CİN SÛRESİ - 17. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
قُلْ إِنَّمَا أَدْعُو رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِهِ أَحَدًا (20)
“Yalnızca rabbimi çağırırım ve O’na hiç kimseyi ortak etmem” de. (20)
Emir fiil cümlesi |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi |
Mefûlun bih | Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı | Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Hasr edatı |
Mecrur | Cârr | Muzâfun ileyh | Muzâf |
أَحَدًا | هُ | بِ | أَنَا | أُشْرِكُ | لَا | وَ | ي | رَبَّ | أَنَا | أَدْعُو | إِنَّمَا | أَنْتَ | قُلْ |
قُلْ: “Söyle, de” demektir. قول kökünden ikinci tekil şahıs emir fiildir.
إِنَّمَا: Kasr edatıdır. “Yalnızca” anlamındadır. İnnema cümlenin başında gelir. Maksurun aleyh cümlenin sonunda bulunur. Maksur ise İnnema edatı ile maksurun aleyh arasındadır.
أَدْعُو: “Çağırırım, dua ederim” demektir. دعو kökünden birinci bâbdan birinci şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. Fâili “ben” anlamında müstetir أَنَا dir.
Bu bâbdan üç mastar vardır. Üçü de aynı fiille ifade edilir.
- دَعْوَة
- دُعَاء
- دَعْوَى
Bu mastarların üçü de çağırmak anlamındadır. Aradaki fark kalıplarından gelir. Mastarların anlamları kalıplarına bağlı olarak değişir.
دَعْوَة: “Çağırma, çağırış” demektir. فَعْلَةٌ kalıbından gelmektedir. Bu kalıp mastar-ı bina-i merre kalıbıdır. Fiilin bir kere işlendiğini gösterir. İkili ve çoğulu olabilen mastarlar bu şekilde gelir. İki kere işlendiyse دَعْوَتَانِ, üç veya daha fazla işlendiyse دَعْوَات şeklinde gelir.
دُعَاء: “Çağırmak” demektir. فُعَالٌ kalıbından gelmektedir. Mazisi فَعَلَ vezninde olup vücutta meydana gelen bir semptoma, duruma veya vücuttan çıkan bir sese delalet eden fiillerin mastarı فُعَالٌ veya فَعِيلٌ kalıplarından gelir. دُعَاء da دعو kökünden birinci bâbdan mastardır. Birinci bâbdan olduğu için mazisi فَعَلَ veznindedir ve ses ifade eder. Bu nedenle فُعَالٌ vezninden gelmiştir. İkinci ve üçüncü harf arasındaki elif çağırmadaki uzamayı ve mübalağayı ifade eder. Uzun süreli veya tekrarlar içeren çağırma duadır.
دَعْوَى: “Ortak çağrı” demektir. فَعْلَى kalıbından gelmektedir. Sonundaki elif-i maksure fiilin belirli bir zamana delalet etmeden özel bir şekilde işlenmesini, işlenişin bir sürenin sonunda gerçekleştiğini ve şiddetini ifade eder. Hem zaman olarak hem de fiilin işlenişi olarak mübalağa ifade eder. Pek çok kişinin aynı çağrıyı yapması davadır. Bir sürecin sonunda meydana gelen ortak çağrı, ortak görüş anlamına gelir. Günümüzde de “davamız …” şeklinde kullanılmaktadır.
Burada Allah’a yapılan bir çağrı vardır. Bu nedenle buradaki mastar davet veya dua anlamındadır.
رَبَّ: “Rab, terbiyeci” demektir. ربب kökünden isimdir. Alemlerin rabbi olan Allah’tır.
ي: “Ben” demektir. Eril tekil birinci şahıs mecrur muttasıl zamirdir.
رَبِّي: “Rabbim” demektir.
إِنَّمَا أَدْعُو رَبِّي: “Yalnızca rabbimi çağırırım” demektir.
Bu cümlede kasr vardır. Kasr (الْقَصْرُ) bir şeyi başka bir şeye özel bir yolla tahsis etmektir.
Her kasrın olması gerekli olan iki öğesi vardır:
Maksur (الْمَقْصُورُ): Tahsis edilen öğedir.
Maksurun aleyh (الْمَقْصُورُ عَلَيْهِ): Kendisine tahsisin yapıldığı öğedir.
Kasr değişik şekillerde yapılabilmesine rağmen gramatik olarak iki şekilde yapılır.
Kasrın yapılma şekilleri:
- Nefy ve istisna edatı ile kasr: Maksurun aleyh istisna edatından sonra gelen öğedir. Maksur istisna edatından önceki öğelerden birisidir.
Maksurun aleyh | İstisna edatı | … diğer öğeler … | Maksur | … diğer öğeler … | Nefy edatı (Olumsuzluk edatı) |
Ör: لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ
İlah yalnızca Allah’tır.
Burada maksurun aleyh اللَّهُ’tır. Maksur إِلَهَ’dir. İlahlık vasfı Allah’a tahsis edilmiştir.
- إِنَّمَا ile kasr: İnnema cümlenin başında gelir. Maksurun aleyh cümlenin sonunda bulunur. Maksur ise İnnema edatı ile maksurun aleyh arasındadır. Cümle hem fiil hem de isim cümlesi olabilir. Maksurun aleyh cümlenin sonunda bulunmak zorunda olduğu için onunla müteallak olup normal şartlarda kendisinden sonra gelmesi gereken öğeler kendisinden önce gelebilir.
Ör: إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ
Allah’tan O’nun kullarından yalnızca alimler haşyeder.
Burada maksurun aleyh cümlenin sonunda gelen الْعُلَمَاءُ yani alimlerdir. Maksur ise خَاشِي yani haşyedendir. Aslında gramatik olarak مِنْ عِبَادِهِ alimlerle (الْعُلَمَاءُ) ilişkilidir. Cümlede ondan sonra gelmesi gerekir. Ancak maksurun aleyh cümlenin sonunda bulunduğu için kendisinden sonra gelmesi gereken öğe kendisinden önce gelmiştir.
Gerçeklik açısından kasr iki şekilde olur:
- Hakiki kasr (الْقَصْرُ الْحَقِيقِي): Bu kasrda gerçekte maksur sadece maksurun aleyhe aittir. Başka kimseye ait olma durumu yoktur. Örneğin: “İlah yalnızca Allah’tır.” cümlesinde maksur ilah lafzı, maksurun aleyh Allah lafzıdır. İlahlık sıfatı gerçekte yalnızca Allah’a aittir ve böylece kasr hakiki olmuştur.
- İzafi kasr (الْقَصْرُ الإِضَافِي): Mecazi ya da gayri hakiki kasr da denir. Bu tür kasrda maksurun aleyhe kendi dışındaki varlıklara değil de sadece tek bir şeye nispetle herhangi bir vasfın tahsis edilmesi durumu vardır. Örneğin: “Hasan yalnızca doktordur.” cümlesinde maksur Hasan, maksurun aleyh doktorluktur. Hasan burada sadece doktorluğa tahsis edilmiş değildir. Başka özellikleri ve sıfatları vardır. Burada kastedilen başka şeylere nispetle doktorluğa tahsis edilmesidir.

Kasr öğelerine göre iki şekilde olur:
- Sıfatın mevsufa kasrı (قَصْرُ الصِّفَةِ عَلَى الْمَوْصُوفِ): Burada sıfattan kastedilen nahivde sıfat görevindeki öğe değildir. Sıfatsal özellik taşıyan kelimedir. Bu tür kasrda söz konusu sıfat bu mevsuftan başkasına ait değildir. Yani bu sıfat yalnızca bu mevsuftadır. Ancak o mevsufun başka sıfatları da olabilir. Buna engel olmaz. Bu tür kasr hakiki de olabilir, izafi de olabilir. Örneğin: “İlah yalnızca Allah’tır.” cümlesinde sıfat ilah lafzı, mevsuf Allah lafzıdır. İlahlık sıfatı yalnızca Allah’a aittir ve böylece sıfat mevsufa kasr edilmiştir. Allah’ın diğer birçok sıfatının olmasına engel değildir.
- Mevsufun sıfata kasrı (قَصْرُ الْمَوْصُوفِ عَلَى الصِّفَةِ): Bu tür kasrda söz konusu mevsufu nitelendiren başka sıfat yoktur. Yani bu mevsuf yalnızca bu sıfatla bilinir. Tek sıfatlı bir varlık olması neredeyse imkânsız olduğu için bu tür kasr hakiki olamaz, ancak izafi olabilir. Örneğin: “Hasan yalnızca doktordur.” cümlesinde sıfat doktorluk, mevsuf Hasan’dır. Hasan’ın sadece tek sıfatı olamayacağı için buradaki kasr hakiki değildir, izafidir. Ancak bazı mevsufların az sayıda sıfatı var ve mütekellim de bunlardan sadece birisinin olduğuna inanıyorsa (böyle olmadığı halde) mevsufun sıfata kasrı hakiki olur. Mütekellim yanıldığı için mütekellime göre hakiki kasrdır, gerçekte değildir.
Kasr muhatabın durumuna göre dört şekilde olur:
- Kalp kasrı (قَصْرُ الْقَلْبِ): Bu kasrda muhatabın inancına ters düşen bir tahsis vardır. Muhatabın inandığı düşünceyi ters çevirdiği için kalp kasrı denir. Örneğin: “İlah yalnızca Allah’tır.” cümlesinin söylendiği muhatap Allah’ın ilah olduğuna inanmıyorsa bu kasr kalp kasrıdır.
- İfrad kasrı (قَصْرُ الإِفْرَادِ): Bu kasrda muhatabın inancında var olan ortaklığı kaldırmak için yapılan tahsis vardır. Mevsufun sıfata kasrında bir mevsufta birden fazla sıfatın ortak olarak var olduğuna inanan bir muhatap varsa veya sıfatın mevsufa kasrında bir sıfatta iki mevsufun müşterek olduğuna inanan bir muhatap varsa bunun için yapılan kasr ifrad (fertleştirme) kasrıdır. Örneğin: “İlah yalnızca Allah’tır.” cümlesi sıfatın mevsufa kasrıdır (ilahlık Allah’a tahsis edilmiştir) ve bunun söylendiği muhatap Allah’ın ilah olduğuna inanıyor, ancak ilahlık sıfatının Allah dışında başkalarında da olduğuna inanıyorsa bu kasr ifrad (tekleştirme) kasrıdır. “Hasan yalnızca doktordur.” cümlesi mevsufun sıfata (Hasan doktorluğa tahsis edilmiştir) kasrıdır. Bunun söylendiği muhatap Hasan’ın hem doktor hem de şair olduğuna inanıyorsa buradaki kasr ifrad (tekleştirme) kasrıdır.
- Tayin kasrı (قَصْرُ التَّعْيِينِ): Bu kasrda muhatabın bir kanaate varmadaki kararsızlığını ortadan kaldırmak için yapılan tahsis vardır. Muhatabın tereddüdüne son vermek için kasr yapılır. Örneğin: “İlah yalnızca Allah’tır.” cümlesinin söylendiği muhatap Allah’ın tek ilah olduğu konusunda tereddüt içindeyse bu kasr tayin kasrıdır.
- Beyan kasrı (قَصْرُ الْبَيَانِ): Bu kasrda muhatap cümledeki hükmü reddetmemektedir ya da zaten bilmektedir. Bu tür kasrla mütekellim muhataba bu hükümdeki kasrı beyan etmiş olmaktadır ya da hatırlatmaktadır. Örneğin: “İlah yalnızca Allah’tır.” cümlesinin söylendiği muhatap bunu bilmekte ve kabul etmekteyse, ona belli bir konu nedeniyle hatırlatma yapmak için yapılıyorsa bu kasr beyan kasrıdır. İnnema ile yapılan kasrda muhatabın durumu bilinmiyorsa beyan kasrı kabul etmek uygundur.
Bu cümlede innema ile kasr yapılmıştır. Bu nedenle cümlenin maksurun aleyhi cümlenin sonunda olan رَبِّي (rabbim) dir. Maksur مَدْعُوًّا (çağırılan, dua edilen) dir.
Kasr açısından analiz yaparsak:
إِنَّمَا أَدْعُو رَبِّي |
Maksurun aleyh | رَبِّي |
Maksur | مَدْعُوًّا |
Gerçeklik açısından kasr | İzafi kasr. Kuran’da Allah’la beraber hiç kimsenin çağrılmayacağı, Allah’ın dunundan da hiç kimsenin çağrılamayacağı ifade edilmiştir. Allah’ın indinden olanlar çağrılabilir. Bu nedenle buradaki izafi kasrdır. Allah’ın dûnundan çağrılanlar maksur, Allah maksurun aleyhtir. Allah’ın dûnunda olanlara nispetle kasr vardır. |
Öğelerine göre kasr | Sıfatın mevsufa kasrı. Burada maksurun aleyh mevsuftur. Maksur ise çağrılan olarak sıfattır. Bunun için sıfat mevsufa kasr edilmiştir. |
Muhatabın durumuna göre kasr | Beyan kasrı. Başka bir karine olmadığı takdirde innema ile yapılan kasr beyan kasrıdır. Bu cümlede muhatap belirli değildir. Muhataba beyan vardır. Muhatap söylenen sözü reddetme ya da şüphelenme durumunda değildir. Bu nedenle bu kasr beyan kasrıdır. |
إِنَّمَا أَدْعُو رَبِّي demek “rabbimin dûnunda olanları değil rabbimi çağırırım” demektir. Allah’ın indinde olanları çağırabildiğimiz için daha keskin bir kasr şekli olan olumsuzluk edatı ve إِلَّا ile olan kasr olarak لَا تَدْعُوا إِلَّا اللَّهَ (Allah’tan başkasını çağırmayın) şeklinde Kuran’da bir geçiş yoktur. Bu ayette de مَا أَدْعُو إِلَّا رَبِّي (yalnızca rabbimi çağırırım) şeklinde de geçmemiştir. 18. ayette ve Kuran’da başka ayetlerde لَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا (Allah’la beraber kimseyi çağırmayın) ifadesi vardır. Allah’ın indinde olanları çağırabiliriz, Allah’ın dûnunda olanları çağıramayız, Allah’ı çağırabiliriz ama Allah’la beraber kimseyi çağıramayız.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. إِنَّمَا أَدْعُو رَبِّي cümlesine لَا أُشْرِكُ بِهِ أَحَدًا cümlesini atfetmektedir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
أُشْرِكُ: “Ortak ederim” demektir. شرك kökünden birinci tekil şahıs merfu muzari malum fiildir. Şirkin manası zaman içinde kaymış ve alakasız bir şekle dönüşmüştür. Putlara tapınma, Allah’tan başkasını ilah edinme, Allah’tan başkasına ibadet etme şirk olarak anlamlandırılmıştır. Allah’la araya birilerini koymak da şirk olarak adlandırılmıştır. Bunların hiçbirisi Allah’a şirk değildir. Allah’a şirk “Allah’ın doğal ve sosyal kanunlarına aykırı kurallar, kanunlar koymaktır”. Bu kanun koyulduğunda insanlar Allah’ın koyduğu kanunlara aykırı hareket etmek zorunda kalırlar. Kendi iradesi dışında Allah’ın istemediğini yapmaya zorlanmış olurlar. Bu kural mecliste oluşturulmuş bir yasa olmak zorunda değildir. Toplumsal kurallar, töreler, gelenekler de buna dahildir.
لَا أُشْرِكُ: “Ortak etmem” demektir.
بِ: “-e, -a” demektir. Kendisine ortak edilen bu harf-i cerden sonra gelmektedir.
هِ: “O” demektir. Üçüncü şahıs eril tekil mecrur muttasıl zamirdir. رَبِّي ye racidir.
بِهِ: “O’na” demektir. “Rabbime” demektir.
أَحَدًا: “Bir, birisi” demektir. وحد kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan حِدَةٌ mastarı “bir olmak” manasındadır. Bu mastar manasından أَحَدٌ “bir” anlamında isimdir. Ancak isim tamlamasında kullanıldığı zaman “bir” manasında iken tamlama olmadan kullanıldığında “birisi” anlamındadır. Yanında kimse olmayan, yalnız başına olan kimse anlamındadır. Erildir. Dişil karşılığı إِحْدَى dır.
İbdal olmuş, vâv harfi hemzeye dönüşmüştür.
لَا أُشْرِكُ بِهِ أَحَدًا: “O’na kimseyi ortak etmem” demektir.
قُلْ إِنَّمَا أَدْعُو رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِهِ أَحَدًا: “Yalnızca rabbimi çağırırım ve O’na hiç kimseyi ortak etmem de” demektir.
Sûrenin ikinci ayetinde cinler لَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَا أَحَدًا (rabbimize asla kimseyi ortak etmeyeceğiz) demişlerdi. Bu ayette Kuran’ı okuyana لَا أُشْرِكُ بِهِ أَحَدًا (O’na kimseyi ortak etmem) demesi emrediliyor. Elçi olarak gelen cinlerden bir nefer bizden istenenden daha şiddetlisini daha güçlüsünü yapacaklarını ifade ediyorlar. لَنْ نُشْرِكَ ifadesi لَا أُشْرِكُ ifadesinden daha güçlü bir şekilde ortak etmemeyi ifade eder.
Kuran’da anne-babanın çocuklarını şirke sokmak için cihad ettikleri ifade edilmektedir. Anne-baba çok iyi bir yolda olduklarını sanmaktadırlar. Çocuklarını da kendilerince bu iyi yola sokmaya çalışmaktadırlar. Günümüzde de geçmişte de gelecekte de aynı durum olacaktır. İnsanlar çok iyi işler yaptıklarını hatta bazıları Allah yolunda cihadda olduklarını sanarak şirkin içinde olacaklardır.
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا
“Hamd veled edinmeyen ve mülkte (yönetimde) O’na hiçbir şerikin olmadığı ve ona ait zülden dolayı hiçbir velinin olmadığı Allah’a aittir” de ve O’nu tekbir etmeyle tekbir et. (İsra 111)
الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا
(O) göklerin ve yerin mülkü (yönetimi) O’na ait olan ve hiç veled edinmeyen ve mülkte (yönetimde) O’na hiçbir şeriki olmayan ve her şeyi yaratıp da takdir etmeyle takdir edendir. (Furkan 2)
Şirk Allah’ın mülküne yani yönetimine ortak etmedir. Peki, bu nasıl olacaktır? Allah’ın mülküne yani yönetimine nasıl birisi ortak edilebilir?
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ
Yoksa onlar için şerikler mi var da onlar için dinden (hukuk düzeninden) Allah’ın izin vermediği şeriat mı koyuyorlar? (Şura 21)
Allah’a şirk “Allah’ın doğal ve sosyal kanunlarına aykırı kurallar, kanunlar koymaktır”. Günümüzde anlaşılan şirkin gerçek manası ile ilgisi yoktur. Taştan, çamurdan, helvadan, demirden, bronzdan yapılmış putlara tapınmak, önlerinde saygıyla durmak, Allah’tan başkasını ilah edinmek şirk olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlar Allah’ın bağışlamayacağı bir suç olan Allah’a şirki çok basitleştirmiştir.
إِنَّ اللَّهَ لَا يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَاءُ
Allah kendisine ortak edilmesini bağışlamaz ve bunun dûnundakini dilediği kimse için bağışlar. (Nisa 48)
وَإِذْ وَاعَدْنَا مُوسَى أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَنْتُمْ ظَالِمُونَ (51) ثُمَّ عَفَوْنَا عَنْكُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (52)
Musa ile 40 gece için vaatleşmiştik sonra buzağıyı bundan sonrasında zalimler halinde (ilah) edindiniz sonra sizi ondan sonrasında affettik. Umulur ki şükredersiniz. (Bakara 51-52)
Allah kendisine ortak edilmesini (şirki) bağışlamayacağını söylüyor. İsrailoğulları buzağı heykelini ilah ediniyorlar. Allah onları bundan affettiğini söylüyor. Af bağışlamadan çok daha güçlüdür. Birisini, bir şey ilah edinmek çok büyük bir günahtır ama şirk ondan da büyük günahtır. İlah edinme affedilebilir, şirk ise bağışlanmaz bile.
Bağışlanmayan bu suç olan şirk Allah’ın mülküne yani yönetimine ortak etmedir. İşrak’ın (ortak etmenin) komponentleri vardır.
- Şerik (الشَّرِيك): Allah’ın doğal ve sosyal kurallarına, kanunlarına aykırı kural, kanun koyan kimsedir. Şerikler yani ortak edilenler yönetimde ve kural koymada Allah’a ortak edilmektedirler. Allah’ın kurallarına aykırı kuralları koymakta, Allah’ın istemediği şekilde yönetmektedirler.
- Müşrik (الْمُشْرِك): Şeriki kural, kanun koyucu olarak seçen, destekleyen, onun arkasında olan kimsedir. Şerik, kuralı koyandır, müşrik ise şeriki kural koyucu olarak seçen, kabul eden ve onun koyduğu kuralların doğru, iyi, güzel, faydalı olduğunu savunan ve uygulattırandır.
- Şirk (الشِّرْك): Mülkte yani yönetme yetkisinde ortak edilen kısımdır. Bu yetki yasama, yargı, yönetme, yürütme olabilir. Bunlardan hangisinde şerikler Allah’ın kurallarına uygun olmayan kurallar veya bu kuralları uygulama kuralları üretiyorsa orası ortak edilen kısım olarak şirktir.
- Şirk edilen (مَا يُشْرِكُونَ): Allah’ın doğal ve sosyal kanunlarına aykırı olan kural, kanundur. Allah’ın kurallarına aykırı yasalar, örfler, toplumsal kurallar, töreler, geleneklerdir. Şeriklerin koyduğu kurallardır. Kuralı koyan şerik ölmüş olsa bile onun koyduğu kural, çıkardığı kanun, getirdiği sistemli yapı varlığını devam ettirmekte olabilir. مَا يُشْرِكُونَ kurallar olduğu gibi aynı zamanda kuralları koyma kurallarıdır. Kural koyma kuralı da Allah’ın kuralı koyma kuralına aykırı olduğu zaman şirk edilendir.
İnsanlar kendilerine şerikliği ve müşrikliği yakıştırmamaktadırlar. Çok iyi işler yaptıklarını düşünmekte olabilirler. “Elhamdülillah Müslümanım” demekle, namazlarını kılmakla, oruçlarını tutmakla, hacca gitmekle, bir de son nefeste kelime-i şehadet getirmekle cennette olacağını sanırken kıyamet yevminde aslında kendisinin müşrik veya şerik olduğunu öğrenebilir. Bunu da Kuran’ın ayetlerinde “kıyamet yevminde müşriklerin müşrik olduklarını, şeriklerin de şerik olduklarını kabul etmeyeceklerini” görerek anlıyoruz.
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذِينَ أَشْرَكُوا أَيْنَ شُرَكَاؤُكُمُ الَّذِينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ (22) ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ إِلَّا أَنْ قَالُوا وَاللَّهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِكِينَ (23)
Onları topluca haşredeceğimiz sonra ortak edenlere “iddia ettiğiniz şerikleriniz nerede?” diyeceğimiz sonra onların fitnesinin yalnızca “rabbimiz Allah’a yemin olsun biz müşrikler değildik” demelerinin olduğu gün. (En’am 22-23)
Bu ayette müşrikliğin reddini görüyoruz. “Rabbimiz Allah” diyerek Allah’a yemin etmekteler, “biz müşrikler değiliz” demektedirler. Ancak onlara Kuran الَّذِينَ أَشْرَكُوا (ortak edenler) demektedir. Has ism-i mevsulle gelmiştir ve bu da organize bir şekilde müşrikler olduklarını göstermektedir. Şirk organizedir. Allah’ın kurallarına aykırı kural koyma kuralları ile şirk içindedirler. İnsanlar namaz kılıyoruz, oruç tutuyoruz, hacca-umreye gidiyoruz, sadaka veriyoruz, biz cennetliğiz sanmaktadırlar. Oysa müşrik olmak çok kolaydır. Allah’ın kurallarına aykırı kural koyan şerikleri seçersiniz, onlar da kuralları koyarlar, siz de müşrik olursunuz. Sonra tekrar yeni dönem gelir, kötünün iyisi bunlar, ne yapalım dersiniz, seçersiniz, onlar da Allah’ın kurallarına aykırı kuralları koyarak şirki perçinleştirirler, sizin de müşrikliğiniz perçinlenmiş olur.
وَإِذَا رَأَى الَّذِينَ أَشْرَكُوا شُرَكَاءَهُمْ قَالُوا رَبَّنَا هَؤُلَاءِ شُرَكَاؤُنَا الَّذِينَ كُنَّا نَدْعُو مِنْ دُونِكَ فَأَلْقَوْا إِلَيْهِمُ الْقَوْلَ إِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَ
Ortak edenler şeriklerini gördüklerinde “Rabbimiz bunlar senin dununda çağırdığımız ortaklarımız” dediler. Onlar (şerikler) onlara “kesinlikle siz yalancısınız” diyerek laf attılar. (Nahl 86)
Bu ayette de şerikliğin reddini görüyoruz. Şerikler kendilerinin şerik olduğunu kabul etmemektedirler. Bunun iki sebebi vardır. Birincisinde aynı dönemde yaşamamış müşrik-şerik ilişkisi vardır. Eski liderlerin, eski düşünürlerin ilkeleri, kuralları benimsenmiş ve Allah’ın kurallarına aykırı olan bu kurallar uygulanmıştır. İkincisinde aynı dönemde yaşamışlardır ama müşrikler şeriklerini tanımakta, şerikler müşriklerini tanımamaktadırlar. Müşrikler şeriklerini seçmekte, onun için ölmekte, onu sokakta, kahvede, sosyal medyada, her yerde ateşli şekilde savunmakta, onu yüceltmekte, onu desteklemektedirler. O da bu desteklerle kural koyucu olarak seçilmekte ve Allah’ın kurallarına aykırı kuralları koymaktadır. Ancak kendini şerik yapan müşrikleri tanımamaktadır, bu nedenle onlara yalancılar demektedir. Diğer bir durum da kendisini inançlı bir insan olarak görmekte, namazını kılmakta, haccını yapmakta, ama çoğunluğun desteğini almak için onlara uyarak kurallar koymaktadır. Kendisine asla şerik olmayı yakıştıramamaktadır. Çünkü onun kafasındaki şerik veya müşrik kavramı putlara secde etmekle sınırlıdır. Zır-cahiliye döneminin Kuran’dan bihaber ruhbanlarının tanımı böyle olunca bu sonuç da kaçınılmaz olmaktadır.
Şirk her zaman saf şirk değildir. Allah’a iman ederken bile insanların çoğu müşrikler halinde iman ederler.
وَمَا أَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِنِينَ (103) وَمَا تَسْأَلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَمِينَ (104) وَكَأَيِّنْ مِنْ آيَةٍ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ (105) وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللَّهِ إِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ (106) أَفَأَمِنُوا أَنْ تَأْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِنْ عَذَابِ اللَّهِ أَوْ تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (107) قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللَّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللَّهِ وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ (108)
İnsanların çoğunluğu hırslansan bile müminler değildirler. Sen onlardan hiçbir ücret istemiyorsun. O yalnızca alemler için bir zikirdir. Gökler ve yerde nice ayetler vardır ki onlara uğrar geçerler ve onlar onlarla ilgilenenler değillerdir. Onların çoğunluğu Allah’a yalnızca müşrikler olarak iman ederler. Onlara Allah’ın azabından bir gaşiyenin geleceğinden veya onlara saatin aniden geleceğinden emin midirler? “Bu benim yolumdur. Ben bana uyanlarla beraber basiret üzerine Allah’a çağırıyorum ve Allah süphandır ve ben müşriklerden değilim” de. (Yusuf 103-108)
Bu ayetler iman ve şirkin nasıl bir arada olacağını ve insanların çoğunluğunun da bu durumda olduğunu göstermektedir.
Allah’a iman edersin ama kesin bilgin olamayan bir şeyi Allah’a ortak edersin ve müşrik olarak iman etmiş olursun. İnsanların çoğunluğunun durumunun bu olduğu gayet açıktır. Günümüz ise çoğunluğa uyma dönemidir. Çoğunluk ne derse onu yapalım. Çoğunluğun oyunu almamız lazım ki iktidar olalım. Çoğunluğun dediğinin olması Allah’ın izin vermediği bir yönetim biçimidir. Bu yönetim biçiminin içinde hareket etmek ve bu yönetim biçimi üzerinde olmak nedir o zaman?
إِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَابُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
Lokman oğluna ona öğüt verir halde iken ‘Ey oğulcuk, Allah’a ortak etme, kesinlikle şirk azîm zulümdür’ demişti. (Lokman 13)
Şirk büyük zulümdür. Zulüm (ظُلْم) birisini, bir şeyi veya kendisini olması gereken gerçek konumda değil başka konumda bulundurmaktır.
الظُّلْمُ: وَضْع الشيء في غير موضِعه
Zulüm: Bir şeyi kendi yerinin dışında bir yere koymak. (Lisanu-l A’râb)
Allah’ın yerine Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyan şerikler edinmek zulümdür. Allah’ın mülküne (yönetimine) ortak etmiş olunurlar. Böylece olmaları gereken konumda değil, olmamaları gereken konumda konumlandırılmış olurlar. Onları o konuma getirenlerin de o konuma getirme konumunda olmamaları gerekmektedir. Şeriklerin koyduğu kurallar da olmaması gereken konumdadır. Orada Allah’ın kurallarına uygun kurallar olmalıdır. Allah’ın kurallarına uygun olmayan kurallara kural olduğu için uymak zorunda kalan insanlar da olmamaları gereken bir konuma gelmiş olurlar. Böylece şirk herkesi olmaması gereken bir konuma getirmiş olur. Bu nedenle şirk azim zulümdür.
Günümüzün ana sorunu şirktir. Topluluk olarak şirkten kaçamıyorsak da bu ayette bireysel olarak şirkten uzak durmayı söylemek emredilmektedir. لَا أُشْرِكُ بِهِ أَحَدًا (O’na kimseyi ortak etmem) dememiz emredilmiştir. Kuran’ı okuyan her bireye bireysel olarak emredilmiştir. Toplulukta şerikler ve müşrikler olabilir ama bireysel olarak onlara dahil olmamamız gerekmektedir. Bu emre uygun yaşamak bile çok büyük bir olaydır. İnsanlar kendilerini maalesef şirk sistemine dahil olmaktan kolay kolay uzak tutamamaktadırlar. Kötünün iyisi mantığıyla, o geleceğine bu gelsin diyerek yaşamlarına kaldığı yerden devam etmektedirler. Kuran’ı okuyanların söylemesi gereken bu ayette birey birey hepimize emredilmiştir: Yalnızca rabbimi çağırırım ve O’na hiç kimseyi ortak etmem.
Teşvikiye, Yalova
20 Aralık 2025
M. Lütfi Hocaoğlu