RÛM SÛRESİ - 1. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الم (1) غُلِبَتِ الرُّومُ (2) فِي أَدْنَى الْأَرْضِ وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ (3) فِي بِضْعِ سِنِينَ لِلَّهِ الْأَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَمِنْ بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ (4) بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (5)
Elif Lâm Mim. Rumlar yenilmelerinin sonrasında birkaç sene içinde yenecekleri halde yerin en yakınında yenildiler. Öncesinde ve sonrasında Allah’a aittir iş. Ve o dönem müminler Allah’ın yardımıyla ferahlarlar. İstediği kimseye yardım eder ve O azizdir, rahimdir. (1-5)
الم
Elif Lâm Mim
الم: Huruf-u mukattaadandır (الحروف المقطّعة). Kuran’da bazı sûreler harflerle başlar. Bu harflere huruf-u mukatta denir.
غُلِبَتِ الرُّومُ فِي أَدْنَى الْأَرْضِ وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ فِي بِضْعِ سِنِينَ
Rumlar yenilmelerinin sonrasında birkaç sene içinde yenecekleri halde yerin en yakınında yenildiler.
غُلِبَتِ: “Yenildi” demektir. غلب kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs dişil mazi meçhul fiildir. Aslı غُلِبَتْ tir. Sonrasında hemze-i vasl geldiği için okuma kolaylığı nedeniyle kesreli hale gelmiştir.
الرُّومُ: “Rum” demektir. روم kökünden gelmiştir. Kavim ismidir. Dişildir. İsm-i cem-i cinstir. Rum kavmini ifade edebilirken Rumlardan oluşan topluluğu da ifade eder. Burada topluluğu ifade ettiğinden “Rumlar” anlamındadır. Fertleştirilmiş hali الرُّومِيّ dur. غُلِبَتْ fiilinin nâib-i fâilidir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
أَدْنَى: “Daha yakın” demektir. دنو kökünden eril ism-i tafdildir. Dişili دُنْيَا dır. Fiil olarak birinci bâbdan دَنَا - يَدْنُو şeklinde “yaklaşmak” manasındadır. Muzaf olduğu zaman “en yakın” anlamına gelir.
الْأَرْضِ: “Yer” demektir. ءرض kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan أَرَضٌ mastarı bir mekânın bereketli, verimli olması, hayrının çok olması ve yerleşme ve ikamet için uygun olması manasındadır. Bu mastar manasından yerleşme için uygun olan manasında أَرْضٌ “yer” anlamındadır. “Yeryüzü” manasına da gelir. Yerleşme için uygun olan her yer arzdır. Yerküre de arzdır, yerküre içindeki herhangi bir alan da arzdır. Türkçeye geçen arsa ve arazi kelimeleri, İngilizcedeki earth kelimesi buradan gelmektedir.
أَدْنَى الْأَرْضِ: “Yerin en yakını” demektir.
فِي أَدْنَى الْأَرْضِ: “Yerin en yakınında” demektir.
غُلِبَتِ الرُّومُ فِي أَدْنَى الْأَرْضِ: “Yerin en yakınında Rumlar yenildi” demektir.
وَ: Hâl vâvıdır.
هُمْ: “Onlar” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. Rumlara racidir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
بَعْدِ: “Sonra” demektir. Zarftır. İzafe edildiği kelimeden sonrasındaki zamanı ifade eder.
غَلَبِ: “Yenmek, galip gelmek” demektir. غلب kökünden ikinci bâbdan mastardır.
هِمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Rumlara racidir.
غَلَبِهِمْ: “Onların yenilmesi” demektir. Mastarların özelliği hem malum (etken) hem de meçhul (edilgen) anlamdadırlar. Yani غَلَبِ mastarı hem “yenmek” hem de “yenilmek” anlamındadır. Cümlenin başından yenildiklerini bildiğimizden burada mastar “yenilmek” anlamındadır.
مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ: “Onların yenilmesinden sonrasında” demektir. Buradaki مِنْ onların yenilmesinden sonrasını muayyen (belirli) hale getirir. Eğer bu مِنْ olmasaydı بَعْدَ غَلَبِهِمْ şeklinde gelerek müphem (belirsiz) olacaktı. Bu مِنْ nedeniyle ondan sonrasındaki zaman belirlidir. Bu yenilginin zamanı bilinmektedir.
سَ: Yakın gelecek zaman edatıdır. Muzari fiillerin başına gelir ve arkasından gelen fiilin yakın bir zamanda gerçekleşeceğini gösterir. سَوْفَ ise uzak bir zamanda gerçekleşeceğini gösteren edattır.
يَغْلِبُونَ: “Yenerler” demektir. غلب kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs çoğul merfu muzari malum fiildir. Fiilin fâili cem vâvıdır (يَغْلِبُونَ). Bu cem vâvı da Rumlara racidir.
سَيَغْلِبُونَ: “Yakında yenecekler” demektir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
بِضْعِ: “Birkaç” demektir. Belgisiz sıfat (kinâye) olan sayıdır. 3-9 arasındaki miktarı belli olmayan sayıları göstermek için kullanılır. Müfred sayılardaki kurallar geçerlidir. Sayılan eril olduğunda sonunda kapalı te (ة) vardır, بِضْعَة şeklinde gelir. Sayılan dişil olduğunda sonunda kapalı te (ة) yoktur, بِضْع şeklinde gelir. Kinaye sayı muzaf, sayılan (ma’dûd) muzafun ileyh olarak gelir. Sayılan (ma’dûdları) cem’i mecrurdur (çoğul ve mecrurdur).
Dişil | Eril | İ’râb | Sayı |
M.İleyh Sayılan | Muzaf Sayı | M.İleyh Sayılan | Muzaf Sayı | | |
سَمَاوَاتٍ | بِضْعُ | رِجَالٍ | بِضْعَةُ | Merfu | 3-9 |
سَمَاوَاتٍ | بِضْعَ | رِجَالٍ | بِضْعَةَ | Mensub |
سَمَاوَاتٍ | بِضْعِ | رِجَالٍ | بِضْعَةِ | Mecrur |
لَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِنِينَ
Zindanda birkaç sene kaldı
Burada بِضْعَ kinaye sayısı kullanılmıştır. 3-9 arasında herhangi bir sayıdır. Müfred sayılardaki gibi sayılan سِنِينَ dişil çoğul olduğu için بِضْعَ kapalı te olmadan gelmiştir. Kalınan senenin sayısının bu aralıkta olduğu ama tam ne kadar olduğu önemli olmadığı için kinaye sayı kullanılmıştır.
سِنِينَ: “Seneler” demektir. Tekili سَنَة dir. سنه kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan سَنَهٌ mastarı bir şeyin üzerinden uzun bir zaman geçmesi ve bu geçen zamanın alametlerinin bu şeyde görünmesidir. Bu mastar manasından geçen zaman birimi olarak sene camid isimdir. Sonundaki ه hazf edilmiş ve bu hazfin yerine ivaz olarak ة getirilmiştir (سَنَهٌ سَنَةٌ). Sene ile âm arasında fark vardır. Sene ile bir zaman diliminin tamamı anlatılır. Arada boşluklar olmadan devam eden bir süredir ve onunla ilgili anlatılan olay o süre içinde kesintisiz olarak gerçekleşmiştir. Âm ile anlatılan olay ise zaman diliminin tamamı içinde gerçekleşmemiştir. Zaman diliminin içinde gerçekleşmiş ama zaman diliminin tamamını kapsamamıştır. Süre anlatılmak istendiğinde sene, içindeki olay anlatılmak istendiğinde âm kullanılır. Örnek olarak üniversitede dört sene okudum denmez, dört âm okudum dersiniz. Çünkü senenin tamamı boyunca üniversitede okumazsınız.
بِضْعِ سِنِينَ: “Birkaç sene” demektir.
فِي بِضْعِ سِنِينَ: “Birkaç sene içinde” demektir.
سَيَغْلِبُونَ فِي بِضْعِ سِنِينَ: “Birkaç sene içinde yenecekler” demektir.
هُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ فِي بِضْعِ سِنِينَ: “Onlar yenilmelerinin sonrasında birkaç sene içinde yenecekler” demektir.
وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ فِي بِضْعِ سِنِينَ: “Onlar yenilmelerinin sonrasında birkaç sene içinde yenecekleri halde” demektir.
غُلِبَتِ الرُّومُ فِي أَدْنَى الْأَرْضِ وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ فِي بِضْعِ سِنِينَ: “Rumlar yenilmelerinin sonrasında birkaç sene içinde yenecekleri halde yerin en yakınında yenildiler” demektir.
Burada yakında yenecekler gelecek zamanı göstermektedir. Bu fiil Rumlar yenildi cümlesinin içinde hâl olduğu için bu ayeti okuduğumuz zamana göre gelecek zaman değil, hâl cümlesi olarak geçtiği “Rumlar yenildi” cümlesinin zamanına göre gelecek zamandır. Yani günümüze göre değil geçmişte Rumların yenildiği zamana göre gelecek zamanı ifade eder.
Burada Rumları kimin yendiği söylenmemiştir. Bu ayetlerin iniş sebebinin Sasaniler ile Doğu Roma İmparatorluğunun arasındaki savaşlar olduğu bilinmektedir. Ayet Sasanileri referans almayıp Rumları referans almaktadır. 602-628 yılları arasında Sasaniler ile Rumlar savaşmışlardır. Başlangıçta Sasaniler Rumları yenerek ilerlemiş, daha sonra olay tersine dönmüş ve Rumlar Sasanileri yenmişlerdir.
602 yılında Sasaniler ile savaşlar başlamıştır. Sasaniler 613’te Antakya ve Şam’ı, 614 yılında da Kudüs’ü, 615’de Ürdün, Suriye ve Filistin’i, 618 yılında da Mısır’ı almışlardır. Bundan sonra 622 yılında olaylar tersine dönmüş ve 627 yılında Ninova savaşıyla Rumlar Sasanilere karşı büyük bir galibiyet almışlardır.
Ayette فِي بِضْعِ سِنِينَ (birkaç sene içinde) denmiştir. Bu da 3-9 sene arasıdır. Bu pek çok savaş içinden ayetteki Rumların yenildiği savaş ve yendikleri savaş hangisidir? Yendikleri savaş ilk galibiyetleri olmalıdır. Çünkü yenilgi durumundan çıktıkları ilk galibiyetleridir. Bu da 622 yılına denk gelmektedir. Ayetteki yenildikleri ise en ağır yenilgileri olmalıdır. O da Kudüs’ü kaybettikleri 614 yılında 90.000 hıristiyanın öldüğü, kutsal toprağı kaybettikleri savaştır. İkisi arasında 8 sene vardır ve فِي بِضْعِ سِنِينَ ye uygundur.
Rumların yenildiği yer ise فِي أَدْنَى الْأَرْضِ ile ifade edilmektedir. Yerin en yakınında demektir. Burada الْأَرْضِ ile kastedilen yer neresidir? Bu yerin en yakını neresidir? Yer tüm yeryüzü olabileceği gibi belirli bir yer de olabilir. Tüm yeryüzünün en yakını olamayacağından belirli bir yer kastedilmektedir. Bu yer (الْأَرْضِ) Bizans topraklarıdır. 614 yılındaki savaş Bizans topraklarının Mekke’ye en yakın olduğu yerde olmuştur. Bu nedenle yerin en yakınında denmektedir. Referans noktası Mekke’dir. Mekke’ye en yakın olan Rum toprakları ifade edilmektedir.
لِلَّهِ الْأَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَمِنْ بَعْدُ
Öncesinde ve sonrasında Allah’a aittir iş.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
لِلَّهِ: “Allah’a aittir” demektir.
الْأَمْرُ: “Emir, iş” demektir. ءمر kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan mastar olarak birisine bir işi yapmayı emretmek manasındadır. Bu mastar manasından yapılan iş manasında أَمْرٌ “emir, iş” anlamında isimdir. Çoğulu أُمُور dur.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
قَبْلُ: “Önce” demektir. Zarftır. İzafe edildiği kelimeden öncesindeki zamanı ifade eder.
مِنْ قَبْلُ: “Öncesinde” demektir. Normalde مِنْ harf-i cerdir ve sonrasındaki kelimeyi mecrur yapar. Bu nedenle beklenilen قَبْلِ şeklinde kesre ile gelmesidir. قَبْلُ şekilde gelmesi sonrasındaki kelimenin hazf edildiğini göstermek içindir. Burada مِنْ قَبْلِ ذَلِكَ (ondan öncesinde) şeklinde takdir edilebilir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. مِنْ قَبْلُ ya مِنْ بَعْدُ yu atfetmektedir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
بَعْدُ: “Sonra” demektir. Zarftır. İzafe edildiği kelimeden sonrasındaki zamanı ifade eder.
مِنْ بَعْدُ: “Sonrasında” demektir. Burada da hazf vardır. Burada مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ (ondan sonrasında) şeklinde takdir edilebilir.
مِنْ قَبْلُ وَمِنْ بَعْدُ: “Öncesinde ve sonrasında” demektir.
لِلَّهِ الْأَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَمِنْ بَعْدُ: “Öncesinde ve sonrasında Allah’a aittir iş” demektir. Bu cümle öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasına açılmış bir parantezdir. Bu durumda öncesi ve sonrası ifadelerinin muzafun ileyhleri hazf edildiği için üç şekilde düşünülebilir:
- Yenilmelerinin öncesinde, yenilmelerinin sonrasında
- Yenilmelerinin öncesinde, yenmelerinin sonrasında
- Yenmelerinin öncesinde, yenmelerinin sonrasında
Buna göre Rum-Sasani savaşlarının öncesi, sonrası her şekilde Allah’ın planlaması ile gerçekleşmektedir. Bunun bir sebebi vardır. Önce Rumların yenilmesi ve sonra yenmesi gerekliymiş. İslam dininin yerleşmesi için önemli olmalıydı ki bu şekilde ifade edilmektedir. Eğer bu iki imparatorluk savaş içinde olmasaydı belki de bunlardan birisi Arabistan yarımadasını işgal edecekti ve oradan İslam dini (düzeni) doğmayacaktı. Bu nedenle bu savaş Allah’ın işidir ve olması gereklidir. Başka pek çok gerekçe olabilir, gerçekleşmemiş olduğu için bilemeyiz ancak tahminlerde bulunabiliriz.
وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ بِنَصْرِ اللَّهِ
Ve o dönem müminler Allah’ın yardımıyla ferahlarlar.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. يَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ بِنَصْرِ اللَّهِ cümlesini öncesindeki parantez cümlesine değil غُلِبَتِ الرُّومُ فِي أَدْنَى الْأَرْضِ وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ فِي بِضْعِ سِنِينَ cümlesine atfetmektedir.
يَوْمَئِذٍ: “O dönem” demektir. يَوْمَ “gün, dönem” demektir. İsim tamlamasında muzaf olarak gelmiştir. Kendisinden sonra muzafun ileyhi olarak إِذٍ gelmiştir. Bu durumda sözün öncesinde geçen zamanı ifade eder. Rumların yendikleri zamanı işaret etmektedir.
يَفْرَحُ: “Ferahlar” demektir. فرح kökünden dördüncü bâbdan üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. Duygu ifade eden bir lazım fiildir.
الْمُؤْمِنُونَ: “Müminler” demektir. ءمن kökünden if’âl bâbından merfu marife eril çoğul ism-i fâildir.
بِ: “İle” demektir. Harf-i cerdir.
نَصْرِ: “Yardım” demektir. Sıkıntılı durumlarda gelen yardımdır.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
نَصْرِ اللَّهِ: “Allah’ın yardımı” demektir.
بِنَصْرِ اللَّهِ: “Allah’ın yardımıyla” demektir.
يَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ بِنَصْرِ اللَّهِ: “O dönem müminler Allah’ın yardımıyla ferahlarlar” demektir. Rumlar 622 yılında yenmeye başlamışlardır. Mekke’den Medine’ye muhacere de 622 yılında olmuştur ve müminler ferahlamışlardır. Buradaki Allah’ın yardımı Medinelilerin Mekkelileri barındırmalarıdır. Sıkıntılı durumda, düşmana karşı yapılmış bir yardımdır. Hicret sonrası müminler psikolojik olarak rahatlamışlardır.
يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ
İstediği kimseye yardım eder.
يَنْصُرُ: “Yardım eder” demektir. نصر kökünden üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. Fâili müstetir هُوَ dir. Allah’a racidir. Sıkıntılı durumlarda, hasmına karşı galip gelmek için birine kuvvetle yardım etmektir. Sıradan işlerdeki yardım değildir. عون ise genel yardımdır. Bütün yardımları kapsar.
مَنْ: “Kimse” anlamındadır. Umumi ism-i mevsuldür. Şuurlu varlıklar için kullanılır. Arkasından sıla cümlesi gelir. Sıla cümlesinde bu ism-i mevsule dönen bir aid zamiri vardır. Eril tekil zamir döner. هُوَ veya هُ zamiri döner. Eril zamir dönmesi sadece erkekleri ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem erkek hem de kadınları kapsar. Tekil zamir dönmesi de tek bir kişiyi ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem tek kişiyi hem iki kişiyi hem de çok kişiyi kapsar. Bu nedenle umumi ism-i mevsuldür. Eril tekil zamir dönmesi gramatik bir kuraldır. Bazen de eril çoğul zamir döner. مَا da مَنْ gibi umumi ism-i mevsuldür, şuursuz varlıklar için kullanılır. Hem şuursuz hem şuurlu varlıklar varsa مَا kullanılır.
يَشَاءُ: “İster” demektir. Bir durumu, bir varlığı, bir işi dilemek, istemek manasındadır. Talep etmek demek değildir. Birisinden bir şeyi istemek demek değildir. Kendi içinden istemek, olmasını istemek demektir. Fâili müstetir هُوَ dir. Allah’a racidir.
مَنْ يَشَاءُ: “İstediği kimse” veya “isteyen kimse” demektir. İki anlama da gelmektedir. Bunun sebebi “aid zamiri” kavramıdır. يَشَاءُ nun fâili müstetir هُوَ dir. Mef’ûlü ise mahzuf هُ dur.
Aid zamiri fâil olan müstetir هُوَ olursa anlam “isteyen” şeklinde olur, mef’ûl olan mahzuf هُ ise anlam “istediği” şeklinde olur. Bu nedenle iki anlamın da verilmesi uygundur. Ancak öncelik aid zamirinin mef’ûl olan mahzuf هُ olduğu anlamın tercih edilmesindedir.
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Fâil Aid zamiri | Mefûlun bih | Fiil |
هُوَ | هُ | يَشَاءُ | مَنْ |
İsteyen kimse |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Fâil | Mefûlun bih Aid zamiri | Fiil |
هُوَ | هُ | يَشَاءُ | مَنْ |
İstediği kimse |
يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ: “İstediği kimseye yardım eder” demektir. Allah Mekkeli müminlere yardım etmeyi istemiş, Mekkeli müminler de Allah’ın kendilerine yardım etmesini istemiştir. Böylece yardım gerçekleşmiş, hicret için imkânlar oluşturulmuş ve müminler ferahlamışlardır.
وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
Ve O azizdir, rahimdir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ cümlesine هُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ cümlesini atfetmektedir.
هُوَ: “O” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. Allah’a racidir.
الْعَزِيزُ: “Aziz” (üst, üstün, etkin) demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Kökü عزز dir. İkinci bâbdan gelmektedir. Lazım fiildir. Üst olan, üstün olan, etkin olan manasındadır. Sübut ve devam özelliği olan bir sıfattır. Çoğulu أَفْعِلَة kalıbından أَعِزَّة dür.
الرَّحِيمُ: “Rahim” (merhamet edici) demektir. Kökü رحم dir. Dördüncü bâbdan müteaddi fiilden türeyen mübalağalı ism-i fâildir. Birisine fayda etmek, ondaki zararı gidermek için yardım etmek manasındaki fiilden gelmiştir. Düzensiz çoğulu رُحَمَاءُ dur.
هُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ: “O azizdir, rahimdir” demektir. Allah üstündür. Kime yardım ederse o başarılı olur. Allah merhamet edicidir. Zararda, sıkıntıda olana merhamet eder, yardım eder. Mekkeli müminlere de yardım etmiş, onlara merhamet etmiş ve onları ferahlatmıştır. Kuran’ın nüzulunun başlamasını iki büyük imparatorluğun savaşmaları sırasında gerçekleştirmiş, hicret ile gelen ferahlama da savaşın gidişatının tersine döndüğü bir dönemde olmuştur. Bunların hepsi Allah’ın planlaması içinde olmuştur. Allah bunları irade etmiş ve sonuçlar da Allah’ın iradesine uygun bir şekilde tecelli etmiştir.
Allah’ın الرَّحِيمُ sıfatının Kuran’da geçiş şekilleri:
Marife geçiş | Sayı | Nekre geçiş | Sayı |
الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ | 13 | | |
الْغَفُورُ الرَّحِيمُ | 7 | غَفُورٌ رَحِيمٌ | 63 |
الرَّحِيمُ الْغَفُورُ | 1 | | |
التَّوَّابُ الرَّحِيمُ | 6 | تَوَّابٌ رَحِيمٌ | 3 |
الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ | 6 | | |
الْبَرُّ الرَّحِيمُ | 1 | | |
| | رَءُوفٌ رَحِيمٌ | 10 |
| | رَحِيمٌ وَدُودٌ | 1 |
| | رَبٍّ رَحِيمٍ | 1 |
Bu ayette aziz ve rahîm sıfatları marife olarak gelmiştir. Allah’ın sıfatı marife gelmişse o sıfatın gerçekleşmesinin nasıl olduğunu biz kavrayabiliriz, anlayabiliriz, bilebiliriz, nekre gelirse o sıfatın gerçekleşmesinin nasıl olduğunu biz kavrayamayız, bilemeyiz. (S.Akdemir kavrayamayız değil, kavramada zorlanırız şeklinde olması gerektiğini belirtti. Sadece başından olay geçenler kavrayabilirler şeklinde ifade etti.)
Bu ayette Allah’ın aziz ve rahîm olduğunu söylemektedir. Bu sıfatlarının nasıl gerçekleştiği bilinmektedir. Allah’ın aziz ve rahîm sıfatı müminlere muhacere yoluyla tecelli etmiştir.
Önemli olan Kuran’da bir surede bu olayların niçin anlatıldığıdır. Kuran indiği sırada bir mucize gerçekleşmiş, neredeyse yıkıldı denen Bizans kendini toparlamış ve Sasanilerden kaybettiği toprakları geri almıştır.
Yenilgiler olabilir, başarısızlıklar olabilir. Bunlar caydırmamalıdır. İmkânsız denilen toparlanmaların olabileceği bu ayetlerle anlatılmaktadır. Allah’ın yardımı en önemli faktördür ve Allah yolunda cihad ederken (çabalarken) Allah’ın yardımı istenmelidir. Aziz ve rahîm olan Allah istediği/isteyen kimseye yardım edecektir. Cihadınız Allah yolunda ise bu yardım gerçekleşecektir.
Yalova, Teşvikiye
03 Aralık 2022
M. Lütfi Hocaoğlu