RÛM SÛRESİ - 11. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ إِذَا أَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ (20)
O’nun ayetlerindendir sizi bir tür topraktan yaratması. Sonra aniden siz yayılan ölümlüler oldunuz. (20)
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ
O’nun ayetlerindendir sizi bir tür topraktan yaratması.
İsim cümlesi | Vâv-u isti’nâfiyye |
Mübteda | Haber |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | Harf-i mevsûl | Mecrur | Cârr |
Mefûlün bih GS | Fâil | Mefûlun bih | Fiil | Muzâfun ileyh | Muzâf |
Mecrur | Cârr |
تُرَابٍ | مِنْ | هُوَ | كُمْ | خَلَقَ | أَنْ | هُ | آيَاتِ | مِنْ | وَ |
وَ: Vâv-u isti’nâfiyyedir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
آيَاتِ: “Ayetler” demektir. Tekili آيَة dir. Ayet gösterge demektir. ءيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak bir kimse ya da bir şey hakkında onun bilinmesini sağlayacak bir işaret koymak manasındadır. Bu mastar manasından konulan işaret manasında آيَة “gösterge” anlamında isimdir.
هِ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. 17. ayetteki Allah’a racidir.
آيَاتِهِ: “O’nun ayetleri” demektir. Allah’ın ayetleridir. Allah’ın ayetleri denilince insanların aklına Kuran ayetleri gelmektedir. Astronomik olaylar, canlıların ve insanın yaratılışı, doğa olayları Allah’ın bilinmesini sağlayan işaretler olduğu için hepsi Allah’ın ayetleridir. Kuran’daki ayetler de Allah’ın ayetleridir. Çünkü onlar da Allah’ın bilinmesini sağlayan işaretlerdir. Kuran’ın harfleri de Kuran’ın ayetleridir. Çünkü onlar da Kuran’ın bilinmesini sağlayan işaretlerdir.
مِنْ آيَاتِهِ: “O’nun ayetlerinden” demektir.
أَنْ: Harf-i mevsuldür. Mastar harfidir. Sonrasında gelen sıla cümlesi ile beraber bir mastarı ifade eder. Bu mastar harfinin özelliği kendisinden sonra gelen muzari fiili nasb etmesidir. Burada kendisinden sonra mazi fiil gelmiştir. Mazi fiiller mebni oldukları için nasb edilmezler.
خَلَقَ: “Yarattı” demektir. خلق kökünden birinci bâbdan üçüncü tekil şahıs eril mazi fiildir. Var olan başka bir şeyden yeni bir şey üretmek, biçimlendirmek manasındadır.
كُمْ: “Siz” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. Kuran’ı okuyan kimseye hitaben insanlar ifade edilmektedir. Hangi çağda kim okursa okusun onlar için geçerli olduğundan insan türünün fertlerini ifade etmektedir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
تُرَابٍ: “Toprak” demektir. ترب kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan تَرَبٌ mastarı yüzeyinde küçük, narin, yumuşak taneciklerden bir tabaka oluşması manasındadır. Bu mastar manasından gelen تُرَابٌ “bir şeyin yüzeyine yayılarak onu kaplayan küçük yumuşak tanecik” anlamında ism-i mef’ûl manasında camid isimdir. Istılahi olarak yerin yüzeyini kaplayan küçük yumuşak tanecikler yani “toprak” manasındadır. Erildir. Çoğulu تَرَائِبُ dur. Ancak burada تُرَابٍ şeklinde nekre gelmiştir. Oysa toprak cins isimdir. Cins isimler başına harf-i tarif alırlar. Burada “toprak” manasının olması için التُّرَابِ şeklinde marife gelmesi gereklidir. Bu durumda anlamı “bir toprak” veya “bir tür toprak” manasına gelir. Bu da toprak manasından uzaklaşıp ıstilahi (terminolojik) bir mana vermemiz gerektiğini göstermektedir.
خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ: “Sizi bir tür topraktan yarattı” demektir.
أَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ: “Sizi bir tür topraktan yaratması” demektir.
مِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ: “O’nun ayetlerindendir sizi bir tür topraktan yaratması” demektir.
Burada أَنْ harf-i mevsulünün (mastar harfi) sıla cümlesi mazi fiil cümlesidir. Genellikle bu harf-i mevsul ile muzari fiil kullanılır. Muzari fiil kullanıldığında muzari fiil nasb edilir ve mensub olur. Mazi fiiller mebni olduğu için irabları değişmez. Muzari fiil kullanıldığında gelecek zamanda gerçekleşecek bir durum ifade edilir. Mazi fiil kullanıldığında geçmiş zamanda gerçekleşen bir durumdan bahsedilir.
Bu ayet o anda Kuran’ı okuyana hitap etmektedir. Kuran’ı okuyan herkesin yaratılması geçmiş zamandadır. İnsan türünün yaratılması da geçmiş zamandadır. Sıla cümlesinin mazi olmasının sebebi budur.
Buradaki تُرَابٍ kelimesine cins isim olup nekre gelmesi nedeniyle terminolojik bir anlam verilmesi zorunluluğu doğmuştur. O zaman şu soruyu sorarız: Kuran her çağdaki bilimlerin terminolojik ifadelerinin bir karşılığını barındırır mı? İnsanın döllenmeden doğuma kadar bütün aşamalarını bildiğimiz çağda bu evrelerin her birine Kuran’da karşılık bulursak Kuran bütün çağların terminolojik ifadelerini barındırıyor demektir. Bütün bilim dallarının terim kitabı Kuran olmalıdır. Bunu yaptığımız zaman Kuran bize bütün bilimlerde ışık tutacaktır.
Kuran’ın inişi 14 asır önce gerçekleşmiş ve hiçbir ilmi özelliği olmayan bir kavim içine inmiştir. Böyle bir kavme inmiş olmasına rağmen hem o kavme bir şeyler ifade etmeli hem de çağlar üstü olarak binlerce yıl ötesinde âlim insanlar okuduğu zaman da onlara başka bir şey ifade edebilmelidir. Kuran bunu göstermiş ve aynı zamanda meydan okumuştur. Benzeri bir kitabın hiçbir zaman getirilemeyeceğini iddia etmiştir. Bu durumda Kuran’ın dili bu mükemmel özelliğe sahip bir dil olmalıdır.
Peki, o günün toplumları içinde son derece geride olan, bedevi hayatı yaşayan bir toplumun dili nasıl olmuş da bu özellikleri taşıyan bir dil olmuştur? Burada dikkat edilmesi gereken nokta Peygamberin ve Peygamberin topluluğunun Arap olması nedeniyle Kuran’ın Arapça inmesi midir? Durum böyle değildir. O toplumun dili yüzyıllar boyunca Kuran için hazırlanmış ve Kuran’da kullanılacak olan kelimeler de o toplumda Allah tarafından kullandırılmış ve topluluk Kuran için hazırlanmıştır. Diğer toplulukların uygarlığından direk olarak etkilenmemiş bir topluluk seçilmiş ve çöller içinde olan konum nedeniyle diğer insanların gelmesi için cazip olmayan bir yer belirlenmiştir. Zaten Kâbe İbrahim Peygamber tarafından Allah’ın istediği yerde çok önceleri inşa edilmiştir. Bu da hazırlığın bir delilidir.
Alfabe aile ağacı
Çöl içinde olan bu topluluğun dili Proto-Sinaitic (Proto-Canaanite) alfabe ile başlamış ve daha sonra belirli aşamalardan geçerek oluşmuştur. Bu nedenle Kuran’da geçen kelimeler özel kelimelerdir, diğer dillerde de değişime uğrayarak kullanılan kelimelerdir. Kuran’daki kelimeler bu yönüyle değerlendirilmeli, anlamlandırılırken ve terim olarak kullanılırken bu durum göz önüne alınmalıdır.
Her bilim dalının kendine özgü bir terminolojisi vardır. Terim günlük dilde kullanılan ya da kullanılmayan uzmanlık isteyen özel uğraş alanlarına ait kavramları ifade etmeye yarayan, sınırlı anlamlara sahip sözcüklerdir. Kuran’dan bilimsel olarak faydalanmak için Kuran’da kullanılan kelimeleri terim olarak kullanmamız gerekmektedir.
Peki, Kuran indiği zaman Arap dilinde kullanılan bazı kelimeleri terim olarak kullanmış mıdır? Yani Kuran Arapçası terminolojik kullanım için uygun mudur? Kuran bunu örneklendirmiş midir? Yalnızca terim anlamı olarak kullanılmak zorunda olan kelimeler var mıdır?
- زَكَاة: Saflaşmak, arınmak, kirlerinden temizlenmek anlamında iken Kuran ile beraber vergi anlamında kullanılmıştır.
- صَوْم: Bir fiilden isteyerek kaçınmak manasında iken صِيَام kelimesi birden fazla fiilden isteyerek kaçınmak manasındadır. Kuran ile ıstılahi manada oruç tutmak manasında kullanılmıştır.
- حَجّ: Belirli aralıklarla bir yere kasıtlı olarak yönelmek, oraya gitmek manasında iken Kuran’dan öncesinde Hac amelinin ismidir, Kuran ile bu terim kullanılmaya devam etmiştir.
- صَلَاة: Birisi veya birilerinin yakınında bulunmak ve onunla veya onlarla bir amaç için etkileşimde bulunmak, onu/onları desteklemek manasındadır. Bu mastar manasından yapılan etkileşim manasında صَلَاة ıstılahi olarak “toplantı”, müminler için özel bir terim olarak “namaz” anlamındadır.
Bu kelimelerin bu manada kullanıldığı uygulama yani sünnet ile bilinmektedir. Ancak o yıllarda ve Kureyş kavminde ve sonrasında Medine devletinde günümüz modern bilimlerine ait terimlerin kullanılmasını beklememekteyiz. Ancak Kuran yalnızca o döneme inmiş olsaydı sorun yoktu. Oysa Kuran çağlar üstüdür. Her çağda her sorunumuzu çözmelidir.
Bu durumda Kuran’da öyle kelimeler olmalıdır ki hem toplum tarafından kullanılacak ve o tarihte okunduğu zaman yadırganmayacak, bu ne demek istiyor denmeyecek hem de günümüzde okuduğumuz zaman terim olarak kullanılabilecek. Bunun için verilecek en iyi örnek insanın yaratılma aşamaları ve bunun için Kuran’da kullanılan kelimeler ve bugün için hangi terim anlamını vereceğimizdir.
İlk İnsan
Kuran tüm insanların tek bir nefisten yaratıldığını ve bu nefisten eşinin yaratıldığını ve ikisinden de çok sayıda insanın ve bunlardan da mevcut tüm insanların yaratıldığını söylemektedir.
يَاأَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثِيرًا وَنِسَاءً
Ey insanlar sizi bir nefisten yaratan ve ondan zevcini yaratan ve ikisinden çok sayıda adam ve kadını yayan rabbinize ittika edin. (Nisa 1)
Bu ilk nefis kimdir? Ondan yaratılan zevci kimdir? Kuran bu ilk yaratılan iki insandan erkek olanına Âdem demekte, kadın olanının adını bildirmemektedir. Hangisinin ilk olarak yaratıldığını da söylememektedir. Hangi mekanizma ile ilk nefisten eşinin yaratıldığını doğrudan anlatmamakta, dolaylı olarak anlatmaktadır. Tevrat’ta ise ilk kadının adının Havva olduğu, Âdem’in kaburgasından yaratıldığı anlatılmaktadır.
Kuran’da ilk erkeğe Âdem denmesinin bir sebebi vardır. Âdem kelimesi Arapçada esmer insan, hatta şiddetli esmer demektir.
والأُدْمَةُ: السُّمرةُ. والآدَمُ من الناس: الأَسْمَرُ. في الناس السُّمرة الشديدة
Udmetu: esmerdir ve insanlardan Âdem: en esmerdir. İnsanlar içinde en şiddetli esmerdir. (Lisanu-l Arab)
Buradan ilk erkeğin siyahi olduğunu anlamaktayız. Daha önce belirttiğimiz gibi bu kelimenin Arapçada bu anlamda kullanılması Kuran için bir hazırlık olduğundan dolayıdır.
Son 20-30 yıla kadar modern insanın kendisinden önce gelen türden çok yerde meydana geldiği ve insanın tek atasının olmadığı iddia ediliyordu. Bir nevi Tevrat ve Kuran’ı yalanlıyorlardı. Oysa 2000’lerin başında bitirilen genom çalışmaları Tevrat ve Kuran’ı doğrulamış, insanların tek bir insandan meydana geldiğini ortaya koymuştur. Bu konudaki en bilinen ve ilk çalışma National Geographic ve IBM tarafından yapılan Genographic projesidir. Bu projede tüm dünyadaki insanlardan yapılan ağız mukozası örneklemesi ile elde edilen genetik verilerle insanın tek bir insandan meydana geldiği hatta ilk çıktığı nokta ve yeryüzüne yayıldığı göç yolları bile keşfedildi. Çalışmada erkeklere yalnızca babadan geçen Y kromozomundaki DNA ile hem erkek hem de kadınlara yalnızca anneden geçen mitokondrideki DNA analiz edilerek saptandı.
Y Kromozomu DNA Haplogrupları ve yeryüzündeki dağılımı
Bu çalışma ile tüm insanların tek bir insandan ortaya çıktığı ve bu insanın bundan 60.000 yıl kadar önce Afrika’da ortaya çıktığı ve siyah derili bir insan olduğu ortaya koyuldu.
Hatta o kadar ileri gidebildi ki ilk insanın genleri tamamen ortaya konulabiliyor ve heykeli bile yapılabiliyordu.
Âdem’in büstü
Kuran’daki Âdem kelimesinin Arapça anlamının ilk insanın en önemli dış görünüş vasfını ifade etmesi çok önemlidir.
Kuran, Âdem’in Dünya’da nerede yaratıldığına da işaret etmektedir. Cennet kelimesi Kuran’da asıl anlamı olan bahçe manasında kullanılmakla beraber Ahiretteki Cennet evreninin de özel ismi olarak kullanılmaktadır.
وَقُلْنَا يَاآدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ
“Ey Âdem, sen ve zevcin Cennet’e yerleş ve oradan istediğiniz yerden ikiniz yiyin ve ikiniz zalimlerden olacak olmanız sebebiyle bu ağaca yaklaşmayın” dedik. (Bakara 35)
Bu Cennet’te yani bahçede yaşayan Âdem ve eşi bu Cennet’ten yani bahçeden malum sebeple uzaklaştırıldıklarında
قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَمِيعًا
“Ondan topluca aşağı inin” dedik. (Bakara 38)
Topluca oradan yukarıdan aşağı inin denmektedir. Buradan anlıyoruz ki bu yer yüksek bir yerdir. Âdem’in siyahi olmasıyla böyle bir yer Afrika’da aranmalıdır.
Aynı zamanda Âdem ve eşinin yasak ağaçtan yemeleri sonrasında ortaya çıkan bir durumdan bahsedilmektedir.
فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْءَاتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ
İkisi ağacı tadınca ikisinin sev’etleri ikisi için açığa çıktı ve ikisinin üzerlerine bahçe yaprağından yamamaya başladılar. (Araf 22)
Yasak ağaçtan ikisi tattıktan sonra edep yerleri açığa çıkmış ve cennet yani bahçe yapraklarından edep yerlerini örtmeye başlamışlardır. Buradan anlıyoruz ki vücutları kıllarla kaplı iken bu kıllar ağacı yemeleriyle ortaya çıkan bir sonuç nedeniyle dökülmüştür. Zaten yasak olma sebebi bu olsa gerektir. Bu durumda bu kılların onları soğuktan koruma özelliği olmalı ve kılların dökülmesi ile soğuktan kaçma amacıyla aşağı inmek zorunda bırakılmış olmaları gereklidir. Öyleyse bulundukları cennet yani bahçe Afrika içinde olmalı ve yüksekte ve soğuk olmalıdır.
Genographic çalışması ile bu yer keşfedildi ve yaklaşık olarak Etiyopya içinde olduğu bulundu. Oradan yeryüzüne hangi yolları izleyerek yayıldığı da keşfedildi.
Âdem’den sonra insanların yeryüzüne yayılması
Peki, bu ilk iki insan burada nasıl yaratılmıştı? Kuran insanın yaratılışına ait olan hangi kelimeleri kullanmaktaydı?
Kuran’da kullanılan kelimeleri bir insan eserindeki kelimeler gibi değerlendirmeyiz. Bakara suresinin hemen başında «ذَلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ» diyerek Kuran’da hiçbir rayb olmadığı bildirilmektedir. رَيْب “karışıklık, kargaşa, bulanıklık, şüphe, tereddüt” demektir. Bir haberin veya bir bilginin veya bir şeyin birisini onun doğruluğunu tasdik etmede tereddüt içinde bırakması manasındadır. Bu nedenle Kuran’da bir bulanıklık, karmaşıklık yoktur. Rayb kelimesi العَيْبُ kelimesi ile de akrabadır.
Bu nedenle Kuran’da kullanılan her kelime Kuran’da başka yerlerde kullanılışı ile birlikte önemlidir ve bütün Kuran birlikte değerlendirilmelidir. Bu nedenle kelimeler ve kullanılış şekli çok dikkatli bir şekilde incelenmelidir.
تُرَاب
يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاءُ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفَّى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئًا
Ey insanlar, baastan rayb içinde iseniz kesinlikle biz sizi Turâb’dan sonra Nutfe’den sonra Alaka’dan sonra muhallak Mudğe ve gayrimuhallak Mudğe’den size tebyin etmemiz için yarattık. İsimlendirilmiş bir ecele kadar istediğimizi rahimlerde kararlı kılarız sonra sizi çocuk olarak çıkarırız sonra eşeddinize ulaşmanız için (sizi ömürlendiririz) ve sizden vefat eden vardır ve sizden bildikten sonra bir şey bilemez olması için ömrün en reziline dönen vardır. (Hac 5)
Bu ayette Nas’a hitap edilmekte ve sizi Turâb’dan yarattık denmektedir. Buradaki Nas kimdir? Onu da şu ayetten anlıyoruz:
يَاأَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Ey insanlar, sizi ve sizden önce olanları yaratan rabbinize ibadet edin. Umulur ki ittika edersiniz. (Bakara 21)
Bu ayette Nas’a hitap edilmekte ve sizi ve sizden öncekileri yaratan rabbiniz demektedir. Buradan Nas ifadesinin mevcut yaşayan insanlar olduğunu anlıyoruz. Bu durumda mevcut yaşayan insanlar da Turâb’dan yaratılmışlardır.
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ
O’nun ayetlerindendir sizi Turâb’dan yaratması. (Rum 20)
Rûm suresindeki tefsir ettiğimiz bu ayette de bu durum teyit edilmektedir. Burada önemli bir durum vardır. İfade مِنْ تُرَابٍ şeklinde gelmektedir. Buradaki مِنْ ne anlama gelmektedir? Türkçe karşılık olarak -den, -dan şeklinde ifade edilmektedir. Bu harf-i ceri burada iki şekilde manalandırabiliriz. Birincisi Teb’izdir ki yaşayan insanların toprak malzemesini kullanarak yaratıldığı anlamına gelir ki yaşayan insanların tamamının vücutlarında toprakta bulunan elementlerden başkası olmadığı bilinmektedir. Ancak toprak cinsindeki elementlerin belirtilmesi için Turâb kelimesinin harf-i tarifle gelmesi gerekir. Burada tenvinle nekre olarak gelmektedir. Bu nedenle toprak malzemesini anlamak da manaya uymamaktadır. Ancak herhangi bir tür topraktaki malzemeden şeklinde anlaşılabilir. İkincisi ise ibtidau-l gayedir ki bu durumda topraktan yoğrularak yaratıldığı anlamına gelir. Mevcut insanlar için bunu söyleyemeyiz.
Buna göre Turâb kelimesine başka bir mana vermeliyiz.
Peki, bunu ilk insan için söyleyebilir miyiz? Yani ilk insan Turâb’dan mı yaratıldı? Yaratıldıysa ve bu topraksa, klasik düşüncedeki gibi topraktan doğrudan yoğrularak mı yaratıldı?
إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِنْدَ اللَّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Kesinlikle İsa meseli Allah’ın indinde Âdem meseli gibidir. Onu Turâb’dan yarattı sonra ona “ol” dedi de o oldu. (Ali İmran 59)
Burada İsa örneğinin Allah’ın indinde Âdem örneği gibi olduğu anlatılmaktadır. Onu Turâb’dan yarattı sonra ona ol dedi, o oldu, denmektedir. Hem İsa hem de Âdem için Turâb’dan bahsedilmektedir. Bu durumda İsa’nın yaratılışına bakılarak Âdem’in yaratılışını bulmamız gerektiği bize gösterilmektedir. İsa Âdem gibidir denmemekte, İsa örneği Âdem örneği gibidir denmektedir. Yani İsa’nın yaratılışı da bir örnek, Âdem’in yaratılışı da bir örnektir. Birbirine benzeyen iki örnektir. Başka türlerin yaratılışına örnektirler.
Burada önemli bir durum vardır. İndellahi kelimesidir. İnde ne demektir? İnde kelimesi referansı ifade eder. Cümle fiil cümlesi ise referans aldığı kimsenin etki ettiği alanda veya ona etki edecek alanda fiil gerçekleşiyor demektir. Cümle bir hüküm cümlesi ise hükmün ona göre olduğunu ifade eder. İnde’den sonra gelen isim hükmün referans noktasıdır. Ona göre anlamındadır. İnad kelimesi de aynı köktendir. Kişinin kendisini referans noktası yapıp bu referans noktasından ayrılmamasıdır. Bu ayette Allah’ın indinde demektedir. Yani Allah’a göre demektir. O zaman şu sorular sorulur: “Kuran’da geçen bir hüküm zaten Allah’a göre değil midir?” Bunun sebebi şunlar olabilir:
- Allah’a göre İsa örneği Âdem örneği gibidir de başkasına göre değildir. Yani yaygın olarak yanlış anlaşılmalar olabilir.
- Bu hükümle ilgili olarak geçen kelimeler yaygın anlamıyla değil, terim anlamıyla kullanılmaktadır.
Bu nedenle Âdem örneği ve İsa örneğini Turâb kelimesine vereceğimiz terminolojik anlam ile çözebiliriz.
Kuran birden çok kelimeyi aynı anlamda kullanmaz, bir kelimeye birden çok anlam verir. Bu nedenle bütün bunlardan önce İsa’nın yaratılışını keşfedelim, sonra Turâb kelimesi üzerinde duracağız.
إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللَّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُ
Mesih, Meryem oğlu İsa Allah’ın resulüdür ve ona (Meryem’e) ilka edilmiş kelimesidir ve ondan bir ruhtur. (Nisa 171)
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انْتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا (16) فَاتَّخَذَتْ مِنْ دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا (17) قَالَتْ إِنِّي أَعُوذُ بِالرَّحْمَنِ مِنْكَ إِنْ كُنْتَ تَقِيًّا (18) قَالَ إِنَّمَا أَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِأَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا (19) قَالَتْ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ وَلَمْ أَكُ بَغِيًّا (20) قَالَ كَذَلِكِ قَالَ رَبُّكِ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَلِنَجْعَلَهُ آيَةً لِلنَّاسِ وَرَحْمَةً مِنَّا وَكَانَ أَمْرًا مَقْضِيًّا (21) فَحَمَلَتْهُ فَانْتَبَذَتْ بِهِ مَكَانًا قَصِيًّا (22)
Kitapta Meryem’i de an. O, ailesinden ayrılarak, doğu tarafında bir yere çekilmişti. Onlarla arasına bir perde edindi. Ona ruhumuzu gönderdik, ona tam bir insan olarak göründü. Meryem: “Eğer korunan bir kimse isen, senden Rahman’a sığınırım” dedi. Ruh: “Ben yalnızca temiz bir oğlan çocuğu bağışlamak için Rabbinin sana gönderdiği elçiyim” dedi. Meryem: “Bana bir beşer temas etmemişken, ben kötü kadın da olmadığım halde nasıl oğlan çocuğum olabilir?” dedi. Ruh: “Bu böyledir, Rabbin, ‘Bu bana kolaydır, onu insanlar için bir ayet ve bizden bir rahmet kılacağımız ve gerçekleştirilen bir iştir’ diyor” dedi. Meryem ona (oğlan çocuğuna) gebe kaldı, onunla uzak bir yere çekildi. (Meryem 16-22)
Bu ayetleri incelediğimiz zaman iki durumu görürüz:
- İsa’nın babası yoktur. Kuran’da özellikle Meryem oğlu diye hitap edilmektedir.
- Meryem’in İsa’ya gebe kalması vasıtasız olarak gerçekleşmemiş. Allah Ruh’u göndermiş ve bunun neticesinde Meryem İsa’ya gebe kalmıştır.
O zaman şu soru karşımıza çıkar: “Ruh ne tür müdahaleler yaparak Meryem’in İsa’ya gebe kalmasını sağlamıştır?”
Ruh dışarıdan döllenmiş bir yumurta mı getirmiş ve Meryem’in rahmine koymuştur? Bu olamaz. Çünkü Kuran’da defalarca, bastıra bastıra İsa’ya “Meryem oğlu” demektedir. Sadece doğurup emzirmekle süt annesi olabileceğinden iki yerde İsa’ya Meryem için onun ümmü (وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ آيَةً) ve validen (اذْكُرْ نِعْمَتِي عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ) şeklinde iki kelimeyi kullanmaktadır. Üm genel olarak anne anlamında olduğundan süt anne için de kullanılır. Valide ise doğuran anne olduğundan ve ikisi birden ayrı ayrı kullanıldığından Meryem İsa’nın kesinlikle genetik olarak annesidir. Bu durumda Ruh Meryem’in yumurtasını kullanmış ve bu yumurta üzerinde oynamalar yaparak rahmin içine ilka etmiştir.
Burada iki sorun ortaya çıkmaktadır:
- Erkek olmadan memeliler hamile kalabilir mi? Meryem nasıl hamile kalmıştır?
- Erkek cinsiyetin oluşması için X ve Y kromozomlarına ihtiyaç vardır. Ancak kadın yumurtasında sadece X kromozomu vardır. O halde bir de Y kromozomuna ihtiyaç vardır. İsa’nın Y kromozomu nereden gelmiştir?
Bunun için önce partenogenez adı verilen durumdan bahsedelim. Partenogenez döllenmemiş dişi bir gametin (yumurta hücresinin) gelişip yeni bir birey meydana getirmesidir. Bazı böcek türlerinde, sürüngenlerde ve bitki türlerinde meydana gelen bu tür üreme özellikle erkeği olmayan veya erkeği çok az olan türlerde görülür. İnsanda ve memelilerde normal şartlarda meydana gelemez. Çünkü çift sayıda kromozom vardır. Partenogenezde ise kromozom sayısı tektir.
Mayoz bölünme ile yumurta hücresi ve polar cisimciklerin oluşumu
İnsanda yumurtalık içinde yumurta hücresi oluşurken mayoz bölünme denen bir bölünme meydana gelir. Mayoz bölünme sonucunda 46 kromozomlu bir hücreden dört adet 23 kromozomlu hücre meydana gelir. Bunlardan biri döllenmek üzere hazırlanan yumurta hücresidir. İçine giren spermdeki 23 kromozomla beraber bu yumurta hücresinin 23 kromozomu 46 kromozomlu insanın ilk hücresini oluşturur. Diğer 23 kromozomlu üç yumurta hücresi ise küçülür ve yok olur. Yumurtalık üzerinde de iz bırakırlar. Bunlara polar cisimcikler denir.
Bu polar cisimle partenogenezin değişik bir şekli memelilerde meydana gelebilir. Memelilerde nadiren bu polar cisim döllenmek üzere olan yumurta hücresi ile birleşerek bir dişi bebeğin oluşmasına neden olabilir.
Partenogenez
Teorik olarak insanlarda partenogenez gerçekleşebilir. Ancak sonuçta canlı bir bebek doğmamaktadır. Bunun nedeni yumurtanın içine giren sperm DNA’sı tarafından özel bir genetik enformasyon almasıdır. Bu genetik enformasyon doğru proteinlerin doğru miktarlarda üretilmesini sağlar. Buna imprinting yani kalıcı bağlanma denmektedir. İmprinting doğru çalışmazsa yumurta hücresi yine bölünmeye başlar ama günler içinde ölür. İmprinting sırasında 200 farklı gen etkilenmektedir. Partenogenezisin canlı bebekle sonuçlanması için 200 kadar rastgele mutasyon doğru şekilde oluşmalıdır. Bunlardan bir tanesinin bile olma ihtimali milyarda birden azdır.
Bu nedenle insanlarda bu birleşme gerçekleşince bazen teratom adı verilen tümör olmaktadır. Teratomlar sık karşılaşılan tümörlerdir ve teratomlar içinde bir insana ait dokular vardır. Ancak oluşum organize olmadığı için bebek değildirler. Yani dokular var ama yerli yerinde değildirler. Bu nedenle insan değil tümördürler ama çok ilginç tümörlerdir. Tabi ki bütün teratomlar bu şekilde gelişmez. Böyle teratomlara partenogenetik orijinli benign teratomlar denir.
Ameliyatla çıkarılmış bir teratom. İnsan dokuları mevcuttur ama organize gelişmediği için düzgün bir insan olarak değil, tümör olarak tanımlanır.
İnsan dışı memelilerde ise yumurta hücresi ile polar cismin birleşmesi organize bir biçimde gerçekleşebilir ve memeli partenogenezisi meydana gelebilir.
Partenogenezisin tarihçesi
Özellikle 2007-2008 yıllarında köpekbalığında partenogenez meydana geldiği gösterildi. Akvaryumda üreme davranışları göstermeyen (bakire) bir köpekbalığının dişi bir köpekbalığı doğurması üzerine yapılan DNA testlerinde bu dişi köpekbalığının bir erkeğe ait hiçbir kalıtsal malzeme taşımadığı gösterildi. Yani babası yoktu.
Partenogenez ile meydana gelen yavru annesine %100 benzemez. Yani bir klon değildir. Annesine %50 benzer ve diğer %50’lik kısım annesinin atalarından gelen genlerdir. Yani annesi ile genetik ikiz değildir. Gerçekten anne-kız genetik benzerliği vardır.
Yani insan dışı bazı memelilerde partenogenezis olayı organize olarak mevcuttur. Bir nevi türün devamını korumak için yaratıcı tarafından verilen bir özelliktir. Hatırlarsak aynı olay insanda da meydana geliyordu. Ancak organize olmayan dokular bir bebek yerine bir tümör meydana getiriyordu. Bu tümör de iyi huylu (benign) bir tümördür.
İnsan dışı memelilerde ve insanda partenogenez
İsa’nın meydana gelmesi için partenogenezis olayının meydana gelmesi ve ilk hücrede doku organizasyonunun sağlanması gerekliydi. İlki bir teratom meydana gelmek üzere kendiliğinden olabilirdi. Ancak ikincisi yani organizasyon kendiliğinden olamazdı. İşte bunun için dış müdahale gerekliydi ve Allah tarafından gönderilen Ruh’un ilk işi bu idi. Bu iş gerçekleştikten sonra (çok kısa süren olaylardır) meydana gelen çocuk bir kız çocuğudur. Oysa İsa erkektir ve gelen Ruh bir gulam (ergen erkek çocuk) müjdelemektedir. İşte bu aşamanın gerçekleşmesi için Ruh ikinci müdahaleyi yapacak ve meydana gelen ve tek bir hücre olan kız çocuğunu erkek çocuğuna çevirecektir.
Erkekte X ve Y kromozomu, kadında ise iki tane X kromozomu bulunur. Y kromozomu X kromozomunun üçte biri kadar büyüklüktedir. X kromozomunda 1500 protein kodlanırken Y kromozomunda 27 protein kodlanır. Y kromozomu sadece erkeklerde bulunduğu için babadan gelir. Erkeklerin X kromozomu ise anneden gelir. Kızların iki X kromozomundan biri babadan diğeri anneden gelir.
X ve Y kromozomu
X kromozomundaki genlerin büyük bir kısmının silinmesi ve bazılarının değiştirilmesinden sonra DAZ genleri denen genlerin eklenmesi ile Y kromozomu oluşur. İşte Ruh bu ikinci işlem ile Meryem’in İsa’ya gebe kalmasını sağlamıştır.
Bu nedenlerle Turâb kelimesine yumurta (oosit) anlamı vereceğiz.
Şimdi “Turâb” kelimesi ile “Min” harf-i cerinin etkisi üzerinde yeniden duralım. Min harfi ceri Arapçada değişik anlamlar ifade eder. Türkçede karşılığı –den, -dan ekidir. Eğer bir şeyin parçası olmayı ifade ederse buna “teb’iz”, bir şeyin başlangıcı olmayı ifade ederse buna “ibtidau-l gaye” adı verilir. Başka anlamlar da ifade eder, ancak konumuz olmadığı için burada bahsetmeyeceğim.
Turâb | Min | Anlam | Sonuç |
Toprak | Teb’iz | İsa ve Âdem bir tür toprağın malzemesi kullanılarak yaratıldı. | İsa ve Âdem için vücuttaki bütün maddeler topraktandır, doğru görünmektedir ama bu duruma nekre değil harf-i tarifle marife olmalıdır. Nekre geldiği için uygun değildir. |
Toprak | İbtidau-l gaye | İsa ve Âdem topraktan yoğrularak yaratıldı. | İsa’nın doğduğu kesin olarak bilinmektedir. Bu nedenle Âdem için de topraktan yoğruldu demek yanlıştır. |
Yumurta | Teb’iz | İsa ve Âdem yumurta malzemesi kullanılarak yaratıldı. | Yumurta içinde olmayan maddeler insanda olabilir, yanlıştır. |
Yumurta | İbtidau-l gaye | İsa ve Âdem yumurtadan doğrudan yaratıldı. | İkisi için de doğrudur. |
İsa da Âdem de toprakta bulunan maddeler malzeme olarak kullanılarak yaratılmasına rağmen nekre geliş nedeniyle uygun olmamaktadır. İsa da Âdem de yumurtadan yaratılmıştır.
Bu nedenle Turâb kelimesine yumurta, yani ovum anlamı veririz.
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا
Arkadaşı ona özel sohbet ederek “seni Turâb’dan sonra Nutfe’den yaratan sonra seni bir adam olarak tesviye edeni görmezden mi geliyorsun?” dedi. (Kehf 37)
Buradan da kişinin anne karnında geçirdiği evrelerden ikisi anlaşılmaktadır. Seni Turâb’dan yaratan demekle yaratılan kişinin Turâb’dan yani yumurtadan yaratıldığını ve sonra Nutfe’den yaratıldığını anlatmaktadır. Buradaki kimse herhangi bir kimsedir. Âdem’in neslindendir. Âdem’in neslinden olan birisi de Turâb’dan sonra da Nutfe’den yaratılmıştır. Burada da Turâb nekredir ve yumurtayı ifade etmektedir. İlginç olan burada konuşanın insan hayatının bu ilk evrelerini biliyor olmasıdır.
Yaratılış aşamaları
طِين
طِين “çamur, çamursu karışım” demektir. طين kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan طَيْن mastarı bir şeyin içine başka bir şeyin karışmasıyla, onunla yoğrulmasıyla kıvamının değişmesi manasındadır. Bu mastar manasından içine bir şey karışarak, onunla yoğrularak kıvamı değişen manasında طِين toprak için kullanıldığında “çamur” (Arapçada çamur = وَحَل), diğer maddeler için kullanıldığında “çamur kıvamında karışım”, ıstılahi olarak yumurtanın spermle döllenmesiyle “döllenmiş yumurta” anlamında isimdir. Fertleştirilmiş hali طِينَة dir.
أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنْسَانِ مِنْ طِينٍ
Yarattığı her şeyi ihsan etti ve insanı yaratmaya Tîn’den başladı. (Secde 7)
Burada insanı yaratmaya Tîn’den başladı demektedir. Tîn nekredir. Bu da bildiğimiz çamur türü olmadığını, bilemediğimiz bir çamur türü veya bildiğimiz türden herhangi bir çamur olduğunu ifade etmektedir. Bildiğimiz çamur türünden teb’iz olması için marife olmalıdır. Nekre olduğundan dolayı ibtidau-l gaye için uygundur. Yani Tîn adı verilen bir yapıdan insan yaratılmaya başlanmıştır.
Âdem’in yaratılışını düşündüğümüz zaman Turâb’dan yaratıldı demektedir. Ama bu ayette insanı Tîn’den yaratmaya başladı demektedir. Bu durumda çelişki olmaması gerekir. Önce Tîn, sonra Turâb olursa bu durum olabilir. Ama İsa ve Âdem benzetilirken Tîn değil, Turâb kullanılmıştır. Burada insan türü kullanılmıştır. Bu nedenle insan türünü Tîn’den başlatmalı, Âdem’i ise Turâb’dan yaratmaya başlamalıdır.
Aynı durum İsa için de geçerlidir. Tîn’in kelime manası üzerinden gidersek Yumurta içine yani Turâb içine başka bir şeyin karışması ile Tîn ortaya çıkmaktadır. Bu sperm olabilir veya İsa’daki gibi polar cisimcik olabilir. Bu durumda Âdem’in yaratıldığı Turâb insan Turâb’ı değildir. Âdem’in yaratıldığı Turâb bir Neanderthal Turâb’ıdır. Yani Âdem de İsa gibi babasız yaratılmış ama annesi insan türünden değil, başka türdendir.
Âdem’in Turâb ve Tîn’den yaratılışı
إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ طِينٍ
Rabbin meleklere “kesinlikle ben Tîn’den bir beşer yaratanım” demişti. (Sad 71)
Burada Allah meleklere Tîn’den bir beşer yaratacağını söylemektedir.
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ قَالَ أَأَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ طِينًا
Meleklere “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis dışındakiler secde ettiler. “Tîn halinde yarattığına secde eder miyim?” dedi. (İsra 61)
Burada İblis Âdem için onu Tîn halinde yarattın demektedir. Bu da Tîn halinde iken de onun insan olduğunu, Tîn’in bir malzeme değil, yaratılmada bir dönem olduğunu göstermektedir.
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ طِينٍ ثُمَّ قَضَى أَجَلًا وَأَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ
O sizi Tîn’den yaratan sonra bir ecel kaza edendir ve isimlendirilmiş bir ecel O’nun indindedir. (Enam 2)
Burada mevcut insanların Tîn’den yaratıldığı söylenmektedir.
قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلَّا تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِنْهُ خَلَقْتَنِي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طِينٍ
“Sana emrettiğim zaman secde etmen için sana mani olan nedir” dedi. “Ben ondan daha hayırlıyım. Beni Nâr’dan yarattın ve onu Tîn’den yarattın.” dedi. (Araf 12)
قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِنْهُ خَلَقْتَنِي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طِينٍ
“Ben ondan daha hayırlıyım. Beni Nâr’dan yarattın ve onu Tîn’den yarattın.” dedi. (Sad 76)
Bu ayetlerde İblis İnsanın Tîn’den yaratıldığını gerekçe göstererek kendisinin hayırlı olduğunu iddia etmektedir.
فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمْ مَنْ خَلَقْنَا إِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ طِينٍ لَازِبٍ
Onlara fikrini sor. Onlar mı yaratılışça daha şiddetli yoksa bizim yarattığımız mı? Kesinlikle biz onları lâzib Tîn’den yarattık. (Saffat 11)
Burada Tîn’in sıfatı olarak lazib getirilmiştir. لزب kökü kendi içindeki parçaların birbirine yapışıp sertleşmesi anlamındadır. Kuraklıktan dolayı sertleşen çamura لَازِب sıfatı verilir.
Yumurtanın döllenmesi (fertilizasyon) ve dış tabakanın sertleşmesi
Yumurta içine sperm girdikten sonra dış kabuğu olan Zona Pellucida tabakası içeriye başka nesnenin (başka bir spermin) girmesini önleyecek kadar sertleşir ve artık kendi içinde tek parçadır. İşte bu nedenle طِينٍ لَازِبٍ ismini almaktadır.
Âdem ve İsa arasındaki benzerlik
Âdem ve İsa yaratılışça benzemektedirler. İsa’nın yaratıldığı Turâb insan yumurtası iken Âdem’in yaratıldığı Turâb insan yumurtası değildir. Âdem’in yaratıldığı Tîn önce insan Tîn’i değilken insan Tîn’ine dönüştürülmüştür. İkisi de XX kromozomuna sahip olan Tîn’in XY kromozomlu Tîn’e dönüştürülmesi ile erkek haline getirilmiştir. İsa tek başına yaratılmışken Âdem zevci olan ikizi ile beraber yaratılmıştır.
سُلَالَة
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طِينٍ
İnsanı Tîn’den Sülale’den yaratmıştık. (Müminun 12)
Tîn’den sonraki aşamadır. Zigot’un bölünmeye başladığı ve bölünürken de rahime doğru hareket ettiği dönemdir.
سُلَالَة “sıvıştırılan” demektir. سلل kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan سَلّ mastarı bir şeyi bulunduğu yerden kolaylıkla, nazikçe çekip çıkarmak veya bulunduğu şeyden kolaylıkla, nazikçe dışarı itmek (kılıcı kınından çekmek veya tereyağından kıl çekmek gibi) manasındadır. Bu mastar manasından bulunduğu yerden kolaylıkla dışarı çekilen veya kolaylıkla dışarı itilen manasında سُلَالَة “sıvıştırılan” anlamında isimdir.
Sülale tüpün (tuba uterina) içinden rahime doğru hareket edişinden dolayı Kuran’da bu şekilde isimlendirilmiştir.
نُطْفَة
نُطْفَة “nutfe” demektir. نطف kökünden gelmiştir. Birinci babdan نَطْف mastarı bir şeyin aslından küçük parçalar halinde kopup ayrılması manasındadır. Bu mastar manasından ayrılan küçük parça manasında نُطْفَة “nutfe” anlamında isimdir.
خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ
İnsan’ı Nutfe’den yarattı. (Nahl 4)
Bu ayette insan Nutfe’den yaratıldı denmektedir. Bu da Nutfe kelimesine Âdem’de de bugünkü insanda da aynı anlamı vermemizi gerektirir.
Kehf 37 ve Hac 5’de Nutfe Turâb’dan sonradır. Âdem’de de Turâb’dan bahsedilmiştir. Ama burada insanın Nutfe’den yaratılmasını söylediği için bütün insanlarda ve Âdem’de Turâb’dan sonra Nutfe aşaması gelmelidir. Bu nedenle Nutfe’ye bugün yaygın olarak verilen sperm anlamını vermek zordur. Aksi halde Âdem’in spermden yaratılmadığını bildiğimiz için Âdem insan değil dememiz gerekir.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طِينٍ (12) ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَكِينٍ (13) ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ (14)
Kesinlikle insanı Tîn’den Sülale’den yarattık sonra onu mekin bir karar içinde Nutfe kıldık sonra Nutfe’yi Alaka’ya halk ettik de Alaka’yı Mudge’ye halk ettik de Mudge’yi kemiklere halk ettik de kemiklere et giydirdik sonra onu başka bir yaratık olarak inşa ettik. Yaratanların en iyisi olan Allah aşamayla bereketlendirendir. (Müminun 12-14)
Bu ayetlerde Tîn’den olan Sülale’nin Nutfe kılındığı söylenmekte ve bu kılınmanın da mekin olan bir kararın içinde olduğu söylenmektedir. Yine burada insanın Sülale’den yaratıldığı söylenmekte, böylece hem Âdem hem de insanların bu şekilde olması gerektiği söylenmiştir. Yani önce Tîn sonra Sülale, sonra Nutfe gelmektedir. Önceki ayetlerde Turâb’dan sonra olduğu söylenmektedir.
Burada kararin mekinin ne olduğu önemlidir. Mekin yerleşik olan, karar ise içinde kararlı olarak belirli bir süre kalınan yer demektir. Nekre gelmiştir. Demek ki biz tam olarak bilemeyeceğiz ya da türde belirsizliği ifade etmektedir. Âdem’in mekin kararı ile bizimki farklı türlerde olabilir demektir.
أَلَمْ نَخْلُقْكُمْ مِنْ مَاءٍ مَهِينٍ (20) فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَكِينٍ (21) إِلَى قَدَرٍ مَعْلُومٍ (22)
Sizi mehîn mayiden yaratmadık mı? Onu bilinen bir ölçüye kadar mekin karar içinde kıldık. (Mürselat 20-22)
Burada da mevcut yaşayan insanların mehin (bayağı, sıradan) bir mayiden yaratıldığı ve bu mayinin mekin karar içinde kılındığı söylenmektedir. Bu ayet Âdem’i kapsamayabilir de kapsayabilir de. Ancak mevcut insanların anne karnında yaratıldığı bilindiğine göre ve embriyolojik olarak sabit kalınan yer olduğundan dolayı rahim anlamı verilmesi uygundur. Bu nedenle ilk insanın da rahim içinde yaratılması gerekir. Ama o ilk insan olduğu için yaratıldığı rahmin insan rahmi olmaması gerekir. Buna göre Âdem’in yaratıldığı söylenen Turâb’ın da insan Turâb’ı olmaması gerekir.
وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ أَزْوَاجًا
Allah sizi Turâb’dan sonra Nutfe’den yarattı sonra sizi zevcler kıldı. (Fatır 11)
Burada da Turâb’dan sonra Nutfe’nin geldiğini söylemekte, sonra sizi zevcler kıldık demektedir. Buradan anlıyoruz ki insan Turâb ve Nutfe aşamasında zevc olma sıfatını taşımamaktadır. Yani cinsiyeti bellidir ama henüz cinsiyet özelliklerini gösteren organları oluşmamıştır.
وَأَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنْثَى (45) مِنْ نُطْفَةٍ إِذَا تُمْنَى (46)
İki zevci, erkek ve dişiyi atıldığı zaman Nutfe’den yaratması (Necm 45-46)
Bu ayetlerde erkek ve dişi cinsiyetin atıldığı zaman Nutfe’den olduğunu yazmaktadır. Yani Nutfe atılan, fışkırtılan bir şeydir.
Nutfe’nin atılması
أَوَلَمْ يَرَ الْإِنْسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ (77) وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِيَ خَلْقَهُ قَالَ مَنْ يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ (78) قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنْشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ (79)
İnsan onu Nutfe’den yarattığımızı görmedi mi? Hemen o açık bir hasım oldu ve bize bir örnek anlattı ve yaratılışını unuttu. “Kim çürümüş halde iken kemiklere hayat verecek?” dedi. “Onları ilk defa inşa eden onlara hayat verir ve O her yaratmayı bilicidir” de. (Yasin 77-79)
Bu ayetlerde “insan onu Nutfe’den yarattığımızı görmedi mi?” demektedir. Burada “siz Nutfe’den yaratıldığınızı görmediniz mi?” demiyor, “insan görmedi mi?” diyor. Bu nedenle Nutfe’den yaratılanlar Âdem’den itibaren tüm insanlardır. Ayetlerin devamında “yaratılışını unutarak bize örnek verdi” demektedir. Yaratılışını unutan kimdir? Burada insan dediği için insan türünün yaratılışından bahsetmektedir. İnsan türsel özellik olarak bu unutmaya meyillidir demektir. Tüm insanlar buradaki meseli vermemektedir. Yaratılışını unutanlar bu meseli vermektedirler. Buna göre insan türünün yaratılışı bilinebilir ve bilmeliyiz. İnsan türü dediği için insan türünün başlangıcı olan Âdem ile mevcut insanların hepsinde Nutfe aşaması vardır. Bu nedenle sperm anlamı yine yanlıştır.
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ يُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ ثُمَّ لِتَكُونُوا شُيُوخًا
O sizi Turâb’dan sonra Nutfe’den sonra Alaka’dan yaratandır. Sonra sizi tıfl olarak çıkarır sonra eşeddinize ulaşmanız için sonra yaşlılar olmanız için (sizi ömürlendiririz). (Mümin 67)
Bu ayette de sizi Turâb’dan yarattı diyerek mevcut insanların da Âdem ve İsa gibi Turâb’dan yaratıldığını söylemektedir. Nutfe aşamasının Turâb’dan sonra geldiği anlaşılmaktadır.
أَيَحْسَبُ الْإِنْسَانُ أَنْ يُتْرَكَ سُدًى (36) أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنَى (37) ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى (38) فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنْثَى (39)
İnsan başıboş bırakılacağını sanıyor mu? Atılmış meniden Nutfe değil miydi? Sonra Alaka oldu da yarattı da tesviye etti de ondan iki zevci, erkek ve dişiyi kıldı. (Kıyamet 36-39)
Burada Nutfe’nin fışkırtılan, atılan meniden olduğu yazılmıştır. Buradaki min genellikle cinsin beyanı olarak anlaşılır ve Nutfe’nin meni türünden olduğu anlaşılır. Genel yaklaşım buradaki مَنِيٍّ kelimesinin sıfat-ı müşebbehe olması ve erkek hücresi olmaması, erkek hücresinin ise Nutfe olarak ifade edilmesidir. Oysa sıfatı müşebbehe olsa buradaki مِنْ’e gerek yoktur. Diğer taraftan مَنِيٍّ kelimesine de bir sıfat gelmiştir. Burada “fışkırtılır” anlamındaki “يُمْنَى” kelimesidir. Buradan anlaşılıyor ki buradaki meni sıfat-ı müşebbehe değil bir camid isimdir ve erkek üreme hücresidir. Çünkü onun sıfatı zaten arkasından gelmiştir. Bu nedenle buradaki Nutfe meni cinsinden değil, kökeninde meni olan yani meni’den gelişmiş bir yapıdır. Burada insan başıboş terk edileceğini mi sanıyor denilmekte, iki muzari fiil ile (يَحْسَبُ ve يُتْرَكَ) geleceğe hitap etmektedir. Bu nedenle burada sananlar ve başıboş bırakılmayacak olanlar Kuran’dan sonraki insanlardır ve bu insanlar meni’den gelişen Nutfe’den yaratılmışlardır. Kuran’dan önce Âdem ya da Havva ve İsa ise meniden olmayan Nutfe’den yaratılmışlardır.
إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
Kesinlikle biz sınıyor olduğumuz insanı emşâc Nutfe’den yarattık da onu işiten gören kıldık. (İnsan 2)
Burada Nutfe’ye أَمْشَاجٍ sıfat olarak getirilmiştir. مَشِيجٍ kelimesinin çoğuludur.
الـمَشْجُ والـمَشِجُ والـمشَجُ والـمَشِيجُ: كل لَوْنينِ اخْتلَطا، وقيل: هو ما اختلط من حمرة وبياض، وقيل: هو كل شيئين مختلطين، والجمع أَمْشاجٌ مثل يَتيمٍ وأَيْتامٍ والمَشِيجُ اخْتِلاطُ ماء الرجل والمرأَة
Meşc ve meşic ve meşec ve meşîc: birbirine karışmış her iki renktir: o kırmızı ve beyazın karışımıdır ve denilir ki: o birbirine karışan her iki şeydir ve çoğulu emşâcdır, yetîm ve eytâm örneği gibi ve meşîc erkek ve kadının suyunun karışımıdır. (Lisanu-l Arab)
Meşîc kelimesi iki şeyin karışımı demektir. Nutfe’nin sıfatı olarak gelmiştir ve Nutfe tekil, sıfatı çoğul kelimedir. Bu nedenle Nutfe Meşîc’lerden oluşmalıdır. Çoğul olduğu için en az üç olmalıdır ve bu haliyle Nutfe 60’dan fazla hücreden oluşmuştur. Her 46 kromozomlu insan hücresi bir Meşîc’dir. Çünkü anne ve babadan gelen iki hücrenin karışımıdır.
قُتِلَ الْإِنْسَانُ مَا أَكْفَرَهُ (17) مِنْ أَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ (18) مِنْ نُطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ (19)
İnsan öldürüldü. Nasıl da görmezden geliyor. Hangi şeyden onu yarattı? Nutfe’den onu yarattı da onu takdir etti. (Abese 17-19)
Burada da insan türünden bahsedilmiş ve önce neyden yaratıldığı sorulmuş, sonra cevabı verilerek Nutfe’den yaratıldığını söylemiştir.
عَلَق
خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍ
İnsanı Alak’tan yarattı. (Alak 2)
عَلَق “asılı, tutunan” demektir. علق kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan mastar olarak birisine, bir şeye asılma, saplanma yoluyla geçici olarak tutunmak ve bağlanmak (diken, kanca gibi) manasındadır. Bu mastar manasından عَلَق “asılı, tutunan” anlamında isimdir. Fertleştirilmiş hali عَلَقَة dır.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طِينٍ (12) ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَكِينٍ (13) ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ (14)
Kesinlikle insanı Tîn’den Sülale’den yarattık sonra onu mekin bir karar içinde Nutfe kıldık sonra Nutfe’yi Alaka’ya halk ettik de Alaka’yı Mudge’ye halk ettik de Mudge’yi kemiklere halk ettik de kemiklere et giydirdik sonra onu başka bir yaratık olarak inşa ettik. Yaratanların en iyisi olan Allah aşamayla bereketlendirendir. (Müminun 12-14)
يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاءُ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفَّى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئًا
Ey insanlar, baastan rayb içinde iseniz kesinlikle biz sizi Turâb’dan sonra Nutfe’den sonra Alaka’dan sonra muhallak Mudğe ve gayrimuhallak Mudğe’den size tebyin etmemiz için yarattık. İsimlendirilmiş bir ecele kadar istediğimizi rahimlerde kararlı kılarız sonra sizi çocuk olarak çıkarırız sonra eşeddinize ulaşmanız için (sizi ömürlendiririz) ve sizden vefat eden vardır ve sizden bildikten sonra bir şey bilemez olması için ömrün en reziline dönen vardır. (Hac 5)
Nutfe’den Alaka’ya geçiş
Nutfe yani blastokist rahime yapıştığı anda adı Alaka olur. Çünkü rahime tutunmuştur. Bu aşamada da bölünmeler devam eder. Ancak burada ilginç olan bir durum vardır. Kuran’da insanın yaratılmasında hem Alak hem de Alaka kelimeleri kullanılmaktadır. Ancak Alaka kelimesini doğrudan insan türünün yaratılışı için kullanmamıştır. Alaka kelimesini yaratılış aşamalarında kullanmıştır. Alak ism-i cem-i cins olduğu için Alaka’nın çoğuludur ya da alaka türünü ifade eder. Bu durumda insanı Alak’tan yarattı demek iki manaya gelir:
- Alak türlerinden herhangi bir türden yarattı. (Nekre olduğu için)
- Bazı Alaka’lardan yarattı. (Nekre olduğu için)
İnsanı yarattı dediği için Âdem’in de yaratılışı bu şekilde olmalıdır. Yani Âdem de bir Alaka’dan olmalıdır.
مُضْغَةٌ
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طِينٍ (12) ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَكِينٍ (13) ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ (14)
Kesinlikle insanı Tîn’den Sülale’den yarattık sonra onu mekin bir karar içinde Nutfe kıldık sonra Nutfe’yi Alaka’ya halk ettik de Alaka’yı Mudge’ye halk ettik de Mudge’yi kemiklere halk ettik de kemiklere et giydirdik sonra onu başka bir yaratık olarak inşa ettik. Yaratanların en iyisi olan Allah aşamayla bereketlendirendir. (Müminun 12-14)
مُضْغَة “bir lokma et parçası” demektir. مضغ kökünden gelmiştir. Üçüncü babdan مَضْغ mastarı bir lokma eti çiğnemek manasındadır. Bu mastar manasından çiğnelilen et manasında مُضْغَة “et parçası” anlamında isimdir.
Embriyo aşamasını ifade eder. Burada artık Endoderm, Ektoderm ve Mezoderm meydana gelmiştir. Buralardan vücuttaki organlar meydana gelecektir.
Mudge
Burada Mudge iki kısma ayrılmıştır. Birisi Mudgetun Muhallakatun ve diğeri Mudgetun Gayr-i Muhallakatindir. Ayette Mudge tekrarlanmadığı için aynı Mudge’nin iki bileşenidir. Biri muhallak bileşen, diğeri gayr-i muhallak bileşendir. Muhallak düzenli, şekil verilmiş, derli toplu olan demektir. Gayr-i muhallak ise derli toplu olmayan, dağınık demektir. Bu nedenle Endoderm ve Ektoderm düzenli yapısı nedeniyle Mudge’nin muhallak kısmını, mezoderm ise gayr-i muhallak kısmını oluşturur.
Organların oluşumu
صَلْصَال
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ
İnsanı dizilmiş Hama’dan Salsal’dan yarattık. (Hicr 26)
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ
Rabbin meleklere “Kesinlikle ben dizilmiş Hama’dan Salsal’dan bir beşer yaratanım” demişti. (Hicr 28)
قَالَ لَمْ أَكُنْ لِأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ
“Dizilmiş Hama’dan Salsal’dan yarattığın bir beşere secde eden olmam” dedi. (Hicr 33)
Salsal kelimesi insanın yaratılma aşamalarından biri değildir. Hiçbir ayette sonra, sonra, sonra şeklinde gelmemektedir. Doğrudan insanın Salsal’dan yaratıldığı söylenmektedir. Bu nedenle kendi başına bir aşama değil, her aşamada bulunan bir yapı olmalıdır. Salsalın Hama’dan olduğu belirtilmiştir. Ancak arkasında gelen Hama’nın sıfatı vardır. Hama’nın dizili olduğu söylenmektedir.
(صل) الصاد واللام أصلان: أحدهما يدلُّ على ندىً وماء قليل، والآخر على صوت .فأمَّا الأول فالصَّلّة، وهي الأرضُ تسمَّى الثَّرَى لِنداها. على أنَّ من العرب من يسمِّي الصَّلّة التُّرابَ الندِيّ. ولذلك تُسمَّى بقيَّةُ الماء في الغدير صُلْصُلة.
İki köken vardır. Birincisi ıslaklık ve az su anlamında, diğeri ses anlamındadır. İlkine gelince, Salla nemli toprak yüzeyi olarak isimlendirilen arazidir. Araplar nemli toprağı salla olarak isimlendirirler. Bundan dolayı akıntıdan suyun kalanı sulsule olarak isimlendirilir. (Makayisu-l Luga)
صَلْصَال “DNA” demektir. صلصل kökünden gelmiştir. Rubâi babdan صَلْصَلَة mastarı sulanma ya da sel sonrası sular çekildikten sonra nemli ve az miktarda suyun üzerinde kalması manasındadır. Bu mastar manasından üzerinde su olan manasında صَلْصَال ıstılahi olarak DNA üzerini saran ona yapışık olan su molekülleri nedeniyle “DNA” anlamında isimdir.
DNA çevresindeki su molekülleri
حَمَأٌ “gen” demektir. حمء kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan حَمْء mastarı içine karışan toprak, çamur veya başka yabancı maddeler nedeniyle bir sıvının bulanıklaşması manasındadır. Bu mastar manasından حَمَأٌ ıstılahi olarak yabancı madde olarak anne ve babadan gelerek onu değiştiren anlamında “gen” anlamında ism-i alet manasında isimdir. Fertleştirilmiş hali حَمَأَةٌ dür.
İsm-i cem-i cinstir. Sıfatı “dizilmiş”tir. Bu nedenle ism-i cem-i cins olmaya uygundur. Yani حَمَأٌ çoğuldur, حَمَأَةٌ tekildir ve حَمَأٌ dizilmiş حَمَأَةٌ’lardan oluşmuştur. Buradaki dizilme önemlidir. Bu da DNA üzerindeki genlerin dizili olmasından ileri gelmektedir.
Genler
خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ
İnsanı Fehhar gibi olan Salsal’dan yarattı. (Rahman 14)
Burada da Salsal’ın yapısı anlatılmaktadır. Fehhar gibi olduğu söylenmektedir.
الْفَخَّار muhtevasının değil de içindeki boşlukların artması nedeniyle hacmi artan anlamındadır. Bu manadan dolayı içi boş olduğu halde kendini büyütmek manasından övünmek anlamına gelmiştir. Çok övünene de فَخُور denir.
Fehhar mübalağalı ism-i fâildir ve içindeki boşluğun abartılı olduğu cisimlerdir. Bu nedenle çömlek, çanak, sürahi gibi nesnelere Fehhar denmektedir. Bu ayette de Salsal’ın Fehhar gibi olduğu gibi söylenmiştir.
DNA yapısı
DNA yapısına bakılınca çift heliks yapının Fehhar türünden olduğu görülmektedir.
كَبَد
كَبَد “orta yer, tuba uterina” demektir. كبد kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak büyük bir orta yere sahip olmak (insan için göbek) manasındadır. Bu mastar manasının kökeni olarak كَبَد her şeyin geniş, büyük olan “orta yeri” anlamında isimdir. Istılahi olarak insanın döllendiği yer olan rahim ile yumurtalık arasındaki ortadaki tüp (tuba uterina) manasındadır.
Tuba Uterine (Kebed)
İnsanın yaratıldığı كَبَد yumurtalık ile rahim arasında yer alan tuba uterinadır.
ثُمَّ إِذَا أَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ
Sonra aniden siz yayılan ölümlüler oldunuz.
İsim cümlesi | Atıf harfi |
Haber | Mübteda | Müfâcee edatı |
Sıfat Fiil cümlesi | Mevsûf |
Fâil | Fiil |
و | تَنْتَشِرُونَ | بَشَرٌ | أَنْتُمْ | إِذَا | ثُمَّ |
ثُمَّ: “Sonra” demektir. Atıf harfidir. Cümleleri birbirine atfeder. Bu atıf harfi ma’tûfun aleyhle ma’tûf arasında oluşun sırasını gösterir, buna “tertip” denir. Önce ma’tufun aleyh, sonra ma’tûf gelir. Bu nedenle sümme ile yapılan atıfta ma’tûf ile ma’tûfun aleyh yer değiştiremez. Zamansal olarak peşi sıra oluşu göstermez, arada belirli bir zaman geçmiştir. Bu nedenle “takip etkisi yoktur”. Bu arada boşluk olmasına “terahi” (تَرَاخِي) denir. İş yapmada ma’tûfun aleyh ile ma’tûf arasındaki boşluğun belirli bir süresi yoktur, duruma göre bu süre değişir. Kısa bir süre olabileceği gibi uzun bir süre de olabilir.
إِذَا: “Aniden” demektir. إِذَا sadece şart edatı veya mef’ûlün fih olarak görev yapmaz. Cümle ortasında geldiği zaman ve onu isim cümlesi takip ettiği zaman müfâcee (ansızlık ve sürpriz) edatı (حَرْفُ الْمُفَاجَأَةُ) olur. Bir olayın aniden gerçekleştiğini ya da beklenmeyen bir şeyin sürpriz bir şekilde olduğunu ifade eder. “Aniden”, “ansızın”, “birdenbire”, “hemen”, “birden”, “bir de ne görelim”, “bir de ne görsün”, “beklenmeyen bir şekilde” anlamlarına gelir. Aniden ya da beklenilmeyen bir durumla karşılaşıldığını gösterir.
Üç şekilde gelir:
- Öncesindeki cümleyle إِذَا müfâcee edatı arasında فَ atıf harfi vardır.
- Öncesindeki cümleyle إِذَا müfâcee edatı arasında ثُمَّ atıf harfi vardır.
- Öncesinde şart cümlesi vardır, إِذَا müfâcee edatı cevap cümlesinin başında gelir. Bu durumda cevap cümlesinin başına فَ gelmez.
Bu ayette de إِذَا cümle ortasında gelmiştir, kendisinden sonra isim cümlesi gelmektedir ve öncesindeki cümle ile إِذَا arasında ثُمَّ atıf harfi vardır. Bu haliyle müfâcee edatıdır.
أَنْتُمْ: “Siz” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. Ayetin başındaki كُمْ gibi Kuran’ı okuyan kimselere hitaben insan türünün fertlerini ifade etmektedir.
بَشَرٌ: “Ölümlüler” demektir. بشر kökünden gelmiştir. Birinci babdan بَشْرٌ mastarı deriyi soymak manasındadır. Bu manadan gelerek بَشَر soyulan deri, gözenekli deri manasında “insan derisi” anlamında isimdir. Buradan ıstılahi olarak derisi olan manasında insan için “ölümlü” manasında kullanılan isimdir. Eril ve dişil için ortaktır. İkili بَشَرَانِ ve بَشَرَيْنِ dir. Çoğulu yoktur. Çoğul için de بَشَر kullanılır. Deri manasındaki بَشَر ise ism-i cinstir. Sonuna kapalı te alarak tekili elde edilir (بَشَرَة) ve çoğul çekimi vardır. Buradaki بَشَر de çoğuldur. أَنْتُمْ (siz) ün haberidir ve sıfatı da çoğul fiil olan تَنْتَشِرُونَ dir.
تَنْتَشِرُونَ: “Yayılırsınız” demektir. نشر kökünden iftiâl bâbından ikinci şahıs çoğul merfu muzari malum fiildir. Birinci bâbdan نَشْرٌ mastarı yaymak demektir. طَيٌّ un zıttıdır. Bir şeyi saklandığı yerden çıkarıp yaymak ve kolaylıkla görünür kılmak manasındadır. Bu bâb iftiâl bâbına mutavaat etkisi ile gelir. Yaymak manasından yayılmak manasına gelir.
بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ: “Yayılan ölümlüler” demektir.
أَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ: “Siz yayılan ölümlülersiniz” demektir.
إِذَا أَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ: “Aniden siz yayılan ölümlüler oldunuz” demektir.
İlk insan yaratıldıktan sonra hemen yayılmaya başlamıştır. Zaman içinde yeryüzünün her yerine yayılmıştır. İnsanın özelliğidir. Yerinde duramaz. Gün gelecek uzaya da yayılacaktır.
Yalova, Teşvikiye
18 Şubat 2023
M. Lütfi Hocaoğlu