LOKMAN SÛRESİ - 12. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
يَابُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ (17)
Ey oğulcuk, salatı ikame et ve marufu emret ve münkeri nehyet ve sana isabet edene sabret. Kesinlikle bu, işlerde kesin kararlı olmaktandır. (17)
يَابُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ
Ey oğulcuk, salatı ikame et ve marufu emret ve münkeri nehyet ve sana isabet edene sabret.
Cevap cümlesi | Nida cümlesi Fiil cümlesi |
Ma'tûf Emir fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûf Emir fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûf Emir fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Emir fiil cümlesi | Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Münada | Nida edatı |
اصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ | وَ | انْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ | وَ | اُومُرْ بِالْمَعْرُوفِ | وَ | أَقِمِ الصَّلَاةَ | بُنَيَّ | يَا | أَنَا | أُنَادِي |
يَا: “Ey” demektir. Nida edatıdır. Münâdânın önüne getirilen harflere nidâ harfleri (أَحْرُفُ النِّدَاءِ) denir. Arapçada kullanılan çok sayıda nida harfi olmasına rağmen Kuran’daki tek nida harfi يَا dır. Bir konuşmaya başlamadan önce nidâ harfleri kullanılarak konuşulmak istenen kimseye nida edilen anlamında münâdâ (الْمُنَادَى) denir.
بُنَيَّ: “Oğulcuk” demektir. بنو kökünden gelmiştir. İsm-i tasgirdir (küçültme ismidir). Oğulun tasgiri ile “oğulcuk” anlamındadır. Münadadır (nida edilendir).
ابْن (oğul) kelimesinin aslı بَنَوٌ dür. اِبْنٌ şekline dönüşmüştür. İsm-i tasgir yapılırken kelimenin aslına göre şu şekilde yapılır:
اِبْنٌ (oğul) → بَنَوٌ (kelimenin aslı) → بُنَيْوٌ → بُنَيٌّ (oğulcuk)
يَابُنَيَّ: “Ey oğulcuk” demektir.
أَقِمِ: “İkame et, doğru uygula” demektir. قوم kökünden if’âl bâbından ikinci tekil şahıs emir fiildir. Birinci bâbdan قَامَ - يَقُومُ şeklinde kalkıp bir hedefe yönelerek dik durmak manasındadır. Lazım fiildir. Birinci bâb if’âl bâbına (أَقَامَ – يُقِيمُ) tadiye etkisi ile gelir. “Doğrulttu, doğru uyguladı, gerektiği gibi yaptı, yerleşik, süregelen ve etkili hale getirdi” anlamına gelir.
الصَّلَاةَ: “Namaz, toplantı” demektir. صلو kökünden gelmiştir. Tef’îl babından ism-i masdar olarak birisi veya birilerinin yakınında bulunmak ve onunla veya onlarla bir amaç için etkileşimde bulunmak, onu/onları desteklemek manasındadır. Bu mastar manasından yapılan etkileşim manasında صَلَاة ıstılahi olarak “toplantı”, müminler için özel bir isim olarak “namaz” anlamında camid isimdir. Çoğulu صَلَوَات dır.
أَقِمِ الصَّلَاةَ: “Salatı doğru uygula” demektir. “Toplantıyı gerektiği gibi yap, yerleşik, süregelen ve etkili hale getir” demektir. Bir amaç için bir araya gelenlerle beraber, namaz ritüelini de gerçekleştir ve orada alınması gereken kararları doğru şekillerde alın demektir.
Doğru uygulanmayan, gerektiği gibi yapılmayan salatın örneğini Kuran vermiştir.
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ إِلَّا مُكَاءً وَتَصْدِيَةً
Beytin indinde onların salatı yalnızca ıslık çalmak ve alkışlamaktır. (Enfal 35)
Şimdi size bu tür bir salatın örneğini vereceğim.
Toplantının medyadan, sosyal medyadan duyurusu yapılır. Afişler asılır. Üyeler her yerden bayraklarını alarak gelirler. Açılış yapılır. Övgü dolu sözlerle topluluğun lideri anons edilerek sahneye çağrılır. Salonda veya meydandakiler elleri koparcasına alkışlar, ıslıklar çalınır, liderin adı veya soyadı veya her ikisi unvanıyla beraber topluca bağırılır. Lider ellerini kaldırarak salonu veya meydanı selamlar. Islıkların ve çığlıkların şiddeti daha da artar. Konuşurken durakladığı anda alkışlar, ıslıklar, tezahüratlar kopar. Lider, salon veya meydandakileri bir koro haline getirerek söylediklerini tekrarlatır veya söylediklerini alkışlarla onaylatır. Alkışlar ne kadar şiddetli ise, bağırma çağırma ne kadar şiddetli ise o kadar değerlidir. Ne bir fikir tartışılır ne de bir çözüm önerisi getirilir. Sadece sloganlar, alkışlar, ıslıklar, tezahüratlar ve vaatler vardır. Lider eleştirilemez, kararının yanlış olduğu söylenemez, sadece onaylanır.
Lokman oğluna “salatı ikame et” diyerek “doğru uygula, gerektiği gibi yap” demektedir. İlmi metotlarla hakkı ortaya koymak, yanlış görülen hususlara gerekçesi ile itiraz etmek, başkanın hatalarını yüzüne söylemek gerçek salattır. Halife Ömer salatta mihirleri yüksek tutmaları nedeniyle kadınları uyarmak istediğinde bir kadın Ömer’e “Nisa 20. ayette kantarlarca mihirden söz ediyorken sen Allah’ın bize verdiği hakkı nasıl bizden esirgiyorsun?” demiştir. Bu itiraz karşısında Ömer anında geri adım atarak “أصابت امرأة وأخطأ عمر / Kadın isabet etti ve Ömer hata etti” demiştir. Siz bugünün salatlarında (toplantılarında) lidere bu şekilde bir itiraz edin de görelim.
Bireysel olarak salatı ikame etmek salatlara katılmak, salatlarda kendine düşen görevleri yapmak, ilmi metotlarla doğruları ortaya koymak, yanlışlara delilleri ile itiraz etmek şeklindedir. Lider de kendi hatasını ona delilleri ile gösterene teşekkür eder, onu hatadan döndürdüğü için mutlu olur. Günümüz liderlik anlayışına ne kadar da benziyor, değil mi? (!)
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. أَقِمِ الصَّلَاةَ cümlesine اُومُرْ بِالْمَعْرُوفِ cümlesini atfetmektedir.
اُومُرْ: “Emret” demektir. ءمر kökünden ikinci şahıs eril tekil emir malum fiildir. Biz Türkçede emir denince yapılması zorunlu olan komut olarak anlıyoruz. Emir öyle değildir. Emir önceden belirlenmiş talimatları takip ederek amacına ulaşmak için programlı bir şekilde uygulanarak gerçekleştirilmesi gereken görev veya iştir.
بِ: “-ı, -i, -u, -ü” demektir. Harf-i cerdir. Emret fiilinin mef’ûlü bu harf-i cerden sonra gelir.
الْمَعْرُوفِ: “Tanınan, kabul edilen, yadırganmayan” demektir. Zıttı الْمُنْكَرِ dir.
اُومُرْ بِالْمَعْرُوفِ: “Marufu emret” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. اُومُرْ بِالْمَعْرُوفِ cümlesine انْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ cümlesini atfeder.
انْهَ: “Nehyet” demektir. نهي kökünden ikinci şahıs eril tekil emir malum fiildir. Biz nehiy denince yapılması engellenen fiil olarak anlıyoruz. Nehiy de emir gibi önceden belirlenmiş talimatların programlı bir şekilde uygulanmasıyla bir fiilin gerçekleştirilmesini engellemektir. Nehiy bir fiili yapmayı zorla engellemek değildir. Zorlayıcı, baskıcı bir eylem değildir. Bir fiilin yapılmasını önlemek için belirli mekanizmaların kullanılmasıdır.
عَنِ: “-den” demektir. Harf-i cerdir. Mücaveze (engelleme) anlamında kullanılır. نهي kökünün mef’ûlü yani engellenen bu harf-i cerden sonra gelendir.
الْمُنْكَرِ: “Tanınmayan, kabul edilmeyen, yadırganan” demektir. Dördüncü bâbdan نَكَر mastarı birisini veya bir şeyi kabul etmemek, reddetmek, tahammül edememek, hoşlanmamak, tanımamak, geçerli görmemek, yadırgamak manalarındadır. İf’âl bâbında (أَنْكَرَ – يُنْكِرُ) tasyir etkisi ile gelir. Birisini, bir şeyi kabul edilmez, reddedilen, tanınmayan, hoşlanılmayan, yadırganan, geçersiz hale getirmek anlamındadır. الْمَعْرُوف un zıttıdır.
انْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ: “Münkeri nehyet” demektir.
مَعْرُوف ve مُنْكَر zıt kavramlardır. Ma’ruf fiiller her zaman yapılması istenen, münker fiiller ise hiçbir zaman yapılması istenmeyen fiillerdir. Haram ve helaller ise belli şartlara bağlı olarak yapılması serbest olan ve olmayan fiillerdir. Maruf ve münker yaratılış gereği bilinebilir. Birisinin bunu yapın, bunu yapmayın demesine gerek yoktur. Yaratılış gereği psikolojik olarak sağlıklı olan herkesin iyi olarak kabul ettiği fiiller maruf fiiller, kötü olarak kabul ettiği fiiller münker fiillerdir. Birisinin gelip de bu fiil iyidir, bu fiil kötüdür demesine de gerek yoktur. Helal ve haram olan fiiller ise belli şartlar altında iyi, belli şartlar altında kötü olan fiillerdir. Kuran’da maruf ve münkerin tanımı yapılmaz. Sadece emredilmesi ve nehyedilmesi istenir. Tanımlanmasına gerek yok. Onların tanımı insanın genetiğine Allah tarafından konulmuştur.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. انْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ cümlesine اصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ cümlesini atfetmektedir.
اصْبِرْ: “Sabret” demektir. İkinci şahıs eril tekil emir malum fiildir. Sabır bir zorluk karşısında dayanıklı olmak demektir. Zorluklara rağmen yaptığı işten veya bulunduğu durumdan vazgeçmeden devam etmek demektir.
عَلَى: “-e, -a” demektir. Harf-i cerdir. Sabredilen durum bu harf-i cerden sonra gelir.
مَا: Umumi ism-i mevsuldür. Sıla cümlesi vardır.
أَصَابَ: “İsabet etti” demektir. İf’âl bâbından صوب kökünden üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Birinci bâbdan صَابَ - يَصُوبُ şeklinde yüksek bir yerden gelmek, dökülmek, yağmak manasındadır. Birinci bâb if’âl bâbına (أَصَابَ – يُصِيبُ) tadiye etkisi ile gelir. İsabet etti anlamına gelir. Bu kökten gelen صَيِّب “yağıcı” anlamında sıfat-ı müşebbehedir. Sağanak yağmur için kullanılır. Yine bu kökten gelen صَوَاب ise “doğru” demektir. Istılahi olarak bir işin veya bir şeyin, birisine veya bir şeye yönelerek onda gerektiği gibi gerçekleşmek manasından “doğru” anlamında isimdir.
كَ: “Sen” demektir.
أَصَابَكَ: “Sana isabet etti” demektir.
مَا أَصَابَكَ: “Sana isabet eden” demektir.
اصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ: “Sana isabet edene sabret” demektir.
أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ: “Salatı ikame et ve marufu emret ve münkeri nehyet ve sana isabet edene sabret” demektir.
يَابُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ: “Ey oğulcuk, salatı ikame et ve marufu emret ve münkeri nehyet ve sana isabet edene sabret” demektir.
إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ
Kesinlikle bu, işlerde kesin kararlı olmaktandır.
Mensuh isim cümlesi |
Haberi | İsmi | İnne |
Mecrur | Cârr |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
الْأُمُورِ | عَزْمِ | مِنْ | ذَلِكَ | إِنَّ |
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir.
ذَلِكَ: “O” demektir. Uzak ism-i işarettir. İsabet edene sabretmeye işaret etmektedir. Buradaki gibi öncesindeki durumlara işaret ettiği zaman Türkçeye “bu” şeklinde çevirmek daha uygundur.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
عَزْمِ: “Kararlaştırmak, kesin kararlı olmak, kesinleşmek” demektir. Kesin kararlı olarak bir fiili, bir işi yapmayı amaçlamak manasındadır. عزم kökünden ikinci bâbdan mastardır. Bir fiili, bir işi gecikmeden tereddütsüz bir şekilde kesinlikle yapmayı planlamaktır.
الْأُمُورِ: “İşler” demektir. ءمر kökünden الْأَمْرِ nin çoğuludur.
عَزْمِ الْأُمُورِ: “İşlerde kesin kararlı olmak” demektir. Lafzi izafettir. Fiil mef’ûlüne muzaftır.
مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ: “İşlerde kesin kararlı olmaktan” demektir.
إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ: “Kesinlikle bu, işlerde kesin kararlı olmaktandır” demektir. Azim bir işte kesin kararlı olup o işten asla ve asla vazgeçmemektir.
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللَّهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Allah’tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın çevrenden dağılırlardı. Onları affet ve onlar için bağışlanma iste ve işte onlara danış. Kesin karar verdiğin zaman Allah’a tevekkül et. Kesinlikle Allah tevekkül edenleri sever. (Ali İmran 159)
Bu ayette başkanın vasıfları anlatılmaktadır. Yumuşak davranışlı olacaktır. Kaba olmayacaktır. Katı kalpli olmayacaktır. Günümüzdeki insanların kafasındaki başkanla uyuşmamaktadır. Günümüzde insanlar başkan değil çoban istemektedirler. Güdülme istemektedirler. Kabadayı başkanları sevmektedirler. Ayetteki başkan çevresine danışmakta ama kararı kendisi vermektedir. Çoğunlukla karar almamaktadır. Kesin kararı verdikten sonra artık o kararından dönmemektedir.
وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَى آدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا
Âdem’e önceden ahdetmiştik de o unuttu ve onda hiçbir azim (kesin kararlılık) bulamadık. (Taha 115)
Âdem azim sahibi değildir. Yasak ağaçtan yemeyip sabretmesi gerekirken bunu yapamamıştır.
وَإِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَإِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ
Eğer sabrederseniz ve ittika ederseniz kesinlikle bu işlerde kesin kararlı olmaktandır. (Ali İmran 186)
وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ إِنَّ ذَلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ
Sabreden ve bağışlayan kimse, kesinlikle bu işlerde kesin kararlı olmaktandır. (Şura 43)
فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ أُولُو الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ
Resullerden kesin kararlılık sahiplerinin sabrettikleri gibi sabret. (Ahkaf 35)
Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi azim sabretmeye dayanır. Kesin kararlı olup zorluklar karşısında sabretmek ve hiçbir şekilde o kararından dönmemek azimdir. Bazı resuller azim sahibi iken bazıları değildir.
Lokman da oğluna ona isabet edenlere sabretmesini söylemektedir. Bu da işlerde kesin kararlı olmaktandır.
Salat ikame edilecek, maruf emredilecek, münker nehyedilecek, isabet edene sabredilecek. İlk üç işi yaparken isabet edenler olacak, sıkıntılar gelecek. İşte bu sıkıntılara sabredilecek. Bu sabır öyle olmalıdır ki azim olsun. Asla hedeften vazgeçilmesin.
Bütün başarılar azimle gelir. Vazgeçmemek, isabet eden sıkıntılara sabrederek hedefe doğru ilerlemek lazımdır. Yapılan bütün keşifler, insanlığa çağ atlattıran işler hep azimle gerçekleşmiştir. Siz Allah yolunda bir işe kalkıştığınızda muhakkak size sıkıntılar isabet edecektir. Azim işte bu sıkıntılara her ne olursa olsun sabretmektir. Bizden istenen de azim sahibi olan resuller gibi sabretmektir.
Teşvikiye, Yalova
25 Mayıs 2024
M. Lütfi Hocaoğlu