RÛM SÛRESİ - 18. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَهُوَ الَّذِي يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَهُوَ أَهْوَنُ عَلَيْهِ وَلَهُ الْمَثَلُ الْأَعْلَى فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (27)
Ve O, yaratmayı başlatan sonra onu iade edendir - O O’na sıradandır - ve O’na aittir gökler ve yerde olan en üstün örnek ve O etkindir, hükme varıcıdır. (27)
وَهُوَ الَّذِي يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ
Ve O, yaratmayı başlatan sonra onu iade edendir.
İsim cümlesi |
Haber | Mübteda |
Sıla cümlesi | İsm-i mevsûl |
Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi |
Fâil | Mefûlun bih | Fiil | Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
هُوَ | هُ | يُعِيدُ | ثُمَّ | الْخَلْقَ | هُوَ | يَبْدَأُ | الَّذِي | هُوَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. Önceki ayetteki لَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ cümlesine هُوَ الَّذِي يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ cümlesini atfetmektedir.
هُوَ: “O” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. 17. ayetteki Allah’a racidir.
الَّذِي: “Kimseler” demektir. Eril tekil has ism-i mevsuldür.
يَبْدَأُ: “Başlatır” demektir. بدء kökündendir. Üçüncü bâbdan üçüncü şahıs tekil muzari merfu malum fiildir. Bu kökten fiil üçüncü bâb ve if’âl bâbından olmak üzere iki bâbdan gelir. Bu fiilde mutlaka bir mastar mef’ûl vardır. Bazen mahzuf olur (söylenmez), bazen zahir olur (söylenir) ama her zaman vardır. O mastarla olan fiile başlamak anlamındadır. Ancak ilk defa başlamayı ifade etmez, daha önce yapılmış bir fiilin tekrar başlatılmasını ifade eder. Halk’a başlamak demek yaratmaya başlamak demektir. Ancak ilk defa halk’a başlamak değildir. İade ile kullanılırsa başlatılan fiilin bittikten sonra tekrar yeniden başlatılacağını ifade eder. Bir fiilin daha önce hiç yapılmadan ilk defa başlatılmasını ifade eden بدع köküyle yakın akrabalığı vardır.
بدع ilk başlangıçken بدء sonraki başlangıçlardır.
Kuran’da hem üçüncü bâbdan hem de if’âl bâbından gelen بدء kökünden olan bu fiil üçüncü bâbdan if’âl babına geçince sayruret ifade eder. Fâilin fiili başlattığı halde olmasını ifade eder.
إِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعِيدُ
Kesinlikle O, O başlatır ve iade eder. (Buruc 13)
أَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللَّهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ
Allah’ın yaratmayı nasıl başlattığını sonra onu iade ettiğini hiç görmediler mi? (Ankebut 19)
Bu ayetlerde if’âl bâbından gelmiştir. Sayruret ifade etmektedir.
الْخَلْقَ: “Yaratmak” demektir. Mastardır. يَبْدَأُ fiilinin mef’ûlüdür. Var olan başka bir şeyden, şeylerden yeni bir şey üretmek manasındadır.
يَبْدَأُ الْخَلْقَ: “Yaratmayı başlatır” demektir.
ثُمَّ: “Sonra” demektir. Atıf harfidir. Cümleleri birbirine atfeder. Burada يَبْدَأُ الْخَلْقَ cümlesine يُعِيدُهُ cümlesini atfetmiştir. Bu atıf harfi ma’tûfun aleyhle ma’tûf arasında oluşun sırasını gösterir, buna “tertip” denir. Önce ma’tufun aleyh, sonra ma’tûf gelir. Bu nedenle sümme ile yapılan atıfta ma’tûf ile ma’tûfun aleyh yer değiştiremez. Zamansal olarak peşi sıra oluşu göstermez, arada belirli bir zaman geçmiştir. Bu nedenle “takip etkisi yoktur”. Bu arada boşluk olmasına “terahi” (تَرَاخِي) denir. İş yapmada ma’tûfun aleyh ile ma’tûf arasındaki boşluğun belirli bir süresi yoktur, duruma göre bu süre değişir. Kısa bir süre olabileceği gibi uzun bir süre de olabilir.
يُعِيدُ: “İade eder, geri döndürür” demektir. Birinci bâbdan عَادَ - يَعُودُ şeklinde daha önceden ayrıldığı yere geri dönmek, başlangıçtaki durumuna dönmek manasındadır. Lazım fiildir. Birinci bâb if’âl bâbına (أَعادَ – يُعِيدُ) tadiye etkisi ile gelir. Geri döndürmek, iade etmek anlamına gelir.
هُ: “O” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. الْخَلْقَ ya racidir.
يُعِيدُهُ: “Onu iade eder” demektir. Fâili müstetir (gizli) هُوَ dir. Allah’a racidir. “Yaratmayı ilk haline döndürür” demektir. Yaratmayı başlatır ve sonra ilk haline döndürür.
يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ da bir şeyi, birini yaratma ifadesi geçmemektedir. Bu durumda şunu sorabiliriz: buradaki الْخَلْقَ neyi ifade ediyor? Başında harf-i tarifle (ال) gelen bir mastardır. Bu harf-i tarif ya özel bir yaratılışı ifade eder ya da tüm yaratılışları ifade eder. يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ daki الْخَلْقَ nın hangi yaratılışı ifade ettiği öncesi ve sonrasından anlaşılmalıdır. Bütün geçtiği ayetlerde de bu şekilde değerlendirilmelidir.
يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ: “Yaratmayı başlatır sonra onu iade eder” demektir.
بدء köküyle gelen hem sülasi hem de if’âl bâbında mef’ûl “yaratma” olduğu zaman muhakkak iade ile beraber gelir. خَلْق (halk) değişik malzemeler kullanarak yeni bir şey üretmek iken إِعَادَة (iade) ise üretilen şeyin yine üretildiği malzemelere dönmesidir.
الَّذِي يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ: “Yaratmayı başlatan sonra onu iade eden” demektir.
هُوَ الَّذِي يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ: “O, yaratmayı başlatan sonra onu iade edendir” demektir.
وَهُوَ أَهْوَنُ عَلَيْهِ
O O’na sıradandır.
Parantez cümlesi İsim cümlesi |
Haber | Mübteda | Vâv-u itiraziye |
Mefûlün bih GS | Şibh-i fiil |
Mecrur | Cârr |
هُ | عَلَى | أَهْوَنُ | هُوَ | وَ |
وَ: İtiraziyye vâvıdır (parantez vâvı). Bu cümle de parantez cümlesidir. Öncesi ile sonrası arasına girmiş ve bir açıklama yapmaktadır.
هُوَ: “O” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. بَدْءُ الْخَلْقِ ثُمَّ إِعَادَتُهُ (Yaratmayı başlatması sonra onu iade etmesi) ne racidir. Bazı zamirler öncesindeki söylenen cümlenin mastarına raci olur. Mastarın sonunda ة veya başka bir dişillik alameti varsa lafzen dişil olduğu için هِيَ ve هَا dişil zamirleri raci olurken sonunda ة veya başka bir dişillik alameti yoksa lafzen eril olduğu için هُوَ ve هُ zamirleri raci olur. Burada birbirine atfedilmiş iki zamir vardır. İlki lafzen eril olduğu için (بَدْءُ) ikincisi lafzen dişil olduğu halde (إِعَادَةُ) ilkiyle uyumlu bir şekilde هُوَ zamiri raci olmuştur.
أَهْوَنُ: “Daha sıradan, daha önemsiz” anlamındadır. هون kökünden birinci bâbdan ism-i tafdildir.
ه harfi protosinaitik dilde ayakta durmuş iki kolunu yukarı kaldırmış bir adamdır. Bu nedenle ه burada görünürlüğü ifade eder. ن filizlenmiş tohum demektir. Neslin devamından sürekliliği ifade eder. İkisi bir arada هن sürekli görünen, her yerde her zaman görülen anlamında “sıradanlık”, “önemsizlik” demektir. Ortaya gelen و çadırın kancası demektir. Çadırı sabitler, emniyete alır, yere bağlar. Bağ kurmak, sabitlemek demektir. Ortada olduğu için süreçle ilgilidir. و harfi ortada olduğu zaman birinci ve üçüncü harften meydana gelen ikili kökün arasında sürekli bir bağ kurar ve sürekli hale getirir. Sıradanlık kısa bir dönemi değil, bir süreci ifade etmektedir. هون sıradanlık hali, önemsizlik hali demektir.
عَلَى: “Üzerine” demektir. Harf-i cerdir. Burada أَهْوَنُ nün mef’ûlünün önüne gelmiş harf-i cerdir. Tafdil için gelmemiştir. هون kökünde kimin için sıradan ve önemsiz ise onun öncesinde عَلَى harf-i ceri gelir.
هِ: “O” demektir. 17. ayetteki Allah’a racidir.
عَلَيْهِ: “O’nun üzerine” demektir.
أَهْوَنُ عَلَيْهِ: “O’na daha sıradan” demektir.
هُوَ أَهْوَنُ عَلَيْهِ: “O O’na sıradandır” demektir. Aslında anlam “o O’na daha sıradandır” şeklindedir. Burada sorulması gereken soru şudur: Allah’a “daha sıradan” ne demektir? Allah için sıradan olmayan bir iş mi vardır? Her şey Allah için zaten kolay değil midir? Beklediğimiz هُوَ الْأَهْوَنُ عَلَيْهِ (O O’na en sıradandır) şeklinde gelmesidir. Ancak asıl bu durumda Allah için bu en sıradan, en önemsiz olurdu ve daha önemli ve sıradan olmayan işler de olurdu. Bu nedenle en sıradan değil daha sıradan kullanılmıştır. Bunun sebebi hangi işi düşünürsek düşünelim bu Allah’a göre daha sıradan olacaktır. Her iş birbirine göre daha sıradan olacağı için her iş Allah için sıradan olacaktır.
Buna benzer bir cümle namazda ve ezandaki اللهُ أَكْبَرُ (Allahu ekber) ifadesidir ki “Allah daha büyüktür” demektir. Kuran’da hiçbir yerde bu ifade geçmemektedir. Beklenen اللهُ هُوَ الْأَكْبَرُ şeklinde “Allah en büyüktür” manasında kullanılmasıdır. Bunun da sebebi Allah’ın büyüklüğünün marife değil nekre olmasıdır. Yani bizim anlamlandırabileceğimiz bir büyüklük değildir. Her neyi düşünürsek düşünelim Allah ondan daha büyüktür. Bu nedenle “Allah daha büyüktür” şeklinde kullanılmaktadır. Ancak Türkçeye çeviri yaparken “Allah büyüktür” şeklinde çevirmek doğrudur. Aynı şekil هُوَ أَهْوَنُ عَلَيْهِ ifadesi için de “o O’na sıradandır” şeklinde “daha” kullanılmadan çevrilmesi doğru olandır.
أَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللَّهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ
Allah’ın yaratmayı nasıl başlattığını sonra onu geri döndürdüğünü hiç görmediler mi? Kesinlikle o Allah’a kolaydır. (Ankebut 19)
Ankebut suresinde Allah’ın yaratmayı başlatması sonra iade etmesi için “Allah’a kolaydır” denmektedir. Allah için bu hem sıradan hem de kolaydır. Her sıradan kolaydır ama her kolay sıradan değildir.
هون kökü Kuran’da 26 kere geçmektedir. 2 kere fiil, 5 kere mastar, 14 kere ism-i fâil, 1 kere ism-i mef’ûl, 3 kere sıfat-ı müşebbehe, 1 kere de sadece bu ayette olmak üzere ism-i tafdil olarak geçmektedir.
فَأَمَّا الْإِنْسَانُ إِذَا مَا ابْتَلَاهُ رَبُّهُ فَأَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَكْرَمَنِ (15) وَأَمَّا إِذَا مَا ابْتَلَاهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبِّي أَهَانَنِ (16)
İnsana gelince, rabbi onu sınadığında ona ikram eder ve onu nimetlendirir de “rabbim bana ikram etti” der. Onu sınadığında ona rızkını kısar da “rabbim beni önemsizleştirdi” der. (Fecr 15-16)
وَمَنْ يُهِنِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ
Allah kimi önemsizleştirirse onun için hiçbir ikram eden yoktur. (Hac 18)
Önem verilen kimseye ikram edilir, nimet verilir. Bu nedenle bu iki ayette ikram edilmemeye karşıt olarak önemsizlik kullanılmıştır. Bu iki ayette de sülasi bâb değil, if’âl bâbından geldiği için “önemsizleştirme” anlamındadır.
وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُهِينِ (30) مِنْ فِرْعَوْنَ إِنَّهُ كَانَ عَالِيًا مِنَ الْمُسْرِفِينَ (31)
İsrailoğullarını önemsizleştiren azabdan, Firavun’dan kurtarmıştık. Kesinlikle o müsriflerden bir üstünlük kurandı. (Duhan 30-31)
Bu ayetlerde azabın sıfatı önemsizleştiren, sıradanlaştırandır. İsrailoğulları Firavun tarafından sıradanlaştırılmış, önemsizleştirilmişti. Mısır’da saygı görmüyorlardı. Saygı görmemek de topluluk içinde bir sosyal azaptır.
وَإِذَا عَلِمَ مِنْ آيَاتِنَا شَيْئًا اتَّخَذَهَا هُزُوًا أُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ مِنْ وَرَائِهِمْ جَهَنَّمُ
Ayetlerimizden bir şey bildiğinde onları alay edinir. Onlar, onlar için önemsizleştiren azap vardır ve onların arkasından cehennem vardır. (Casiye 9-10)
Ayetleri alay edinenler dünya hayatında önemsizleşecekler, sıradanlaşacaklardır. Ahirette de cehennem vardır. İkisi ayrı ayrı gelmiştir. Bu nedenle buradaki önemsizleştiren azap cehennemde değil dünyadadır. Ayetlerle alay edenler sonunda çevrelerinin ilgisini kaybedecekler, önemsiz ve sıradan hale geleceklerdir. Ahirette de onlara cehennem azabı gelecektir.
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلَى مَوْتِهِ إِلَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَأَتَهُ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ
Onun üzerine ölümü kaza ettiğimizde onlara ölümünü yalnızca onun büyük asasını yiyen yerin dabbesi delalet etti. Düşünce cinlere, gaybı bilselerdi sıradanlaştıran azapta kalmayacakları beyan oldu. (Sebe 14)
Süleyman Peygamberin emrindeki cinlerin sıradanlaştırılma azabı içinde olduklarını bu ayetten anlıyoruz.
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَرِي لَهْوَ الْحَدِيثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًا أُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ
İnsanlardan ilimsizce Allah’ın yolundan saptırmak için ve onu (Allah’ın yolunu) alay edinmek için sözün eğlencesini satın alan vardır. Onlar için önemsizleştiren azap vardır. (Lokman 6)
Sıradanlaştıran azaba uğrayacak olanlardan bir grup da bu ayette anlatılmaktadır.
Günümüzde bir siyasetçinin veya bir sanatçının gündemden düşmesi onlar için sıradanlaştıran, önemsizleştiren azap olur. Her siyasetçi veya sanatçı için bu söylenemez ama genellikle böyledir. Sürekli gündemde olmak isteyen, sürekli olarak insanların çevresinde dolaştığı, herkese el sallayan, gülücükler saçan, gittiği yerde yer yerinden oynayan, el üstünde tutulan bu kimseler bir anda kimsenin onlarla ilgilenmediği sıradan insanlar haline gelince bu azaba duçar olurlar. Zaten günümüzde siyaset budur. Lider salona girer, herkes çılgınca alkışlar. Herkese el sallar. Sonra her yerde her zaman söylediği şeyleri tekrar eder. Onu dinleyenler sanki ilk defa duyuyor gibi, sanki bir çözüm getiriyor gibi coşkuya kapılıp alkışlarlar, tezahürat yaparlar. Salona girerken, salondan çıkarken yanında o kadar büyük bir kalabalıkla hareket eder ki yanına yaklaşmak bile çok zordur. Sürekli gezerler. Onlar için çalışmak her yerde boy göstermek, vaatlerde bulunmak, karşı tarafı eleştirmek, diğerlerini kötülemektir. Onları alkışlayanlar, peşlerinde koşanlar için aslında ne söyledikleri önemli değildir, önemli olan taraf oldukları lider olmalarıdır. Karşı tarafın liderinin de ne söylediğinin önemi yoktur, önemli olan karşı tarafın lideri olmasıdır. Bu nedenle onun söyledikleri yanlış, icraatları hatalıdır. Ne zaman o karşı tarafla ittifak yaparlar, o zaman o kötü lider bir anda iyi lider olur. Gün gelir, zaman geçer ve liderlikten düşer. Belki de partisi o kadar az oy alır ki çok geri planlara düşer. İşte o ilginin azaldığı ve artık insanların kendisinin çevresinde olmadığı zaman sıradanlaştıran azap (الْعَذَابُ الْمُهِينُ) onun için gelmiştir. Böyle azap kıyamet yevminde de gelecektir. Dünya hayatında ilgi odağı olan insanların bazıları orada o kadar kötü durumda olacaklardır ki kimse onların yanında bile olmak istemeyecektir. Heykelleri yapılan insanlar orada önemsiz bir varlık haline geleceklerdir.
وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا
Rahman’ın kulları yerde sıradan bir şekilde yürüyenler ve cahillerle muhatap olduklarında “selam” diyenlerdir. (Furkan 63)
Bu ayette Rahman’ın kulları ifadesi geçmektedir. Biz kul deyince herkesi Allah’ın kulu olarak anlarız. Oysa Allah’ın kulları, Rahman’ın kulları demek O’nun dini yani düzeninin gelmesi, gelmişse korunması için çalışan kimseler demektir. Rahman’ın kulları yani Allah’ın dini için çalışanlar yerde sıradanlıkla yürürler. Yanlarında kalabalıklarla dolaşmazlar. İnsanlar onları diğer insanlardan ayıramazlar. Görünüşte sıradandırlar ama aslında akillerdir. Akil oldukları için cahillerle tartışmazlar. Cahiller ilmi metotları anlamazlar, onlar boş laflarla ve algılarla hareket ederler. Çoğunluk demokrasisi işte tam bu boş vaatlere ve algılara dayanır. Rahman’ın kulları bu çoğunluk demokrasisi içinde rol almazlar. Yolda yürürken sade bir vatandaş gibidirler, sıradan görünürler. Sıradan görünmek onlar için azap değildir. Sıradan görünme azabı çoğunluk demokrasisinin aktörleri içindir. Kalabalıkları isterler, çevrelerinde çok kimse olsun isterler, mitinglerde hangisinin çok katılımcısı olduğu konusunda yarış içindedirler. Çok oy alıp gündemde olmak onlar için son derece önemlidir. Rahman’ın kulunun tanımı bu ayette gayet açıkken yerde sıradan bir insan gibi yürümeyen yani Rahman’ın kulu olmayanların niçin peşine takılıyorsunuz? Niçin kurtuluşun onlardan geleceğini sanıyorsunuz?
وَلَهُ الْمَثَلُ الْأَعْلَى فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ
Ve O’na aittir gökler ve yerde olan en üstün örnek.
İsim cümlesi |
Mübteda | Haber |
Hâl | Sahibul hâl | Mecrur | Cârr |
Mefûlun fih | Şibh-i fiil | Sıfat | Mevsûf |
Mecrur | Cârr |
Ma'tûf | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh |
الْأَرْضِ | وَ | السَّمَوَاتِ | فِي | مُسْتَقِرًّا | الْأَعْلَى | الْمَثَلُ | هُ | لِ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. هُوَ الَّذِي يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ cümlesine لَهُ الْمَثَلُ الْأَعْلَى فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ cümlesini atfetmektedir.
لِ: “İçin, aittir” demektir. Harf-i cerdir.
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. 17. ayetteki Allah’a racidir.
لَهُ: “O’na aittir” demektir.
الْمَثَلُ: “Örnek” demektir. مثل kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan مُثُول mastarı bir şeye, bir kimseye şekil, ölçü veya değer olarak benzemesi, tam olarak aynısı olmaması manasındadır. Bu manadan gelerek مَثَل kendisine benzeyen manasında “örnek” anlamında isimdir. Erildir. Çoğulu الْأَمْثَال dir.
الْأَعْلَى: “En üstün” anlamındadır. الْمَثَلُ nün sıfatıdır. علو kökünden birinci bâbdan gelmiştir. Üstün olmak manasındaki fiilden “daha üstün, en üstün” manasına gelmiş ism-i tafdildir. Merfu düzenli eril çoğulu أَعْلَوْنَ dir. Dişili عُلْيَا dır. Bu kelimenin dişilinde de دُنْيَا kelimesi gibi vav harfi ye harfine dönüşmüştür. Düzensiz dişil çoğulu عُلَا dır.
الْمَثَلُ الْأَعْلَى: “En üstün örnek” demektir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
السَّمَوَاتِ: “Gökler” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. السَّمَوَاتِ ye الْأَرْضِ yi atfetmektedir.
الْأَرْضِ: “Yer” demektir.
السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ: “Gökler ve yer” demektir. Kâinat anlamında terimdir.
فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ: “Gökler ve yerde” demektir.
الْمَثَلُ الْأَعْلَى فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ: “Gökler ve yerde olan en üstün örnek” demektir.
لَهُ الْمَثَلُ الْأَعْلَى فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ: “O’na aittir gökler ve yerde olan en üstün örnek” demektir.
Burada الْمَثَلُ الْأَعْلَى (en üstün örnek) denmektedir. الْأَمْثَالُ الْأَعَالِي (en üstün örnekler) ve مَثَلٌ ْأَعْلَى (daha üstün bir örnek) denmemiştir. الْمَثَلُ الْأَعْلَى (en üstün örnek) şeklinde gelince örnek bir tane olmaktadır ve marife olduğu için belirlidir. Marifeliği harf-i tarifledir. Bu en üstün örnek gökler ve yerdedir yani üç boyutlu uzaydadır. Bu örnekteki (الْمَثَلُ) harf-i tarif ahd içindir ve هُوَ أَهْوَنُ عَلَيْهِ deki هُوَ nin raci olduğu بَدْءُ الْخَلْقِ ثُمَّ إِعَادَتُهُ (Yaratmayı başlatması ve onu iade etmesi) dir. Kâinattaki en üstün örnek budur. Buradaki başlatılan yaratma (الْخَلْقَ) kâinattaki en üstün örnek olduğuna göre kâinatın yaratılmasının başlatılması ve iade edilmesidir.
لِلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِ وَلِلَّهِ الْمَثَلُ الْأَعْلَى وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Ahirete iman etmeyenler için kötünün örneği vardır ve Allah için en üstün örnek vardır ve O azizdir, hakîmdir. (Nahl 60)
Ahirete iman etmeyenler denmiştir. Allah’a iman etmeyenler denmemektedir. Allah’ın yarattığını kabul etmektedirler ama yaratmayı iade etmesini kabul etmeyerek ahirete iman etmemektedirler. Bu nedenle bu ayette de الْمَثَلُ الْأَعْلَى şeklinde ifade edilmiştir.
Örnek varsa örnek olunan da vardır. Burada örnek yaratmanın başlatılıp iade edilmesidir. Bu durumda şu sorulur. Bu örnek neyin örneğidir. Cennet ve cehennem de bizim bulunduğumuz evren gibi evrendirler. Bizim evrenimizin yaratılmasının başlanması ve iade edilmesi cennet ve cehennem evrenlerinin yaratılmasının başlatılıp iade edilmesine örnektir. Onlarında evrenimiz gibi yaratılmasının başlatılması ve iade edilmesi vardır. Onlardan sonra da başka evrenler yaratılmaya başlanılacak ve iade edileceklerdir. Bu şekilde devam edecektir. Bu nedenle bu örnek en üstün örnektir. Evrenlerin yaratılmasından daha üstün bir örnek yoktur. Evrenleri yaratmak Allah için sıradandır. Yani istediği kadar evreni yaratabilir ve O’nun için sıradan bir iştir.
وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Ve O etkindir, hükme varıcıdır.
İsim cümlesi |
Haber | Haber | Mübteda |
الْحَكِيمُ | الْعَزِيزُ | هُوَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَهُ الْمَثَلُ الْأَعْلَى فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ cümlesine هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ cümlesini atfetmektedir.
هُوَ: “O” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. 17. ayetteki Allah’a racidir.
الْعَزِيزُ: “Üst, üstün, etkin” demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Kökü عزز dir. İkinci bâbdan gelmektedir. Lazım fiildir. Üst olan, üstün olan, etkin olan manasındadır. Sübut ve devam özelliği olan bir sıfattır. Çoğulu أَفْعِلَة kalıbından أَعِزَّة dür.
الْحَكِيمُ: “Hükme varıcı” demektir. Kökü حكم dir. Birinci bâbdan lazım fiilden türeyen sıfat-ı müşebbehedir. Bir işte, bir konuda, bir ihtilafta hükme varan demektir. İçinde karışıklık olan bir şeyin içindeki karışıklıkları gideren, ihtilaflı bir konunun içindeki ihtilafı gideren demektir.
هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ: “O etkindir, hükme varıcıdır” demektir. Bu ayette aziz ve hakîm sıfatları marife olarak gelmiştir. Allah’ın sıfatı marife gelmişse o sıfatın gerçekleşmesinin nasıl olduğunu biz kavrayabiliriz, anlayabiliriz, bilebiliriz, nekre gelirse o sıfatın gerçekleşmesinin nasıl olduğunu biz kavrayamayız, bilemeyiz. Bu ayette Allah’ın aziz ve hakîm sıfatlarının nasıl gerçekleştiği bilinmektedir.
Allah aziz sıfatıyla en üstün örneğin sahibidir. Yaratmayı başlatır ve iade eder. Her iş O’na sıradandır. Yaratmayı başlatıp iade etmesi de sıradandır. O azizdir yani üstündür. Kimse onun bu örneğine sahip değildir. Kimse yaratmayı başlatıp iade edemez. Hakîm sıfatıyla yaratmayı iade eder ve hüküm verir. Yaratmayı iade ettiği şuurlu varlıklar hakkında hükme varır ve ahiret hayatlarının nasıl olacağını belirler. Cennet ve cehennemi de yaratmayı başlatır ve iade eder ve onlardan sonra ne olacağının hükmüne de O varır. Çünkü O azizdir, hakîmdir.
Teşvikiye, Yalova
08 Nisan 2023
M. Lütfi Hocaoğlu