RÛM SÛRESİ - 17. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ (26)
Ve O’na aittir gökler ve yerde olan şuurlu varlıklar. Hepsi O’na kunut edenlerdir. (26)
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ
Ve O’na aittir gökler ve yerde olan şuurlu varlıklar.
İsim cümlesi |
Mübteda | Haber |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl | Mecrur | Cârr |
Mefûlun fih | Fâil | Fiil |
Mecrur | Cârr |
Ma'tûf | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh |
الْأَرْضِ | وَ | السَّمَوَاتِ | فِي | هُوَ | اسْتَقَرَّ | مَنْ | هُ | لِ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Önceki ayetteki مِنْ آيَاتِهِ أَنْ تَقُومَ السَّمَاءُ وَالْأَرْضُ بِأَمْرِهِ cümlesine لَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ cümlesini atfetmektedir.
لِ: “İçin, aittir” demektir. Harf-i cerdir.
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. 17. ayetteki Allah’a racidir.
لَهُ: “O’na aittir” demektir. “Allah’a aittir” demektir.
مَنْ: “Kimse” demektir. Umumi ism-i mevsuldür. Şuurlu varlıklar için kullanılır. Şuurlu varlıklardan her kimse anlamındadır.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
السَّمَوَاتِ: “Gökler” demektir. سمو kökünden çoğul camid isimdir. Tekili سَمَاء dır.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. السَّمَوَاتِ ye الْأَرْضِ yi atfetmektedir.
الْأَرْضِ: “Yer” demektir. ءرض kökünden gelmiştir. Yerleşme için uygun olan “yer” demektir. “Yeryüzü” manasına da gelir.
السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ: “Gökler ve yer” demektir. İki ayrı varlık değildir. “Kâinat” anlamında terimdir.
فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ: “Gökler ve yerde” demektir.
مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ: “Gökler ve yerde olan şuurlu varlıklar” demektir. Burada مَنْ ism-i mevsuldür. Sıla cümlesi harf-i cer ve mecrurdan oluşmaktadır. Hazf edilmiş istikrar veya kevn fiili vardır. Fâili de müstetir هُوَ dir ve sıla cümlesinin aid zamiridir. Böyle harf-i cer ve mecrurlara zarf-ı mustakar denir. مَنْ ism-i mevsulü kullanıldığı için “kainatta her ne şuurlu varlık varsa” anlamındadır.
لَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ: “O’na aittir gökler ve yerde olan şuurlu varlıklar” demektir.
كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ
Hepsi O’na kunut edenlerdir.
İsim cümlesi |
Haber | Mübteda |
Şibh-i fiil | Mefûlün bih GS | Muzâfun ileyh | Muzâf |
Mecrur | Cârr |
قَانِتُونَ | هُ | لِ | هُمْ | كُلُّ |
كُلٌّ: “Hepsi” demektir. Mutlaka izafetle gelir ve her zaman muzaf olur. Muzafun ileyhi nekre gelirse muzafun ileyhinden olan her şeyi kapsar, marife gelirse muzafun ileyhinin tamamı anlamına gelir. كُلُّ كِتَابٍ derseniz “her kitap” anlamına gelir. كُلُّ الْكِتَابِ derseniz “kitabın tamamı” anlamına gelir. كُلُّ nün muzafun ileyhi hazf edilirse yani cümlede söylenmezse كُلٌّ, كُلًّا, كُلٍّ şeklinde tenvinle gelir. Böyle tenvinlere ivaz tenvini denir. Burada da bu şekilde gelmiştir. Bu tenvinin yerine hazf edilen kelimenin takdir edilmesi gerekir.
Burada hazf edilmiş olan هُمْ (onlar) zamiri مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ ye racidir.
لِ: “-e, -a” demektir. قَانِتُونَ nin mef’ûlünün başına bu harf-i cer gelmiştir.
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. 17. ayetteki Allah’a racidir.
لَهُ: “O’na” demektir.
قَانِتُونَ: “Kunut edenler” demektir.
لَهُ قَانِتُونَ: “O’na kunut edenler” demektir.
كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ: “Hepsi O’na kunut edenlerdir” demektir.
قَانِتُونَ nin kökünün manasını sözlüklerde incelediğiniz zaman şu anlamların verildiğini görürsünüz:
قَنَتَ - يَقْنُتُ + كائن + لـ ِ كائن: يخضع له بإرادة ذاتية مع سكن نفس ورضا وتسليم واطمئنان
Birisi birisine kunut etti-kunut eder: Ona nefsin sükuneti ve rıza ve teslim ve tatmin olarak zati iradesiyle boyun eğer. (KitabuAllah)
وقَنَت اللهَ يَقْنُتُه: أَطاعه
Allah’a kunut etti, O’na kunut eder: O’na itaat eder. (Lisanu-l Arab)
والقُنُوتُ: الخُشُوعُ والإِقرارُ بالعُبودية، والقيامُ بالطاعة التي ليس معها مَعْصِيَةٌ
Kunut: Kullukla beraber huşu ve ikrardır ve beraberinde isyan etmenin olmadığı itaatla beraber kıyamdır. (Lisanu-l Arab)
وقيل: إِطالةُ القيام
Denilir ki: kıyamı uzatmak. (Lisanu-l Arab)
والمشهورُ في اللغة أَن القُنوتَ الدعاءُ
Kunutun dua olması lügatte meşhurdur. (Lisanu-l Arab)
القُنوتُ: الإِمساكُ عن الكلام، وقيل: الدعاءُ في الصلاة.
Kunut: Konuşmayı kesmektir ve denilir ki salattaki duadır. (Lisanu-l Arab)
وقَنَتَ له: ذَلَّ. وقَنَتَتِ المرأَةُ لبَعْلها: أَقَرَّتْ (* أَي سكنت وانقادت.). والاقْتِناتُ: الانْقِيادُ
Ona kunut etti: zelil oldu. Ve kadın kocasına kunut etti: ikrar etti (Yani sakin oldu ve kurallara uydu). İktinat: kurallara uymak. (Lisanu-l Arab)
(قنت) القاف والنون والتاء أصلٌ صحيحٌ يدلُّ على طاعةٍ وخيرٍ في دين، لا يعدو هذا الباب. والأصل فيه الطَّاعة، يقال: قَنَتَ يَقْنُتُ قُنوتاً. ثمَّ سمِّي كلُّ استقامةٍ في طريقِ الدِّين قُنُوتاً، وقيل لطُولِ القِيام في الصَّلاةِ قُنُوت، وسمِّي السُّكوتُ في الصَّلاة والإقبالُ عليها قُنوتاً.
(قنت): Kaf ve nun ve Ta sahih kök itaat ve din içindeki hayra delalet eder. Bu bab daha fazla değildir. İçindeki kök itaattir. Denilir ki: Kunut etti, kunut eder, kunut. Sonra din yolundaki her istikamet kunut olarak isimlendirilmiştir. Salattaki kıyamın uzun olması için kunut denilir. Salattaki susma ve onun üzerine yönelme kunut olarak isimlendirilir. (Makayisu-l Luga)
Görüldüğü gibi kunut kelimesine çok değişik anlamlar verilmiştir. Bunların bazıları da Kuran’daki ayetlerin gelişinden üretilmiş anlamlardır. Bu sözlüklerdeki en uygun anlam Makayiu-l Luga’daki “din yolundaki her istikamet” anlamıdır.
Bu gibi durumlarda anlamı net olarak belirlemek için Kuran’daki bütün geçişlerine bakıp etimolojik değerlendirme yapmak gerekmektedir. Bu açıdan dört kök birbirine benzemektedir.
Kök | Harfler |
يقن | ن | ق | ي |
قني | ي | ن | ق |
تقن | ن | ق | ت |
قنت | ت | ن | ق |
Bu dört kök için de çıktığı ikili kök قن köküdür. İkili kökün başına ve sonuna harfler eklenerek üçlü kökler meydana gelmiştir.
Önce قن kökünün anlamına bakalım. Kökün ilk harfi ق dır. ق harfinin piktografı ufuktaki güneşin resmidir. Işığın toplanmasını, yoğunlaşmasını ifade eder. ن harfi filizlenmiş tohum demektir. İkisi bir arada ışığın yoğunlaşmasıyla tohumun filizlenmesi demektir. Bir konu üzerinde yoğunlaşarak bir ürün veya bir bilgi elde etmek demektir.
يقن: Başa ي gelmiştir. El demektir. Fonksiyonu, çalışmayı ifade eder. Başa geldiği için başlangıcı, sebebi ifade eder. Bir fonksiyonla başlayarak yoğunlaşmak ve bilgi elde etmekten kesin bilgi ile inanmak manasına gelir.
قني: Sona ي gelmiştir. Bu durumda sonuç fonksiyondur. Yoğunlaşarak elde edilen ürünlerin fonksiyon görür hale gelmesidir. Malların çoğalması ile ve bunların fonksiyon görür hale gelmesiyle kişide meydana gelen göz doygunluğunu ifade eder.
تقن: Başa ت gelmiştir. + şeklinde konmuş iki çubuktur. İşareti, hedefi temsil eder. Başa geldiği için sebep hedeftir. Hedefe ulaşmak için yoğunlaşarak ürün elde etmektir. Teknik demektir.
قنت: Sona ت gelmiştir. Bu durumda sonuçta hedefe varılır. Yoğunlaşarak elde edilen bilgi ile hedefe ulaşmaktır. لِ harf-i ceri ile gelen mef’ûl ise bu bilgi ve yönlendirmeyi yapandır. İtaat anlamına bu nedenle yakındır ama anlamı itaat değildir. İtaat zaten Kuran’da var olan bir kelimedir. Kuran’da aynı anlamda iki kelime olmaz. Kunut eden kimse kunut ettiği kimseye dayanan bilgiyle hareket eder ve hedefini gerçekleştirmek için dayanağı budur. Allah’a kunut etmek Allah’ın ayetlerine yoğunlaşarak bilgiler elde etmek ve bu bilgilerle Allah’ın gösterdiği hedefe taviz vermeden ulaşmaya çabalamak demektir.
Şimdi Kuran’da geçen kunut ayetlerini inceleyelim:
قُلْ أَؤُنَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللَّهِ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ (15) الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ (16) الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنْفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْأَسْحَارِ (17)
“Ondan daha hayırlısını size haber vereyim mi?” de. İttika edenler için orada kalıcılar olarak rablerinin indinde altından nehirler akan cennetler ve temizlenmiş eşler ve Allah’tan bir rıza vardır. Allah, “Rabbimiz kesinlikle biz iman ettik, bizim suçlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru” diyen sabreden ve doğru söyleyen ve kunut eden ve seherlerde istiğfar eden kullarını görendir. (Ali İmran 15-17)
Buna göre kunut etmek sabretmek, doğru söylemek, harcamak, istiğfar etmeden farklıdır ama onlarla beraber yapılan bir fiildir. Allah’ın ayetleriyle hedefe ulaşmak için çabalarken bu özelliklerin de beraber olması gereklidir. Allah’ın ayetlerine yoğunlaşarak elde edilen bilgilerle Allah’ın gösterdiği hedefe ulaşmak için sabretmek gereklidir, doğru olmak gereklidir, harcamak gereklidir, seherlerde istiğfar etmek gereklidir.
وَقَالُوا اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا سُبْحَانَهُ بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ
“Allah veled edindi” dediler. O sübhandır. Oysa O’na aittir gökler ve yerde olan. Hepsi O’na kunut ederler. (Bakara 116)
Burada مَا فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ ile şuursuz varlıklar ifade edilmektedir. Şuursuz varlıklar Allah’ın ayetlerine dayanan bilgilerle yüklüdürler ve Allah’ın gösterdiği hedefe doğru ilerlerler. Bu nedenle Allah’ın veledinin olduğu iddiasını ifade eden cümleden sonra gelmiştir. Allah’ın velede ihtiyacı yoktur. Zaten kainattaki her şuursuz varlık O’nun istediği hedefe doğru ilerlemektedir.
الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ بِمَا فَضَّلَ اللَّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنْفَقُوا مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللَّهُ
Allah’ın bazısını bazısına tafdil etmesinden dolayı ve mallarından harcamalarından dolayı adamlar kadınların üzerine yöneticilerdir. Saliha (uyumlu) kadınlar kunut edenler, Allah’ın korumasından dolayı gaybı koruyanlardır. (Nisa 34)
Bu ayette de saliha kadınların iki vasfı ifade edilmiştir. Birincisi kunut etmeleridir. İkincisi gaybı korumaları yani namuslu olmalarıdır. Kadınlar da kunut etmelidir. Onlar da erkeklerden farklı değildir. Allah’ın ayetlerine yoğunlaşarak elde ettikleri bilgi ile Allah’ın gösterdiği hedefe ulaşmaya çabalamalıdırlar.
يَانِسَاءَ النَّبِيِّ مَنْ يَأْتِ مِنْكُنَّ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ يُضَاعَفْ لَهَا الْعَذَابُ ضِعْفَيْنِ وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرًا (30) وَمَنْ يَقْنُتْ مِنْكُنَّ لِلَّهِ وَرَسُولِهِ وَتَعْمَلْ صَالِحًا نُؤْتِهَا أَجْرَهَا مَرَّتَيْنِ وَأَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقًا كَرِيمًا (31)
Ey nebinin kadınları sizden kim mübeyyine fahişe getirirse onun için azab iki kat katlanır ve o Allah’a kolaydır ve sizden kim Allah ve resulüne kunut eder ve salih amel ederse ona ecrini iki kere veririz ve onun için cömert bir rızık hazırlarız. (Ahzab 30-31)
Salih amel ve kunut farklıdır ama birbiriyle ilişkilidir. Allah’ın ayetlerine dayanarak hedefe yönelip salih amel yapan nebi hanımlarına iki defa ecir verilecektir.
عَسَى رَبُّهُ إِنْ طَلَّقَكُنَّ أَنْ يُبْدِلَهُ أَزْوَاجًا خَيْرًا مِنْكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَأَبْكَارًا
Belki rabbi, eğer sizi boşarsa, onun için sizden hayırlı müslim, mümin, kunut eden, tevbe eden, kulluk eden, seyahat eden, dul ve bekar eşleri değiştirir. (Tahrim 5)
Burada da nebi hanımlarının olması gereken vasıfları söyleniyor ve bu vasıflara sahip olmayanları nebinin boşayabileceği ve onların yerine bu vasıflara sahip olan eşler verileceği söyleniyor. Kunut etme de nebi hanımlarının beklenen vasıflarından biridir.
إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Müslim erkekler ve müslim kadınlar ve mümin erkekler ve mümin kadınlar ve kunut eden erkekler ve kunut eden kadınlar ve doğru söyleyen erkekler ve doğru söyleyen kadınlar ve sabreden erkekler ve sabreden kadınlar ve huşu eden erkekler ve huşu eden kadınlar ve tasdik eden erkekler ve tasdik eden kadınlar ve oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar ve ferclerini koruyan erkekler ve koruyan kadınlar ve Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar, Allah onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir hazırladı. (Ahzab 35)
Bu ayette kunut edenin mümin, müslim, sadık, sabreden, huşu eden, tasdik eden, oruç tutan, ferclerini koruyan, Allah’ı çok zikredenden farklı olduğu onlara atıf yapılmasından anlaşılmaktadır.
أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاءَ اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ
Yoksa kunut eden, gecenin anlarında secde eden ve ahiretten sakınıp rabbinin rahmetini umarak kıyam eden kimse mi? (Zümer 9)
Kunut etmek de secde etmek de kıyam etmek de aynı kişinin sıfatı olarak gelmektedir. Birbirlerinden farklı sıfatlardır ama birbirleriyle ilişkilidirler.
وَضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا لِلَّذِينَ آمَنُوا امْرَأَةَ فِرْعَوْنَ إِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ لِي عِنْدَكَ بَيْتًا فِي الْجَنَّةِ وَنَجِّنِي مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِهِ وَنَجِّنِي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ (11) وَمَرْيَمَ ابْنَةَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِنْ رُوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ (12)
Allah iman edenler için “Rabbim, benim için senin indinde cennette bir ev bina et ve Firavun ve amelinden beni kurtar ve zalimler kavminden beni kurtar” demiş olan Firavunun karısını ve fercini koruyup da onun içine ruhumuzdan üflediğimiz, rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik eden ve kunut edenlerden olan İmran kızı Meryem’i örnek verdi. (Tahrim 11-12)
Burada iki örnekten Firavun’un karısı kunut edenlerden değil, Meryem ise kunut edenlerdendir. Firavunun karısı Allah yolunda hedefe ulaşmak için bir amel yapacak durumda değildir. Sistem baskındır, zulüm hakimdir ve tek başına bir kadın olarak bir güce sahip değildir. Meryem ise Zekeriya’nın himayesinde yetişmiştir. Çok iyi tanınan saygın bir kimsedir. Bu nedenle burada İmran kızı diye vasıfla gelmiştir. Aileden gelen bir itibara sahiptir ve Allah yolunda hedefe ulaşacak imkânlara sahiptir. Kunut edebilir ki etmiştir de.
وَإِذْ قَالَتِ الْمَلَائِكَةُ يَامَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاءِ الْعَالَمِينَ (42) يَامَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ (43)
Melekler “Ey Meryem, kesinlikle Allah seni seçti ve seni temizledi ve seni alemlerin kadınlarının üzerine seçti. Ey Meryem, Rabbine kunut et ve secde et ve rüku edenlerle beraber rüku et” demişti. Ali İmran 42-43
Burada da Meryem’e secde ve rüku emrinden önce rabbine kunut etme emri verilmiştir. Rabbinin ayetlerine yoğunlaşıp onlardan elde ettiği bilgilerle hedefe ulaşmak için çaba göstermesi emredilmektedir.
Rum suresinin bu ayetinde ise gökler ve yerde bulunan şuurlu varlıklar Allah’a kunut etmektedirler. Eğer gökler ve yerde bulunan şuurlu varlıklara yeryüzünde bulunan insanlar dahilse tüm insanların kunut etmesi gerekir ki bunun olmadığını biliyoruz. Ancak مَنْ umumi is-i mevsuldür ve herkesi kapsar. Ancak kunut etme herkesi kapsayamayacağına göre مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ da herkesi kapsamamaktadır. Bu durumda bir terimdir. Semavat ve arzda olan şuurlu varlıkların hepsi istisnasız kunut ettiğine göre onlar melekler ve ruhlardır. Allah’ın gösterdiği hedefe doğru tereddütsüz ilerleyen varlıklardır.
إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا لِلَّهِ حَنِيفًا وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Kesinlikle İbrahim Allah’a kunut eden, hanif bir ümmetti ve müşriklerden hiç olmadı. (Nahl 120)
İbrahim Peygamber Allah’ın doğa kanunu ayetlerinden elde ettiği bilgilerle Allah’ın gösterdiği hedefleri gerçekleştirmek için çabalamıştır. Ümmet olması mecazi mürseldir. Bir ümmetin imamıdır yani önderidir. Ümmet onunla başlamıştır. Günümüzdeki büyük inançların önderi İbrahim Peygamberdir. Ümmetliğinin iki sıfatı kunut etmesi ve hanif olmasıdır. Ümmetinin imamı olması kunut etmesiyledir. Hanif demek hakka uyumlu ve hakka yatkın demektir.
İbrahim Peygamber kunut eden ve hanif bir önderdi. Allah’a dayanan bilgiler dışında hiçbir bilgiye itibar etmeden ve hakka dayalı olarak hedefine doğru ilerliyordu. Topluluğun, çevresinin, kavminin yanlışları onu hiç etkilemiyordu. Onlarla en ufak bir uyum göstermiyordu ve dışlanıyordu. Günümüzde de durum budur. Allah çoğunluğun sizi Allah yolundan saptıracağını söyler ama nafile. Herkes çoğunluk demokrasisi içinde çözümler arar. İşte bunu yapanlar kunut etmeyenlerdir. İbrahim Peygamber ise vesenlerin içinde büyümüştür, babası vesenlerden birinin başıdır, algı oluşturmalar rutindir ama İbrahim Peygamber onların hiç birisine itibar etmemiştir. Onlara azıcık bir meyil bile gösterseydi kunut eden ve hanif bir önder olmazdı.
حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَى وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ
Salatları koruyun ve orta salatı da. Allah’a kunut edenler olarak kıyam edin. (Bakara 138)
Burada kıyam etme demek namazda ayakta durmak demek değildir. Kıyam bir şeyi gerçekleştirmenin ilk adımıdır. Bir fiili yapmak için harekete geçmek demektir. Burada Allah’a kunut edenler olarak kıyam edin denmektedir. Bir işe başlamak için harekete geçin ama bunu kunut edenler olarak yapın. Allah’ın ayetlerine dayalı bilgiler üzerinde yoğunlaşarak hedefinize doğru ilerleyin denmektedir. Başka bilgilere, başka yönlendirmelere kapılmadan referansınız Allah olsun ve onunla hedefinize doğru ilerleyin denmektedir. Oysa günümüzde kunut kavramı neredeyse yoktur. İnsanlar kunuttan uzaktırlar. Beş vakit namazlarını kılarlar, haccı, umreyi su yolu yaparlar, zekât verdiklerini sanarak sadaka verirler, oruçlarını tutarlar ama kunut etmezler. Oysa bu ayette salatı koruma emrinden sonra Allah’a kunut edenler olarak kıyam edin diyor. Salatlarda kararlar alınacak ve bu kararlar Allah’ın ayetlerinden elde edilen bilgiler üzerine yoğunlaşarak uygulamaya geçilecektir. Ayetler çok açık bir şekilde çoğunluğa uyma diyor, çoğunluk Allah’ın yolundan saptırır diyor ama çevrenin etkileri, günün şartları içinde çoğunluğun oyunu alıp merkezden Allah’ın istediklerini yapacaklarını düşünüyorlar. İşte bu kunut etmemektir. Kunut eden başka yan yollara sapmaz. Kunut eden asla taviz vermez. Allah’ın ayetlerine aykırı en küçük bir kural koymaz, uygulama yapmaz. İbrahim Peygamber gibi, Muhammed Peygamber gibi doğru ne ise, emredilen ne ise onu uygular. Şirk sistemi içinde yönetime geçeyim, sonra düzeltirim demez. En küçük tavizde bile kunuttan uzaklaşılmış olur. Ama maalesef İslam’ı temsil ettiği izlenimi veren o büyük liderler (!) bile kunuttan çok uzaktadırlar. Kunut olmadan başarı olmaz. Tavizler de kunuttan uzaklaştırır. Kunuttan uzaklaşınca şirk sistemi içinde algı oluşturma yarışı başlar. Sisteme adapte olarak vesen haline gelen topluluk farkında olmadan bu sistem içinde Allah yolundan çok çok uzakta mücadele etmeye başlar. Bu mücadelesini de hak olarak lanse etmeye başlar. Büyük cihad zanneder. Karşı tarafı kötüleyerek ona oy verecek olanları vazgeçirme derdine düşer. Karşı tarafa hakaret etmeyi bile cihad zanneder. Artık referans noktası Allah’ın ayetleri değil çoğunluktur. Alnı secdeden kalkmadığı halde dalalet içindedir. Yaptığı işlerin, koymak istediği kuralların Allah’ın ayetlerine uygun olup olmadığıyla ilgilenmez, çoğunlukta nasıl algı oluşturacağıyla ilgilenir. Kendisinin iyi olduğuna, diğerlerinin kötü olduğuna kendini de inandırarak boş mücadele içinde hayatını sürdürür. Uzun süre galip gelse de bu sistem içinde bir gün mutlaka elenecektir ve kunuttan çok uzak olduğu için ömrünü verdiği mücadele sadece mevcut sistemi beslemekten öteye gitmeyen boş bir mücadele olarak kalacaktır. Çoğunluk sistemi içindeki fırkaların içinde çalışmayı geç, hiç değilse kötünün iyisi gelsin diye bir gün bile olsa onlardan birini desteklemek taviz vermektir, kunuttan uzaklaşmaktır.
Teşvikiye, Yalova
01 Nisan 2023
M. Lütfi Hocaoğlu