SECDE SÛRESİ - 18. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا إِنَّا مِنَ الْمُجْرِمِينَ مُنْتَقِمُونَ (22)
Kim onun rabbinin ayetleri ona zikredilip sonra onları umursamayandan daha zalimdir? Kesinlikle biz intikam alanlarız mücrimlerden. (22)
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا
Kim onun rabbinin ayetleri ona zikredilip sonra onları umursamayandan daha zalimdir?
Soru cümlesi İsim cümlesi | Vâv-u isti’nâfiye |
Haber | Mübteda İstifhâm edatı |
Sıfat | Mevsûf |
Mecrur | Cârr |
Sıla cümlesi | İsm-i mevsûl |
Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi |
Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil | Mefûlün bih GS | Nâib-i fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr | Mecrur | Cârr |
Sıfat | Mevsûf |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
هَا | عَنْ | هُوَ | أَعْرَضَ | ثُمَّ | هُ | رَبِّ | آيَاتِ | بِ | هُوَ | ذُكِّرَ | مَنْ | مِنْ | أَظْلَمُ | مَنْ | وَ |
وَ: Vâv-u isti’nafiyyedir. Fasıklarla zalimler arasında bağ kumuştur.
مَنْ: “Kim” demektir. Âkil varlıklar için kullanılan soru ismidir.
أَظْلَمُ: “Daha zalim” demektir. Türkçede eziyet anlamında yanlış olarak kullanılmaktadır.
الظُّلْمُ: وَضْع الشيء في غير موضِعه
Zulüm: Bir şeyi kendi yerinin dışında bir yere koymak. (Lisanu-l A’râb)
ظلم kökünden iki bâbda fiiller gelir. İkinci bâbdan (ظَلَمَ - يَظْلِمُ) zulüm anlamında gelirken dördüncü bâbdan (ظَلِمَ - يَظْلَمُ) ظُلْمَة “karanlık” demektir.
Zulüm birisini, bir şeyi veya kendisini olması gereken gerçek konumda değil başka konumda bulundurmaktır. Bu nedenle birisine haksızlık etmek, birisine hakkını vermemek, suçsuz birisini suçlu konumuna sokmak, Allah’ın yerine Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyan şerikler edinmek (şirk) zulümdür.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir. İsm-i tafdilden sonra gelmiştir. İsm-i tafdilin belirttiği özellikte diğerine göre üstün olan isme mufaddal, mukayese edilen diğer kelimeye ise mufaddalun aleyh denir. Mufaddalun aleyh’in başındaki min harfi cerine de min-i tafdiliye denir. Bu harf-i cer de min-i tafdiliyedir. Burada mufaddal مَنْ (kim) iken mufaddalun aleyh de bu مِنْ den sonra gelen مَنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا dır.
مَنْ: “Kimse” anlamındadır. Umumi ism-i mevsuldür. Önceki مَنْ soru ismi iken bu مَنْ ism-i mevsuldür. Şuurlu varlıklar için kullanılır. Arkasından sıla cümlesi gelir. Sıla cümlesinde bu ism-i mevsule dönen bir aid zamiri vardır. Eril tekil zamir döner. هُوَ veya هُ zamiri döner. Eril zamir dönmesi sadece erkekleri ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem erkek hem de kadınları kapsar. Tekil zamir dönmesi de tek bir kişiyi ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem tek kişiyi hem iki kişiyi hem de çok kişiyi kapsar. Bu nedenle umumi ism-i mevsuldür. Eril tekil zamir dönmesi gramatik bir kuraldır. Bazen de eril çoğul zamir döner. مَا da مَنْ gibi umumi ism-i mevsuldür, şuursuz varlıklar için kullanılır. Hem şuursuz hem şuurlu varlıklar varsa مَا kullanılır.
ذُكِّرَ: “Ona zikredildi” demektir. ذكر kökünden tef’îl bâbından üçüncü şahıs eril tekil mazi meçhul fiildir. Birinci bâbdan ذَكَرَ - يَذْكُرُ şeklinde “anmak, anlamak, anlatmak, anımsamak” anlamlarındadır. Birisini anlamak, anlatmak veya bir şeyi akletmek, aklettirmek amacıyla kaydedildiği yerden onun hakkındaki bilgileri alıp kullanmak manasındadır. Bu kaydedildiği yer kitap olabileceği gibi insanın hafızası da olabilir, başka şeyler de olabilir. Kullanma da sözle olabileceği gibi yazıyla da olabilir, başka şekilde de olabilir. Tef’îl bâbından ذَكَّرَ - يُذَكِّرُ şeklinde teksir ve mübalağa etkisiyle “anmasını sağlamak, anlamasını sağlamak, anlatmak, anımsatmak” demektir.
بِ: “-ı, -i” demektir. Harf-i cerdir. Zikredilen bu harf-i cerden sonra gelir.
آيَاتِ: “Ayetler” demektir. Tekili آيَة dir. Ayet gösterge demektir. ءيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak bir kimse ya da bir şey hakkında onun bilinmesini sağlayacak bir işaret koymak manasındadır. Bu mastar manasından konulan işaret manasında آيَةٌ “gösterge” anlamında isimdir.
رَبِّ: “Rab, efendi, yetiştirici, terbiyeci” demektir. ربب kökünden gelmiştir. Alemlerin rabbi olan Allah’tır.
هِ: “O” demektir. Eril tekil mecrur muttasıl zamirdir. مَنْ ism-i mevsulünün aid zamiridir.
رَبِّهِ: “Onun rabbi” demektir.
آيَاتِ رَبِّهِ: “Onun rabbinin ayetleri” demektir.
بِآيَاتِ رَبِّهِ: “Onun rabbinin ayetlerini” demektir.
ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ: “Onun rabbinin ayetleri ona zikredildi” demektir.
ثُمَّ: “Sonra” demektir. Atıf harfidir. Cümleleri birbirine atfeder. Ma’tûfun aleyhle ma’tûf arasında oluşun sırasını gösterir, buna “tertip” denir. Önce ma’tufun aleyh, sonra ma’tûf gelir. Bu nedenle sümme ile yapılan atıfta ma’tûf ile ma’tûfun aleyh yer değiştiremez. Zamansal olarak peşi sıra oluşu göstermez, arada belirli bir zaman geçmiştir. Bu nedenle “takip etkisi yoktur”. Bu arada boşluk olmasına “terahi” (تَرَاخِي) denir. İş yapmada ma’tûfun aleyh ile ma’tûf arasındaki boşluğun belirli bir süresi yoktur, duruma göre bu süre değişir. Kısa bir süre olabileceği gibi uzun bir süre de olabilir.
Atıf fâsı (فَ) da zamansal ilişki için gelir. Atıf fâsına tertip ve takip fâsı da denir. ثُمَّ gibi ma’tûfun aleyhle ma’tûf arasında oluşun sırasını gösterir (tertip) ve ma’tûf ile ma’tûfun aleyh yer değiştiremez. ثُمَّ den farklı olarak zamansal olarak peşi sıra oluşu gösterir. Buna “takip” denir. İş yapmada ma’tûfun aleyh ile ma’tûf arasında bir boşluk yoktur, ma’tûf ma’tûfun aleyhten hemen sonra aynı işi yapmıştır.
أَعْرَضَ: “Sundu” demektir. İkinci bâbdan عَرْض mastarı gizli veya örtülü bir şeyi bakan kişi için açık ve net bir şekilde görünür hâle getirmek manasındadır. Gizli veya örtülü bir şeyi öyle bir duruma getirir ki bakan kişi onu fark eder. Bir şeyi öyle yerleştirir ki bakan kişinin gözüne onun en büyük ve en geniş yüzeyi görünür. Bu da o şeyin yüzeyinin çoğunun görsel olarak ortaya çıkması anlamına gelir. Buradan kinaye başkalarının görüp tanıyabilmesi için bir şeyi açık bir şekilde ortaya koymak, sunmak manasındadır. İf’âl bâbında (أَعْرَضَ – يُعْرِضُ) sayruret etkisi ile gelir. Her zaman عَنْ harf-i ceri ile kullanılır. Anlamı tersine çevirir. Birisini, bir şeyin görülmesi için açığa çıkarır halde olmamak, onunla ilgilenmemek, onu umursamamak anlamındadır.
عَنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir. أَعْرَضَ ile mütealliktir. Anlamını tersine çevirir.
أَعْرَضَ عَنْ: “Umursamadı, ilgilenmedi” demektir.
هَا: “O, onlar” demektir. Dişil tekil mecrur muttasıl zamirdir. آيَاتِ رَبِّهِ ye racidir. Gayr-i akil çoğullara dişil tekil veya dişil çoğul zamirler raci olur. Dişil tekil zamir raci olursa sayının çok olduğunu, dişil çoğul zamir (هُنَّ) raci olursa sayının az olduğunu gösterir. Burada dişil tekil zamir (هَا) raci olduğundan ayetlerin sayısının çok olduğu anlaşılmaktadır.
أَعْرَضَ عَنْهَا: “Onları umursamadı” demektir. “Rabbinin ayetlerini umursamadı” demektir. Çok sayıda ayeti umursamamıştır. Umursanmayan ayetlerin sayısı az olsaydı أَعْرَضَ عَنْهُنَّ şeklinde gelirdi.
ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا: “Onun rabbinin ayetleri ona zikredildi sonra onları umursamadı” demektir.
مَنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا: “Onun rabbinin ayetleri ona zikredilip sonra onları umursamayan kimse” demektir.
مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا: “Onun rabbinin ayetleri ona zikredilip sonra onları umursamayandan” demektir.
أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا: “Onun rabbinin ayetleri ona zikredilip sonra onları umursamayandan daha zalim” demektir.
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا: “Kim onun rabbinin ayetleri ona zikredilip sonra onları umursamayandan daha zalimdir?” demektir.
Burada zikir tef’îl bâbıyla gelmiştir. Teksir ve mübalağa etkisi vardır. Kendisine zikredilene çok defa anlatılmıştır, anımsatılmıştır. Ayetler bir kere anlatılmamış, defalarca anlatılmıştır, anımsatılmıştır. Bu anlatılma gerçekleştirilmiş, gerçekleştirildikten sonra ayetleri umursamamıştır. Hemen mi umursamamıştır, aradan zaman geçip de umursamamış mıdır? İki cümle ثُمَّ ile atfedilmiştir. Bu da aradan zaman geçtiğini, düşünmek için, değerlendirmek için, konuyu anlamak için bir zamanı olduğunu ifade eder. Eğer aradan zaman geçmeden direk ayetleri umursamamış olsaydı ثُمَّ değil فَ kullanılırdı. مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا şeklinde gelirdi. Burada ذُكِّرَ (zikredildi) meçhul fiil olarak gelmiştir. Zikreden ifade edilmemiştir. Bunun sebebi zikredenin kim olduğunun önemli olmamasıdır. Kim zikrederse zikretsin sonuç değişmeyecektir. İster ayetler konusunda en bilgili olan kimse isterse fazla bir bilgisi olmayan kimse zikretsin bu kimse yine rabbinin ayetlerini umursamayacaktır.
Umursanmayan ayetler onun rabbinin ayetleridir (آيَاتِ رَبِّهِ). İfade Allah’ın ayetleri (آيَاتِ اللهِ) şeklinde değil de rabbinin ayetleri şeklinde gelmiştir. Bunun sebebi ona zikredilen ayetlerin onun gelişimi, düzelmesi, terbiye olması içindir. Bir süreç ifade eder.
Bu kimse zalimdir. Zalim bir şeyi/birisini olması gereken bir konumda değil, başka bir konumda bulundurandır. O zaman şu soru sorulur: bu kimse kime zalimdir? Kendine mi zulmediyor yoksa ayetlere mi yoksa hem kendisine hem de ayetlere mi? İkisine de zulmediyor. Kendine zulmediyor, çünkü ayetlerle ilgilenir olma konumunda değil, onları umursamama konumundadır. Rabbinin ayetlerine zulmediyor, çünkü ayetleri ilgileniliyor olma konumunda değil, umursanmama konumunda tutuyor.
Bu ayette “en zalim” değil “daha zalim” denmiştir. Burada da bir soru vardır. Soru “kim daha zalim?” sorusudur. “Kim en zalim?” sorusu değildir. Sorunun geliş şeklinden “bundan daha zalimi yok” düşüncesi oluşmaktadır. Bu doğrudur ancak Kuran’da sadece bu şekilde bir defa geçseydi en zalim olan bu geçişteki mufaddalun aleyh olurdu. Oysa 15 kere geçmektedir. O durumda en zalim bu geçişlerin hiçbirinde ifade edilen mufaddalun aleyhler değildir.
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللَّهِ أَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا
Kim Allah’ın mescitlerini, onların içinde O’nun isminin zikredilmesini engelleyen ve onların harabı için emek verenden daha zalimdir? (Bakara 114)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللَّهِ
Kim Allah’tan onun indindeki şehadeti gizleyenden daha zalimdir? (Bakara 140)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا
Kim Allah’ın üzerine bir yalan uydurandan daha zalimdir? (Hud 18, Kehf 15)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ
Kim Allah’ın üzerine bir yalan uydurandan veya O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalimdir? (En’am 21, Araf 37, Yunus 17)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَأُنْزِلُ مِثْلَ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ
Kim Allah’ın üzerine bir yalan uydurandan veya ona hiçbir şey vahyolunmadığı halde bana vahyolundu diyenden ve Allah’ın indirdiğinin misli yakında indirilecek diyenden daha zalimdir? (En’am 93)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا لِيُضِلَّ النَّاسَ بِغَيْرِ عِلْمٍ
Kim ilimsizce insanları saptırmak için Allah’ın üzerine bir yalan uydurandan daha zalimdir? (En’am 144)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَصَدَفَ عَنْهَا
Kim Allah’ın ayetlerini yalanlayan ve onlara yanını dönenden daha zalimdir? (En’am 157)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ
Kim rabbinin ayetleri zikredilip de onlardan yüz çeviren ve elinin takdim ettiğini unutandan daha zalimdir? (Kehf 57)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُ
Kim Allah’ın üzerine bir yalan uyduran veya ona gelince hakkı yalanlayandan daha zalimdir? (Ankebut 68)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا
Kim onun rabbinin ayetleri ona zikredilip sonra onları umursamayandan daha zalimdir? (Secde 22)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللَّهِ وَكَذَّبَ بِالصِّدْقِ إِذْ جَاءَهُ
Kim Allah üzerine yalan söyleyen ve ona gelince doğruyu yalanlayandan daha zalimdir? (Zümer 32)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ وَهُوَ يُدْعَى إِلَى الْإِسْلَامِ
Kim İslam’a çağrıldığı halde Allah’ın üzerine yalan uydurandan daha zalimdir? (Saff 7)
Buradan anlaşılmaktadır ki bu sorular bize en zalimin kim olduğunu ifade etmemekte, zalim tanımını yapmaktadır. “Kim daha zalimdir” denerek de zulümde en yüksek seviye zulüm grubu anlatılmış olmaktadır. Bütün bu soruların amacı haberdir. Yukarıdaki ayetlerin herhangi birine uyan üst seviye zalimlerdendir.
إِنَّا مِنَ الْمُجْرِمِينَ مُنْتَقِمُونَ
Kesinlikle biz intikam alanlarız mücrimlerden.
Mensuh isim cümlesi |
Haberi | İsmi | İnne |
Şibh-i fiil | Mefûlün bih GS |
Mecrur | Cârr |
مُنْتَقِمُونَ | الْمُجْرِمِينَ | مِنْ | نَا | إِنَّ |
إِنَّا: “Kesinlikle biz” demektir. Aslı إِنَّنَا dır. Yazıda ve sözde kısaltılmıştır. نَا (biz) zamiri innenin ismidir. İnnenin haberi burada kendisinden sonra gelen مِنَ الْمُجْرِمِينَ مُنْتَقِمُونَ dir.
مِنَ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
الْمُجْرِمِينَ: “Suçlular, mücrimler” demektir. جرم kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul marife mecrur ism-i fâildir. İkinci bâbdan جَرْم mastarı kök mana olarak “kesmek” demektir. Hurma ağacını kesmek, koyunun yününü kesmek, hurmanın meyvesini kesip toplamak manasına gelmektedir. Istılahi olarak birisine karşı suç işlemek manasındadır. İf’âl bâbında (أَجْرَمَ – يُجْرِمُ) sayruret etkisi vardır. Suç sahibi olmak, suç işler halde olmak anlamındadır. İsm-i fâili olan مُجْرِم de “suçlu” demektir. İngilizcedeki suç anlamındaki “crime” kelimesi de muhtemelen bu kökten gelmektedir. Mücrimler hakkı batıl, batılı hak kılanlardır. Hakkın hak, batılın batıl olmasından hoşlanmayanlardır. Mücrimlerle الَّذِينَ أَجْرَمُوا yu ayırmak gereklidir. Mücrimlik çok belirgindir. الَّذِينَ أَجْرَمُوا içinde olan bir kimse ise Allah’a, kitabına inanabilir, namazlarını kılabilir, hacca gidebilir, gece namazı bile kılabilir. الَّذِينَ أَجْرَمُوا mücrimlerin kurdukları sistemi kanıksamış ve o sistem içinde çaba gösteren kimsedir. Çünkü o sistem hakkı batıl, batılı hak haline getirmiştir.
Günümüz mücrimler kavmi dönemidir. Geçmişte bu kavimler helak edilmişlerdir. Kimse kendisini güvende sanmasın. Yaşadığınız topluluğun kuralları batılı hak kılıyor diye siz o batılı uygulayarak o topluluk içinde suçsuz olabilirsiniz ama o durumda mücrimsiniz. Batıl olan sapıklık Lût kavminde haktı. O topluluk içinde suç teşkil etmiyordu. Ancak onu yapanlar mücrimlerdir. Günümüzde de fâizin yasal olması faizli işlerde sizi yaşadığınız toplulukta suçsuz kılacaktır ama Allah’a göre mücrimsiniz. Allah’ın batıl kıldıklarını yasalar izin veriyor, hak olarak görüyor diye yapsanız da mücrimsiniz. Eğer yasalar batılı hak kılıyor, hakkı batıl kılıyorsa o kavim mücrim bir kavimdir. Batı devletlerinde sapıklık haktır. Bizde de bunu başardılar. Artık insanlar bile hak olarak görmeye başladılar. Kimse Lût’un karısının niçin geride bırakılıp yok edildiğini düşünmez. Erkek sapıklığının olduğu bir toplulukta bir peygamber karısı niçin helâk edilmiştir? Çünkü o da mücrimdi. Sapıklığı kendi yapmadığı halde hak olarak görüyordu. Şimdi moda haline getirdiler. Başörtüsü olanlar bile bizim başörtümüze kimse nasıl karışmıyorsa onların cinsel tercihlerine de kimse karışmasın diyerek mücrim olmaktadırlar.
Mücrimlik müşriklikle ve kâfirlikle birliktedir. Müşrikler Allah’ın kurallarına aykırı kural koyan şerikleri seçerler ve müşrik mücrim olurlar. Batılın hak, hakkın batıl olması kurallar dahilindedir. Küfürde ise kural olmadan hakkı batıl, batılı hak kabul edersin. Bu durumda kâfir mücrim olurlar.
مِنَ الْمُجْرِمِينَ: “Mücrimlerden” demektir.
مُنْتَقِمُونَ: “İntikam alanlar” demektir. نقم kökünden ifti’âl bâbından eril çoğul nekre ism-i fâildir. İkinci bâbdan (نَقَمَ - يَنْقِمُ) “sonucun istenilen ve arzulananın tam tersi şeklinde sonlanması nedeniyle öfkelenme ve hoşnutsuz olma” anlamındadır. İftiâl bâbında (انْتَقَمَ - يَنْتَقِمُ) “şiddet ve nefret kullanarak, öfkelenme ve hoşnutsuzluğa sebep olan kişiye zarar vererek öç almak” anlamına gelmektedir.
مِنَ الْمُجْرِمِينَ مُنْتَقِمُونَ: “İntikam alanlar mücrimlerden” demektir.
إِنَّا مِنَ الْمُجْرِمِينَ مُنْتَقِمُونَ: “Kesinlikle biz intikam alanlarız mücrimlerden” demektir.
Mücrimlerin kafir mücrim ve müşrik mücrim olabileceklerini biliyoruz. Bu ayette de mücrimlerin zalim olduğu ifade edilmiş olmaktadır. Zalimdirler çünkü hakkı batıl, batılı hak kılanlardır. Hakkı batıl konumunda, batılı hak konumunda konumlandırmışlardır.
Burada cümle devrik gelmiştir. إِنَّا مُنْتَقِمُونَ مِنَ الْمُجْرِمِينَ (Kesinlikle biz mücrimlerden intikam alanlarız) şeklinde de gelebilirdi. Kuran Arapçasında cümlenin devrik olması ki buna takdim-tehir denir, genellikle önemli olanın önce söylenmesi nedeniyledir. Burada intikam alanlar değil, intikam alınanlar öncelikli konudur. Hatta bu nedenle intikam alanlar nekre gelmiştir. إِنَّا نَحْنُ الْمُنْتَقِمُونَ مِنَ الْمُجْرِمِينَ şeklinde de gelebilirdi. İntikam alanların nekre gelmesi ve biz intikam alanlarız dendiğine göre bu intikam değişik ellerle olacak demektir. Melekler, ruhlar, diğer insanlar, hepsi bu intikam alanlara dahil olabilir. Her dönemde, her durumda değişebilir.
İntikam Kuran’da değişik şekillerde gelmektedir. Allah’ın sıfatı olarak hiçbir yerde مُنْتَقِم (intikam alan) şeklinde ism-i fâille gelmez.
وَاللَّهُ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ
Allah azizdir, bir intikam sahibidir. (Ali İmran 4, Maide 95)
إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ
Kesinlikle Allah azizdir, bir intikam sahibidir. (İbrahim 47)
أَلَيْسَ اللَّهُ بِعَزِيزٍ ذِي انْتِقَامٍ
Allah aziz, bir intikam sahibi değil midir? (Zümer 37)
Bu ayetlerde de görüldüğü gibi Allah için مُنْتَقِم (intikam alan) sıfatı değil ذُو انْتِقَامٍ (bir intikam sahibi) sıfatı gelmektedir. Allah intikamı gerektiği yerde alır. Her an intikam alan değildir. Ancak intikam alan sıfatının sahibi Secde suresinin bu ayetinde ve aşağıdaki iki ayette gördüğümüz gibi “biz” ifadesidir.
فَإِنَّا مِنْهُمْ مُنْتَقِمُونَ
Kesinlikle biz onlardan intikam alanlarız. (Zuhruf 41)
يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى إِنَّا مُنْتَقِمُونَ
Büyük yakalamayla yakaladığımız gün kesinlikle biz intikam alanlarız. (Duhan 16)
İfade biz ile geldiği zaman artık o melekler, ruhlar gibi Allah’ın kulları veya insanlardan Allah’ın kulu olanlar veya kulu olmayanlarla gerçekleştirilen bir durumdur.
Secde suresinin bu ayetinde mücrimlerden intikam alınması ism-i fâille gelmiştir. إِنَّا مِنَ الْمُجْرِمِينَ مُنْتَقِمُونَ şeklinde gelmiştir. Rûm suresindeki فَانْتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا (Suç işleyenler organizasyonundan intikam aldık) ifadesindeki gibi fiil olarak da gelebilirdi. Buna göre mücrimlerden intikam alınmanın bir sıfat olduğunu ve istimrar bildirdiğini anlıyoruz. Önceki ayette fısk edenlerin uğrayacağı iki azap türünden bahsedip bu ayette zalimlerle başlanmış ve ardından mücrimlerle devam edilmiştir. Mücrimler hakkı batıl, batılı hak kılanlarken fasıklar Allah’ın kurallarına uymayanlardır. Bu nedenle aslında her mücrim de fasıktır. Hakkı batıl, batılı hak kılarak Allah’ın kurallarına zaten uymamış olmaktadırlar. Bu nedenle Kuran’da geçen birçok kötü sıfat bazı insanların üzerinde kesişmektedir.
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا فِي كُلِّ قَرْيَةٍ أَكَابِرَ مُجْرِمِيهَا لِيَمْكُرُوا فِيهَا وَمَا يَمْكُرُونَ إِلَّا بِأَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ (123) وَإِذَا جَاءَتْهُمْ آيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتَّى نُؤْتَى مِثْلَ مَا أُوتِيَ رُسُلُ اللَّهِ اللَّهُ أَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُ سَيُصِيبُ الَّذِينَ أَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللَّهِ وَعَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ (124)
Böylece her karyede ekberleri orada planlar yapsınlar diye oraların mücrimleri kıldık. Şuurunda olmadan yalnızca kendilerine plan yapıyorlar. Onlara bir ayet geldiğinde “Allah’ın resullerine verilenin misli bize verilene kadar asla iman etmeyeceğiz.” derler. Allah O’nun risaletini nerede kılacağını daha iyi bilendir. Yakında suç işleyenlere Allah’ın indinde küçüklük ve şiddetli bir azap plan yapmalarından dolayı isabet edecektir. (Enam 123-124)
Her yerde mücrimler içinde ekberler yani daha büyükler vardır. Yanlış anlaşılmaması gereken nokta her ekberin mücrim olmadığıdır. Her mücrim de ekber değildir. Anlaşılması gereken her karyede mücrimler içinde mutlaka ekberler olduğudur. Bunun sebebi “yalnızca ekberler” diye istisna edilmemiş olması ve ekberlerin nekre gelmesidir. Eğer tüm ekberler mücrimler olsaydı ayet وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا فِي كُلِّ قَرْيَةٍ أَكَابِرَهَا مُجْرِمِيهَا لِيَمْكُرُوا فِيهَا (böylece her karyede oraların ekberlerini orada planlar yapsınlar diye oraların mücrimleri kıldık) şeklinde gelirdi.
Mücrimler içinde mutlaka ekberlerin olması gerekliliği çok önemlidir. Çünkü bir yerde hakkı batıl, batılı hak kılmak için oranın büyüklerine ihtiyaç vardır. Kural koyucu olarak onların otoriteleri gereklidir.
Mücrimler zalim oldukları için ayetin başındaki ifade ile rablerinin ayetleri onlara defalarca zikredildiği ve onları anladıkları halde onları umursamazlar. Sonunda intikam alınanlar haline gelirler. İçlerindeki ekberlere güvenleri boştur. İstedikleri kadar maddi veya siyasi güçleri olsun sonuç Allah’ın intikamıdır. Bu da inne cümlesi ile te’kîd edilmiştir. Gerçekleşeceği kesindir.
Teşvikiye, Yalova
31 Mayıs 2025
M. Lütfi Hocaoğlu