LOKMAN SÛRESİ - 27. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
يَاأَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لَا يَجْزِي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِهِ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللَّهِ الْغَرُورُ (33)
Ey insanlar, rabbinize ittika edin ve ne bir babanın çocuğuna karşılık verdiği ne de çocuk olanın, onun, babasına bir şeyi karşılık veren olduğu dönemden çekinin. Kesinlikle Allah’ın vaadi gerçektir. Bundan dolayı dünya hayatı sizi kesinlikle aldatmasın ve aldatıcı sizi kesinlikle Allah’la aldatmasın. (33)
يَاأَيُّهَا النَّاسُ
Ey insanlar
Nida cümlesi Fiil cümlesi |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Münada | Nida edatı |
Bedel | Mübdelün minh |
النَّاسُ | أَيُّهَا | يَا | أَنَا | أُنَادِي |
يَا: “Ey” demektir. Nida edatıdır. Münâdânın önüne getirilen harflere nidâ harfleri (أَحْرُفُ النِّدَاءِ) denir. Arapçada kullanılan çok sayıda nida harfi olmasına rağmen Kuran’daki tek nida harfi يَا dır. Bir konuşmaya başlamadan önce nidâ harfleri kullanılarak konuşulmak istenen kimseye nida edilen anlamında münâdâ (الْمُنَادَى) denir.
أَيُّهَا: Münâdâ harf-i tarifle (ال) başlayan veya has ism-i mevsul (الَّذِينَ gibi) ile başlayan bir isimse nida edatı ile münâdâ arasına getirilir. Bunun getirilmesinin sebebi nida edatının harf-i tarif etkisini yapmasındandır. Eğer nida edatından sonra doğrudan harf-i tarif gelirse iki harf-i tarif cümlede yan yana gelmiş gibi olmaktadır. Münâdâ erilse أَيُّهَا dişilse أَيَّتُهَا getirilir. Bundan sonra artık bu getirilenlerle birlikte münâdâ olurlar. Münâdâ أَيُّهَا ya da أَيَّتُهَا nın bedeli olur. İkisinin de sonundaki هَا tenbih هَا sıdır.
النَّاسُ: “İnsanlar” demektir. Tekili إِنْس dir. ءنس kökünden gelmiştir. أَنَس mastarı birisini sosyal, yakın, arkadaşça hissetmek, tanıdık ve alışık olmak manasındadır. Bu mastar manasından sosyal, yakın, arkadaş olarak hissedilen, tanıdık olan manasında إِنْس ıstılahi olarak “insan” anlamında camid isimdir. Erildir. Çoğulu أُنَاس dır. Marife olduğu zaman sık kullanıldığı için başındaki hemze düşmüştür. النَّاس (الْأُنَاس النَّاس) şeklindedir.
يَاأَيُّهَا النَّاسُ: “Ey insanlar” demektir.
اتَّقُوا رَبَّكُمْ
Rabbinize ittika edin.
Emir fiil cümlesi |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Muzâfun ileyh | Muzâf |
كُمْ | رَبَّ | و | اتَّقُوا |
اتَّقُوا: “İttika edin, sığının” demektir. وقي kökünden ifti’âl bâbından ikinci şahıs çoğul emir malum fiildir. Sülasi anlamı “korumak” demektir. Sülasi bâb ifti’âl bâbına gelince baştaki vâv te harfine ibdal olur ve اتَّقَى şekline dönüşür. Korumak anlamı sığınmak anlamına dönüşür.
رَبَّ: “Rab, efendi, yetiştirici, terbiyeci” demektir. ربب kökünden isimdir.
كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
رَبَّكُمْ: “Rabbiniz” demektir.
اتَّقُوا رَبَّكُمْ: “Rabbinize ittika edin” demektir. İttika ne demektir? Allah’ın koruması altına girmek demektir. Bu sayede kötü şeylerden korunmuş olursunuz. İttika edenlerin ittikaı sübut halinde olursa bu durumda onlara muttakiler (الْمُتَّقُونَ) denir. Kuran’da 49 kere geçmektedir. Muttaki şeklinde tekil geçişi yoktur. Tamamı çoğul şekilde geçmektedir. Nekre geçişi de yoktur. Bireysel olarak Allah’a ittika edilebilir ama bunun sübut şeklinde olması için topluluk olmak gereklidir. Burada da emir çoğuldur. İnsanlara “ittika edin” denmektedir.
Muttakilerin Kuran’da geçen özelliklerine bakalım.
لَيْسَ الْبِرَّ أَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّائِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلَاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُوا وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
İyilik yüzlerinizi doğuya ve batıya karşı döndürmeniz değildir. Ancak iyilik Allah’a ve ahir yevme ve meleklere ve kitaba ve nebilere iman eden ve sevgisi üzerine malı yakınlık sahibine ve yetimlere ve miskinlere ve yolun oğluna ve saillere ve köleler için veren ve salatı ikame eden ve zekâtı veren kimselerdir ve ahitleştikleri zaman ahitlerine vefa gösterenlerdir ve zorlukta ve darlıkta ve zorluk zamanında sabredenlerdir. Onlar doğru olanlardır ve onlar, onlar muttakilerdir. (Bakara 177)
- Muttakiler ahir yevme, meleklere, kitaba ve nebilere iman edenlerdir.
- Malını Allah’ın istediklerine vermekten çekinmezler.
- Salatı ikame ederler.
- Zekâtı verirler.
- Ahitlerine vefa gösterirler.
- Her durumda sabredenlerdir.
وَالَّذِي جَاءَ بِالصِّدْقِ وَصَدَّقَ بِهِ أُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Doğruyu getiren ve onu tasdik edenler, onlar, onlar muttakilerdir. (Zümer 33)
Doğruyu getirir ve onu doğrularlar.
وَسَارِعُوا إِلَى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ (133) الَّذِينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ (134)
Rabbinizden bir mağfirete ve yüzeyi gökler ve yer olan, bolluk ve darlıkta harcayan ve öfkelerini yutan ve insanları affeden muttakiler için hazırlanışmış bir cennete doğru yarışarak koşun. Allah muhsinleri sever. (Ali İmran 133-134)
Bolluk ve darlıkta harcarlar.Öfkelerini yutarlar yani öfkeli bir görünümleri yoktur.İnsanları affederler.
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى وَهَارُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَاءً وَذِكْرًا لِلْمُتَّقِينَ (48) الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ (49)
Musa ve Harun’a Furkan’ı ve bir ziyayı ve saatten kaygılananlar olarak rablerinden gaybla çekinen muttakiler için bir zikri vermiştik. (Enbiya 48-49)
Kıyamet saatinden kaygı duyarlar.Rablerinden gayb içinde bile olsalar çekinirler.
ذَلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ (2) الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (3) وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ (4) أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (5)
O kitap, onda hiçbir rayb yoktur, gayba iman eden ve salatı ikame eden ve onları rızıklandırdıklarımızdan harcayan ve sana ve senden öncesinde indirilene iman eden ve ahirete inanan muttakiler için rehberdir. Onlar rablerinden bir rehberlik üzerinedir ve onlar, onlar iflah olanlardır. (Bakara 2-5)
Gayba iman ederler. Projelere güvenirler. Siz onlara Adil Düzeni götürdüğünüzde uygulanmış bir örneği var mı diye sormazlar. Şehadete iman eden kimse ise başarılı bir örnek ister. Muttakiler ise sizin projenizi gördüğünde iman eder, onun bir uygulanmış ve başarılmış örneğini istemez. Muttakiler örnek istemeyenlerdir. Gayb olan Adil Düzendir. Henüz bir uygulaması yoktur. Günümüz muttakileri gayb olan Adil Düzene iman ederler, ekseriyet demokrasisine değil.Salatı ikame ederler. Toplantılarını gerektiği gibi yapar ve buna göre çalışırlar.Rızıklandırıldıklarından Allah yolunda harcarlar. Harcamaları için başarıyı beklemezler. Başarıyı görüp harcayanlar şehadete iman edenlerdir. Muttakiler ise gayba iman ederek harcarlar.Allah’tan indirilenlere iman ederler. Delilleri bunlardır. Ne önceki siyasetçilerin ne de insanların Allah’ın indirdiklerine dayanmayan fikirlerini, uygulamalarını, siyasi başarılarını delil olarak kabul ederler.Allah’ın kitabı (kuralları) onlar için rehberdir, yol göstericidir. Başka yol göstericileri yoktur. Bin bir türlü bahanelerle ileri sürülen gerekçeler onları ilgilendirmez. Yok günümüzde ancak böyle olur, yok bu şekilde olur şeklinde gerekçeler onları ilgilendirmez. Allah’ın kurallarına uymayan hiçbir şeyi uygulamazlar.
Allah’a ittika bireysel de olur ama muttaki ancak bir topluluk içinde olur. Yukarıdaki muttakilerin özellikleri topluluk içinde gerçekleşir. Eğer topluluğunuz cahiliye topluluğu ise ancak bireysel ittikayı sınırlı şekillerde gerçekleştirebilirsiniz. Muttaki topluluğunun oluşmasıyla bu özellikler tümüyle gerçekleşebilir. Ekseriyet demokrasisine iman etmiş cahiliye topluluklarında bunların bütünüyle gerçekleşmesi imkansızdır.
Burada Allah rab sıfatıyla gelmiştir. Çünkü burada ittika terbiyeyi sağlamaktadır. İnsan yetişmekte, olgunlaşmakta ve ittikayı hayat biçimi haline getirmektedir.
وَاخْشَوْا يَوْمًا لَا يَجْزِي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِهِ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا
Ve ne bir babanın çocuğuna karşılık verdiği ne de çocuk olanın, onun, babasına bir şeyi karşılık veren olduğu dönemden çekinin.
Emir fiil cümlesi | Atıf harfi |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil |
Sıfat | Mevsûf |
Ma'tûf İsim cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi |
Haber İsim cümlesi | Mübteda | Müek-kid | Müek-ked | Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil | Olum-suzluk edatı |
Haber | Mübteda |
Mefûlun bih | Mefûlün bih GS | Şibh-i fiil |
شَيْئًا | عَنْ وَالِدِهِ | جَازٍ | هُوَ | مَوْلُودٌ | لَا | وَ | عَنْ وَلَدِهِ | وَالِدٌ | يَجْزِي | لَا | يَوْمًا | و | اخْشَوْا | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. اتَّقُوا رَبَّكُمْ emir cümlesine اخْشَوْا يَوْمًا لَا يَجْزِي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِهِ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا emir cümlesini atfetmektedir.
اخْشَوْا: “Çekinin” demektir. خشي kökünden dördüncü bâbdan ikinci şahıs eril çoğul emir malum fiildir. Bu bâbdan خَشْيَة mastarı “birisinden gerçekleşmesi kesin olmayan, muhtemel bir zarar veya eziyetin gelmesini beklemek” manasındadır.
يَوْمًا: “Dönem, gündüz” demektir.
اليَوْمُ: معروفٌ مِقدارُه من طلوع الشمس إِلى غروبها
Yevm: Miktarı güneşin doğmasından batmasına kadar olan süre olarak bilinir. (Lisanu-l A’râb)
يَوْم kelimesinin birincil anlamı “gündüz”dür. Aynı zamanda dönem anlamındadır. Güneşin doğmasından batmasına kadar olan süredir. 24 saat olan günü ifade etmez.
Eğer يَوْم izafetle (isim tamlamasıyla) gelmişse o zaman “gündüz” anlamında değil “dönem” anlamındadır. İzafetle gelmediği zamanlarda da asıl anlamı “dönem”dir. Eğer “gündüz” anlamına gelmediğine dair karine varsa “dönem” anlamındadır. Eğer başında harf-i tarifle tekil olarak geliyorsa (الْيَوْم) bu durumda “bu dönem” anlamındadır ama Türkçede de bu dönemi ifade eden kelime olan “bugün” şeklinde tercüme edilebilir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يَجْزِي: “Karşılık verir” demektir. جزي kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. جَزَاء “karşılık” demektir. Mastar olarak birisinin bir fiilinden dolayı hak ettiği fayda veya zararı ona karşılık olarak vermek manasındadır. Bu mastar manasından جَزَاء “verilen karşılık” manasındadır. Türkçede sadece kötü karşılık anlamında kullanılmakta iken kelime aslında hem iyi karşılık hem de kötü karşılık anlamındadır.
وَالِدٌ: “Baba” demektir. ولد kökünden ikinci bâbdan وِلَادَة mastarı çocuğu olmak (kadın için anne olmak, erkek için baba olmak) manasındadır. وَالِد babayı وَالِدَة ise anneyi ifade eder.
عَنْ: “-e, -a” demektir. يَجْزِي fiilinin mef’ûlün bihi yani kendisine karşılık verilen bu harf-i cerden sonra gelir.
وَلَدِ: “Çocuk” demektir.
هِ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. وَالِدٌ a racidir.
وَلَدِهِ: “Onun çocuğu” demektir.
عَنْ وَلَدِهِ: “Çocuğuna” demektir.
لَا يَجْزِي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِهِ: “Bir baba çocuğuna karşılık vermez” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَا يَجْزِي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِهِ cümlesine لَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا cümlesini atfeder.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
مَوْلُودٌ: “Çocuk olan” demektir. ولد kökünden ikinci bâbdan nekre merfu ism-i mef’ûldür. Birisinin çocuğu olan kimseyi ifade eder. وَلَد camid isimken مَوْلُود ism-i mef’ûldür.
هُوَ: “O” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. مَوْلُودٌ e racidir.
جَازٍ: “Karşılık veren” demektir. جزي kökünden ikinci bâbdan nekre ism-i fâildir.
عَنْ: “-e, -a” demektir. جَازٍ ism-i fâilinin mef’ûlün bihi yani kendisine karşılık verilen bu harf-i cerden sonra gelir.
وَالِدِ: “Baba” demektir.
هِ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. مَوْلُودٌ e racidir.
وَالِدِهِ: “Onun babası” demektir.
عَنْ وَالِدِهِ: “Babasına” demektir.
شَيْئًا: “Şey” demektir. شيء kökünden gelmiştir. Üçüncü bâbdan mastar olarak bir durumu, bir varlığı, bir işi dilemek, istemek manasındadır. Bu mastar manasından istenilen, dilenen manasında شَيْء “şey” anlamında isimdir. Çoğulu أَشْيَاء dır.
جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا: “Babasına bir şeyi karşılık veren” demektir.
هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا: “O babasına bir şeyi karşılık veren” demektir.
لَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا: “Çocuk olan, o babasına bir şeyi karşılık veren değildir” demektir.
لَا يَجْزِي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِهِ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا: “Ne bir baba çocuğuna karşılık verir ne de çocuk olan, o, babasına bir şeyi karşılık verendir” demektir.
يَوْمًا لَا يَجْزِي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِهِ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا: “Ne bir babanın çocuğuna karşılık verdiği ne de çocuk olanın, onun, babasına bir şeyi karşılık veren olduğu dönem” demektir.
اخْشَوْا يَوْمًا لَا يَجْزِي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِهِ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا: “Ne bir babanın çocuğuna karşılık verdiği ne de çocuk olanın, onun, babasına bir şeyi karşılık veren olduğu dönemden çekinin” demektir.
Bu yevm kıyamet yevmidir. Artık insanlar arasında karşılık verme ortadan kalkmıştır. Karşılıkları Allah verecektir. İyiliklerimizin de kötülüklerimizin de karşılığını Allah verecektir. Burada dikkat edilmesi gereken birkaç nokta vardır.
İlk cümlede valid ve veled kullanılmışken ikinci cümlede mevlüd ve valid kullanılmıştır. Beklenen cümlenin اخْشَوْا يَوْمًا لَا يَجْزِي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِهِ وَلَا وَلَدٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا şeklinde olmasıdır.
Veled ile mevlüdün farkını bilmemiz gerekir. Veled çocuk, torun, torunun çocuğu diye aşağıya doğru giden soy çocuklardır. Mevlüd ise direk çocuktur, torun mevlüd kapsamına girmez.
Çocuk | Veled | Mevlüd |
Çocuğun çocuğu | Veled |
Çocuğun çocuğunun çocuğu | Veled |
Çocuğun çocuğunun çocuğunun çocuğu | Veled |
… | Veled |
Birinci cümlede kullanılan وَالِدٌ (baba) ve ikinci cümlede kullanılan وَالِدِهِ (babası) sadece babayı ifade etmez. Hem anne hem de babayı ifade eder. Tağlib gereği kelimenin dişili söylenmemiştir.
İlk cümle fiil cümlesidir ve hiçbir te’kîd yoktur. Düz bir şekilde anne/baba çocuğu/torunu/torununun çocuğu/… için bir karşılık vermez diyor. Hiçbir te’kîd olmamasının sebebi zaten anne/babanın çocuğunu sevmesi ve onun faydasını düşünmesi, onun için her şeylerini vermesi istisnalar dışında son derece olağan bir durumdur. Te’kîde ihtiyaç yoktur.
İkinci cümle isim cümlesidir. Fiil cümlesi gelebilecekken isim cümlesi gelmiştir. Cümle لَا يَجْزِي مَوْلُودٌ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا şeklinde fiil cümlesi olarak gelebilirdi ve hiçbir te’kîd olmamış olurdu. İsim cümlesi gelmesi te’kîd içindir ve birinci te’kîddir. Cümlenin başında olumsuzluk edatı olan لَا tekrarlanmıştır. İlk cümlenin başındaki لَا her iki cümleyi de kapsayabilirdi. İkinci cümlenin de başına لَا gelmesi ikinci te’kîddir. İkinci cümle لَا مَوْلُودٌ جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئًا şeklinde هُوَ olmadan da gelebilirdi. هُوَ gelerek isim cümlesinin haberinin yeniden isim cümlesi olması sağlanmıştır. Bu da üçüncü te’kîddir. İsim cümlesinin haberi olan isim cümlesinin haberi de يَجْزِي (karşılık verir) şeklinde fiil değil de جَازٍ (karşılık veren) şeklinde ism-i fâil gelmiştir. Bu da dördüncü te’kîddir. İlk cümlede شَيْئًا gelmemiş ikinci cümlede شَيْئًا gelmiştir. Gelmese de anlaşılacak olan bir kelime gelmiştir. Bu da beşinci te’kîddir. Bu ikinci cümlenin beş te’kîdle gelmesi anne/babanın çocuğuna/torununa/torununun çocuğu ve alt nesillere olan fedakarlığının çok belirgin olup te’kîde ihtiyaç göstermezken çocuğun (mevlüd) anne-babaya olan fedakarlığının çok daha düşük olmasından dolayı te’kîde ihtiyaç göstermesidir. Hem de ikinci cümle sadece çocuk için kullanılmış, torun ve alt nesilleri kapsamamaktadır. Alt nesillerde bu fedakârlık daha da azalmaktadır. Kendi çocuğunun faydası yoksa alt nesillerdekilerin hiçbir faydası olmaz.
إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ
Kesinlikle Allah’ın vaadi gerçektir.
Mensuh isim cümlesi |
Haberi | İsmi | İnne |
Fâil Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf |
حَقٌّ | اللَّهِ | وَعْدَ | إِنَّ |
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. Te’kîd için gelir. İsmi ve haberi vardır.
وَعْدَ: “Vaat” demektir. وَعْد mastarı birisi için bir şeyi gelecekte kendisine farz etmesi manasında وعد kökünden ikinci bâbdan mastardır. Bu mastar manasından kendisine farz ettiği şey vaattir. Câmid isimdir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
وَعْدَ اللَّهِ: “Allah’ın vaadi” demektir.
حَقٌّ: “Hak, gerçek, geçerli, gerçeklik, geçerlilik” demektir. حقق kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak bir olayın, bir durumun gerçekleşmesi manasındadır.
إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ: “Kesinlikle Allah’ın vaadi gerçektir” demektir. Buradaki Allah’ın vaadi nedir? Kuran’da Allah’ın vaadleri çok sık geçmektedir. Değişik vaadleri vardır. Buradaki vaadi surenin 8-9. ayetlerinden bilebilmekteyiz.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتُ النَّعِيمِ (8) خَالِدِينَ فِيهَا وَعْدَ اللَّهِ حَقًّا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (9)
Kesinlikle iman edip salihatı amel edenler, onlar için içlerinde kalıcılar halinde oldukları nimet bahçeleri vardır. Allah’ın hak olarak vadetmesi. O etkindir, hükme varıcıdır. (Lokman 8-9)
İman edip salihatı amel edenler için nimet cennetlerinin olduğunu ve Allah’ın vaadinin hak olduğunu söylemektedir. Kıyamet yevmi hakkında anne-baba ve velet/mevlüd arasındaki birbirine karşılık verememeden bahsedildikten sonra Allah’ın vaadinin hak olduğu te’kîdle (inne cümlesi) gelmekte, iman edip salihatı amel edenlere karşılığın Allah’ın vaadinde belirtildiği gibi nimet cennetleri olacağı ifade edilmiş olmaktadır.
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا
Bundan dolayı dünya hayatı sizi kesinlikle aldatmasın.
Nehiy fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye |
Fâil | Mefûlun bih | Fiil | Olumsuzluk edatı |
Sıfat | Mevsûf |
الدُّنْيَا | الْحَيَاةُ | كُمْ | تَغُرَّنَّ | لَا | فَ |
فَ: Fâ-u isti’nafiyyedir (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ). Öncesinde haber cümlesi olan mensuh isim cümlesi vardır. Sonrasında birbirine atfedilmiş iki nehiy cümlesi olarak inşa cümlesi vardır. Bu nedenle isti’nâfiyye edatıdır. Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır. Buradaki fâ sebep sonuç ilişkisi için gelen isti’nafiyye fâ’sıdır. Öncesi ile sonrasında sebep sonuç ilişkisi vardır. Öncesi sonrasının sebebidir. Türkçeye çevrilirken “bundan dolayı”, “bu sebeple” şeklinde çevrilmelidir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
تَغُرَّنَّ: “Kesinlikle aldatacak” demektir. غرر kökünden birinci bâbdan üçüncü şahıs dişil tekil te’kîd nûnlu muzari malum fiildir. غُرُور mastarı kaçınılması gereken bir şeye yönelterek aldatmak, aklını çelmek, yanıltmak manasındadır.
لَا تَغُرَّنَّ: “Kesinlikle aldatmasın” demektir. Te’kîd nûnlu muzari fiilin başına لَا olumsuzluk edatı gelince te’kîdli nehiy fiil olur.
كُمْ: “Siz” demektir. Mensub muttasıl zamirdir.
الْحَيَاةُ: “Hayat” demektir. حيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak canlı olmak, ölü olmamak manasındadır. Bu mastar manasından canlı olunan zaman manasında حَيَاةٌ “hayat” anlamında, zarf manasında isimdir.
الدُّنْيَا: “En yakın” demektir. Dişil ism-i tafdildir. Erili الْأَدْنَى dır. الْحَيَاةِ nin sıfatı olduğu için ve الْحَيَاةِ da dişil olduğu için bu da dişil (müennes) gelmiştir. Fiil olarak birinci bâbdan دَنَا - يَدْنُو şeklinde “yaklaşmak” manasındadır. Vâv harfi ya harfine burada kural dışı olarak ibdal edilir. دُنْوَى olması gerekirken دُنْيَا şeklinde gelir.
الْحَيَاةُ الدُّنْيَا: “En yakın hayat, dünya hayatı” demektir.
لَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا: “Dünya hayatı sizi kesinlikle aldatmasın” demektir. Öncesinde Allah’ın vaadi haktır denmekte, Allah’ın vaadinin 8-9. ayetlerde nimet cennetleri olduğu söylenmektedir. Surenin başıyla sonu arasında bağ kurulmuştur. Kıyamet yevminden çekinin denmiş ama dünya hayatında iman edip salihatı amel edenlere vaad edilen cennetlerin hak yani gerçek olduğu da söylenmiştir. Bunun ardından sebep sonuç ilişkisi için fâ-u ta’liliye getirilmiş ve bundan dolayı dünya hayatı sizi aldatmasın denmiştir. Dünya hayatı bizi aldatmayı talep eden şuurlu bir varlık değildir. Burada bir söz sanatı vardır. Mecaz-ı Mürsel vardır. Siz dünya hayatına aldanmayın demektir. Dünya hayatının geçici nimetlerine kendinizi kaptırmayın denmektedir. Geçici zevklerin peşinde koşmayın, kalıcı olan cennetler için ittika edin, iman edip salihatı amel edin denmektedir. Dünya hayatı en yakın hayat demektir. Ahiretin yanında dünya hiçbir şeydir. İstediğiniz kadar evleriniz, köşkleriniz, saraylarınız, arabalarınız, özel uçaklarınız olsun hepsini bırakıp gideceksiniz. Mezarlıklar kendilerinden vazgeçilemeyeceğini sanan insanlarla doludur. İstediğiniz kadar gücünüz olsun, dünyanın en güçlü devletlerini yönetin, kral olun, padişah olun, sonunda öleceksiniz. Dünya hayatında kazandıklarınız değil imanınız ve salih ameliniz size fayda edecek. Kıyamet yevminde insanlar dünya hayatında peşinden gittikleri, her sözünü emir telakki ettikleri, onun için öldükleri, hata yapmaz kabul ettikleri, o yaptıysa bir sebebi vardır dedikleri, kesin cennetlik sandıkları anlı şanlı insanların nasıl da süklüm püklüm hallerde olduklarını göreceklerdir. Orada gerçek müminlerin yüzleri parıl parıl olacak, alnı secdeden kalkmadığı halde Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyanlar ve bu kimseleri destekleyenlerin ise yüzleri simsiyah olacaktır.
وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Ve aldatıcı sizi kesinlikle Allah’la aldatmasın.
Nehiy fiil cümlesi | Atıf harfi |
Fâil | Mefûlün bih GS | Mefûlun bih | Fiil | Olumsuzluk edatı |
Mecrur | Cârr |
الْغَرُورُ | اللَّهِ | بِ | كُمْ | يَغُرَّنَّ | لَا | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا cümlesine لَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللَّهِ الْغَرُورُ cümlesini atfetmektedir.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يَغُرَّنَّ: “Kesinlikle aldatacak” demektir. غرر kökünden birinci bâbdan üçüncü şahıs eril tekil te’kîd nûnlu muzari malum fiildir.
لَا يَغُرَّنَّ: “Kesinlikle aldatmasın” demektir. Burada da te’kîd nûnlu muzari fiilin başına لَا olumsuzluk edatı gelerek te’kîdli nehiy fiil olmuştur.
كُمْ: “Siz” demektir. Mensub muttasıl zamirdir.
بِ: “İle” demektir. Harf-i cerdir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
بِاللَّهِ: “Allah’la” demektir.
الْغَرُورُ: “Aldatıcı” demektir. غرر kökünden birinci bâbdan mübalağalı ism-i fâildir.
لَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللَّهِ الْغَرُورُ: “Aldatıcı sizi kesinlikle Allah’la aldatmasın” demektir.
Bu cümle günümüzü en iyi anlatan cümlelerden biridir. Allah ile aldatmak o kadar yaygındır ki akıllar almaz. Allah rızası için oluştuğunu iddia eden cemaatler, Allah rızası için kurulduğu iddia edilen gazeteler, televizyonlar, Allah’ın düzeni için kurulduğunu iddia eden vesenler ve diğerleri bunun tipik örnekleridir.
Burada aldatıcı (الْغَرُورُ) denmektedir. Şeytan denmemektedir. Aldatıcı mübalağalı ism-i fâildir ve nekre değil marifedir. Harf-i tarifle gelmiştir. Buradaki harf-i tarif cins için olur (aldatıcı cinsi), istiğrak için olur (bütün aldatıcılar). Ahd için olur mu? Ahd için olursa belirli bir aldatıcıdır ve bu cümleyi okuyan kim olduğunu biliyordur. Kim olduğunu biliyorsak bizi Allah ile aldatamayacağı için ahd için olmaz. Cins ve istiğraka uygundur. Bu da böyle cinslerin olduğunu ve sayılarının çok olduğunu göstermektedir. Gerçekten sayıları çoktur.
Mübalağalı ism-i fâille gelmesinin sebebi aldatma fiilini mübalağalı bir şekilde ve sürekli bir şekilde gerçekleştiriyor olmasıdır.
Günümüzdeki en büyük Allah’la aldatıcılık cenneti vadeden cemaatler ve Allah’ın ayetleriyle şiddetle reddettiği ekseriyeti ele geçirme çabası içinde olduğu halde Allah’ın dini için çalıştığını ifade eden vesenlerdir. Allah rızası Allah’ın ayetlerle reddettiği Allah’ın yolu dışındaki bir yolla olmaz. Bu yolla olur demek bu ayetin kapsamına girmek demektir. Zaten onların yolu ancak devamlı bir araya gelmek, sürekli toplantılar yapmak, vatandaşların arasında gezip takım elbiselerle boy gösterip bolca tokalaşmak ama ortaya hiçbir şey koymamaktır. Allah’ın dinini bilmeden, Kuran’ın rehberliğinde projeler üretmeden, sadece gezip dolaşarak ne elde edeceksiniz? Vaktinizi sağda solda gezerek harcayarak ne üreteceksiniz? Sürekli vaatlerde bulunup insanları aldatmaktan öte bir şey yapamayacaksınız demektir. İşte bunlar vaatleriyle sizi aldatmasın. Namaz kılıyorlar diye Allah’ın yolunda sanmayın.
Allah’ın dini için yeni nesiller yetiştirdiğini iddia eden cemaatlerin ne hallere düştükleri, onları cennete götürecek kurtarıcılarının cenazesinde bile bir araya geldiklerinde maske takarak kendilerini gizleme çabası içindeki halleri ortadadır. Hak yoldaysanız niçin kendinizi gizliyorsunuz?
Günah çıkaran papazlara benzeyen, iplerle tövbe dağıtan, holdingleşmiş, Kuran’dan bihaber cemaatlerin görüntüleri ise son derece komiktir. Onların peşinde koşan Allah’la aldatılmış yüzbinlerin hali de içler acısıdır.
Allah’ın ayetlerinin anlamlarının nasıl da tahrif edildiğini her gün görmekteyiz. İnsanların da nasıl bu aldatıcıların peşinden koştuğu çok açıktır. Cahiliye döneminde olduğumuz için hakka çağırdığınızda sizden uzak duranlar bu aldatıcıların peşinden koşmakta, varını yoğunu, zamanını, aklını onlara kaptırmakta daha da beteri ahiretlerini yok etmektedirler.
Bu ayette iman edenlere değil, insanlara seslenilmektedir. İnsanların bu aldatıcılara kapılmaması istenmektedir. Sadece Kuran ehlinde değil, Tevrat ehlinde, İncil ehlinde ve diğer inançlarda da Allah’la aldatma oldukça yaygındır. Aldatıcılar da çoktur. İttika edenler ise bu tuzaklara düşmemektedirler. Allah’ın kitabından elde edilen projelere iman etmekte, çalışmakta ve Allah’ın kitabını rehber edinerek her işlerini O’nun ayetlerine uygun şekilde yapmaktadırlar. Allah’ın dinini ve emirlerini çok iyi bildikleri için aldatıcılar muttakilere etki edememektedir. Günümüz saçma sapan sistemleri içinde başarıyı arayan cuhûdlarına cihad diyen topluluklardan da uzak durmaktadırlar.
Teşvikiye, Yalova
16 Kasım 2024
M. Lütfi Hocaoğlu