştir.
وَلَا يُضَارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَهِيدٌ وَإِنْ تَفْعَلُوا فَإِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْ
Ne kâtip ne de şehid zarara uğratılsın. Eğer yaparsanız kesinlikle o size fusuktur. (Bakara 282)
Bu ayette de kâtip ve şehidin zarara uğratılması yasaklanmış, bu kurala uymamanın fusuk olduğu söylenmiştir.
وَلَقَدْ أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَمَا يَكْفُرُ بِهَا إِلَّا الْفَاسِقُونَ
Yemin olsun, sana açıklanmış ayetleri indirdik. Onları yalnızca fasıklar görmezden gelir (küfrederler). (Bakara 99)
Bu ayette açıklanmış ayetleri yalnızca fasıkların görmezden geleceği söylenmektedir. Bu ayetlerde Allah’ın kuralları vardır ve fasık olanlar o kuralları görmezden gelirler ve o kurallara aykırı hareket ederler. Bu ayet fasıkların güzel bir tanımını yapmış olmaktadır.
وَلْيَحْكُمْ أَهْلُ الْإِنْجِيلِ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فِيهِ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
İncil ehli onun içinde Allah’ın indirdiği ile hükmetsin. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse onlar, onlar fasıklardır. (Maide 47)
Bu ayette İncil ehline İncil’le değil, İncil’in içinde Allah’ın indirdiğiyle hükmetmesi emredilmektedir. Sonra kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse onlar fasıklardır denmektedir. Burada ikinci kez söylenen Allah’ın indirdiği İncil’deki indirdikleri değildir. Çünkü zamir gelmemiş, tekrar edilmiştir. Kuran da buna dahildir. Allah’ın kuralları ile hükmetmeyenler fasıklardır. Allah’ın kurallarını bilmekte ama onları görmezden gelmekte ve onlar olmadan hükmetmektedirler. Aralarındaki davalarda Allah’ın indirdiğini değil başka kuralları uygularlar. Burada fasıklık topluluğa aittir. Çünkü مَنْ ile umumi şart getirilmiş ama sonra هُوَ değil, أُولَئِكَ ve هُمْ ile çoğul ifadeler dönmüştür. Çünkü hükmetme, hakemlik topluluk içinde gerçekleşecektir. Allah’ın indirdiğine uymadan yapılan hakemlikler fasıklıktır.
الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ أَيْدِيَهُمْ نَسُوا اللَّهَ فَنَسِيَهُمْ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır. Münkeri emrederler ve marufu nehy ederler ve ellerini sıkarlar. Allah’ı unuttular da O da onları unuttu. Kesinlikle münafıklar, onlar fasıklardır. (Tevbe 67)
Münafıklar da fasıklardır. Çünkü onlar da Allah’ın kurallarına uymazlar. Uyar gibi görünürler ama uymazlar. Allah marufu emretmeyi, münkeri nehy etmeyi isterken onlar tersini yaparlar.
وَالَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاءَ فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَانِينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً أَبَدًا وَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Namuslu kadınlara suç atıp sonra dört şehid getirmeyenler, onlara seksen kırbaç vurun ve onlardan ebedi olarak şehadeti kabul etmeyin ve onlar, onlar fasıklardır. (Nur 4)
Dört şehid getirmediği için kurallara uymamıştır ve fasık olmuştur.
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Allah sizden iman edip salih amel edenlere onlardan öncekileri halef kıldığı gibi onları kesinlikle halef kılacağını ve onlar için onların razı olduğu dinlerine kesinlikle imkanlar kılacağını ve kesinlikle korkularını emniyetle değiştireceğini vaad etti. Onlar bana hiçbir şeyi ortak etmeden bana ibadet ederler ve kim bundan sonra küfrederse (görmezden gelirse) onlar, onlar fasıklardır. (Nur 55)
Allah iman edip salih amel edenlere kendilerinden öncekiler gibi halef olacaklarını vaad etmiştir. Yani iman edip salih amel edenler yerde Allah’ın halifesi olarak etkin olacaklardır. Dinleri yani düzenleri de sağlamlaşacaktır. Korkuları emniyete dönüşecek, Allah’a ibadet edecekler ve O’na hiçbir şeyi ortak etmeyeceklerdir. Bundan sonra kim Allah’ın dinini yani kurallarını görmezden gelirse onlar fasıklardır. Çünkü Allah’ın kurallarına uymuyorlardır, uygulamıyorlardır.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنْسَاهُمْ أَنْفُسَهُمْ أُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Allah’ı unutup da O’nun onlara kendilerini unutturdukları gibi olmayın. Onlar, onlar fasıklardır. (Haşr 19)
Allah’ı unutmak demek Allah yokmuş gibi yaşamaktır. Allah’ın kurallarını yok saymak demektir. Allah bunu yapanlara kendilerini unutturacaktır. İşte bunlar fasıklardır. Allah’ın kurallarını unutmuş, onları uygulamamaktadırlar.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُوا أَنْ تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ
Ey iman edenler, eğer size bir fasık bir haber getirirse cehaletle bir kavme isabet etmeniz ardından yaptığınız üzerine pişman olanlar olmanızdan dolayı araştırın. (Hucurat 6)
Fasıklar Allah’ın kurallarına uymadıkları için yalan söyleyebilirler, bir topluluğu öbür topluluğa düşürebilirler. Bu nedenle onlara güvenilmez.
أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللَّهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْأَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَكَثِيرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
İman edenler için kalplerinin Allah’ın zikri ve haktan inen için coşmasının zamanı gelmedi mi? Önceden kendilerine kitap verilenler gibi olmayın. Onların üzerinden zaman geçti de kalpleri katılaştı ve onlardan çok sayıda fasıklar vardır. (Hadid 16)
İman edenler kendilerine kitap verilenlerden farklıdır. Kendilerine kitap verilenlerin aradan uzun zaman geçince kalpleri katılaşmıştır. Onlardan çok fasık vardır. Çünkü Allah’ın kurallarını uygulamamaktadırlar.
وَمَا وَجَدْنَا لِأَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍ وَإِنْ وَجَدْنَا أَكْثَرَهُمْ لَفَاسِقِينَ
Onların çoğunluğu için hiçbir ahit bulmadık ve kesinlikle onların çoğunluğunu fasıklar olarak bulduk. (Araf 102)
Bu ayete fasıkların hiçbir ahdinin olmadığı söylenmektedir. Fasıklar ahitlere (tek taraflı sözleşmeler) uymazlar. Allah’ın kuralları da ahittir.
وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
Allah fasıklar kavmine rehberlik etmez. (Tevbe 80)
Kavim olarak fasık olmak demek kavim olarak Allah’ın kurallarını kural haline getirmemek demektir. Böyle bir kavme Allah rehberlik etmeyecektir. Siz Allah’ın kurallarını kurallarınız haline getiren bir kavim olma çabasındaysanız Allah size yardım edecektir.
Elhamdülillah müslümanım der, Allah’ın kurallarını gayet iyi bilir ama şarap içer, yalan söyler, zina eder. İşte o kimse fasıktır.
Elhamdülillah Müslümanım der, Allah’ın kurallarını gayet iyi bilir ama bu kuralların çağımızda uygulanamayacağını söyler, günümüzde onları uygulamak imkansızdır der, onları görmezden gelir ve uygulamaz. İşte o kimse hem küfretmiştir hem de fasıktır.
Topluluk olarak Allah’ın indirdiği kurallar ile hükmetme yerine Allah’ı görmezden gelen batının dayattığı kurallarla, kanunlarla davalarını görürler. İşte bu topluluk fasıktır.
فسق kökünün etimolojisine bakarsak:
ف ağızdır. Kopmadan ayrılmayı ifade eder. ق batan güneştir. Yoğunluğu, yüzey oluşturmayı ifade eder. فق aynı yüzey üzerinde birbirinden ayrılma demektir. Aralarındaki bağ devam etmektedir. س diş demektir. Diziyi gösterir. Ortaya geldiği için süreçtir. Birbirinden ayırarak dizi şeklinde bu ayrılan yerden çıkmaktır. Kuralları delerek kurallara uymamak anlamındadır.

كَانَ فَاسِقًا: “Fasık oldu” demektir.
مَنْ كَانَ فَاسِقًا: “Fasık olan kimse” demektir.
كَمَنْ كَانَ فَاسِقًا: “Fasık olan kimse gibi” demektir.
أَمَنْ كَانَ مُؤْمِنًا كَمَنْ كَانَ فَاسِقًا: “Mümin olan kimse fasık olan kimse gibi midir?” demektir.
Burada gerçek bir soru yoktur. Burada sorunun amacı inkârdır. Yani “mümin olan kimse ile fasık olan kimse bir değildir” anlamındadır. İlginç olan ifadenin مَنْ كَانَ ile gelmesidir. مَنْ كَانَ olmadan şu şekilde gelebilirdi: أَمُؤْمِنٌ كَفَاسِقٍ (Mümin fasık gibi midir?).
Bu durumda مَنْ كَانَ مُؤْمِنًا ile مُؤْمِنٌ arasındaki farkı ve مَنْ كَانَ فَاسِقًا ile فَاسِقٌ arasındaki farkı açıklamamız gerekmektedir.
مَنْ umumi ism-i mevsuldür. Bütün müminleri ve bütün fasıkları kapsar. أَمَنْ كَانَ مُؤْمِنًا كَمَنْ كَانَ فَاسِقًا demek mümin olan hiçbir kimse fasık olan hiçbir kimse gibi değildir demektir. أَمُؤْمِنٌ كَفَاسِقٍ şeklinde olsaydı bir mümin bir fasık gibi değildir anlamında olurdu. Bazı müminler bazı fasıklar gibi olur anlamı meydana gelebilirdi.

|
أَمَنْ كَانَ مُؤْمِنًا كَمَنْ كَانَ فَاسِقًا |
Ayetteki ifade ile hiçbir mümin hiçbir fasık gibi değildir. Müminlerin içinden herhangi biri bile fasıklardan herhangi biri gibi değildir.

|
أَمُؤْمِنٌ كَفَاسِقٍ |
Bu şekildeki ifade ile bazı müminler bazı fasıklar gibi olabilirdi.
Böylece ayetteki bu cümle ile müminler ile fasıklar arasında benzerlik olmadığı net bir şekilde ifade edilmiş olmaktadır.
لَا يَسْتَوُونَ
Aynı seviyede olmazlar.
Fiil cümlesi |
Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı |
و | يَسْتَوُونَ | لَا |
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يَسْتَوُونَ: “Aynı seviyededirler” demektir. سوي kökünden ifti’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul merfu muzari malum fiildir. Fâili cem vâvıdır (يَسْتَوُونَ). Dördüncü bâbdan (سَوِيَ - يَسْوَى) fazlalıklardan, eksikliklerden, istisna olmaktan, aşırı olmaktan uzak olmak yani normal olmak manasındadır. Dördüncü bâb tef’îl bâbına gelince (سَوَّى - يُسَوِّي) Türkçede de kullanılan tesviye etmek yani fazlalıklarını, eksikliklerini, aşırılıklarını giderip dengeli hale getirmek, normalleştirmek anlamına gelmektedir. İfti’âl bâbında üç şekilde kullanılır. Harf-i cer almadan geldiğinde وَ harfi ile gelen fiilinin iki fâilinin veya ikil bir fâilinin aynı seviyede olduğunu ifade eder. Buradaki seviye mekânsal değildir. Soyut olarak seviye ifade edilmektedir. إِلَى harf-i ceri ile geldiğinde fâil, bu harf-i cerden sonra gelenin seviyesindedir. عَلَى harf-i ceri ile geldiğinde fâil, bu harf-i cerden sonra gelenin üstünde seviyelenmiştir. Her iki harf-i cerle gelişte de fâil (seviyelenen) Allah olduğu zaman seviyelenme Allah için mecazidir, mekânsal değildir, mef’ûl için (ona/üzerine seviyelenilen) hakikidir.
هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ
Kör ile gören aynı seviyede midir? (Enam 50)
وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ
Kör ile gören aynı seviyede değildir. (Fatır 19)
لَا يَسْتَوِي الْخَبِيثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ أَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَبِيثِ
Habisin çok fazlası seni hayran bıraksa da habis ve tayyib aynı seviye değildir. (Maide 100)
هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ
Karanlıklar ve aydınlık aynı seviyede midir? (Rad 16)
وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِ
İki deniz aynı seviyede değildir. (Fatır 12)
هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
Bilenlerle bilmeyenler aynı seviyede midir? (Zümer 9)
Bu ayetlerde harf-i cersiz gelmiştir. İki varlığın, durumun aynı seviyede olup olmadığı bu fiille anlatılmaktadır.
لَا يَسْتَوُونَ: “Aynı seviyede olmazlar” demektir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta لَا يَسْتَوِيَانِ (ikisi aynı seviyede olmazlar) denmemiş olup لَا يَسْتَوُونَ (onlar aynı seviyede olmazlar) denmiş olmasıdır. Oysa burada ikili bir karşılaştırma vardır. مَنْ كَانَ مُؤْمِنًا ile مَنْ كَانَ فَاسِقًا karşılaştırılmıştır. Bunun sebebi hem mümin olan hem de fasık olan toplulukların her bir bireyinin ayrı ayrı birbiriyle aynı seviyede olmayacağıdır. Eğer لَا يَسْتَوِيَانِ şeklinde ikil ifade gelseydi mümin topluluğu ile fasık topluluğu topluluk olarak karşılaştırılmış olacaktı. Burada bireyler karşılaştırılmıştır. Müminler içinde en alt seviyede olanın bile seviyesi fasıkların içinde en üst seviyede olanın seviyesinin üstündedir. İkil karşılaştırma yapılmış olsaydı mümin topluluğun ortalaması ile fasık topluluğun ortalaması karşılaştırılmış olacaktı. Bu ortalamalardan mümin topluluğun ortalaması fasık topluluğun ortalamasından fazla olması ifade edilmiş olacaktı ve bazı müminler bazı fasıkların alt seviyesinde olabilecekti.

|
لَا يَسْتَوِيَانِ |
لَا يَسْتَوِيَانِ ifadesinde müminlerin ortalaması fasıkların ortalamasından yüksektir ancak şekildeki gibi bazı fasıkların bazı müminlerden daha üst seviyede olma ihtimali de olabilirdi.

|
لَا يَسْتَوُونَ |
لَا يَسْتَوُونَ ifadesinde ise müminlerin hem ortalaması fasıkların ortalamasından daha yüksek seviyededir hem de müminlerin en alt seviyesi bile fasıkların en üst seviyesinden daha yüksek seviyededir.
Hiçbir mümin hiçbir fasık gibi değildir. Herhangi birisi herhangi birisi ile aynı seviyede değildir.
Teşvikiye, Yalova
26 Nisan 2025
M. Lütfi Hocaoğlu