RÛM SÛRESİ - 7. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ (12) وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَائِهِمْ شُفَعَاءُ وَكَانُوا بِشُرَكَائِهِمْ كَافِرِينَ (13)
Saatin kıyam ettiği gün suçlular hayırdan ümitlerini kesecekler ve onlar için şeriklerinden şefaatçiler olmayacak ve şeriklerini görmezden gelenler olacaklar. (12-13)
Ma'tûf Mensuh isim cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûf Mensuh isim cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi | Mefûlun fih | Vâv-u isti’nâfiye |
كَانُوا بِشُرَكَائِهِمْ كَافِرِينَ | وَ | لَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَائِهِمْ شُفَعَاءُ | وَ | يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ | يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ | وَ |
وَ: İsti’nafiyye edatıdır. Önceki cümle ile sonrası arasında anlamsal bir bağ vardır.
يَوْمَ: “Gün, dönem” demektir. الْيَوْمَ şeklinde gelirse “bugün” demektir. Birincil anlamı “gündüz”dür. Güneşin doğmasından batmasına kadar olan süredir. 24 saat olan günü ifade etmez.
اليَوْمُ: معروفٌ مِقدارُه من طلوع الشمس إِلى غروبها
Yevm: Miktarı güneşin doğmasından batmasına kadar olan süre olarak bilinir. (Lisanu-l A’râb)
نَهَار gündüz demek değildir.
النَّهار: انفِتاح الظُّلمة عن الضِّياء ما بين طُلوعِ الفجر إلى غروب الشَّمس
Nehar: fecrin doğmasından güneşin batması arasındaki zamanda ziyadan kaynaklı olarak karanlığın açılmasıdır. (Makayisu-l Luga)
نَهَار kelimesi نهر kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak suyun veya sıvının akması ve akmasıyla aktığı yeri kazıp kanal oluşturması manasındadır. Nehir manası buradan gelmektedir. Bu mastar manasından ıstılahi olarak güneş doğarken ışığın karanlığın içinden bir kanal açıp akma görüntüsü oluşturmasıyla “ışıklı gündüz” anlamına gelmiştir. Güneş doğduktan batana kadar olan zaman içinde ışığın olduğu zamanları içeren bir isimdir.
Oruç ile beraber نَهَار kelimesi geçmez. Orucu نَهَار larda tutma ifadesi yoktur, orucu yevmlerde tutma ifadesi vardır. Yani fecrden güneş batana kadar olan süre olan yevm burada da ifade edilmiş olur. Aslında bu anlamda Türkçede de yevmiye olarak kullanılmaktadır. Yevmiye 24 saat çalışma karşılığı olan ücret değil, gündüz çalışma süresi içinde verilen ücrettir.
Harf-i tarifle gelince ahd için belirli bir günü de ifade edebilir. İsim tamlamasında muzaftır. Kendisinden sonra muzafun ileyhi olan kelime ya da cümle gelir. يَوْمَ şeklinde izafetle gelirse muzafun ileyhi olan kelime ya da cümlenin gerçekleştiği dönemi ifade eder. Burada da izafetle gelmiştir ve muzafun ileyhi cümledir. “Dönem” anlamındadır. Türkçede de dönem gün şeklinde ifade edildiğinden “gün” olarak Türkçeye çevrilebilir.
تَقُومُ: “Kıyam eder” demektir. قوم kökünden üçüncü şahıs dişil tekil muzari merfu malum fiildir. Fâili kendisinden sonra gelen السَّاعَةُ dür. Bir fiili yapmak için harekete geçmek demektir.
السَّاعَةُ: “Saat” demektir. سوع kökünden gelmiştir. Birinci babdan سَوْعٌ mastarı geçip gitmek ve kaybolmak manasındadır. Bu mastar manasından geçip giden ve kaybolan manasında سَاعَةٌ ıstılahi olarak zaman parçası, zaman dilimi demektir.
Kökün vâvı i’lale uğramış ve elife dönüşmüştür.
تَقُومُ السَّاعَةُ: “Saat kıyam eder” demektir. Saat nasıl kıyam eder? Saat bilinçli bir varlık mıdır? Saatin kıyam etmesi demek bir işi yapması için harekete geçmesi, hazır olması, hazırlıklı olması demektir. Saat zaman dilimidir. Çok küçük bir zaman dilimi olabileceği gibi çok büyük bir zaman dilimi olabilir hatta evrenin yaratılışından itibaren olan tüm zamanı ifade edebilir. Bu haliyle genel zaman kavramını anlatmış olur. Zamanın kıyam etmesi demek eski akışının değişmesi, yeni bir görev için harekete geçmesi demektir. Zaman kuantum evreni içinde tüm seçeneklerin gerçekleşebilmesi yani hareketin olabilmesi için bir nevi film karelerinin gösterilmesi için gerekli olan an parçacıkları dizisidir. Zaman içinde insanlar seçme özgürlüğüne sahiptirler. İstediklerini yaparlar, ister iyilik yaparlar isterse kötülük yaparlar. Öyle bir an gelir ki saat kıyam eder. Artık o anda bir görev gerçekleştirilecektir. Herkes iyiyi kötüyü görecektir. Sonra başka bir anda saat yine kıyam edecektir ve artık o anda başka bir görev gerçekleştirilecektir.
يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ: “Saatin kıyam ettiği gün” demektir. Burada السَّاعَةُ harf-i tarifle marife gelmiştir. Saatin her kıyam etmesi önceki dönemin sona erip yeni bir dönemin başlaması demektir. Bu yeni dönem يَوْمَ ile ifade edilmiştir. Saat kıyam etmiş, yeni bir görev gerçekleştirilecektir. Bu görevin gerçekleştirileceği dönem saatin kıyam ettiği dönemdir.
يُبْلِسُ: “Hayırdan ümidi keser” demektir. بلس kökünden if’âl bâbında (أَبْلَسَ – يُبْلِسُ) üçüncü şahıs eril fiildir. Fâili kendisinden sonra gelen الْمُجْرِمُونَ dir. Herhangi bir işten ümidi kesmek demek değildir. Kendisi için olacak olan iyi şeylerden, hayırlardan ümit kesmek demektir.
Bu kök Kuran’da 16 defa geçmektedir. Sadece bu ayetteki geçişi fiil şeklindedir. 4 defa ism-i fâil olarak (مُبْلِسُونَ ve مُبْلِسِينَ şeklinde) geçmekte, 11 defa da İblis (إِبْلِيسُ) şeklinde özel isim olarak geçmektedir.
الْمُجْرِمُونَ: “Suçlular” demektir. جرم kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril çoğul marife merfu ism-i fâildir. İkinci bâbdan جَرْم mastarı birisine zarar vermek, ona karşı suç işlemek manasındadır. جُرْم suç demektir. İf’âl bâbında (أَجْرَمَ – يُجْرِمُ) sayruret etkisi vardır. Suç sahibi olmak, suç işler halde olmak anlamındadır. İsm-i fâili olan مُجْرِم de suçlu demektir.
يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ: “Suçlular hayırdan ümidini keser” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ cümlesine لَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَائِهِمْ شُفَعَاءُ cümlesini atfeder.
لَمْ: Olumsuzluk edatıdır. Muzari fiilin başına gelerek onu cezm eder ve manasını geçmiş zamanda mutlak olumsuzluk haline getirir.
يَكُنْ: “Olur” demektir. Nakıs fiildir. Öncesindeki لَمْ ile cezm olmuştur (يَكُونُ لَمْ يَكُونْ لَمْ يَكُنْ).
لَمْ يَكُنْ: “Olmadı” demektir. Geçmiş zamanda mutlak olumsuzluk manası oluşmuştur. Hiç olmadı anlamına gelir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Harf-i cer olan لِ den sonra geldiği için mecrur muttasıl zamirdir. الْمُجْرِمُونَ ye racidir.
لَهُمْ: “Onlar için” demektir.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
شُرَكَاءِ: “Ortak edilenler, şerikler” demektir. Öncesindeki مِنْ harf-i ceriyle mecrur olmuştur. فُعَلَاءُ kalıbından çoğul sıfat-ı müşebbehedir. Tekili فَعِيل kalıbından شَرِيك dir. “Ortak edilen” demektir. İsm-i mef’ûl manasında sıfat-ı müşebbehedir. Kökü شرك dir. Dördüncü bâbdan gelmektedir. Birini bir işe, birisine ortak etmek manasından gelmiştir. مَشْرُوك (ortak edilen) manasındadır. Ancak مَشْرُوك ism-i mef’ûldür ve sübut değil, hüdus bildirir. Bu mef’ûllük sübut bildirir olduğu zaman شَرِيك şeklinde ism-i mef’ûl manasında sıfat-ı müşebbehe kalıbıyla gelir. Ortak edilen olma artık onun kalıcı bir sıfatı haline gelmiştir.
هِمْ: “Onlar” demektir. شُرَكَاءِ nin muzafun ileyhi olduğu için mecrur muttasıl zamirdir. الْمُجْرِمُونَ ye racidir.
شُرَكَائِهِمْ: “Onların şerikleri” demektir.
مِنْ شُرَكَائِهِمْ: “Şeriklerinden” demektir.
شُفَعَاءُ: “Şefaatçiler, katkıda bulunucular” demektir. فُعَلَاءُ kalıbından çoğul nekre mübalağalı ism-i fâildir. Tekili فَعِيل kalıbından شَفِيع dir. Şefaatçi demektir. Kökü شفع dir. Üçüncü bâbdan gelmektedir. شَفْع mastarı tek olan bir şeye benzerinin ya da eşinin eklenmesi ile onu çift hale getirmek manasındadır. Bu mastarın mübalağalısı ve tahsisli hali شَفَاعَة mastarıdır. Mübalağası bir şeye kuvvetli ve şiddetli benzeri ya da benzerlerinin eklenmesi, tahsisi ise bu eklenmenin belirli birisine tahsis edilmesidir. Belirli birisine mübalağalı şekilde katkıda bulunmak manasındadır. شَفِيع ise birine mübalağalı bir şekilde katkıda bulunan demektir.
مِنْ شُرَكَائِهِمْ شُفَعَاءُ: “Şeriklerinden şefaatçiler” demektir.
لَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَائِهِمْ شُفَعَاءُ: “Onlar için şeriklerinden şefaatçiler olmadı” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَائِهِمْ شُفَعَاءُ cümlesine كَانُوا بِشُرَكَائِهِمْ كَافِرِينَ cümlesini atfetmektedir.
كَانُوا: “Oldular” demektir. Nakıs fiildir. Üçüncü şahıs eril çoğul mazi fiildir. Fâili cem vâvıdır (كَانُوا) ve الْمُجْرِمُونَ ye racidir.
بِ: “-ı, -i” demektir. Harf-i cerdir. Daha sonra gelen كَافِرِينَ ism-i fâilinin mef’ûlünün önüne gelmiştir.
شُرَكَاءِ: “Şerikler” demektir.
هِمْ: “Onlar” demektir. الْمُجْرِمُونَ ye racidir.
شُرَكَائِهِمْ: “Onların şerikleri” demektir.
كَافِرِينَ: “Görmezden gelenler” demektir. كفر kökünden nekre eril çoğul mensub ism-i fâildir. Nekre gelmesinin sebebi kânenin haberi olmasıdır.
بِشُرَكَائِهِمْ كَافِرِينَ: “Şeriklerini görmezden gelenler” demektir. Kânenin haberidir.
كَانُوا بِشُرَكَائِهِمْ كَافِرِينَ: “Şeriklerini görmezden gelenler oldular” demektir.
يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَائِهِمْ شُفَعَاءُ وَكَانُوا بِشُرَكَائِهِمْ كَافِرِينَ: “Saatin kıyam ettiği gün suçlular hayırdan ümitlerini kesecekler ve onlar için şeriklerinden şefaatçiler olmayacak ve şeriklerini görmezden gelenler olacaklar” demektir. Birbirine atfedilmiş üç fiilin birincisi muzari, diğer ikisi mazi fiildir. Mazi fiiller muzari fiile “وَ” ile atfedilmiştir. Mazi fiile mazi fiil veya muzari fiile muzari fiil “وَ” ile atfedilince her iki fiil eş zamanlı gerçekleşmemiştir. Muzari fiile mazi fiil, mazi fiile muzari fiil “وَ” ile atfedilince her iki fiil eş zamanlı olarak gerçekleşmiştir.
Mazi fiilin muzari fiile “وَ” ile atfı şekilde görülmektedir. Her iki fiil de gelecek zamanda eş zamanlı bir şekilde gerçekleşmiştir.
Burada لَمْ يَكُنْ ve كَانُوا mazi fiilleri يُبْلِسُ muzari fiiline atfedilmiştir. Fiiller gelecek zamanda gerçekleşecektir ve eş zamanlıdır. Yani mücrimlerin ümidini kesecek olması ve onlar için şeriklerinden şefaatçilerin olmaması ve şeriklerini görmezden gelmeleri eş zamanlı olarak gelecekte gerçekleşecektir.
Bu fiiller saatin kıyam ettiği dönem içinde gerçekleşeceklerdir. Saatin kıyam ettiği bu dönemin özelliği nedir? Mücrimlerin hayırdan ümitlerini kesmesine sebep olan dönemdir. Şaşkın, hüzünlü, kaygılı ve pişman bir vaziyette sessizce durmaktadırlar. Başlarına gelecekleri anlamışlardır. Şeriklerinin kendilerine bir faydası yoktur, onları da görmezden gelmektedirler. Bu dönemin özelliği herkesin kendi durumunu ve başkalarının durumlarını anlamalarıdır.
Burada dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi zamir döndürülmeyip شُرَكَائِهِمْ in tekrar edilmesidir. Bunun için değişik alternatifler vardır. Birisinde كَانُوا nun fâili olan cem vâvının (كَانُوا) ve ikinci شُرَكَائِهِمْ deki هِمْ in الْمُجْرِمُونَ ye değil önceki شُرَكَائِهِمْ e raci olmasıdır. Bu durumda mücrimlerin şerikleri kendi şeriklerini görmezden geliyorlar (كَانَ شُرَكَاؤُهُمْ بِشُرَكَاءِ شُرَكَائِهِمْ كَافِرِينَ) (onların şerikleri onların şeriklerinin şeriklerini görmezden gelenler oldular) anlamı ortaya çıkar ki bu anlam uygun değildir. İkincisinde ise cümlede iki zamir olmasından dolayı her iki zamirin de hem الْمُجْرِمُونَ ye hem de شُرَكَائِهِمْ e raci olabilmesidir. Bu da anlam karışıklığına neden olur. Bunu önlemek için شُرَكَائِهِمْ zamirle ifade edilmemiş ve izhar edilmiştir. İzhar edilmeseydi كَانُوا بِهِمْ كَافِرِينَ şeklinde gelecekti. İki ayrı racilik nedeniyle tersine mana elde edilebilecekti. Cem vâvı şeriklere, هِمْ ise الْمُجْرِمُونَ ye raci olabilecekti. Bu durumda كَانَ شُرَكَاءُ الْمُجْرِمِينَ بِالْمُجْرِمِينَ كَافِرِينَ (Mücrimlerin şerikleri mücrimleri görmezden gelenler oldular) şeklinde anlam oluşabilecekti. Tam tersi olan bu anlamın önlenmesi için شُرَكَائِهِمْ zamirle gelmemiş izhar edilmiştir.
شُرَكَائِهِمْ “onların ortak ettikleri” demektir. Kime ortak ettikleridir? Allah’a ortak ettikleridir. Allah’ı gözle görmediğimize göre ve Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığına göre neyde Allah’a ortak etmişlerdir?
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ
Mülkte (yönetimde) O’nun için bir ortak yoktur. (İsra 111, Furkan 2)
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ
Yoksa onlar için şerikler mi var da onlar için düzenden Allah’ın izin vermediği şeriat mı koyuyorlar? (Şura 21)
Şerikler yani ortak edilenler yönetimde ve kural koymada Allah’a ortak edilmektedirler. Allah’ın kurallarına aykırı kuralları koymakta, Allah’ın istemediği şekilde yönetmektedirler. Şerik müşriksiz olmaz. Müşrikler şeriklerini çok sevmektedirler. Şeriklerinin kurallar koymasını ve yönetmesini istemektedirler.
مِنْ شُرَكَائِهِمْ شُفَعَاءُ “şeriklerinden şefaatçiler” demektir. Şeriklerinden olmayan şefaatçiler olabilir mi? Burada mefhumu muhalefetle düşünemeyiz. Eğer birisinin muhakkak şefaatçisi olması şartı olsaydı mefhumu muhalefetle başka şefaatçileri vardır şeklinde hükme varabilirdik. Böyle olmayacağına göre başka şefaatçilerinin var olduğunu düşünemeyiz. O zaman niçin “onlar için şefaatçiler olmadı” (لَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُفَعَاءَ) denmemiş de şeriklerinden şefaatçileri olmadı denmiştir? Bunun sebebi şeriklerinin dünya hayatında mücrimlere şefaatçiler olmasındandır. Çünkü شُفَعَاءُ denmiştir, شَافِعُونَ denmemiştir. شُفَعَاءُ mübalağalıdır ve adeta bir meslek gibidir. Dünya hayatında şerikler mücrimlerin suçlarına katkıda bulunmuşlardır. Buna göre mücrimlerin şerikleri olduklarına göre mücrimler aynı zamanda müşriklerdir. Şerikler onların suç işlemeleri için Allah’ın kurallarına aykırı kuralları koymuşlardır, kanunları çıkarmışlardır, gerekli anayasaları yapmışlardır.
Aynı zamanda şeriklerini görmezden geleceklerdir (كَانُوا بِشُرَكَائِهِمْ كَافِرِينَ). Dünya hayatında şeriklerini çok sevmekteler, şeriklerinin koydukları kurallar, kanunlar çok hoşlarına gitmekte, onları göklere çıkarmaktaydılar. Onlara oy vermekte, oy toplamakta, vesenleri için çalışmaktaydılar. Saatin kıyam ettiği gün ise artık onları görmezden geleceklerdir. Çünkü şerikler onlardan daha kötü durumdadır. Süklüm püklüm ve sessizce durmaktadır şerikleri kendileri gibi. Dünya hayatında zirvede olan, herkesin tanıdığı, konvoylarla gezen, herkesin önlerinde saygı ile durduğu bu şerikler başları eğik, sessizce cezalarını beklemektedirler. Aynı sonu bekleyen mücrim müşrikler de şeriklerini görmezden gelmektedirler.
İnsanlar Kuran’ı okumakta ama Kuran’daki mücrimler, müşrikler, şerikler gibi kavramları kendilerinden çok uzak görmektedirler. Olayı çok basitleştirmekte, onları taştan, çamurdan, helvadan yapılmış putlara tapanlar sanmaktadırlar. Oysa Kuran bu terimleri açıklamaktadır. Bu kadar basit değildir. Beş vakit namazını kılan, haccı umreyi su yolu yapan, orucunu tutan, zekât sandığı sadakaları veren birisi Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyduğunda şerik olmuş olur. Onu destekleyen, onu büyüten, onun peşinde koşan, arkasında duran, yaptığı yanlışları alkışlayan da müşriktir. Büyük Sermaye dünyanın her yerinde çoğunluk sistemini benimsetmiştir. Buna da demokrasi demiş, bununla dünyayı uyutmakta ve yönetmektedir. Bu çoğunluk sistemi Allah’ın istemediği yönetim şeklidir. Bu sistemi besleyen kurallar koymak ve kuralların koyulmasını çoğunluğa dayandırmak da Allah’ın izin vermediği şeriatı koymaktır. Şerik olmaktır. Saatin kıyam ettiği yevm insanlar çok şaşıracaklardır. Göklere çıkardıkları şeriklerinin orada ne halde olduğunu göreceklerdir, mücrim olanlar da onları görmezden geleceklerdir.
Çoğunluk sisteminde bir oy fazla almak için her şeyi yaparlar, her vaadi verirler. Algı yarışı içindedirler. Sürekli karşı taraf için kötü algı, kendisi için iyi algı oluşturma çabası içinde çırpınırlar. Kimse saatin kıyam edeceği günü düşünmez. Bu sistemin Allah’ın istemediği bir sistem olduğunu düşünmez. İktidarı ele geçirsin yeter. Onlar iyi, diğerleri kötü ya. Boşa çırpınıyorlar. Vesenlere hizmet etmek bu sistemi beslemektir. Sonuç Allah’ın istemediği kuralları koymak ve müşrik-şerik çiftlerinin oluşmasıdır. Saatin kıyam ettiği yevmde de birbirini görmezden gelmek ve artık birbirine katkıda bulunamamaktır.
Yalova, Teşvikiye
21 Ocak 2023
M. Lütfi Hocaoğlu