CİN SÛRESİ - 18. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
قُلْ إِنِّي لَا أَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا رَشَدًا (21)
“Kesinlikle ben, benim sizin için ne zarar vermeyi ne de doğru davrandırmayı yönetme gücüm var” de. (21)
Emir fiil cümlesi |
Mefûlun bih Mensuh isim cümlesi | Fâil | Fiil |
Haberi Fiil cümlesi | İsmi | İnne |
Mefûlun bih | Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil | Olum-suzluk edatı |
Ma'tûf | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh | Mecrur | Cârr |
Müek-kid | Müek-ked |
رَشَدًا | لَا | وَ | ضَرًّا | كُمْ | لِ | أَنَا | أَمْلِكُ | لَا | ي | إِنَّ | أَنْتَ | قُلْ |
قُلْ: “Söyle, de” demektir. قول kökünden ikinci tekil şahıs emir fiildir.
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. Te’kîd için gelir.
ي: “Ben” demektir. Birinci tekil şahıs mensub muttasıl zamirdir. Mütekellim ya’sı olarak isimlendirilir. إِنَّ nin ismidir.
İnne ile mütekellim ya’sı birleşince إِنِّي şekline dönüşür.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
أَمْلِكُ: “Yönetirim, yönetme yetkim var, yönetme gücüm var” demektir. ملك kökünden ikinci bâbdan birinci tekil şahıs merfu muzari malum fiildir. İkinci bâbdan mastar olarak emretme ve tasarruf etme üzerine başkalarına karşı bir güç sahibi olmak manasındadır. Birisinin veya bir şeyin hâli ve kaderi üzerinde tasarruf kudretinin bulunması, o kimseye emir verme yetkisine sahip olma ve onun üzerinde otoriteye sahip olmasıdır. O şeyi elinde bulundurur, başkasının ona sahip olmasını engeller, onun hakkında tasarrufta bulunur ve başkasının onun hakkında tasarrufta bulunmasına mâni olur.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
كُمْ: “Siz” demektir. İkinci şahıs eril çoğul mecrur muttasıl zamirdir.
لَكُمْ: “Sizin için” demektir.
لَا أَمْلِكُ لَكُمْ: “Sizin için yönetme gücüm yok, sizin için yönetme yetkim yok” demektir.
ضَرًّا: “Zarar vermek” demektir. ضرر kökünden birinci bâbdan mastardır. Belirli birisine/birilerine maddi ya da manevi yapısını değiştirerek fonksiyonlarını bozarak şiddetli şekilde etki etmek manasındadır. Bu mastar manasından yapıda meydana getirilen kötü yönlü değişim manasında ضُرّ “zurr” anlamında câmid isim vardır. ضَرَر “zarar” ise bedende meydana gelen kötü yönlü değişimdir. Körlük, topallık, sağırlık gibi durumlar zarardır. Zurr daha geniş bir kavramdır. Zarar, zurr’un alt kümesidir. Zarar yalnızca bedensel kötü yönlü değişiklikler iken zurr hem bedensel hem maddi hem manevi kötü yönlü değişikliklerdir.

وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
وَلَا: “Ne de” demektir. Kuran Arapçasında “ne … ne de …” anlamına gelen cümle yapmak için önce bir olumsuzluk edatı kullanılır ve “ne … ne de …” kelime grubunda “…” ların yerine gelen iki kelime وَلَا ile bağlanır.
رَشَدًا: “Doğru yolu ve doğru işi bulmak ve izlemek” demektir. رشد kökünden dördüncü bâbdan mastardır. Bu kökten üç mastar vardır: رُشْد, رَشَد ve رَشَاد. Üçünün anlamları arasında farklılıklar vardır.
رُشْد “akli olgunluk” demektir. Düşüncenin olgunlaşması, tam aklî kuvvetlere erişmek, düşünme fonksiyonunun en iyi hâline gelmesiyle kendisine arz edilen hususlar karşısında en iyi hükümleri vermek demektir.
رَشَد ise karar ve fiildeki doğruluğu, isabeti ifade eder. Doğru yolu ve doğru işi bulmak ve bu yolu izlemek demektir.
رَشَاد ise رَشَد mastarının mübalağalısıdır. Mübalağa etkisini elif sağlar. Düşünce ve fiilde olgunlaşmanın kalıcı olması demektir. Fiilin, olgun düşünceye uygun biçimde gerçekleştiği hâldir.
Kelime | Vezin | Tür | Anlam | Vurgu |
رُشْد | فُعْل | Mastar | Düşüncede doğruluk, olgunluk | Akıl ve inanç düzeyinde doğruluk |
رَشَد | فَعَل | Mastar | Doğru yol ve doğru davranış şekli | Fiil ve karar düzeyinde isabet |
رَشَاد | فَعَال | Mübalağalı mastar | Sürekli doğruluk, istikamet üzere olma | Kalıcı, köklü, kapsamlı doğruluk |
Kısaca özetlersek:
Kelime | Anlam | Açıklama |
رُشْد | Doğru düşünme | Akılda olgunluk |
رَشَد | Doğru davranma | Kararda isabet |
رَشَاد | Doğru düşünme ve davranmanın sürekli olması | Hidayet üzerine istikrarlı olgun karakter |
رشد kökünden kelimeler Kuran’da 19 kere geçmektedir. Bu kökün 4 adedi bu surede geçmektedir.
ضَرًّا وَلَا رَشَدًا: “Zarar verme ve doğru davrandırma” demektir.
لَا أَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا رَشَدًا: “Sizin için ne zarar vermeyi ne de doğru davrandırmayı yönetme gücüm var” demektir.
إِنِّي لَا أَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا رَشَدًا: “Kesinlikle ben, benim sizin için ne zarar vermeyi ne de doğru davrandırmayı yönetme gücüm var” demektir.
قُلْ إِنِّي لَا أَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا رَشَدًا: “‘Kesinlikle ben, benim sizin için ne zarar vermeyi ne de doğru davrandırmayı yönetme gücüm var’ de” demektir.
ملك kökü ikinci bâbdan doğrudan mef’ûl alır. Bu mef’ûl üzerinde yönetme gücü, yönetme yetkisi olunan şey veya kimsedir. Bir de لِ harf-i cerini alır. Bu harf-i cerden sonra gelen kimse için yapılan bir yönetim vardır. Bir de مِنْ harf-i cerini alır. Bu harf-i cerden sonra gelenden meydana gelecek olan bir zarar veya başka bir fiili önlemeyi yönetme yetkisi, gücünün olması ifade edilmiş olur.
مُلْك yönetim, yönetme yetkisi, yönetme gücü demektir.
مَلِك (Melik) yönetici demektir. Yönetme gücü, yönetme yetkisi olan kimsedir. مَلِيك (Melîk) ise مَلِك (Melik) kelimesinin mübalağalı ism-i fâilidir.
مَلَك (Melek) mutlak melik olan Allah’ın mülkünde (yönetiminde) görevli varlıklardır.
مَلَكُوت ise Allah’ın yönetiminde olan maddi varlıklar dünyasıdır. Bir mekân ve zaman alanı içinde emir ve tasarruf kudretinin ulaştığı son sınırdır. Bu alan içinde bulunan şeylerin hâl ve kaderleri üzerinde tasarruf yetkisinin geçerli olduğu sahadır. Kuran’da sadece Allah için kullanılır. Bu kelimenin izafe edildiği yerde her şeyin gerçekleşmesinin gücü ve yönetiminin Allah’a ait olduğunu gösterilmiş olur. Kuran’da dört kere geçmektedir. İkisi semavat ve arzın melekûtu, ikisi ise her şeyin melekûtu şeklindedir.
قُلْ لَا أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعًا وَلَا ضَرًّا إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ
“Allah’ın istemesi dışında kendim için ne bir fayda etmeyi ne de zarar vermeyi yönetme gücüne sahibim” de. (Araf 188, Yunus 49)
قُلْ أَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا
“Sizin için ne zarar verme ne de fayda etme yetkisine sahip olmayan Allah’ın dunundan olanlara ibadet mi ediyorsunuz?” de. (Maide 76)
فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هَذَا إِلَهُكُمْ وَإِلَهُ مُوسَى فَنَسِيَ (88) أَفَلَا يَرَوْنَ أَلَّا يَرْجِعُ إِلَيْهِمْ قَوْلًا وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا (89)
Onlar için böğürmesi olan bir ceset buzağı çıkardı da “bu sizin ve Musa’nın ilahıdır da o unuttu” dediler. Onlara ne bir sözü geri döndürdüğünü ne de onlar için ne zarar verme ne de fayda etme yetkisine sahip olduğunu görmüyorlar mı? (Taha 88-89)
فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَفْعًا وَلَا ضَرًّا
O gün, bazınız bazınız için ne zarar verme ne de fayda etme yetkisine sahip olacaktır. (Sebe 42)
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ آلِهَةً لَا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ وَلَا يَمْلِكُونَ لِأَنْفُسِهِمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا وَلَا يَمْلِكُونَ مَوْتًا وَلَا حَيَاةً وَلَا نُشُورًا
Kendileri yaratılmışken hiçbir şey yaratmayan ve kendilerine ne bir zararı ne de bir faydayı yönetme gücüne sahip olan ve ne ölümü ne de hayatı ne de nüşuru yönetme gücüne sahip olan Allah’ın dunundan ilahlar edindiler. (Furkan 3)
(مَلَكَ - يَمْلِكُ) fiili ile beraber Kuran’da bu sure dışında ضَرًّا وَنَفْعًا geçmektedir. Sadece bu surede ضَرًّا وَرَشَدًا geçmektedir. Furkan 3’te bir de hayatı, ölümü ve nüşuru (ölüm sonrası dirilip yayılma) yönetme yetkisi de ifade edilmektedir. Hayat da ölüm de ölümden sonra dirilip yayılma da Allah tarafından yönetilmektedir.
قَالُوا يَامُوسَى إِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا أَبَدًا مَا دَامُوا فِيهَا فَاذْهَبْ أَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَا إِنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ (24) قَالَ رَبِّ إِنِّي لَا أَمْلِكُ إِلَّا نَفْسِي وَأَخِي فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ (25)
“Ya Musa, kesinlikle biz onlar orada devam ettikçe oraya asla ebediyyen girmeyeceğiz. Sen ve rabbin ikiniz savaşın, kesinlikle biz burada oturanlarız” dediler. (Musa) “Rabbim, kesinlikle benim yalnızca kendimi ve kardeşimi yönetme gücüm var, bizimle fasıklar kavmini ayır” dedi. (Maide 24-25)
إِنِّي وَجَدْتُ امْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ
Kesinlikle ben onları yönetme gücü olan ve ona her şeyden verilmiş olan ve ona ait azim bir arşı olan bir kadın buldum. (Neml 23)
Bu ayetlerde doğrudan insanları yönetme gücü ifade edilmektedir. Musa kendisini ve kardeşini yönetme gücüne sahip olduğunu söylemekte, Süleyman’a haber getiren Hüdhüd ise insanları yönetme yetkisi olan bir kadın hakkında konuşmaktadır.
إِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا وَتَخْلُقُونَ إِفْكًا إِنَّ الَّذِينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقًا
Yalnızca Allah’ın dunundan vesenlere (kuvvet ve çokluk hedefli topluluklara) ibadet ediyorsunuz (çalışıyorsunuz) ve algı yaratıyorsunuz. Kesinlikle Allah’ın dunundan ibadet ettikleriniz (çalıştıklarınız) sizin için bir rızkı yönetme gücüne sahip değildirler. (Ankebut 17)
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَآءُ مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاءُ أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ
Sizin için İbrahim ve onunla beraber olanlarda iyi bir örnek vardır. Kavimlerine demişlerdi ki “Kesinlikle biz sizden ve Allah’ın dununda ibadet ettiklerinizden uzak olanlarız, sizi görmezden geldik ve bizimle sizin aranızda ebediyyen siz Allah’a, O’nun birliğine iman edene kadar düşmanlık ve sevmemek başladı.” Yalnızca İbrahim’in babası için “kesinlikle senin için bağışlanma isteyeceğim, sana Allah’tan gelen hiçbir şeye karşı yönetme gücüm olmaz” sözü dışında. (Mümtehine 4)
Bu ayetlerde de İbrahim Peygamberin örnekliği ve kavmiyle yaşadığı vesen sorunu anlatılmıştır. Vesen kuvvet ve çokluk hedefli topluluklardır. Rızık yönetemezler çünkü üretim yapan topluluk veya işletme değillerdir. Tam tersine üyeleri onlara harcar. İbrahim Peygamber ve onunla beraber olanların bizim için örnek olduğu ifade edilip onlar gibi vesenlerden uzak durmamız ifade edilmiştir. الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاءُ ile ifade edilen bu karşıtlık ve sevmemezlik bizim için örnektir. Onlara en küçük bir meyil bile çok sıkıntılıdır.
وَمَنْ يُرِدِ اللَّهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا
Allah kime fitnesini irade ederse onun için Allah’tan gelen bir şeye karşı yönetme yetkin asla olmayacaktır. (Maide 41)
يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْئًا وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ
Bir nefsin bir nefis için hiçbir şeyi yönetme yetkisinin olmayacağı ve emrin o gün Allah’a ait olduğu gün… (İnfitar 19)
أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ إِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ لِي مِنَ اللَّهِ شَيْئًا
Yoksa onu uydurdu mu diyorlar, eğer onu uydurduysam Allah’tan bir şeye karşı benim için bir yönetme gücüne sahip olamazsınız. (Ahkaf 8)
لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ أَنْ يُهْلِكَ الْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Yemin olsun, “kesinlikle Allah, o ki Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler küfretmiştir. “Kim Allah’tan gelen bir şeye karşı yönetme gücüne sahiptir eğer Meryem Oğlu Mesih’i ve annesini ve yerde olanları topluca helak etmeyi irade ederse” de. Gökler ve yer ve ikisi arasında olanları yönetme gücü Allah’a aittir. İstediğini yaratır ve Allah her şeye kadîrdir. (Maide 17)
سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْأَعْرَابِ شَغَلَتْنَا أَمْوَالُنَا وَأَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَا يَقُولُونَ بِأَلْسِنَتِهِمْ مَا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ نَفْعًا
Araplardan geride kalanlar yakında sana “mallarımız ve ehlimiz bizi meşgul etti de bizim için bağışlanma iste” diyecekler. Dilleriyle kalplerinin içinde olmayanı söylüyorlar. “Sizin için Allah’tan gelen bir şeye karşı yönetme gücüne sahip olan kimdir eğer size bir zarar vermeyi irade ederse veya size bir fayda vermeyi irade ederse?” de. (Fetih 11)
Allah’tan gelen hiçbir şeye karşı hiç kimsenin bir mülkü olamayacağı, onu engelleyecek yetkilere ve güce sahip olamayacağı bu ayetlerde ifade edilmiştir.
قُلْ لَوْ أَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَائِنَ رَحْمَةِ رَبِّي إِذًا لَأَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْإِنْفَاقِ
“Eğer siz rabbinin rahmetinin hazinelerini yönetme yetkisine sahip olsaydınız o zaman harcamaktan çekinerek tutardınız” de. (İsra 100)
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ
“Gökler ve yerden sizi kim rızıklandırıyor, işitme ve görmeleri yönetme gücü kimde?” de. (Yunus 31)
Bu ayetlerde Allah’ın rahmetinin hazinelerinin yönetimi ve işitme ve görmelerin yönetimi ifade edilmiştir. Allah işitme ve görmeleri de yönetir. Kimin, neyin neyi nasıl işiteceğinin, hangi frekansları duyacağının, hangi dalga boylarını göreceğinin yönetimi Allah’a aittir.
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقًا مِنَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ شَيْئًا وَلَا يَسْتَطِيعُونَ
Allah’ın dunundan onlar için gökler ve yerden bir rızkı, şeyi ne yönetme gücüne sahip olan ne de güç yetirebilene ibadet ediyorlar. (Nahl 73)
Bu ayet rızkın yönetimini ifade etmektedir.
وَلَا يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Allah’ın dunundan çağırdıklarınız şefaati yönetme yetkisine sahip olmayacaklardır, ancak bile bile hakka şahit olanlar hariç. (Zuhruf 86)
لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمَنِ عَهْدًا
Yalnızca Rahman’ın indinde bir ahd edinenler şefaati yönetme yetkisine sahiptirler. (Meryem 87)
Şefaat için de yönetme yetkisi olanlar vardır.
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ قُلِ اللَّهُ قُلْ أَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِأَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّا
“Gökler ve yerin rabbi kimdir?” de. “Allah” de. “Kendilerine ne fayda ne de zarar vermeyi yönetme yetkileri olan Allah’ın dunundan veliler ediniyor musunuz?” de. (Rad 16)
قُلِ ادْعُوا الَّذِينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِهِ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْوِيلًا
“Allah’ın dunundan iddia ettikleriniz sizden ne bir zurru kaldırmayı ne de değiştirmeyi yönetme yetkisine sahiptirler” de. (İsra 56)
وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ مَا يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْمِيرٍ
Allah’ın dunundan çağırdıklarınız bir kırıntıyı bile yönetme yetkisine sahip değildirler. (Fatır 13)
Allah’ın dunundan olanların Allah’ın mülkünde olan hiçbir şeyi yönetme yetkilerinin olmadığı bu ayetlerde ifade edilmiştir.
رَبِّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الرَّحْمَنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًا
Gökler ve yerin ve ikisi arasında olanların rabbi, O’ndan gelene karşı hitap yönetme yetkileri olmayan Rahman… (Nebe 37)
Hitap demek zıt görüşlerin tartışması demektir. Kimse Allah’la muhatap olamaz. Allah’la kendi görüşünün doğru olduğu hakkında tartışamaz.
رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ
Rabbim bana mülkten (yönetimden) verdin. (Yusuf 101)
Yusuf Peygamber yönetici olunca “Rabbim bana yönetimden verdin.” demektedir. Yusuf melik değil ama melikin verdiği yetki ile mülkten yani yönetimden pay sahibi oluyor.
فَهَزَمُوهُمْ بِإِذْنِ اللَّهِ وَقَتَلَ دَاوُدُ جَالُوتَ وَآتَاهُ اللَّهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ
Onları Allah’ın izniyle hezimete uğrattılar. Davud Calut’u öldürdü ve Allah ona (Davud’a) mülkü ve hikmeti verdi. (Bakara 251)
Davut Peygamber Câlut’u öldürmüştür ve Allah ona mülk (yönetim) ve hikmeti vermiştir.
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِي حَاجَّ إِبْرَاهِيمَ فِي رَبِّهِ أَنْ آتَاهُ اللَّهُ الْمُلْكَ
Allah ona mülkü verdi diye İbrahim ile onun rabbi hakkında tartışan kimseyi görmedin mi? (Bakara 258)
İbrahim Peygamber ile rabbi hakkında tartışan kimseye tartışma gücünü verenin mülk yani yönetme gücü olduğu anlatılmaktadır.
قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ
“Mülkün maliki olan ey Allah, mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden söküp alırsın” de. (Ali İmran 26)
Allah’ın mülkün (yönetimin) maliki olduğu yani yönetimi de yönettiği, yöneticilerin yöneticisi olduğu, istediği kimseye mülkü (yönetimi) verdiği, istediği kimseden çekip aldığı belirtilmektedir.
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللَّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا قَالُوا أَنَّى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ أَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِنَ الْمَالِ قَالَ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَاهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ وَاللَّهُ يُؤْتِي مُلْكَهُ مَنْ يَشَاءُ
Ve nebileri onlara “Kesinlikle Allah size Talut’u melik olarak görevlendirdi” dedi. “Biz mülke ondan daha fazla hak sahibiyken ve ona maldan bir genişlik verilmemişken ona bizim üzerimizde nasıl mülk olabilir?” dediler. “Kesinlikle Allah onu sizin üzerinizde seçti ve onu ilimde ve cisimde bolluk olarak artırdı ve Allah mülkü dilediğine verir.” dedi. (Bakara 247)
Musa’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenleri Allah yolunda savaşmak için nebilerinden kendileri için bir melik görevlendirmesini istemektedirler. Talut melik olarak atanınca beğenmemişlerdir. Bu ayette Tâlut’un melik (yönetici) seçilmesine karşı çıkıldığı anlatılmaktadır. Karşı çıkanların gerekçesi Tâlut’un mal sahibi olmamasıdır. Bu nedenle kendilerinin mülke (yönetime) daha fazla hak sahibi olduklarını iddia etmektedirler. Ayette ilim ve cisimde (büyümede) yayma özelliğine (büyük organizasyon yapma) sahip olmanın melik (yönetici) olmada asıl olduğu anlatılmaktadır.
يَاقَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِرِينَ فِي الْأَرْضِ
Ey kavmim, bugün yerde görünenler olarak size mülk vardır. (Mümin 29)
Burada Firavun ailesinden bir mümin, yerde zahirler olarak bugün mülk size aittir diyerek yönetimin geçici ve sınırlı olduğunu vurgulamaktadır.
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ
O’na mülkte hiçbir şerik olmadı. (İsra 111)
Allah’ın mülkte yani yönetimde bir ortağının olmadığı anlatılmaktadır.
لَهُ مُلْكُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ
Göklerin ve yerin mülkü O’na aittir. (Zuhruf 85)
Göklerin ve yerin (Kâinatın) mülkünün (yönetiminin) Allah’a ait olduğu bildirilmektedir.
وَنَادَى فِرْعَوْنُ فِي قَوْمِهِ قَالَ يَاقَوْمِ أَلَيْسَ لِي مُلْكُ مِصْرَ وَهَذِهِ الْأَنْهَارُ تَجْرِي مِنْ تَحْتِي أَفَلَا تُبْصِرُونَ
Firavun kavmi arasında çağrıda bulundu. “Ey kavmim, Mısır’ın ve bu altımdan akan nehirlerin mülkü bana ait değil mi? Görmüyor musunuz?” dedi. (Zuhruf 51)
Firavun Mısır’ın ve altından akan nehirlerin yönetiminin kendisine ait olduğunu iddia etmektedir.
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَا يَنْبَغِي لِأَحَدٍ مِنْ بَعْدِي إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ
(Süleyman) “Rabbim, beni bağışla ve bana, benden sonra hiç kimsenin talep etmesi uygun olmayacak bir mülk hibe et” dedi. (Sad 35)
Süleyman Peygamberin öyle bir mülkü vardı ki kendisinden sonra kimsenin talep bile edemeyeceği bir mülktü. Kimse onun yönetim gücüne sahip olamayacak demektir.
وَقَالَ الْمَلِكُ إِنِّي أَرَى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَأُخَرَ يَابِسَاتٍ
Ve melik “kesinlikle ben yedi semiz inek, onları yiyen yedi cılız inek, yedi yeşil ve diğerleri kuru olan başaklar görüyorum” dedi. (Yusuf 43)
Mısır yöneticisi olan melikin rüyasından bahsediyor. Yusuf Suresi’nde toplam beş kere melik ifadesi geçiyor.
فَبَدَأَ بِأَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَاءِ أَخِيهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَاءِ أَخِيهِ كَذَلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ أَخَاهُ فِي دِينِ الْمَلِكِ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ
Kardeşlerinin kabından önce onun kabından başladı sonra onu kardeşinin kabından çıkardı. Böylece Yusuf için tuzak kurduk. Allah’ın dilemesi dışında melikin dininde kardeşini alması olmazdı. (Yusuf 76)
Burada melikin kural koyucu olduğu “melikin dini” ifadesiyle anlatılmaktadır. Melikin dini melikin koyduğu, uyulması gereken kurallar bütününü ifade etmektedir.
هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
O, O’ndan başka ilah olmayan Allah’tır, meliktir, mukaddestir, selamdır, güvenilendir, egemendir, etkindir, zorlayandır, büyüktür. Sizin ortak ettiklerinizden sübhandır. (Haşr 23)
Allah’ın sıfatı olarak Melik ifadesi geçiyor.
قَالَتْ إِنَّ الْمُلُوكَ إِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً أَفْسَدُوهَا وَجَعَلُوا أَعِزَّةَ أَهْلِهَا أَذِلَّةً وَكَذَلِكَ يَفْعَلُونَ
Dedi ki: melikler bir karyeye girince orada fesat çıkarırlar ve oranın etkinlerini ast yaparlar. Böyle yaparlar. (Neml 34)
Sebe melikesi ileri gelenlerle konuşuyor ve meliklerin bir karyeye girdiğinde orayı bozacağını, azizlerini zeliller haline çevireceğini söylüyor.
أَمَّا السَّفِينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَأَرَدْتُ أَنْ أَعِيبَهَا وَكَانَ وَرَاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا
Gemiye gelince, denizde çalışan miskinlere aitti. Onu kusurlu yapmak istedim. Arkalarında tüm gemileri gasbeden bir melik vardı. (Kehf 79)
Kehf Suresi’nde Musa ile ledünden ilmi olan adam arasındaki geçen olaylardan birinde gemilere el koyan bir melikten bahsediliyor.
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ (1) مَلِكِ النَّاسِ (2) إِلَهِ النَّاسِ (3)
De ki: insanların rabbine, insanların melikine, insanların ilahına sığınırım. (Nas 1-3)
Nas Suresi’nde Allah için insanların meliki ifadesi kullanılıyor.
وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَاقَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ جَعَلَ فِيكُمْ أَنْبِيَاءَ وَجَعَلَكُمْ مُلُوكًا وَآتَاكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ أَحَدًا مِنَ الْعَالَمِينَ
Hani Musa kavmine demişti ya: Ey kavmim, Allah’ın üzerinize olan rahmetini hatırlayın. Hani içinizde nebiler kılmıştı ve sizi malikler kılmıştı ve size alemlerden hiç kimseye vermediğini vermişti. (Maide 20)
Burada مُلُوك kelimesi فُعُول kalıbından çoğuldur. Bu kalıp فَعْل, فِعْل, فُعْل, فَاعِل, فَعِيل, فَعِل, فَعَل tekil kalıplarının çoğulu olarak gelir. Bu nedenle hem مَلِك hem مَالِك hem de مَلِيك kelimelerinin çoğulu olabilir. Bu ayette İsrailoğullarının tamamının melik olması söz konusu olmayacağına göre burada مَالِك kelimesinin çoğulu olma ihtimali en yüksektir. Yani Musa’dan öncesinde Firavun tarafından memluk haline getirilmişlerken Musa zamanında İsrailoğullarının tamamı malik haline gelmiştir.
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لِأَبِيهِ آزَرَ أَتَتَّخِذُ أَصْنَامًا آلِهَةً إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (74) وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ (75)
Hani İbrahim babasına, Azer’e “Putları ilahlar mı ediniyorsun? Seni ve kavmini açık bir dalalet içinde görüyorum.” demişti. Böylece İbrahim’e göklerin ve yerin melekutunu gösteririz. Kesin olarak inananlardan olması için (böyle yaparız). (Enam 74-75)
Semavat ve arzın melekûtu: Üç boyutlu uzay içindeki yönetimdir. Şeyleri değiştirme, dönüştürme, yönetme gücüdür.
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ (82) فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (83)
Bir şeyi irade ettiğinde O’nun emri ona “Ol” demektir, o da hemen oluverir. Her şeyin melekutu/yönetimi elinde olan sübhandır ve O’na döndürüleceksiniz. (Yasin 82-83)
Her şeyin melekûtu: Beş boyutlu uzay içindeki yönetimdir. Bütün seçenekleri değiştirme, dönüştürme, yönetme gücüdür.
Kuran’da ملك kökü 206 kere geçmektedir. Muhammed Peygamber için melik ifadesi geçmediği gibi Kuran’ın ilk muhatabı olarak hem Cin suresinin bu ayetinde size zarar veya reşed verme mülküm yok demesi istenmekte hem de Kuran’ın diğer yerlerinde size karşı zarar ve fayda etme mülküm yok demesi istenmektedir.
Davud, Süleyman Peygamber baba-oğul olarak meliktirler. Müthiş bir mülk verilmiştir onlara. Yusuf Peygamber Mısır’da melikin verdiği yetkilerle mülkten pay sahibi olmuştur. Ancak Muhammed Peygamber bizim de örneğimiz olarak melik değildir. O Allah’ın resulüdür. Melik olan Allah’tır. Mülkte (yönetimde) şeriki yoktur. Allah’ın resulünün yönetmedeki kuralları Allah’ın kurallarıdır. Melik olan kimse kural koyabilir. Siz o melikin size verdiği yetki ile onun kuralları içinde kurallar koyarsınız, onun kural koyma kuralları içinde kurallar koyarsınız. Melik olan Allah’tır. Süleyman ve Davud Allah’ın kendilerine verdiği izinlerin dışına çıkmadan kural koyan meliklerdir. Allah’ın melik olarak seçtiği Talut için de bu geçerlidir. Muhammed Peygamberden bu istenmemiştir. Çünkü o bizim için örnektir. Meliklik dönemi bitmiştir, artık kurallarla mülk (yönetim) devri gelmiştir. Bu kurallar Allah’ın mülküne (yönetimine) uygun olmalıdır. Peygamber de melik olmamış resul ve nebi olarak Allah’ın kuralları dahilinde kuralları uygulamıştır. Bize düşen de melik olmamaktır. Allah’ın kurallarını uygulayan ve O’nun kural koyma kuralları ile O’nun kurallarına aykırı olmayan kurallar koyanlar resullerdir. Allah’ın kuralları ile ilgilenmeyip O’nun kurallarına uygun olmayan kurallar koyan şerikleri meliklik yapması için seçip müşrik olmak artık neredeyse tüm dünyanın yönetim biçiminin temelini oluşturmaktadır.
Bu ayette “size zarar verme mülküm yok, de” denmektedir. İlk başta Peygambere şimdi ise bize verilen bu emir ile başkanın insanlara kafasına göre zarar veremeyeceği ifade edilmektedir. Birisine uygulanacak zarar verici bir ceza sadece Allah’ın kuralları içinde hakem kararları ile gerçekleşebilir.
Bu ayette “sizi doğru davrandırma mülküm yok, de” denmektedir. İlk başta Peygambere verilen bu emir şimdi bize verilmektedir. Biz insanlara rüşd veya reşed veya reşad veremeyiz. Bunu insanlar kendileri kazanırlar. Biz istediğimiz kadar şirki, vesenleri anlatalım, Allah’ın çoğunluğun dediğinin olmasını kabul etmediğini, Allah’ın kurallarına aykırı olduğunu ifade edersek edelim kişinin kendi içinde yoksa ne rüşdü ne de reşedi elde edebilir. Mevcut sistem içinde, çokluk ve kuvvet peşinde olan toplulukların içinde çözümler aramaya devam edecektir.
Teşvikiye, Yalova
27 Aralık 2025
M. Lütfi Hocaoğlu