LOKMAN SÛRESİ - 19. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
نُمَتِّعُهُمْ قَلِيلًا ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ إِلَى عَذَابٍ غَلِيظٍ (24)
Onları az metalandırırız sonra onları zorlayıcı bir azaba mecbur tutarız. (24)
نُمَتِّعُهُمْ قَلِيلًا
Onları az metalandırırız.
Fiil cümlesi |
Mefûlun mutlak | Fâil | Mefûlun bih | Fiil |
Sıfat Naib-i mef'ûlü mutlak | Mevsûf |
قَلِيلًا | تَمْتِيعًا | نَحْنُ | هُمْ | نُمَتِّعُ |
نُمَتِّعُ: “Metalandırırız” demektir. متع kökünden tef’îl bâbından birinci şahıs çoğul merfu muzari malum fiildir. Üçüncü bâbdan مُتُوع mastarı bir şeyden sevinç, hoşnutluk ve lezzet için faydalanmak manasındadır. Bu manadan gelerek مَتَاع faydalanılan manasından “meta” anlamında câmid isimdir. Çoğulu أَمْتِعَة dır. Tef’îl bâbında (مَتَّعَ - يُمَتِّعُ) “metalandırmak” anlamındadır.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. 21. ayette (وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنْزَلَ اللَّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا) onlara “Allah’ın indirdiğine kendiliğinizden uyun” denilip de “atalarımızı üzerinde bulduğumuza kendiliğimizden uyarız” diyen ve 23. ayette (وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا) onlar için “Kim küfrederse küfretsin, onun küfrü seni hüzünlendirmesin. Bize doğrudur dönüşleri/döndürülüşleri. Amel ettiklerini onlara haber vereceğiz.” denilerek Allah’ın indirdiğini görmezden gelip hala atalarını üzerinde bulduklarımıza uyarız diyenlerdir.
قَلِيلًا: “Az” demektir. كَثِيرًا (çok) in zıttıdır. قلل kökünden ikinci bâbdan sıfat-ı müşebbehedir. Burada nâib-i mef’ûlü mutlaktır. Hazfedilmiş تَمْتِيعًا in (نُمَتِّعُ nun mastarı) sıfatıdır.
نُمَتِّعُهُمْ قَلِيلًا: “Onları az metalandırırız” demektir.
ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ إِلَى عَذَابٍ غَلِيظٍ
Sonra onları zorlayıcı bir azaba mecbur tutarız.
Fiil cümlesi | Atıf harfi |
Mefûlün bih GS | Fâil | Mefûlun bih | Fiil |
Mecrur | Cârr |
Sıfat | Mevsûf |
غَلِيظٍ | عَذَابٍ | إِلَى | نَحْنُ | هُمْ | نَضْطَرُّ | ثُمَّ |
ثُمَّ: “Sonra” demektir. Atıf harfidir. Cümleleri birbirine atfeder. Ma’tûfun aleyhle ma’tûf arasında oluşun sırasını gösterir, buna “tertip” denir. Önce ma’tufun aleyh, sonra ma’tûf gelir. Bu nedenle sümme ile yapılan atıfta ma’tûf ile ma’tûfun aleyh yer değiştiremez. Zamansal olarak peşi sıra oluşu göstermez, arada belirli bir zaman geçmiştir. Bu nedenle “takip etkisi yoktur”. Bu arada boşluk olmasına “terahi” (تَرَاخِي) denir. İş yapmada ma’tûfun aleyh ile ma’tûf arasındaki boşluğun belirli bir süresi yoktur, duruma göre bu süre değişir. Kısa bir süre olabileceği gibi uzun bir süre de olabilir.
Atıf fâsı (فَ) da zamansal ilişki için gelir. Atıf fâsına tertip ve takip fâsı da denir. ثُمَّ gibi ma’tûfun aleyhle ma’tûf arasında oluşun sırasını gösterir (tertip) ve ma’tûf ile ma’tûfun aleyh yer değiştiremez. ثُمَّ den farklı olarak zamansal olarak peşi sıra oluşu gösterir. Buna “takip” denir. İş yapmada ma’tûfun aleyh ile ma’tûf arasında bir boşluk yoktur, ma’tûf ma’tûfun aleyhten hemen sonra aynı işi yapmıştır.
نَضْطَرُّ: “Zorunda bırakırız, zorda bırakırız, mecbur tutarız” demektir. ضرر kökünden ifti’âl bâbından birinci çoğul şahıs merfu muzari malum fiildir. Burada bir değişim olmuştur. İfti’âl bâbında kökün ilk harfi ص, ض, ط, ظ harflerinden birisi ise İfti’âl babındaki ت harfi ط’ ya dönüşür.
Mazi | ضرر → اضْتَـرَرَ → اضْطَـرَّ |
Muzari | ضرر → يَضْتَـرِرُ → يَضْطَـرُّ |
Kökün ilk harfi ض olduğundan ifti’âl bâbının ت harfi ط harfine dönüşmüştür. Sondaki iki ر harfi de idgam olmuştur.
Bu kök Türkçede yaygın olarak kullandığımız zarar kelimesinin köküdür. ضرر kökü نفع kökünün zıttıdır. Birinci bâbdan ضَرّ mastarı belirli birisine/birilerine maddi ya da manevi yapısını değiştirerek fonksiyonlarını bozarak şiddetli şekilde etki etmek manasındadır. Bu mastar manasından yapıda meydana getirilen kötü yönlü değişim manasında ضُرّ “zurr” anlamında câmid isimdir. ضَرَر “zarar” ise bedende meydana gelen kötü yönlü değişimdir. Körlük, topallık, sağırlık gibi durumlar zarardır. Zurr daha geniş bir kavramdır. Zarar, zurr’un alt kümesidir. Zarar yalnızca bedensel kötü yönlü değişiklikler iken zurr hem bedensel hem maddi hem manevi kötü yönlü değişikliklerdir.
Bu kök ifti’âl bâbına geçince çok ilginç bir mana kazanır. Birisini kendi iradesiyle ضَرَّ - يَضُرُّ fiilini yapmaya zorlamak anlamına gelir. Birisini beklenen daha büyük bir zarardan kaçınmak veya korkutmak suretiyle istemediği ve sevmediği bir şeyi yapmak zorunda bırakmak, mecbur tutmak, büyük bir zarar korkusuyla veya tehdit, baskı ve zorlama altında birisini bir şeyi yapmak zorunda bırakmak anlamına gelir. إِلَى harf-i cerinden sonra gelen ise zorunda bırakılan, mecbur tutulan şeydir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. نَضْطَرُّ fiilinin mef’ûlüdür. إِلَى harf-i cerinden sonra gelene zorunda bırakılanlardır.
إِلَى: “-e, -a” demektir. Harf-i cerdir.
عَذَابٍ: “Azap” demektir. Bu kök iki ayrı bâbdan gelmektedir. Beşinci bâbdan geldiğinde عَذْب tatlı demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Su için kullanılır. Suyun tadının hoş olması manasından gelmiştir. İkinci bâbdan geldiğinde عَذَاب bir fiili yapmasını önlemek, o fiilden caydırmak, uzak tutmak, fiili işlemesini sonlandırmak için darbetmek, engellemek, kahretmek anlamlarındadır.
Azap birisinin temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamasını engelleyen her türlü fiildir. Yemesini veya içmesini veya barınmasını engellemek demek ona azab etmek demektir.
Azap belirli bir fiil değildir. Azap her tür fiille gerçekleşebilir. Hatta bir fiil olmadan bir durum da azap olur. Temel ihtiyaçlara engel olan her fiil, her durum, her olay azaptır. Ekonomik kriz bir azaptır. İnsanların temel ihtiyaçlarına karşı engel oluşturur. Kıtlık bir azaptır. Sel bir azaptır, yangın bir azaptır. Cehennem bir azaptır. Hastalık bir azaptır.
غَلِيظٍ: “Kalın, kaba, zorlayıcı” demektir. Bitki, insan, fiiller için kullanılır. Sıfat-ı müşebbehedir. Kökü غلظ dir. Beşinci bâbdan gelmektedir. Lazım fiildir. Bitkiler için kullanıldığında kalınlaşmak, insan için kullanıldığında kaba olmak, sert davranışlı olmak, fiil için kullanıldığında fiilin zorlayıcı olması manasındadır. Burada azabın sıfatıdır. Zorlayıcı anlamındadır.
عَذَابٍ غَلِيظٍ: “Zorlayıcı bir azap” demektir.
إِلَى عَذَابٍ غَلِيظٍ:” Zorlayıcı bir azaba” demektir.
نَضْطَرُّهُمْ إِلَى عَذَابٍ غَلِيظٍ: “Onları zorlayıcı bir azaba mecbur tutarız” demektir. Kuran’da ifti’âl bâbından ضرر kökü 8 kere geçmektedir.
إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ بِهِ لِغَيْرِ اللَّهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ
Size yalnızca ölüyü ve kanı ve domuz etini ve Allah’ın gayrısı için kesileni haram etti. Kim haddi aşan ve arzulayan olmadan zorunda bırakılırsa ona hiçbir kötülük yoktur. Kesinlikle Allah bağışlayıcı ve rahmet edicidir. (Bakara 173)
وَمَا لَكُمْ أَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللَّهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ إِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ إِلَيْهِ
Size ne oluyor da size ona zorunda bırakıldığınız dışında haram edilenler tafsil edilmişken üzerine Allah’ın ismi zikredilenden yemiyorsunuz. (Enam 119)
Bu ayetlerde haram edilenleri yemek zorunda bırakılandan bahsetmektedir. Yemek zorunda kalan değil, yemek zorunda bırakılan denmektedir. Onları yemeye başkaları mecbur tutmaktadır.
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَذَا بَلَدًا آمِنًا وَارْزُقْ أَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُمْ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ قَالَ وَمَنْ كَفَرَ فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلًا ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَى عَذَابِ النَّارِ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
İbrahim “Rabbim, bu beldeyi emin kıl ve onun ehlini semerelerden, onlardan Allah’a ve ahir yevme iman edeni rızıklandır” demişti. (Allah) “ve kim küfrederse onu az olarak metalandırırım sonra onu ateşin azabına mecbur tutarım ve ne kötü bir dönüşümdür” dedi. (Bakara 126)
Burada ateşin azabına mecbur tutulmaktadırlar. Lokman suresinin bu ayetindeki gibi bir durum vardır. Az bir metalandırma ve sonrasında bir azaba mecbur tutulma vardır. Buradaki azap marifedir. Kıyamet yevminden sonra olan ateşin azabıdır.
أَمَّنْ يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاءَ الْأَرْضِ
O’na dua ettiğinde zorda bırakılana icabet eden ve kötülüğü kaldıran ve sizi yerin halifeleri kılan mı? (Neml 62)
Zorda bırakılanın duasına Allah’ın icabet edeceği bu ayette ifade edilmektedir.
Lokman suresinin bu ayetinde عَذَابٍ غَلِيظٍ nekre gelmektedir. Bu da her dönemde başka bir zorlayıcı azap olacağını göstermektedir.
عَذَابٍ غَلِيظٍ Kuran’da dört kere geçmektedir ve hepsinde nekredir.
مِنْ وَرَائِهِ جَهَنَّمُ وَيُسْقَى مِنْ مَاءٍ صَدِيدٍ (16) يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُسِيغُهُ وَيَأْتِيهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍ وَمِنْ وَرَائِهِ عَذَابٌ غَلِيظٌ (17)
Onun arkasından Cehennem vardır ve sadîd bir sudan içirilir. Onu yudumlar ve neredeyse onu içemez ve ölüm her yerden ona gelir ve o ölü değildir ve onun arkasından zorlayıcı bir azap vardır. (İbrahim 16-17)
Bu ayetlerdeki zorlayıcı azap Cehhennemdeki bir azaptır.
وَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُودًا وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَلِيظٍ
Emrimiz gelince Hud’u ve onunla beraber iman edenleri bizden olan bir rahmetle kurtardık ve onları zorlayıcı bir azaptan kurtardık. (Hud 58)
Âd kavmi zorlayıcı bir azaba uğramıştır. Hûd ve onunla beraber iman edenler bu azaptan kurtulmuşlardır. Bu zorlayıcı azap dünyadaki azaptır.
فَإِنْ أَعْرَضُوا فَقُلْ أَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَ
Eğer ilgilenmezlerse “sizi Âd ve Semud’un yıldırımının misli bir yıldırımla uyarıyorum” de. (Fussilet 13)
Âd kavmine gelen bu zorlayıcı azap yıldırım azabıdır. Akad imparatorluğunun her metrekaresine aynı anda yıldırım düşmüştür ve onları oradan çıkmaya zorlamıştır. 200 yıl Mezopotamya’da kimse yaşayamamıştır.
Lokman suresinin bu ayetinde zorlayıcı azaba mecbur bırakılanlar 21. ayette (وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنْزَلَ اللَّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا) onlara “Allah’ın indirdiğine kendiliğinizden uyun” denilip de “atalarımızı üzerinde bulduğumuza kendiliğimizden uyarız” diyen ve 23. ayette (وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُ إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا) onlar için “Kim küfrederse küfretsin, onun küfrü seni hüzünlendirmesin. Bize doğrudur dönüşleri/döndürülüşleri. Amel ettiklerini onlara haber vereceğiz.” denilerek Allah’ın indirdiğini görmezden gelip hala atalarını üzerinde bulduklarımıza uyarız diyenlerdir. Çoğunluk demokrasisi ile kendilerine çoban arayıp güdülmek isteyenler ve koyun arayarak gütmek isteyenlerdir. Allah’ın indirdiğinde çoğunluk yoktur. İnsanlar atalarını üzerinde buldukları çoğunluk demokrasisinde ısrar etmektedirler. Kimse uzak durmamaktadır. Önce metalanacaklardır ki metalanmaktadırlar. Bu sistem içinde az bir dönem metalanma vardır. Bu onları aldatmaktadır. Doğru sistemin bu olduğunu, bu sistemle işlerin yürüyeceğini düşünmektedirler. O dönem bitmiştir. Tüm dünyada çoğunluk sistemi sorunları çözememektedir. Hala çözümler onda aranmaktadır. Metalanma bitmiştir, bitmek üzeredir. Sonra galiz bir azaba mecbur bırakılacaklardır. O azap kötüler içinde en iyisi olarak mecburen isteyecekleri bir azap olacaktır. Tıpkı domuz etini yemeye mecbur bırakılan gibi o azaba mecbur bırakılacaklardır. Çoğunlukla sürekli iktidarlar el değiştirecek, her gelen çoğunluğu korumak için uygulamalar yapacak, çoğunluğa uyarak Allah’ın yolundan sapacak ve sonunda öyle bir durum ortaya çıkacak ki ne yapalım o durumdan başka çare yok diyeceklerdir. Faizsiz sistem getireceğiz diyerek bozuk sistem olan karşılıksız para sistemi içinde faizleri düşürmeye çalışmanın sonucunda başka çare yok diyerek faizli sistemin en kötüsüne mecbur bırakılmışlardır. Dışarıdan sahte para olan dolar bulmanın peşinde koşacaklardır. Büyük Sermayenin araçlarını ölçü alacaklar ve onların karşılıksız paraya dayalı, sömürücü sistemine mecbur kalacaklardır. Allah’ın indirdiği sistemle ilgilenmeyip oy peşinde koşmanın sonucu olan budur. Kim oy peşinde koşarsa olacak olan budur. Zorlayıcı bir azaba itilmekten başka çaresi yoktur. Kendilerinden öncekiler bunu yaptı diye çoğunluk demokrasisi doğru olmaz. Onlar yaptığı için bu doğrudur demek onları ilah edinmekten başka bir şey değildir. Birisi bir şeyi yaptığı için delilsiz bir şekilde onu doğru kabul etmek o kimseyi ilah edinmektir. Çoğunluk demokrasisi ile Adil Düzenin geleceğini iddia etmek batılla hakkı getireceğini iddia etmekten başka bir şey değildir. Batılla hak gelmez. Batılla iktidara gelip de hak olan Adil Düzeni ve Adil Düzencileri unutanları gördü bu ülke.
وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin. (Bakara 42)
Buradaki karıştırma normal bir karıştırma değildir. لبس kökü giyme köküdür. Dördüncü bâbdan gelince giymeyi ifade eder. Buradaki gibi ikinci bâbdan gelince batılın üstüne hakkı giydirerek birbirine karıştırmak demektir. Çoğunluk demokrasisi batıldır. Kimse buna hak diyemez. Batıl çoğunluk demokrasisiyle hak olan Adil Düzeni getireceğini iddia etmek işte bu ayetin muhatabı olmaktır. Bunu kim yaparsa yapsın bu ayeti görmezden gelmiş demektir. Çoğunluk demokrasisi içinde oy peşinde koşmaya cihad demek hakkı batıla karıştırmaktır.
وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
“Hak geldi ve batıl sindi. Kesinlikle batıl sinicidir” de. (İsra 81)
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ
Aksine hakkı batılın üzerine bırakırız da ona çarparak iz bırakır (damgalar) o zaman o hemen sinen olur. (Enbiya 18)
Hak geldiğinde batıl siner. Sinme mekanizması bu ayette anlatılmaktadır. Hak batılla karıştırılmaz, hak batılın üzerine çarptırılır ve batıl damgalanır. Artık onun batıl olduğu herkes tarafından anlaşılır.
Vesen hak değildir. Batıldır. Hangi vesen olursa olsun onunla hak gelmez. Batıl olan ekseriyet demokrasisi ve bunun içindeki istisnasız tüm vesenlerdir. Hangi vesene hizmet ediyorsanız edin batıla hizmet ediyorsunuz demektir.
Allah’ın indirdiğine kendiliklerinden uymayıp da atalarını üzerinde buldukları çoğunluk demokrasisine uyanlar zorlayıcı azaba mecbur bırakılacaklardır. Bu azaptan başka çareleri kalmayacaktır. Ne yapalım, başka çare yok diyeceklerdir. Oysa Allah’ın indirdiğine uymak çözümdür. Öncelikle onlardan uzak durulmalıdır.
Rahmetli Süleyman Karagülle ile uzun yıllar boyunca çok çalıştık. Siyasi partilere çok fazla tebliğde bulundu. Aslında onun siyasi partilerden umudu yoktu ama tebliğ için gidiyordu. Siyasi partilerin derdi oydur. Başka bir amaçları yoktur. Her şeyi oya devşirmek isterler. Varlık sebepleri budur. Çoğunluğu ele geçirmektir. Karagülle seçime katılmayacak bir parti kurmak istiyordu. Tebliğ partisi olacaktı. Seçimlere katılmayacak, mevcut yöneticilere tebliğde bulunacaktı. Bu partinin desteği ile kooperatifte uygulamalar yapılacaktı. Bu uygulamalar mevcut yöneticilere tebliğ için örnek olacaktı. Adil Düzenin böyle geleceğini düşünüyordu. Oysa siyasi parti kurduğunuz anda mevcut sistemin içindesiniz demektir. Teşkilatlanmanız gerekir. Hiçbir geliri olmayan bu partiye gelir kaynağı gereklidir. Bunun için aidatlar ve dış yardımlar almalısınız. Bu yardımları yapanların gelecekte olabilecek iktidar için beklentileri vardır. O beklentileri karşılamak için oy toplamalısınız. Sonunda o sistemin içine girersiniz ve siz de çoğunluk demokrasisi içinde oy peşinde koşan biri haline gelirsiniz. Bize siyasi partiler, dernekler, çeşitli topluluklar adına gelenler olmaktaydı. Karagülle bunu asla istemiyordu. Topluca gelenler topluca giderler diyordu. Siyasi parti adına bize gelenler sadece kendi partileri için slogan aramaktadırlar. Bizden elde ettikleri ile nasıl oy toplayacaklarını düşünmektedirler. Dernekler, siyasi partiler veya herhangi bir topluluk bize geldiğinde bizi kendilerine dahil etmeyi istemektedirler, bizi kendilerine uydurmak istemektedirler. Kendilerinin güçlü olduğunu, bizim de ilmimiz olduğunu, ikisinin birleşmesi gerektiğini söylemekte ama ilme tabi olmayı istemeyip ilmin onlara tabi olmasını istemektedirler. Çok sayıda olmayı, çok parası olmayı üstünlük olarak görmekte, ilmin değerini önemsemekle birlikte ilmi sadece kendi kutsal amaçları için bir araç olarak kullanmayı görev saymaktadırlar. Zamanında da Adil Düzen başlangıçta bir sistem vadederken sonrasında sistem bir tarafa atılarak etkili bir slogan olarak oy toplama aracına dönüşmüştü. Bundan sonra bize katılmak isteyenlere, Adil Düzen uygulamaları yapmak için çalışmak isteyenlere kapımız sonuna kadar açıktır. Ancak bunu siyasi parti adına veya bir dernek veya bir cemaat veya herhangi bir topluluk adına yapmak isteyenlerle ilgilenmeyeceğimizi duyuruyoruz. Bizden daha iyi biliyorlarsa biz onlara katılalım ama biz bu bilgi ve tecrübeye sahipken bize katılmalarını bekliyoruz. Bize şartlar ileri sürecekler yanımıza gelmesinler. Bizi kullanarak oy devşirmek isteyenler de yanımıza gelmesinler. Başkalarından izin almadan bizimle çalışamayacak olanlar da gelmesinler. Kendi şahısları adına Allah’ın yolunda çalışmak isteyenler buyursunlar gelsinler, bizi vesenlerine alet etmek isteyenler bizden uzak olsunlar, vaktimizi çalmasınlar.
Yenibosna, İstanbul
17 Ağustos 2024
M. Lütfi Hocaoğlu