RÛM SÛRESİ - 38. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَئِنْ أَرْسَلْنَا رِيحًا فَرَأَوْهُ مُصْفَرًّا لَظَلُّوا مِنْ بَعْدِهِ يَكْفُرُونَ (51) فَإِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ (52)
Yemin olsun bir rüzgâr göndersek de onu içi boşalmış görseler ondan sonrasında küfrediyor olurlar. Kesinlikle sen ne ölülere işittirirsin ne de sağırlara arkalarına dönerek yöneldikleri zaman çağrıyı işittirirsin. (51-52)
وَلَئِنْ أَرْسَلْنَا رِيحًا فَرَأَوْهُ مُصْفَرًّا لَظَلُّوا مِنْ بَعْدِهِ يَكْفُرُونَ
Yemin olsun bir rüzgâr göndersek de onu içi boşalmış görseler ondan sonrasında küfrediyor olurlar.
Cevap cümlesi | Yemin cümlesi | Vâv-u isti’nâfiye |
Cevap cümlesi Mensuh isim cümlesi | Şart cümlesi | Lâmul muvattaa Cevap lâmı |
Haberi Fiil cümlesi | İsmi | Nâsih | Cevap lâmı | Ma'tûf Mensuh fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi | Şart edatı |
Fâil | Fiil | Mefûlun fih |
و | يَكْفُرُونَ | مِنْ بَعْدِهِ | و | ظَلُّوا | لَ | رَأَوْهُ مُصْفَرًّا | فَ | أَرْسَلْنَا رِيحًا | إِنْ | لَ | | وَ |
وَ: Vâv-u isti’nafiyyedir. Öncesi ile atıf ilişkisi yoktur ama anlamsal bir bağ vardır.
لَ: Lâmu-l muvattaa’dır. Yemin cümlesi ile şart cümlesi bir arada gelip ortak bir cevap cümlesinde birleşebilir. Burada yemin cümlesi önce gelir. Bunu takiben bir lâm gelir. Yeminin cevap lâmı gibi olan bu lâma lâmu-l muvattaa (اللام الموطئة للقسم) denir. Bunu takiben şart cümlesi gelir. Şart cümlesini takiben de cevap cümlesi gelir. Bu cevap cümlesi aslında hem yeminin hem de şartın cevap cümlesidir. Ancak yemin cümlesi önce geldiği için bu cevap cümlesi gramersel olarak yeminin cevap cümlesi olarak davranır. Bu nedenle bu cevap cümlesi için cevap lâmını alıp almama kuralları yeminin cevap cümlesi kurallarıdır.
Yemin ve şartın ortak geldiği durumlarda şart cümlesi her zaman إِنْ şart edatı ile gelir. Her zaman şart cümlesi mazi ya da لَمْ ile muzaridir ki bu da mazi anlamlıdır. Burada da şart cümlesi tıpkı parantez cümlesi olan şart cümlesi gibi davranır.
Genellikle yemin cümlesi hazf edilir ve sadece lâmu-l muvattaa gelir. Çok nadiren hazf edilmez. Çünkü lâmu-l muvatta ve arkasından gelen إِنْ şart edatı ve yeminin cevap cümlesi olarak davranan cevap cümlesi başta hazf edilmiş olan yemin cümlesine delalet etmektedir.
Cevap cümlesi | Yemin cümlesi |
Cevap cümlesi | Şart cümlesi | Lâmul muvattaa Cevap lâmı |
| Cevap lâmı | | Fiil | Şart edatı |
... | لَ | ... | فَعَلَ /لَمْ يَفْعَلْ | إِنْ | لَ | |
إِنْ: “-se” demektir. Şart edatıdır. Bu edatı takiben şart cümlesi ve sonrasında cevap cümlesi gelir.
أَرْسَلْنَا: “Gönderdik, elçi kıldık” demektir. Dördüncü bâbdan رَسَل mastarı bir mesajı ulaştırmak, bir görevi yapmak için elçi olmak manasındadır. İf’âl bâbında (أَرْسَلَ – يُرْسِلُ) tasyir etkisi ile gelir. Birisini, birilerini bir mesajı ulaştırmak, bir görevi yapmak için elçi haline getirmek anlamındadır.
رِيحًا: “Rüzgâr” demektir. روح kökünden gelmiş nekre bir isimdir. نفخ kökünün (üflemek) zıttıdır. Üçüncü bâbdan mastar olarak hava ve benzeri şeyleri içine çekerek bir yerden başka bir yere hareket ettirmek manasındadır. Bu mastar manasından bir yerden başka bir yere içine çekilerek hareket ettirilen manasında “rüzgâr” anlamında isimdir. Çoğulu رِيَاحًا dir.
أَرْسَلْنَا رِيحًا: “Bir rüzgâr gönderdik” demektir.
فَ: Atıf harfidir. أَرْسَلْنَا رِيحًا cümlesine رَأَوْهُ مُصْفَرًّا cümlesini atfetmektedir.
رَأَوْا: “Gördüler” demektir. رءي kökünden üçüncü bâbdan üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir. Fâili cem vâvıdır. Önceki ayetteki الْمَوْتَى (ölüler) ya racidir. Suretin şekil, renk ve hareketini gözle veya beyinle idrak etmek ve bilmek demektir (يدرك ويعلم شكل ولون وحركة الصورة بعينه التي في رأسه أو بعين قلبه وفؤاده التي في نفسه). Reyde gözle görmek şart değildir. Burada görenler ölülerdir. Bu ölüler mecazi ölülerdir.
هُ: “O” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. Önceki ayetteki bir kıraate göre آثَارِ رَحْمَةِ اللَّهِ deki eserlerden birine, diğer kıraate göre أَثَرِ رَحْمَةِ اللَّهِ ye racidir. Yağmurun eseri olduğu için otu temsil etmektedir.
مُصْفَرًّا: “Sararan” demektir. صفر kökünden if’ilâl bâbından eril tekil mensub nekre ism-i fâildir. Bu bâb sıfat-ı müşebbehelerden gelir. Varlıkta o sıfat-ı müşebbehenin meydana geldiğini bildiren bir bâbdır. Renkler, kusurlar, tabiat ve hali gösteren sıfat-ı müşebbeheleri fiilleştiren bâb bu bâbdır.
Renk, kusur, tabiat ve hali gösteren sıfat-ı müşebbehe kalıbı çekimleri
Nekre | |
Düzensiz çoğul | Çoğul | İkil | Tekil |
فُعْلٌ | | أَفْعَلَانِ | أَفْعَلُ | Eril | Merfu |
فُعْلٌ | فَعْلَاوَاتٌ | فَعْلَاوَانِ | فَعْلَاءُ | Dişil |
فُعْلًا | | أَفْعَلَيْنِ | أَفْعَلَ | Eril | Mensub |
فُعْلًا | فَعْلَاوَاتٍ | فَعْلَاوَيْنِ | فَعْلَاءَ | Dişil |
فُعْلٍ | | أَفْعَلَيْنِ | أَفْعَلَ | Eril | Mecrur |
فُعْلٍ | فَعْلَاوَاتٍ | فَعْلَاوَيْنِ | فَعْلَاءَ | Dişil |
Marife | |
Düzensiz çoğul | Çoğul | İkil | Tekil |
الْفُعْلُ | | الْأَفْعَلَانِ | الْأَفْعَلُ | Eril | Merfu |
الْفُعْلُ | الْفَعْلَاوَاتُ | الْفَعْلَاوَانِ | الْفَعْلَاءُ | Dişil |
الْفُعْلَ | | الْأَفْعَلَيْنِ | الْأَفْعَلَ | Eril | Mensub |
الْفُعْلَ | الْفَعْلَاوَاتِ | الْفَعْلَاوَيْنِ | الْفَعْلَاءَ | Dişil |
الْفُعْلِ | | الْأَفْعَلَيْنِ | الْأَفْعَلِ | Eril | Mecrur |
الْفُعْلِ | الْفَعْلَاوَاتِ | الْفَعْلَاوَيْنِ | الْفَعْلَاءِ | Dişil |
Örnekler:
Eril أَفْعَلُ | Dişil فَعْلَاءُ | Çoğul فُعْلٌ | Anlamı |
أَصْفَرُ | صَفْرَاءُ | صُفْرٌ | Sarı |
أَحْمَرُ | حَمْرَاءُ | حُمْرٌ | Kırmızı |
أَزْرَقُ | زَرْقَاءُ | زُرْقٌ | Mavi |
أَخْضَرُ | خَضْرَاءُ | خُضْرٌ | Yeşil |
أَسْوَدُ | سَوْدَاءُ | سُودٌ | Siyah |
أَبْيَضُ | بَيْضَاءُ | بِيضٌ | Beyaz |
أَعْرَجُ | عَرْجَاءُ | عُرْجٌ | Topal |
أَحْدَبُ | حَدْبَاءُ | حُدْبٌ | Kambur |
أَبْكَمُ | بَكْمَاءُ | بُكْمٌ | Dilsiz |
أَصَمُّ | صَمَّاءُ | صُمٌّ | Sağır |
أَحْوَلُ | حَوْلَاءُ | حُولٌ | Şaşı |
İf’ilâl bâbı sülasi fiillerden gelmez. Sıfat-ı müşebbehelerden gelir. Varlıkta o sıfat-ı müşebbehenin meydana geldiğini bildiren bir bâbdır.
Bu bâbın ism-i fâil çekimi şu şekildedir:
Nekre | |
Çoğul | İkil | Tekil |
مُفْعَلُّونَ | مُفْعَلَّانِ | مُفْعَلٌّ | Eril | Merfu |
مُفْعَلَّاتٌ | مُفْعَلَّتَانِ | مُفْعَلَّةٌ | Dişil |
مُفْعَلِّينَ | مُفْعَلَّيْنِ | مُفْعَلًّا | Eril | Mensub |
مُفْعَلَّاتٍ | مُفْعَلَّتَيْنِ | مُفْعَلَّةً | Dişil |
مُفْعَلِّينَ | مُفْعَلَّيْنِ | مُفْعَلٍّ | Eril | Mecrur |
مُفْعَلَّاتٍ | مُفْعَلَّتَيْنِ | مُفْعَلَّةٍ | Dişil |
Marife | |
Çoğul | İkil | Tekil |
الْمُفْعَلُّونَ | الْمُفْعَلَّانِ | الْمُفْعَلُّ | Eril | Merfu |
الْمُفْعَلَّاتُ | الْمُفْعَلَّتَانِ | الْمُفْعَلَّةُ | Dişil |
الْمُفْعَلِّينَ | الْمُفْعَلَّيْنِ | الْمُفْعَلَّ | Eril | Mensub |
الْمُفْعَلَّاتِ | الْمُفْعَلَّتَيْنِ | الْمُفْعَلَّةَ | Dişil |
الْمُفْعَلِّينَ | الْمُفْعَلَّيْنِ | الْمُفْعَلِّ | Eril | Mecrur |
الْمُفْعَلَّاتِ | الْمُفْعَلَّتَيْنِ | الْمُفْعَلَّةِ | Dişil |
هُ مُصْفَرًّا: “Sararan olarak o” demektir.
رَأَوْهُ مُصْفَرًّا: “Onu sararan olarak gördüler” demektir.
إِنْ أَرْسَلْنَا رِيحًا فَرَأَوْهُ مُصْفَرًّا: “Eğer bir rüzgâr göndersek de onu sararan olarak görseler” demektir.
لَ: Yeminin cevap lâmıdır. Şart ve yemin cümleleri birleştiği için hem şart cümlesinin hem de yemin cümlesinin cevap lâmıdır.
ظَلُّوا: “Oldular” demektir. صَارَ ve benzerlerindendir. Bunlar hâl değiştirme fiilleridir. Bir hâlden başka bir hâle geçişi ifade eden fiillerdir. صَارَ ve benzerleri kâne ve benzerlerinin alt grubundandır.
صَارَ ve benzerleri |
Muzari | Mazi |
يَصِيرُ | صَارَ |
يُصْبِحُ | أَصْبَحَ |
يُضْحِي | أَضْحَى |
يُمْسِي | أَمْسَى |
يَظَلُّ | ظَلَّ |
يَبِيتُ | بَاتَ |
İsmi ve haberi vardır. Kuran’da أَصْبَحَ ve ظَلَّ geçmektedir.
Burada ظَلُّوا nun ismi içinde geçen cem vâvıdır. Önceki ayetteki الْمَوْتَى (ölüler) ya racidir.
ظَلَّ nin كَانَ den farkı hâl değişimini ifade etmesidir. كَانَ de hal değişikliği olmayabilir. ظَلَّ de ise o halde değilken kişi o hale girmiştir. كَانَ de kişi o hale girmiş de olabilir, zaten o halde de olabilir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
بَعْدِ: “Sonra” demektir. Zarftır.
هِ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. رَأَوْا in mastarına racidir.
بَعْدِهِ: “Ondan sonra” demektir.
مِنْ بَعْدِهِ: “Ondan sonrasında” demektir.
يَكْفُرُونَ: “Küfrederler, görmezden gelirler” demektir. كفر kökünden birinci bâbdan üçüncü şahıs eril çoğul merfu muzari malum fiildir.
مِنْ بَعْدِهِ يَكْفُرُونَ: “Küfrediyorlar ondan sonrasında” demektir.
ظَلُّوا مِنْ بَعْدِهِ يَكْفُرُونَ: “Ondan sonrasında küfrediyor olurlar” demektir.
لَئِنْ أَرْسَلْنَا رِيحًا فَرَأَوْهُ مُصْفَرًّا لَظَلُّوا مِنْ بَعْدِهِ يَكْفُرُونَ: “Yemin olsun bir rüzgâr göndersek de onu sararmış görseler ondan sonrasında küfrediyor olurlar” demektir.
Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir durum vardır. رَأَوْهُ (onu gördüler) deki o (هُ) zamirinin döndüğü bir ifade öncesinde doğrudan yoktur. Eserler ve eser şeklinde iki kıraat olmasıyla eser kıraatindeki esere veya eserler kıraatindeki eserlerden bir esere dönmektedir. Bu eseri yağmurun etkisiyle oluşan bitki olarak düşündüğümüzde sararma ifadesi uygundur. Ancak bir bitki yeşerir ve sararır, bunu herkes bilir. Bunun için küfretmiyor olanlar küfreder olmazlar. Bitkiler yeşerdiği gibi sararır da. Buradaki eser öncesindeki ayette belirttiğimiz gibi Allah’ın kullarına Allah’ın rahmetinin gelmesiyle ortaya çıkan eserdir, iştir, işletmedir. Peki, bir iş, bir işletme sararır mı? Bu durumda sararma kelimesinin başka anlamının olması gerekir ki bunu inceleyelim.
والصِّفْر والصَّفْر والصُّفْر: الشيء الخالي
Sıfr ve safr ve sufr: İçi boş şey. (Lisanu-l Arab)
وقد صَفِرَ الإِناء من الطعام والشراب
Kap yiyecek ve içecekten boşalmıştır. (Lisanu-l Arab)
وأَصْفَر الرجل، فهو مُصْفِر، أَي افتقر. والصَّفارِيت: الفقراء، الواحد صِفْرِيت
Adam sıfr oldu, o musfirdir, yani fakirleşti. Safarît: fakirler, tekili sıfrît. (Lisanu-l Arab)
İf’ilâl bâbı renkler yanında kusurları, sakatlıkları, halleri de gösterir. Bu örneklerde görüldüğü gibi “içi boşalmış” demektir. Türkçeye de Arapçadan girmiş olan sıfır (صِفْر) sözcüğü budur.
Allah’ın kullarının işletmesi, işi başarıya ulaşmış bir eser olarak ortaya çıkmıştır. Allah bir rüzgâr göndermiştir. İşletme/iş içi boş hale gelmiştir. Bu da imtihan içindir. Kimin küfredeceği ortaya çıkacaktır. فَرَأَوْهُ daki cem vâvı yani onlar ölülere racidir. Ölüler küfrediyor hale geleceklerdir. Başarıdan sonra başarısızlık ortaya çıkınca küfretmişlerdir. Bedir savaşındaki başarıdan sonra Uhud savaşındaki başarısızlık gibidir. ظَلَّ ile gelmiş كَانَ ile gelmemiştir. كَانَ ile gelseydi onlar zaten küfrediyorlardı, o halleri devam etti şeklinde anlaşılabilirdi. ظَلَّ ile geldiğinden küfretmiyor olma durumundan küfür durumuna geldikleri anlaşılmaktadır. Küfretmek görmezden gelmek demektir. Önceki başarıları görmezden geleceklerdir. Önceki başarıları görüyorlardı ama şimdi o gördükleri hiç olmamış gibidir. İşte ölü olmak böyle bir şeydir. Devam eden ayette ölüleri çok daha güzel bir şekilde tanımlamaktadır.
Anlam artık “Yemin olsun bir rüzgâr göndersek de onu içi boşalmış görseler ondan sonrasında küfrediyor olurlar” şeklindedir.
فَإِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ
Kesinlikle sen ne ölülere işittirirsin ne de sağırlara arkalarına dönerek yöneldikleri zaman çağrıyı işittirirsin.
Mensuh isim cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Haberi | İsmi | İnne |
Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi |
Mefûlun fih | Mefûlun bih | Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Müekkid | Müekked | Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Olum-suzluk edatı |
Muzâfun ileyh Fiil cümlesi | Muzâf |
وَلَّوْا مُدْبِرِينَ | إِذَا | الدُّعَاءَ | الصُّمَّ | أَنْتَ | تُسْمِعُ | لَا | وَ | الْمَوْتَى | أَنْتَ | تُسْمِعُ | لَا | كَ | إِنَّ | فَ |
فَ: Fâ-u isti’nafiyyedir. Öncesi ile sonrası arasında sebep sonuç ilişkisi vardır. Eseri içi boşalmış halde görenlerin durumu bu fâ harfinden sonra açıklanmaktadır.
إِنَّ: Huruf’u müşebbehe bi-l fiildendir. Tekîd için gelir. Cümleye kesinlik katar, muhatabın kafasındaki tereddütleri giderir.
كَ: “Sen” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. Kuran’ı okuyan ve Kuran’dan tebliğ yapan herkese hitap etmektedir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
تُسْمِعُ: “İşittirirsin” demektir. سمع kökünden if’âl bâbından ikinci şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. Fâili müstetir أَنْتَ (sen)dir. Dördüncü bâbdan سَمِعَ - يَسْمَعُ şeklinde bir sözü işitmek manasındadır. Dördüncü bâb if’âl bâbına (أَسْمَعَ – يُسْمِعُ) tadiye etkisi ile gelir. İşittirmek anlamına gelir.
لَا تُسْمِعُ: “İşittiremezsin” demektir.
الْمَوْتَى: “Ölüler” demektir. Tekili الْمَيِّتِ dir. موت kökünden birinci bâbdan sıfat-ı müşebbehedir. Ölmek manasından gelmiştir. Ölmek fiili lazım fiildir. Ölü olmak da sübut bildirir. Bu şekliyle sıfat-ı müşebbehedir. مَيِّتِ in iki düzensiz çoğulu vardır. Biri أَفْعَال kalıbından أَمْوَات dır. Diğeri burada geçen فَعْلَى kalıbından مَوْتَى dır. فَعْلَى çoğul vezni فَعِيل ve فَيْعِل vezninden gelen bela, sıkıntı, afet, hastalık anlatan isimlerin çoğul veznidir.
Tekil Vezni | Çoğul | Tekili | Anlam | Kök |
فَعِيلٌ | أَسْرَى | أَسِيرٌ | Esirler | ءسر |
قَتْلَى | قَتِيلٌ | Öldürülenler | قتل |
مَرْضَى | مَرِيضٌ | Hastalar | مرض |
شَتَّى | شَتِيتٌ | Bölük bölük | شتت |
صَرْعَى | صَرِيعٌ | Yere yıkılanlar | صرع |
فَيْعِلٌ | مَوْتَى | مَيِّتٌ | Ölüler | موت |
مَوْتَى çoğulu Kuran’da hem hakiki manada ölüler hem de mecazi manada ölüler için kullanılır. أَمْوَات çoğulu ise sadece hakiki manada ölüler için kullanılır.
لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى: “Ölülere işittiremezsin” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى cümlesine لَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ cümlesini atfetmektedir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
تُسْمِعُ: “İşittirirsin” demektir.
لَا تُسْمِعُ: “İşittiremezsin” demektir.
الصُّمَّ: “Sağırlar” demektir. Sakatlık bildiren sıfat-ı müşebbehedir. Hem eril olan أَصَمُّ (sağır) hem de dişil olan صَمَّاءُ (sağır) nun çoğuludur.
الدُّعَاءَ: “Çağrı, çağırma” demektir. دَعْوَة ve دَعْوَى dan farklıdır.
دَعْوَة: “Çağırma, çağırış” demektir. فَعْلَةٌ kalıbından gelmektedir. Bu kalıp mastar-ı bina-i merre kalıbıdır. Fiilin bir kere işlendiğini gösterir. İkili ve çoğulu olabilen mastarlar bu şekilde gelir. İki kere işlendiyse دَعْوَتَانِ, üç veya daha fazla işlendiyse دَعْوَات şeklinde gelir.
دُعَاء: “Çağırmak” demektir. فُعَالٌ kalıbından gelmektedir. Mazisi فَعَلَ vezninde olup vücutta meydana gelen bir semptoma, duruma veya vücuttan çıkan bir sese delalet eden fiillerin mastarı فُعَالٌ veya فَعِيلٌ kalıplarından gelir. دُعَاء da دعو kökünden birinci bâbdan mastardır. Birinci bâbdan olduğu için mazisi فَعَلَ veznindedir ve ses ifade eder. Bu nedenle فُعَالٌ vezninden gelmiştir. İkinci ve üçüncü harf arasındaki elif çağırmadaki uzamayı ve mübalağayı ifade eder. Uzun süreli veya tekrarlar içeren çağırma duadır.
دَعْوَى: “Ortak çağrı” demektir. فَعْلَى kalıbından gelmektedir. Sonundaki elif-i maksure fiilin belirli bir zamana delalet etmeden özel bir şekilde işlenmesini, işlenişin bir sürenin sonunda gerçekleştiğini ve şiddetini ifade eder. Hem zaman olarak hem de fiilin işlenişi olarak mübalağa ifade eder. Pek çok kişinin aynı çağrıyı yapması davadır. Bir sürecin sonunda meydana gelen ortak çağrı, ortak görüş anlamına gelir. Günümüzde de “davamız …” şeklinde kullanılmaktadır.
إِذَا: “Zaman” demektir. Zaman zarfıdır. Muzaf olarak kullanılır ve muzafun ileyhi olan cümlenin işleniş zamanını ifade eder.
وَلَّوْا: “Döndürdüler” demektir. ولي kökünden tef’îl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir. Fâili cem vâvıdır (وَلَّوْا). الصُّمَّ ye (sağırlara) racidir. Bu fiilin iki mef’ûlü olur. Birinci mef’ûl yönü döndürülendir, ikinci mef’ûl döndürülen yön veya kişi veya durumdur. Eğer birinci mef’ûl cümlede yoksa (hazf edilmişse) وَجْهَ (yüz, yön) kelimesidir. Eğer hâl olarak مُدْبِر geliyorsa ikinci mef’ûl de hazf edilir. Yönelmenin arkalarına doğru olduğu anlaşılır. Bu durumda anlam “döndürdüler” değil “yöneldiler” şeklinde olmaya uygundur.
مُدْبِرِينَ: “Arkasını dönenler” demektir. Cem vâvının (وَلَّوْا) hâlidir. دبر kökünden if’âl bâbından eril çoğul nekre mensub ism-i fâildir. Birinci bâbdan (دَبَرَ – يَدْبُرُ) önünde olan birisini arkasından takip etmek, izlemek manasındadır. Camid isim olan دُبُر de arka, arka taraf demektir. İf’âl bâbında (أَدْبَرَ – يُدْبِرُ) sayruret etkisi ile gelir. Arkasını takip ettiğine arkasını dönerek önünde olanı arkasında olan haline getirir, kendisi hal değiştirerek önceki durumunun tam tersi bir duruma gelir.
وَلَّوْا مُدْبِرِينَ: “Arkalarına dönerek yöneldiler” demektir. إِذَا zaman zarfının muzafun ileyhi olan cümledir. Başka bir yöne yönelmişlerdir.
إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ: “Arkalarına dönerek yöneldikleri zaman” demektir.
لَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ: “Sağırlara arkalarına dönerek yöneldikleri zaman çağrıyı işittiremezsin” demektir.
لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ: “Ne ölülere işittirirsin ne de sağırlara arkalarına dönerek yöneldikleri zaman çağrıyı işittirirsin” demektir.
إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ: “Kesinlikle sen ne ölülere işittirirsin ne de sağırlara arkalarına dönerek yöneldikleri zaman çağrıyı işittirirsin” demektir.
Bu ayette hem ölüler hem de sağırlar mecazidir. Öncesiyle arasında fâ-u isti’nafiyye ile bağ kurulmuştur. Öncesinde ölüler eserin içi boşalınca küfrediyor olmuşlardır. Burada da iki kavram karşılaştırılmıştır: ölüler ve sağırlar.
Sağırların da mecazi olduğu çok açıktır. Arkalarına dönerek başka tarafa yöneldikleri zaman çağrıyı işittirememe cümlesi bizi doğrudan mecaza götürmektedir. Sağırlar ister sana dönsün ister arkasına dönsün işitmezler. Bu nedenle buradaki gerçek sağırlar değildir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta duayı işittirememedir, daveti veya davayı değil. Dua tekrarlayan çağrıdır. Eğer bir kere bile işitmiyorlarsa mastar-ı bina-i merre olan davet kullanılırdı. Demek ki sağırlar daveti işitiyorlar ama duayı işitmiyorlar. Yani sizi bir kere dinliyorlar, ikincisini söylemeye başladığınızda arkalarını dönüp kaçıyorlar. Ölüler ise sizi bir kere bile dinlemiyorlar. Akevlerin durumu budur, bizim durumumuz budur. Bizim sayımız az diye, oy deposu değiliz diye, paramız çok değil diye bizi dinlemiyorlar. Zır-cahiliyye dönemi ölüler ve sağırlarla dolu bir dönemdir.
Yıllardır söylüyoruz, Filistin’deki Arapların bize hicret etmesi lazım diye. Bir kere duyan hemen bize söylemedik laf bırakmıyor. Sonrasında sağırlaşıyorlar. Bazıları ise bizi ciddiye alıp da bir kere bile dinlemiyor. Onlar sağırlarken bunlar ölülerdir. Ölüler başarıya odaklıdırlar. Namazlarını kılarlar, hacca giderler, oruçlarını ihmal etmezler, zekât verdiklerini sanıp sadaka da verirler ama Kuran’dan bir ayeti söylemek istediğinizde bile sizi dinlemezler. Ölülerdir. Önceki ayetteki gibi en ufak bir başarısızlıkta, eserin içi boşalınca, ot kuruyunca hemen sizi görmezden gelirler. Siz yokmuşsunuz gibi hayatlarına ölüler olarak devam ederler. Gerçi onların beklediği başarı çokluktur, çok adamdır, çok maldır, çok oydur.
Bir gün çok çok meşhur dünya çapındaki bir insani yardım örgütünün üst düzey yöneticileri ile bir aradaydık. Filistin’deki Arapların orada boş yere öldüklerini, buraya hicret etmelerini söylediğimde inanılmaz şiddetli bir tepki aldım. Aşağıdaki ayetlerle açıklama yaptığımda hiçbir etki yapmadı onlarda. Tam tersine daha da şiddetli tepki verdiler.
إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُوا فِيمَ كُنْتُمْ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الْأَرْضِ قَالُوا أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللَّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا فِيهَا فَأُولَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءَتْ مَصِيرًا (97) إِلَّا الْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ لَا يَسْتَطِيعُونَ حِيلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَبِيلًا (98) فَأُولَئِكَ عَسَى اللَّهُ أَنْ يَعْفُوَ عَنْهُمْ وَكَانَ اللَّهُ عَفُوًّا غَفُورًا (99)
Kesinlikle kendilerine zulmedenler halde iken meleklerin vefat ettirdikleri, (melekler) “nerede idiniz” dediler. “Yerde ezilenlerdik” dediler. “İçinde hicret etmeniz için Allah’ın arzı geniş değil miydi” dediler. Onlar, onların barınağı cehennemdir ve ne kötü bir dönüş yeridir. Adamlar ve kadınlar ve çocuklardan durum değiştirmeye güç yetiremeyenler ve bir yol bulamayan ezilenler hariç. Onlar, belki Allah onları affeder ve Allah affedicidir, bağışlayıcıdır. (Nisa 97-99)
Ayet gayet açık değil mi? İsrail canı istediğinde onları bombalasın, çoluk, çocuk dahil insanlar ölsün ama bizim Kuran’dan bihaber akıllılarımız (!) kendi akıllarını Allah’tan fazla görüp Gazze’yi kutsal kılıyorlar, “oradan çıkılır mı hiç, İsrail’e bırakılır mı” diye savunmaya geçiyorlar. Bizi de dalaletle suçluyorlar. O 360 km2 toprak olmazsa sanki İslamiyet yok olacak. Açık hava hapishanesinde el açarak yaşıyorlar, her an korku içindeler. Bizim akıllılarımız, siyasi partilerimiz de buradan mitingler düzenleyip “kahrolsun İsrail” diyerek kendilerini tatmin ediyorlar sonra da sıcak yataklarına girip yatıyorlar. Orada ise bir adamın, bir kadının çocuğu paramparça oluyor gözünün önünde.
Asıl ilginç olan bu ezilenlerin barınağının cehennem olacağıdır. Hem ezilecekler hem ölecekler ve sonra da cehenneme gidecekler. Buradaki cehennem dünyadaki cehennem de olabilir. Ancak arkasından مَصِيرًا (dönüş yeri, döndürülüş yeri) denilerek kıyamet yevmindeki cehennem olduğu anlaşılmaktadır. Zaten ardından çıkmak isteyip de durumunu değiştiremeyenler ve yol bulamayanları Allah’ın affedeceği söylenmiştir. Ezilmiş halde yaşamak Allah’ın cezalandıracağı bir suçtur ve cezası da cehennem olan bir durumdur. O anlı şanlı ruhban sınıfından ilim adamları bu ayeti okumuyorlar ya da Kuran’ın söyledikleri umurlarında değil mi de “hicret edin” demiyorlar oradakilere? Yoksa buradaki ezilenleri tarihselleştirerek geçmişte bir topluluk için söylendi, iniş sebebi şudur, iniş sebebi budur diyerek bir olaya hasr edip Kuran’ı mehcur mu ediniyorlar?
Allah’ın ayetine sağır olan, Allah’ın ayetini duyunca ölü olana ne anlatacağız ki. Onlar bağırmaya çağırmaya devam edecekler. İsrail ve ABD büyükelçiliklerinin önünde bağırarak kendilerini tatmin edecekler. Mitingler düzenleyip gösteriş yapacaklar. Hiçbirisi Kuran’dan çözüm üretmeyecek. Çünkü işlerine gelmeyecek.
Yapılması gereken İsrail’le görüşüp onları oradan çıkarıp ülkemize getirmek ve bir program dahilinde vatandaşlarımız haline getirmektir. Bunu Kuran söylüyor ama vesenler buna cesaret edemez. Zaten ülkemiz mülteci dolu, onları nasıl getirirsiniz derler ve yüzde 50+1’i kaybederiz diye bunu asla söyleyemezler. Yüzde 50+1’i hedefleyenler de söyleyemez. Ancak İsrail’e “yapma” derler. Başka bir şey yapacakları yok. Burada şu soru da sorulabilir. İsrail onların çıkmasına izin vermezse ne olacak? Kuran her soruya cevap verir, her sorunu çözer, tabi kör, sağır ve ölü olmayanlara.
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَصِيرًا
Size ne oluyor da Allah yolunda ve adamlar ve kadınlar ve çocuklardan olan “rabbimiz bizi ehli zalim olan bu karyeden çıkar ve bize katında bir veli kıl ve bize katından bir yardımcı kıl” diyen ezilenler için savaşmıyorsunuz. (Nisa 75)
Cevap burada. İsrail onların çıkmasına izin vermezse savaşacağız. Kimseden korkmayacağız. ABD’den de korkmayacağız. Bize Allah ne emrettiyse onu yapacağız. Biz Allah’ın dediğini yaptığımız sürece onların hiçbir şey yapma şansı yoktur. İşte bu savaşta ölenler Allah yolunda ölenlerdir. Cennet garantidir. Niçin korkalım ki? İnanın ne ABD ne de başka bir gücün yardımı bizi durdurur. Allah’ın emri neyse onu yapmalıyız. Uzaklardan mitingler yapıp, bağırıp çağırıp, kınayarak, bildiriler yayınlayarak bir çözüm olmayacağı gayet açık değil mi?
Siz hangi ayette gördünüz bağırın, çağırın dendiğini. Ama ayetlerle ilgilenilmeyen zır-cahiliyye dönemdeyiz. Ortalık kör, sağır, dilsiz ve yaşayan ölülerle dolu. Biz yazalım da kör, sağır, dilsiz ve yaşayan ölü olmayan birileri okusun da faydalansın.
Teşvikiye, Yalova
21 Ekim 2023
M. Lütfi Hocaoğlu