LOKMAN SÛRESİ - 17. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُ إِلَى اللَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى وَإِلَى اللَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ (22)
Kim iyilik yapan halinde Allah’a doğru yönelimini bozmadan tutarsa en sağlam kulpu sımsıkı tutmuştur. Allah’adır işlerin sonu. (22)
وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُ إِلَى اللَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى
Kim iyilik yapan halinde Allah’a doğru yönelimini bozmadan tutarsa en sağlam kulpu sımsıkı tutmuştur.
Cevap cümlesi Fiil cümlesi | Şart cümlesi İsim cümlesi | Vâv-u isti’nâfiye |
Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil | Tahkîk edatı | Fâ-u ceva-biyye | Haber Fiil cümlesi | Mübteda Şart edatı |
Mecrur | Cârr | Fâil Hâl İsim cümlesi | Mefûlün bih GS | Mefûlun bih | Fâil Sahibul hâl | Fiil |
الْعُرْوَةِ الْوُثْقَى | بِ | هُوَ | اسْتَمْسَكَ | قَدْ | فَ | وَهُوَ مُحْسِنٌ | إِلَى اللَّهِ | وَجْهَهُ | هُوَ | يُسْلِمْ | مَنْ | وَ |
وَ: Vâv-u isti’nafiyyedir.
مَنْ: “Her kim” demektir. Şart edatıdır. Akıllı varlıklar için kullanılır. Kendisinden sonra şart cümlesi gelir ve sonrasında cevap cümlesi gelir. Kendisinden sonra muzari fiil gelirse onu cezm eder. Mazi fiil gelirse mazi fiiller mebni olduğu için değişmez. Burada kendisinden sonra gelen muzari fiil olan يُسْلِمْ meczum muzaridir.
يُسْلِمْ: “Bozulmadan sağlam kalır” demektir. سلم kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil meczum muzari malumdur. مَنْ şart edatı ile cezm edilmiştir. Dördüncü bâbdan سَلْم mastarı (سَلِمَ - يَسْلَمُ) bir kimsenin, bir şeyin parçalarının, bileşenlerinin bulunduğu yerin ve çevresinin değişmesine rağmen bulunduğu hal üzerinde bozulmadan kalması manasındadır. İf’âl bâbında (أَسْلَمَ – يُسْلِمُ) sayruret etkisi ile gelir. Selim hale girip o halde kalmak anlamındadır.
س diştir, diziyi;ل ise çobanın sopasıdır, bağlantıyı temsil eder. سِلْسِلَة birbirine bağlantılı dizi olarak zincir anlamındadır. س soyut manada birbirini belli kurallar dahilinde izleyen hareket dizisini de ifade eder.ل da bağlantıyı ifade eder. İkisi bir aradaسل bağlı diziyi ifade eder. م harfinin ise piktografisi dalgadır, su manasındadır. Suyun bir ortam olmasından dolayı ortam anlamı da vardır. Bu durumda üçlü kök “bir ortamdaki bağlı dizi, bağlantı” manasına gelir. Diğer taraftan م harfinin toplanma etkisinden “bağlı dizilerin bir arada olması” anlamına gelir. İçindeki yapılar birbirine bağlıdır ve bir arada denge içindedirler.
سَلْم “Barış” demektir. Mastar olarak bir kimsenin, bir şeyin parçalarının, bileşenlerinin bulunduğu yerin ve çevresinin değişmesine rağmen bulunduğu hal üzerinde bozulmadan kalması manasından güven içinde, emniyet içinde olma, zarar görmeme anlamındadır. “Barış” demektir. سَلْم tek kulpu olan deriden kovaya denir. Çubuk şeklinde olan bu kulp hem taşımayı sağlar hem de kovanın devrilmesini önler. Böylece bulunduğu hal üzerinde bozulmadan kalmayı sağlar.
سِلْم “Barış dönemi” demektir.
سَلِيم “Selim” demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Herhangi bir kötülük, hastalık veya zarar verici herhangi bir şeyden uzak olan manasındadır.
سَلَام “Sağlam olma, esenlik” demektir. سلم kökünden mastardır. سَلْم mastarının mübalağalısı سَلَام mastarıdır. Bu bozulmadan sağlıklı, sağlam olmanın mübalağalı şekilde olması onun esenlik içinde olmasıdır.
سُلَّم “Merdiven” demektir. Zarar verici şeylerden uzak olmak için kullanılan araç manasında ism-i âlet manasında camid isimdir.
İslam kelimesi de zaman içinde müslim, mümin, din kelimeleri gibi mana tahrifatına uğramıştır. Bugün anlaşıldığı anlamıyla direk bir ilgisi yoktur. İslam dış etkilere rağmen bozulmadan, bulunduğu hal üzerinde kalmak demektir. İslam olmak demek bulunduğu hali değiştirmeden kalmak demektir. İf’âl bâbının diğer manası duhul-u fi-z zaman, duhul-u fi-l mekân, duhul-u fi-l hâl gibi yeni bir duruma girmek ve o hal üzerinde kalmaktır. Bozulmayan bir düzen, yapı içine girmek, o yapı ile uyum içinde olmak anlamına gelir.
إِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ أَسْلِمْ قَالَ أَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ
Rabbi ona “islam ol” dediğinde “alemlerin rabbi için islam oldum” demişti. (Bakara 131)
Bu ayette İbrahim Peygambere Allah bulunduğun hali değiştirme diyor. Sakın onlara uyma diyor. Onlar ne yaparsa yapsın duruşunu bozma diyor. O da alemlerin rabbi için duruşumu bozmayacağım diyor.
قُلْ إِنِّي أُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
“Kesinlikle ben islam olanın ilki olmakla emrolundum ve kesinlikle müşriklerden olmayın” de. (En’am 14)
Burada da duruşunu bozmayanlardan ilki olmakla emrolunma durumu vardır.
قَالَتْ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي وَأَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمَانَ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Rabbim, kesinlikle ben kendime zulmettim ve Süleyman’la beraber alemlerin rabbi olan Allah için islam oldum” dedi. (Neml 44)
Sebe melikesi Süleyman’la beraber islam olmuştur. Onun bozulmayan, dengeli sistemi içine dahil olmuştur.
قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِنْ قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِنْ تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُمْ مِنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (14) إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُولَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ (15) قُلْ أَتُعَلِّمُونَ اللَّهَ بِدِينِكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ (16) يَمُنُّونَ عَلَيْكَ أَنْ أَسْلَمُوا قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ إِسْلَامَكُمْ بَلِ اللَّهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ أَنْ هَدَاكُمْ لِلْإِيمَانِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (17)
Araplar “iman ettik” dediler. “İman etmediniz ve ancak islam olduk deyin, iman henüz kalbinize girmedi, Allah ve resulüne itaat ederseniz amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Kesinlikle Allah gafur rahimdir.” de. Müminler yalnızca Allah ve resulüne iman eden sonra kafası bulanıklaşmayan ve malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerdir. Onlar, onlar sadıklardır. “Allah göklerde olanı ve yerde olanı bilirken ve Allah her şeyin bilicisiyken Allah’a dininizi öğretiyor musunuz?” de. İslam olmalarını sana minnet ediyorlar. “İslamınızı bana minnet etmeyin, aksine Allah sizi imana rehberlik etmesini size minnet eder, eğer sadıklar iseniz” de. (Hucurat 14-17)
Araplar iman ettik demişlerdir ama aslında islam olmuşlardır. İslam olarak bozulmayan, kendi içinde dengeli olan sistem içine girmişler, bu sistem içinde sistemin bir parçası olarak kimseye zarar vermeden, sistemi bozucu işler yapmadan yaşayacaklarını belirtmiş olmaktadırlar. Aslında müslim olmuşlardır, mümin olmamışlardır. İman güvenlik demektir. Mümin “güven veren”, “güvenliği sağlayan”, بِ harf-i ceri ile “güvenen” demektir. Allah’ın da sıfatıdır mümin. Mümin kendi içinde dengeli ve bozulmayan sistem olan İslam’ın dinini (düzenini) korur, güvenliği sağlar, başkalarına zarar gelmesini önler. Müslim zarar vermez ama korumaz da. Bu nedenle ayette إِسْلَامَكُمْ denmekte, Kuran böylece islama bugün verilen anlamı değil, mastar anlamını vermektedir.
قُلْ لِلْمُخَلَّفِينَ مِنَ الْأَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ إِلَى قَوْمٍ أُولِي بَأْسٍ شَدِيدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ أَوْ يُسْلِمُونَ
Araplardan geride kalanlara “yakında şiddetli zorluk sahibi bir kavme çağrılacaksınız. Onlarla savaşacaksınız veya islam olacaklar” de. (Fetih 16)
Görüldüğü gibi bir topluluk islam olmaya savaşla zorlanılmaktadır. İslama günümüzdeki anlamın verilmediği çok açıktır. İslam olacaklar, yani düzenleri dengeli, bozulmayan bir şekilde olacaktır. Duruşları düzgün olacak, sistemli, Allah’ın kurallarına uygun olan dengeli kurallar içinde yaşayacaklardır. Aksi takdirde o kavim kendi içinde kendi vatandaşlarına zulmetmektedir. İslam olmayan düzenlerin hepsi zulüm düzenidir.
Günümüzde hayattan çıkarılıp anlamı bilinmeden tilavet edilen Kuran’a inanmak ve ritüellere indirgenmiş olan faaliyetler İslam dini olarak adlandırılmaktadırlar. Din kelimesi de tahrife uğramıştır. Günümüzde sosyolojik manada kullanılan din kelimesi ile Kuran’da geçen din kelimesi farklı anlamlardadır.
Günümüzde din kelimesi “inanç” anlamında kullanılmaktadır. Hıristiyanlık dini, Yahudilik dini, İslam dini şeklinde kullanılmaktadır. Kuran’da Hıristiyanlık dini ve Yahudilik dini ifadesi geçmediği gibi İslam dini ifadesi de geçmez, “din olarak İslam” ifadesi geçer, “Allah’ın dini” ifadesi geçer. Din kelimesi Kuran’da düzen (hukuk düzeni) anlamındadır. Uyulması gereken kurallar bütünüdür.
وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِينًا
Sizin için din olarak İslam’dan razı oldum. (Maide 3)
إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الْإِسْلَامُ
Kesinlikle Allah’ın indinde din İslam’dır. (Ali İmran 19)
Din olarak İslam vardır. Din olmayarak da islam vardır. Bu nedenle Kuran’da دِينُ الْإِسْلَامِ (İslam dini) ifadesi geçmez. İslam sadece dinin vasfı değildir. Bozulmadan, dengeli bir şekilde durmak, dengesinin bozulmaması için sürekli müdahale gerektirmemektir.
Bu ayetlerde de görüldüğü gibi hukuk düzeninin, uyulması gerekli kuralların İslam olması gereklidir. İslam yapısı bozulmadan kendi içinde dengeli olmak demektir. Hukuk düzeni İslam olmalıdır. Kendi içinde dengeli olmalıdır. Sürekli müdahalelere gerek duyulmamalıdır. Her gün yeni bir mevzuat üretmeye gerek olmamalıdır. Günümüzde dünyada hiçbir yerde Allah’ın dini yoktur. Dolayısıyla din olarak İslam da yoktur. İslam ancak Allah’ın dini ile mümkündür. Allah’ın kurallarının geçerli kurallar olması ile mümkündür. Diğer bütün kurallar dengesizdir ve bozulur. Sürekli müdahale gerektirir. Her gün yeni bir sorun ortaya çıkar, hemen ona bir mevzuat üretirler. O kadar dengesizdir ki sistem, kanunlar yetişmez, kararnameler çıkarılır, o da bozulmanın hızına yetişemez, kanuna dayanmayan yönetmeliklerle kanunmuş gibi kurallar, cezalar üretilir. O da bozulmanın hızına yetişemez. Sistem sürekli müdahale gerektirir. Sistemin dengesizliğini düzeltmek için çıkarılan her kural başka bir dengesizlik ortaya çıkarır. Sonra onu düzeltmek için çıkarılan bir başka kural başka yeri bozar. Çıkarılan kurallar insanların birbiri ile çatışmasına sebep olur. Bunu düzeltmek için çıkarılan kural da başka çatışmalara sebebiyet verir. Bu şekilde zincirleme devam eder gider. Mevzuat artık o kadar şişer ki kimse bütününe hâkim olamaz hale gelir. Sürekli müdahale edildiği için artık birbiri ile de çelişir hale gelir. Hakimler nasıl karar vereceklerini şaşırır hale gelirler. Allah’ın dininde, İslam olan dinde yani hukuk düzeninde ise böyle şeyler yoktur. Yarattığını en iyi bilen Allah’ın kurallarına dayanan kurallar dengelidir. Sisteme sürekli müdahaleler gerekmez. Bozulmadan devam eder gider. İşte bu İslam’dır. Bu düzeni yıkmaya çalışan bozgunculara karşı ise müminler vardır. Onlar güvenliği sağlayanlardır. Yöneticilik müminlerdedir. Herkesin iyi olmasından sorumludurlar.
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْإِسْلَامِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ
Kim din olarak İslam’dan gayrısını ibtiğa ederse ondan asla kabul olunmayacaktır ve o ahirette hasarda olanlardan olacaktır. (Ali İmran 85)
Çoğunluk demokrasisi Allah’ın dini değildir. İslam’ın bir düzeni de değildir. Din olarak yani düzen olarak İslam’ın gayrısıdır. Allah da ondan razı değildir. Asla kabul görmeyecektir. O düzen içinde, çoğunluk demokrasisi içinde ibtiğa eden yani arayışlar içinde olan, onun içinde çözümler arayanlar bu ayetin kapsamı içindedirler.
Adil Düzen Kuran’a dayanır. Sürekli kuralların değişmesine ihtiyaç yoktur. Çünkü Allah’ın kurallarına dayanır. Dengelidir. Bu nedenle İslam’ın bir dinidir. Garip olan Adil Düzenciyiz diyenlerin bile bir kere olsun Akevler’e girip Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasasını okumamış olmalarıdır. Onların kafasındaki Adil Düzen ile gerçek Adil Düzen arasında bir benzerlik de yoktur. Ne halde olduğumuz ortadadır.
وَجْهَ: “Yüz, surat, vech” demektir. وجه kökünden gelmiş isimdir. Çoğulu وُجُوه dur.
(وجه) الواو والجيم والهاء: أصلٌ واحد يدلُّ على مقابلةٍ لشيء. والوجه مستقبِلٌ لكلِّ شيء.
Vâv ve Cim ve Ha: Tek kök bir şey için karşılaşmaya delalet eder. Vech her şey için karşılayandır. (Makayisu-l Luga)
Vech yüz demektir ancak her zaman fiziksel olarak yüzü ifade etmez. Genellikle kişinin yönelimini ifade eder. Çünkü kime yönelirse insan yüzünü ona çevirir.
أَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍ
Onu her nereye yöneltirse hiçbir hayır getirmez. (Nahl 76)
Bu ayetteki gibi tef’îl bâbından geldiğinde “yöneltmek” anlamına gelir.
وَلَمَّا تَوَجَّهَ تِلْقَاءَ مَدْيَنَ قَالَ عَسَى رَبِّي أَنْ يَهْدِيَنِي سَوَاءَ السَّبِيلِ
Medyen’le karşılaşmaya yöneldiğinde “Belki rabbim beni yolun ortasına rehberlik eder” dedi. (Kasas 22)
Bu ayetteki gibi tefe’ûl bâbından gelince “yönelmek” anlamındadır. Türkçede de “teveccüh” şeklinde “yönelim, yönelme” anlamında doğru bir şekilde kullanılmaktadır.
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. مَنْ e racidir.
وَجْهَهُ: “Onu vechi” demektir.
إِلَى: “-e, -a” demektir. Harf-i cerdir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
إِلَى اللَّهِ: “Allah’a” demektir.
وَ: “Halde” demektir. Hâl vâvıdır. Arkasından hâl cümlesi gelir.
هُوَ: “O” demektir. مَنْ e racidir.
مُحْسِنٌ: “İyilik yapan” demektir. Eril tekil merfu nekre ism-i fâildir. Beşinci bâbdan حَسُنَ - يَحْسُنُ iyi olmak manasındadır. Lazım fiildir. Beşinci bâb if’âl bâbına (أَحْسَنَ – يُحْسِنُ) tadiye etkisi ile gelir. “İyilik yaptı” anlamına gelir.
Kuran’da nasıl hiçbir insan için الْمُؤْمِن kelimesi geçmiyorsa الْمُحْسِن kelimesi de geçmez. الْمُؤْمِنِينَ ve الْمُحْسِنِينَ geçer. Bir insan tek başına مُؤْمِنٌ gibi مُحْسِنٌ olabilirken الْمُحْسِن de الْمُؤْمِن gibi tek başına olunmaz, الْمُؤْمِنِينَ içinde الْمُؤْمِن olabildiğiniz gibi الْمُحْسِنِينَ içinde الْمُحْسِن olabilirsiniz. Kendi başına الْمُؤْمِن olan yalnızca Allah’tır.
هُوَ مُحْسِنٌ: “O iyilik yapandır” demektir.
وَهُوَ مُحْسِنٌ: “O iyilik yapan halinde” demektir. Hâl cümlesidir. مَنْ e raci olan zamirlerin hâlidir.
يُسْلِمْ وَجْهَهُ إِلَى اللَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ: “İyilik yapan halinde Allah’a doğru yönelimini bozmadan tutar” demektir.
مَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُ إِلَى اللَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ: “Kim iyilik yapan halinde Allah’a doğru yönelimini bozmadan tutarsa” demektir. Şart cümlesidir.
Bu şart cümlesi öncesindeki ayetteki “Onlara Allah’ın indirdiğine kendiliğinizden uyun denildiğinde ‘aksine atalarımızı üzerinde bulduğumuza kendiliğimizden uyarız’ diyenlerin şeytan tarafından yakıcının azabına çağrılmaları üzerine bir vâv-ı isti’nafiyye ile gelmiştir. Bu vâv öncesi ile arasında ilişki olduğunu göstermek içindir. Onların durumuna düşmemek için yapılması gereken bu şart cümlesi ile anlatılmaktadır. Onlar Allah’ın indirdiğini beğenmiyor, alıştıkları düzen içinde çabalıyorlar, günümüzde çoğunluk demokrasisi içinde çareler arıyorlar, onun içinde boğuluyorlar. Oysa yapılması gereken vechini yani yönelimini Allah’a doğru tutarak islam halinde yani dış etkilerle bozulmayacak halde tutmaktır. Dış etkiler iktidarda olmayana diyecektir ki “günümüzde başka çare mi var, iktidara ancak bununla geliniyor”. İktidarda olana ise “sen iktidardasın, gücünü koruman lazım, yerini kaybetmemen lazım ki en güzel hizmetleri yapmaya devam etmelisin” diyecektir. İşte bunlardan etkilenmeyeni anlatıyor bu şart cümlesi. Allah ne indirdiyse o, Allah’ın kuralı ne ise o, vechini sağlam tutan, duruşunu bozmayanı anlatıyor ama sadece bu duruşu bozmamayı değil muhsin halinde olmayı da şart koşuyor. Sadece duruşunu bozmamakla kalmayacak, iyi işler yapacak, Allah’ın düzeninin gelmesi için çalışacak demektir.
فَ: Cevap fâ’sıdır. Şart cümlesinden sonra cevap cümlesinin başına gelir. Bazı durumlarda cevap cümlesinden önce fâ (فَ) gelir, bazı durumlarda gelmez. Bu fâ’ya fâ-ı cevabiyye denir.
Cevâp cümlesinin başına fâ-ı cevabiyye (فَ) gelmesi:
- Cevap cümlesinin başında سَ , سَوْفَ , قَدْ bulununca. Cevap fiili mazi ise ve başında قَدْ olmadan فَ varsa قَدْ var ve hazf edilmiş kabul edilir.
- Cevap fiili مَا veya لَنْ ile olumsuz olursa
- Cevap isim cümlesi olunca
- Cevap cümlesi harflerle başlayan mensuh isim cümlesi ise (İnne ve benzerleri, cinsini nefyeden Lâ gibi)
- Cevap fiili emir, nehiy, istifham gibi talep bildirirse
- Cevap fiili câmid fiilse (عَسَى, لَيْسَ, نِعْمَ, بِئْسَ, سَاءَ gibi)
- Cevap cümlesinin başında إِنَّمَا varsa
- Cevap cümlesi yeni bir şart-cevap cümlesi ise
Cevâp cümlesinin başına fâ-ı cevabiyye (فَ) gelmemesi:
- Cevap fiili olumlu muzari ise
- Cevap fiili لَا ile olumsuz muzari ise: Muzari fiilin başına gelen لَا muzari fiilin cezm edilmesini engellemez. Bu nedenle şart edatı muzariyi cezm ettiyse başına fâ-u cevabiyye gelmez.
- Cevap fiili başında قَدْ bulunmayan mazi fiilse
- Cevap fiili لَمْ ile olumsuz ise
Burada cevap cümlesinin başında قَدْ bulunduğundan başına fâ-ı cevabiyye gelmiştir.
قَدِ: Harftir. İsim cümlesinden önce gelmez. Her zaman olumlu fiillerden önce gelir, olumsuz fiillerden önce gelmez. Fiil ile arasında başka bir şey bulunmaz.
- Mazi fiilden önce gelince:
- Tahkîk (gerçekleştirme) edatı (حَرْفُ التَّحْقِيقِ) olur. “Muhakkak”, “gerçekten” anlamlarına gelir. Normalde “-di” li geçmiş zaman olan mazi fiil “-miş” li geçmiş zamanın kesinlik ifade eden şekline dönüşür. Bu durumda fiilin sonuna da “-mıştır”, “-miştir”, “-muştur”, “-müştür” eklerinin eklenmesi gerekir. Yeminin cevap lâmından sonra gelirse tahkîk edatı olur.
- Tevakku (beklenti) edatı (حَرْفُ التَّوَقُّعِ) olur. Beklenilen bir haberin cevabında mazi fiilin başına eklenir. Ölümü beklenmeyen bir kimsenin ölüm haberini verirken مَاتَ (öldü) şeklinde haber verilirken, ölmesi beklenen bir hastanın ölüm haberi verilirken قَدْ مَاتَ (ölmüş) şeklinde haber verilir. Bu durumda fiilin sonunda “-mıştır”, “-miştir”, “-muştur”, “-müştür” eklenmesi yeterlidir.
- Takrîb (yaklaştırma) edatı (حَرْفُ التَّقْرِيبِ) olur. Normalde mazi fiil hem uzak hem de yakın geçmiş zamanı ifade eder. Bu edatın başına gelmesi ile yakın geçmiş zamanı ifade ederse takrîb edatı olmuş olur. Bu durumda fiilin sonunda “-dı”, “-di”, “-du”, “-dü” eki kalır. Mişli geçmiş zaman şeklinde söylenmez.
- Muzari fiilden önce gelince: Tahkîk edatı olur. Gerçekleştirme olayını şimdiki zamana alır. “Muhakkak … -yor” anlamına gelir. لَقَدْ şeklinde geldiği durumlarda her zaman tahkîk edatıdır.
Bu ayette قَدْ tahkik edatıdır. Kesinlik ifade etmek için gelmiştir.
اسْتَمْسَكَ: “Sımsıkı tuttu” demektir. مسك kökünden istif’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Birinci bâbdan مَسْك mastarı bir şeyi, birisini bulunduğu yer ve hali üzerinde tutmak manasındadır. İf’âl bâbında (أَمْسَكَ – يُمْسِكُ) sayruret etkisi ile gelir. Bir şeyi, birisini bulunduğu yer ve hali üzerinde tutar halde olmak anlamındadır. İstif’âl bâbına (يَسْتَمْسِكُ - اسْتَمْسَك) ise kuvvet etkisi ile gelir. Bir şeyi sımsıkı tutmak anlamındadır.
بِ: “-ı, -i, -u, -ü” demektir. Harf-i cerdir. اسْتَمْسَكَ fiilinin mef’ûlü yani sımsıkı tutulan bu harf-i cerden sonra gelir.
الْعُرْوَةِ: “Kulp” demektir. عرو kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan عَرْو mastarı birisinin/bir şeyin birisine/bir şeye bağlanıp onun şeklinin bir parçası olması manasındadır. Bu mastar manasından birisinin bir şeye bağlanması için kullanılan araç manasında عُرْوَة “kulp” anlamında, ism-i alet manasında isimdir.
الْوُثْقَى: “En sağlam” demektir. وثق kökünden beşinci bâbdan gelmiştir. Kuvvetli bağlarla bağlanıp sağlamlaşmak manasındaki fiilden “en sağlam” manasına gelmiş dişil ism-i tafdildir. Bu kökten gelen وَثَاق “bağ” demektir. Altıncı bâbdan ثِقَة mastarı iki kişiyi veya iki şeyi bir araçla birbirine kuvvetle bağlamak manasındadır. Bu mastar manasından bağlama aracı manasında وَثَاق “bağ” anlamında, ism-i alet manasında isimdir. Bu bağlayıcılıktan مِيثَاق “anlaşma” demektir. مَوْثِق “anlaşma yapmak, söz vermek” anlamındadır.
الْعُرْوَةِ الْوُثْقَى: “En sağlam kulp” demektir.
بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى: “En sağlam kulpu” demektir.
قَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى: “En sağlam kulpu sımsıkı tutmuştur” demektir. Cevap cümlesidir.
مَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُ إِلَى اللَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى: “Kim iyilik yapan halinde Allah’a doğru yönelimini bozmadan tutarsa en sağlam kulpu sımsıkı tutmuştur” demektir.
فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللَّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى لَا انْفِصَامَ لَهَا
Kim Tağut’a küfreder ve Allah’a iman ederse onda hiçbir kopma olmayan sağlam bir kulpu sımsıkı tutmuştur. (Bakara 256)
Burada Tağut’a küfretme ve beraberinde Allah’a iman etme vardır. Tâğut’a küfretme yani onu görmezden gelme yapılması istenen bir ameldir. Tağut azgınlığı, taşkınlığı teşvik edendir. Onun emirlerini, önerilerini görmezden gelmek gerekir. Allah’a da iman etmek yani güvenmek gerekir. Bu ayette de en sağlam kulpu sımsıkı tutma durumu vardır. Kulpun bir özelliği daha açıklanmıştır. Onda kopma yoktur.
Lokman suresinin bu ayeti ve Bakara’nın bu ayetinde en sağlam kulpa tutunmak iki ayrı şey için söylenmiştir. Aslında ikisi de düzenle ilgilidir. Allah’a doğru yönelimini bozmadan tutan kimsenin zaten Allah’a iman etmesi ve Tağut’a küfretmesi gereklidir. Aksi halde Allah’a doğru yönelimini koruyamaz. Azgınlığı, taşkınlığı teşvik eden sistemlerden uzak durması gereklidir.
فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذِي أُوحِيَ إِلَيْكَ
Sana vahyolunanı sımsıkı tut. (Zuhruf 43)
Sımsıkı tutulması gereken vahyolunandır.
وَقَالُوا لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلَّا مَنْ كَانَ هُودًا أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (111) بَلَى مَنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُ أَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّهِ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ (112)
“Yahudi veya hıristiyan olandan başkası asla cennete giremeyecek” dediler. Bunlar onların kuruntularıdır. “Burhanınızı getirin eğer sadıklar iseniz” de. Tersine, kim iyilik yapan halinde Allah için yönelimini bozmadan tutarsa O’na aittir onun ecri rabbinin indinde ve onlara bir korku yoktur ve onlar hüzünlenmezler. (Bakara 111-112)
Bu ayette cennete girmek için bir inanca sahip olmak değil yönelimini Allah için bozmadan tutma şartı getirilmiştir. Günün şartları nedeniyle böyle böyle yaptık, çoğunluk sistemi içinde birilerini destekledik, o sistem içinde çoğunluğa uyarak Allah’ın yolundan sapmak zorunda kaldık gerekçeleri geçerli değildir.
وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا
Kim din (düzen) olarak iyilik yapan halinde Allah için yönelimini bozmadan tutandan ve hanîf (hakka meyleden) halde İbrahim milletine uyandan daha iyidir. (Nisa 125)
Bu ayette vechini islam etmenin din yani düzenle ilgili olduğu gösterilmektedir.
فَإِنْ حَاجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلَّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُلْ لِلَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْا وَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ
Seninle tartışırlarsa “Allah için yönelimimi bozmadan tuttum ve bana uyan kimse de” de. Kitap verilenlere ve ümmilere “islam oldunuz mu?” de. Eğer islam olurlarsa yolu bulmuşlardır ve eğer dönerlerse sana yalnızca belağ (ulaşmak ve hedefinde istikrarlı olmak) vardır. Allah kulları (O’nun için çalışanları) görendir. (Ali İmran 20)
Bu ayette kitap verilenler ve ümmiler islam olmaya çağrılmaktadırlar. Allah’ın kurallarının geçerli olduğu bozulmayan sağlam düzeni kurmaya veya bu düzene girmeye davet edilmektedirler.
Bakara 112 | أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ |
Nisa 125 | أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ |
Ali İmran 20 | أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلَّهِ |
Lokman 22 | يُسْلِمْ وَجْهَهُ إِلَى اللَّهِ |
Bu üç ayette vechini islam etmek لِلَّهِ (Allah için) gelirken Lokman suresinin bu ayetinde إِلَى اللَّهِ (Allah’a doğru) şeklinde gelmektedir. Aynı zamanda bu üç ayette islam olma mazi fiille gelirken Lokman suresinin bu ayetinde muzari fiille gelmektedir.
إِلَى اللَّهِ şeklinde gelmesi Allah’a doğruluğu ifade eder. Yönelimini artık onlardan uzaklaştır denmektedir. Onlara artık bir faydan yok demektir. Onlar atalarını üzerinde buldukları sistemlere uymaktadırlar. Çoğunluk demokrasisi içinde çabalamaktadırlar. Çoğunluk demokrasisi içinde kendilerine çoban seçip güdülmek istemekteler veya çoban olup gütmek istemektedirler. إِلَى اللَّهِ ibaresi bu nedenle çok önemlidir. Senin onlarla işin bitti, sen kendi yöneliminle ilgilen, onlar atalarını üzerinde buldukları düzen içinde oyalansınlar demektir.
يُسْلِمْ şeklinde muzari fiille gelmesi istimrarı gösterir. Bir kere yapmak demek değildir. Yönelimini bozmamak süreklilik gerektirmektedir. Çünkü atalarını üzerinde buldukları sistem sürekli olarak seni yönelimini bozmaya teşvik edecektir. Çünkü doğduğundan beri onu görmüşsündür. Ondan başka bir çözüm yolu görmemişsindir ve ne kadar çok insan o sistemi benimsemiştir. Çoğunluk demokrasisinde mücadele etmek sekülerler tarafından kutsanmıştır. Sonradan bu sistemde mücadele etmeye başlayan inançlı kesimler tarafından da cihad haline getirilmiştir. İşte atalarını üzerinde bulduğun bu sistem senin Allah’a yönelimini bozmak için hiç durmadan baskı yapacaktır. Bu nedenle muzari fiil gelmiştir. Sürekli olarak gelen bu uyaranların etkilerinden uzak tutman gerekir yönelimini. Onlara azıcık bile yönelmemen gerekir ki en sağlam kulpa tutunasın.
İşte sadece bir muzari fiil gelmesi ve bir harf-i cer bu kadar çok şey anlatabilir.
وَإِلَى اللَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ
Allah’adır işlerin sonu.
İsim cümlesi | Vâv-u isti’nâfiye |
Mübteda | Haber |
Muzâfun ileyh | Muzâf | Mecrur | Cârr |
الْأُمُورِ | عَاقِبَةُ | اللَّهِ | إِلَى | وَ |
وَ: Vâv-ı isti’nafiyyedir.
إِلَى: “-e, -a” demektir. Harf-i cerdir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
إِلَى اللَّهِ: “Allah’a” demektir.
عَاقِبَةُ: “Akıbet, son” demektir. Bir şeyin, bir kimsenin, bir işin zaman olarak hemen arkasından gelmek manasındadır.
الْأُمُورِ: “İşler” demektir. ءمر kökünden الْأَمْرِ nin çoğuludur. الْأَمْرِ “emir, iş” demektir. Biz Türkçede emir denince yapılması zorunlu olan komut olarak anlıyoruz. Emir öyle değildir. Emir önceden belirlenmiş talimatları takip ederek amacına ulaşmak için programlı bir şekilde uygulanarak gerçekleştirilmesi gereken görev veya iştir.
عَاقِبَةُ الْأُمُورِ: “İşlerin sonu” demektir.
إِلَى اللَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ: “Allah’adır işlerin sonu” demektir. Yapılan işlere verilecek olan karşılıklar Allah tarafındandır. Buradaki işler harf-i tarifle marifedir. Bilinen işlerdir. Herhangi bir fiil değildirler. Önceden belirlenmiş talimatları takip ederek amacına ulaşmak için programlı bir şekilde uygulanarak gerçekleştirilmesi gereken görev veya işler atalarını üzerinde buldukları düzenin talimatlarıyla yapılan işler olduğu gibi yönelimini Allah’a doğru bozmadan sürdüren kimsenin de yaptığı işlerdir. Bütün bunların sonu Allah’a doğrudur. Allah hepsine karşılık verecektir. Onlar atalarını üzerinde buldukları düzene uysunlar, çoban olsunlar veya çoban arasınlar, emretsinler veya “öl de ölelim, vur de vuralım” diyerek emirleri yerine getirsinler, alkışlı, ıslıklı toplantılar yapsınlar, vesenlerine üye kaydetmek ve vesenlerini yüceltmek için çaba içinde olsunlar. Bunlar için talimatlar ve kurallar hazırlayarak işlerini yapsınlar. Allah bunları bilmektedir ve bu işlere karşılık verilecek cezalar Allah’a aittir, sana değil. Sen yönelimini Allah’a doğru bozmadan tut, Allah’ın indirdiği ile kendi talimatlarını ve kurallarını oluştur, onları kendi haline bırak, onların talimatları ve kuralları içinde çoğunluğun peşine düşme. Senin de işlerinin sonu Allah’ta bitecektir. Sonunda sen de yaptıklarından ödülleneceksin veya sıkıntılara düşeceksin. Yönelimini bozmadan korumalısın.
Teşvikiye, Yalova
27 Temmuz 2024
M. Lütfi Hocaoğlu