RÛM SÛRESİ - 2. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَعْدَ اللَّهِ لَا يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (6) يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ الْآخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ (7)
Allah’ın vaat etmesi. Allah vaadinden caymaz ve ancak insanların çoğunluğu bilmezler. Onlar, ahiretten onlar gaflette olanlar halinde en yakın hayattan görüneni bilirler. (6-7)
وَعْدَ اللَّهِ
Allah’ın vaat etmesi.
Fiil cümlesi |
Mefûlun mutlak | Fâil | Mefûlun bih | Fiil |
Fâil Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf |
اللَّهِ | وَعْدَ | اللَّهُ | هُمْ | وَعَدَ |
وَعْدَ: “Vaat etmek” demektir. Birisi için bir şeyi gelecekte kendisine farz etmek manasındadır. وعد kökünden ikinci bâbdan mastardır.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
وَعْدَ اللَّهِ: “Allah’ın vaat etmesi” demektir. Burada sadece bir mastar vardır. Cümle yoktur. Kuran’da böyle bir üslup vardır. Pek çok yerde cümleyi yarım bırakır. Genellikle cümlede sadece mastarı söyler, fiili söylemez. Mastardan fiil anlaşılır. Buna amili takdir edilen mef’ûlü mutlak (مفعول مطلق عامله مقدر) denir. Fiili takdir edersek وَعَدَهُمُ اللَّهُ وَعْدَهُ (Allah onlara vadetmesiyle vaat etti) şeklinde manalandırırız.
Öncesindeki beş ayetten sonra başında وَ olmadan bu fiili hazf olmuş cümle gelmiştir. Rumların yenilip sonra yenmeleri ve bu yenme ile müminlerin ferahlayacağı söylenmiş, sonra Allah’ın vaadi denmiştir. Allah’ın vaadi müminleredir. Onların ferahlayacağını vadetmiştir.
لَا يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ
Allah vaadinden caymaz.
Fiil cümlesi |
Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı |
Fâil Muzâfun ileyh | Şibh-i fiil Muzâf |
هُ | وَعْدَ | اللَّهُ | يُخْلِفُ | لَا |
لَا: Olumsuzluk edatıdır.
يُخْلِفُ: “Cayar” demektir. خلف kökünden if’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. Birinci bâbdan خَلَفَ - يَخْلُفُ şeklinde birisinin/bir şeyin önceden işgal edip terk ettiği mekâna yerleşmek, yerine geçmek manasındadır. Müteaddi fiildir. Birinci bâb if’âl bâbına (أَخْلَفَ – يُخْلِفُ) ziyadetü-t tadiye etkisi ile gelir. “Yerine geçirmek” anlamına gelir. Eğer yerine geçirilen vaad, ahd gibi sözleşmelerse bu sözleşmenin yerine başka bir şeyi geçirmek olduğundan “caymak” anlamına gelir.
لَا يُخْلِفُ: “Caymaz” demektir.
اللَّهُ: “Allah” demektir. Alemleri rabbinin özel ismidir. “Caymaz” fiilinin fâilidir.
وَعْدَ: “Vaat” demektir.
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Allah’a racidir.
وَعْدَهُ: “O’nun vaadi” demektir.
لَا يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ: “Allah vaadinden caymaz” demektir. Allah müminlere ferahlanmalarını vadetmiştir ve bu vaadinden caymayacaktır. Ancak bu ifade sadece önceki ayetteki durum için değildir. Bu ifade geneldir. Allah hiçbir vaadinden caymaz demektir.
وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Ve ancak insanların çoğunluğu bilmezler.
Mensuh isim cümlesi |
Haberi Fiil cümlesi | İsmi | Lâkinne |
Fâil | Fiil | Olumsuzluk edatı | Muzâfun ileyh | Muzâf |
و | يَعْلَمُونَ | لَا | النَّاسِ | أَكْثَرَ | لَكِنَّ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَا يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ cümlesine لَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ cümlesini atfetmektedir.
لَكِنَّ: “Ancak” demektir. İnne’nin benzerlerindendir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. İstidrâk yani düzeltme harfidir. İstidrâkı te’kidle beraber yapar. İstidrâk (اِسْتِدْرَاكٌ) düzeltme, yanlış anlamayı önleme, hatayı düzeltme anlamlarındadır. “Ama”, “fakat”, “lakin”, “ancak”, “ne var ki” şeklinde tercüme edilebilir.
أَكْثَرَ: “Daha çok” anlamındadır. كثر kökünden beşinci bâbdan gelmiştir. Çoğalmak manasındaki fiilden “daha çok” manasına gelmiş ism-i tafdildir. İsim tamlamasında muzaf olarak gelirse “çoğunluk” anlamına gelir.
النَّاسِ: “İnsanlar” demektir. Tekili إِنْس dir. ءنس kökünden gelmiştir. أَنَسٌ mastarı birisini sosyal, yakın, arkadaşça hissetmek, tanıdık ve alışık olmak manasındadır. Bu mastar manasından sosyal, yakın, arkadaş olarak hissedilen, tanıdık olan manasında إِنْسٌ ıstılahi olarak “insan” anlamında camid isimdir. Erildir. Çoğulu أُنَاسٌ dur. Marife olduğu zaman sık kullanıldığı için başındaki hemze düşmüştür. النَّاسُ şeklindedir.
أَكْثَرَ النَّاسِ: “İnsanların çoğunluğu” demektir.
لَا: Olumsuzluk edatıdır.
يَعْلَمُونَ: “Bilirler” demektir. علم kökünden dördüncü bâbdan üçüncü şahıs çoğul merfu muzari malum fiildir. Fâili içindeki cem vâvıdır (يَعْلَمُونَ). أَكْثَرَ النَّاسِ ye racidir.
لَا يَعْلَمُونَ: “Bilmezler” demektir.
لَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ: “Ancak insanların çoğunluğu bilmezler” demektir. Neyi bilmezler? Öncesindeki “Allah vaadinden caymaz” cümlesine atfedildiği için Allah’ın vaadinden caymadığını bilmemektedirler. أَكْثَرَ النَّاسِ (insanların çoğunluğu) terimi Kuran’da çok sayıda geçmektedir.
وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
İnsanların çoğunluğu şükretmezler. (Bakara 243, Yusuf 38)
قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللَّهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
“Yalnızca onun (saatin) ilmi Allah’ın indindedir. Ancak insanların çoğunluğu bilmezler. (Araf 187)
وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
Ancak insanların çoğunluğu iman etmezler. (Hud 17)
وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Allah işi üzerinde galiptir. Ancak insanların çoğunluğu bilmezler. (Yusuf 21)
مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِهِ إِلَّا أَسْمَاءً سَمَّيْتُمُوهَا أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمْ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍ إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ أَمَرَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Yalnızca Allah’ın dunundan sizin ve atalarınızın isimlendirdiği isimlere ibadet ediyorsunuz. Allah onlara hiçbir güç indirmedi. Hüküm yalnızca Allah’a aittir. Yalnızca O’na ibadet edin diye emretti. Bu kayyım dindir. Ancak insanların çoğunluğu bilmezler. (Yusuf 40)
وَمَا أَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِنِينَ
İnsanların çoğunluğu hırslansan bile müminler değillerdir. (Yusuf 103)
المر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَالَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
Elif Lâm Râ. Onlar kitabın ayetleridir ve rabbinden sana indirilen haktır ve ancak insanların çoğunluğu bilmezler. (Rad 1)
وَأَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لَا يَبْعَثُ اللَّهُ مَنْ يَمُوتُ بَلَى وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Allah’a yeminlerinin cehdiyle kasem ederler Allah öleni baas etmeyecektir diye. Tersine, O’nun üzerinde gerçek vaattir ve ancak insanların çoğunluğu bilmezler. (Nahl 38)
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ إِلَّا كُفُورًا
İnsanlar için bu Kuran’da her örnekten anlattık da insanların çoğunluğu küfretme hariç kaçındılar. (İsra 89)
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Seni yalnızca insanlar için topyekûn müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik ve ancak insanların çoğunluğu bilmezler. (Sebe 28)
قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
“Kesinlikle rabbim rızkı istediğine bollaştırır ve ölçülü verir” de ve ancak insanların çoğunluğu bilmezler. (Sebe 36)
لَخَلْقُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ أَكْبَرُ مِنْ خَلْقِ النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Gökler ve yerin yaratılması insanların yaratılmasından daha büyüktür ve ancak insanların çoğunluğu bilmezler. (Mümin 57)
إِنَّ السَّاعَةَ لَآتِيَةٌ لَا رَيْبَ فِيهَا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
Kesinlikle saat gelendir, onda hiçbir rayb yoktur ve ancak insanların çoğunluğu güvenmezler. (Mümin 59)
إِنَّ اللَّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
Kesinlikle Allah insanlar üzerinde fazl sahibidir ve ancak insanların çoğunluğu şükretmezler. (Mümin 61)
قُلِ اللَّهُ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيْبَ فِيهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
“Allah size hayat verir sonra sizi öldürür sonra sizi onda hiçbir rayb olmayan kıyamet yevmine toplar” de ve ancak insanların çoğunluğu bilmezler. (Casiye 26)
Ayetlerde görüldüğü gibi insanların çoğunluğu için olumlu hiçbir ifade yoktur. Şimdi günümüze gelin bakın, bütün işler çoğunluğa göre yapılıyor. Yöneticiler çoğunlukla seçiliyor, kanunlar çoğunlukla çıkıyor, siyasi partiler oy almak için çoğunluğun taleplerine göre siyasetlerini belirliyorlar. İktidardakiler kararlarını insanların çoğunluğunun hoşuna gidecek şekilde alıyor ki tekrar seçilsinler.
Sonra da Allah’ın düzenini ekseriyet demokrasisi içinde “çoğunluğu ele geçirerek” getireceklerini sanıyorlar. Keşke Kuran okusalar da o şekilde olmayacağını görseler.
يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ الْآخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ
Onlar, ahiretten onlar gaflette olanlar halinde en yakın hayattan görüneni bilirler.
Fiil cümlesi |
Fâil Hâl İsim cümlesi | Mefûlun bih | Fâil Sahibul hâl | Fiil |
Haber Şibh-i fiil | Mübteda Müekkid | Haber Mefûlün bih GS | Mübteda Müekked | Vâv-u hâliyye | Sıfat | Mevsûf |
غَافِلُونَ | هُمْ | عَنِ الْآخِرَةِ | هُمْ | وَ | مِنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا | ظَاهِرًا | و | يَعْلَمُونَ |
يَعْلَمُونَ: “Bilirler” demektir. Fâili cem vâvıdır ve أَكْثَرَ النَّاسِ ye racidir.
ظَاهِرًا: “Görünen” demektir. ظهر kökünden üçüncü bâbdan eril tekil nekre ism-i fâildir. Açık ve net görülebilmeye imkân sağlayan bir mevkide olmak, görünür olmak manasındaki fiilden türemiştir. بَاطِن ın zıttıdır.
مِنَ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
الْحَيَاةِ: “Hayat” demektir. حيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak canlı olmak, ölü olmamak manasındadır. Bu mastar manasından canlı olunan zaman manasında حَيَاةٌ “hayat” anlamında, zarf manasında isimdir.
الدُّنْيَا: “En yakın” demektir. Dişil ism-i tafdildir. Erili الْأَدْنَى dır. الْحَيَاةِ nin sıfatı olduğu için ve الْحَيَاةِ da dişil olduğu için bu da dişil (müennes) gelmiştir. Fiil olarak birinci bâbdan دَنَا - يَدْنُو şeklinde “yaklaşmak” manasındadır. Vâv harfi ya harfine burada kural dışı olarak ibdal edilir. دُنْوَى olması gerekirken دُنْيَا şeklinde gelir.
الْحَيَاةِ الدُّنْيَا: “En yakın hayat” demektir.
مِنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا: “En yakın hayattan” demektir.
ظَاهِرًا مِنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا: “En yakın hayattan görünen” demektir.
يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا: “En yakın hayattan görüneni bilirler” demektir.
وَ: Hâl vâvıdır.
هُمْ: “Onlar” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. أَكْثَرَ النَّاسِ ye racidir.
عَنِ: “-den” demektir. Harf-i cerdir. Sonrasında gelen غَافِلُونَ un mef’ûlünün başına gelir.
الْآخِرَةِ: “Ahiret” demektir. İki şekilde kullanılan bir kelimedir. Sonundaki ة dişillik için gelirse “sonra” anlamında ism-i fâil sıygasından الْآخِر in müennesi olur. Ancak الدُّنْيَا ile beraber kullanıldığında özel bir mana ifade eder ve sonundaki ة de bu özel manayı kazandırmak içindir. Özel bir dönemi ifade eder. Bu da yaşadığımız en yakın hayattan sonraki dönemdir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. İlk هُمْ u te’kîd etmektedir.
غَافِلُونَ: “Gaflette olanlar” demektir. Eril çoğul nekre merfu ism-i fâildir. Birinci bâbdan غَفَلَ - يَغْفُلُ şeklinde bir şeyin farkına varmamak veya farkına vardığı halde o şeye aldırmamak manasındadır. عَنْ harf-i ceriyle müteaddi fiildir. Gaflette olunan şey bu harf-i cerden sonra gelir. Mef’ûlü عَنْ harf-i cerinden sonra gelen الْآخِرَةِ dir. Mef’ûlü ism-i fâilden önce gelmiştir.
(غفل) الغين والفاء واللام أصلٌ صحيحٌ يدلُّ على تَرك الشّيء سهواً، وربَّما كان عن عمدٍ.
(غفل) Ayn ve Fâ ve Lâm. Sahih kök bir şeyi yanılarak terk etmeye delalet eder ve bazı kere kasten olur. (Makayisu-l Luga)
Gaflet bir şeyin farkında olmamak da olurken farkına vardığı halde o şeye kasten aldırmamaktır.
ل’ın hedefe doğru yönelme, bağlanma, غ’ın ise engel olma manası vardır. غل yönelmeyi yani hareketi engelleme manasında ‘bağlamak’ aynı zamanda ‘direnmek’ demektir. Ortaya eklenen ف ağız demektir, ayrılmayı ifade eder. Ortada olduğu için süreçtir. Ayrılma sürecinde bağlı kalmak demektir. Yapılmak istenen işin bir engel nedeniyle yapılamamasıdır. Verilerden bilgi elde etmenin herhangi bir aşamasındaki aksaklığı ifade eder.
Veri anlam ifade etmez. Veri işlemeden geçirilerek anlamlı hale gelen bilgiye dönüştürülür. Örneğin geçen seneki sütün fiyatı bir veridir. Bu seneki sütün fiyatı da veridir. Bu seneki sütün fiyatından geçen seneki sütün fiyatını çıkarıp geçen seneki sütün fiyatına bölersek ve 100’le çarparsak süt fiyatındaki bir yıllık enflasyonu buluruz. İşte bu bilgidir. Bu işlem de veri işlemedir.
Veriler veri işlemeye gelmiyorsa bilgi elde edilemez. Bu durum gaflettir. Süt fiyatları verisi size ulaşmıyorsa süt enflasyonunu hesaplayamayacağınızdan bundan gaflettesinizdir.
Veriler geldiği halde veri işleme yapılmıyorsa yine bilgi elde edilemez ve bu durum da gaflettir. Süt fiyatları verisi size ulaştığı halde siz aldırmıyorsanız ve süt enflasyonunu hesaplamıyorsanız yine bundan gaflettesinizdir.
عَنِ الْآخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ: “Ahiretten onlar gaflette olanlar” demektir.
هُمْ عَنِ الْآخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ: “Onlar, ahiretten onlar gaflette olanlardır” demektir.
وَهُمْ عَنِ الْآخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ: “Onlar, ahiretten onlar gaflette olanlar halinde” demektir.
يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ الْآخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ: “Onlar, ahiretten onlar gaflette olanlar halinde en yakın hayattan görüneni bilirler” demektir.
Ahiretten gaflettedirler. Ya ahiret hakkında veriler gelmemekte ya da ahiret hakkında veriler gelmektedir ama onlar gelen verilere aldırış etmemektedirler.
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ
Onlardan intikam aldık da ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları sebebiyle onları büyük suda boğduk. (Araf 136)
Bu ayette ayetler onlara gelmiştir, yalanlamışlardır. Ayetlerden habersiz değillerdir. Onlara geldiği halde gafildirler. Ayetler veridir, onlardan bilgi elde etmemişlerdir. Aldırış etmeyerek gafil olmuşlardır ve gafil olma yalanlama ile birlikte boğulmalarının sebebidir.
Dünya hayatının zahirini ahiretten gaflette olur halde iken bilmektedirler. Bu durumda dünya hayatının zahiri varsa batını da vardır. İnsanların çoğunluğu batını bilmekte midirler? Mefhumu muhalefetle hareket edersek bilmemektedirler. Peki bu durumda mefhumu muhalefet uygulayacak mıyız? Öncesinde insanların çoğunluğu bilmezler denilmesi ve Kuran’da bu ayet dışında insanların çoğunluğunun bilmediğinden pek çok yerde bahsedilmesi ve bilmediklerinin hep zahir olmayan durumlar olması ve sadece bu ayette insanların çoğunluğunun dünya hayatının zahirini bildiğini söylemesi nedeniyle mefhumu muhalefetle insanların çoğunluğunun dünya hayatının batınını bilmediği sonucuna varabiliriz.
Dünya hayatının zahiri nedir, batını nedir? Zahir görünen tarafı, batın görünmeyen tarafıdır. İnsanların çoğunluğu ancak zahir tarafı bilirler, batın tarafı bilmezler.
Kolunuzu havaya kaldırdığınızda bu zahirdir. Beyinde nöronlardan sinyaller çıkması ve sinirler vasıtasıyla kol kaslarına iletilmesi ve kaslarda çok sayıda biyokimyasal olayların gerçekleşerek aktin ve miyosin adı verilen proteinlerin dişli çark gibi hareket etmesi ile kolun hareket etmesi ise batındır. İnsanların çoğu bunun zahirini bilirler, fizyologlar, biyologlar, doktorlar ise bunun batınını bilirler.
Kana baktığınızda kırmızı renkli bir sıvı olarak zahirdir. Ama içinde eritrosit, lökosit, trombosit olması, plazma olması, bunların her birinin ayrı ayrı kompleks fonksiyonlara sahip olması ise batındır. İnsanların çoğu bunun zahirini bilirler, fizyologlar, biyologlar, doktorlar ise bunun batınını bilirler.
Bir telefonda hesap makinesi yazılımında iki sayıyı toplamak için tuşlara bastığınızda sonucu ekranda göstermesi zahirdir. İçindeki mikroişlemcideki devrelerde elektrik sinyallerinin iletilmesi ile sonucun elektrik sinyaller halinde elde edilip bunun ekranda pikseller içinde gösterilmesi mekanizmaları ise batındır. İnsanların çoğu bunun zahirini bilirler, bilgisayar mühendisleri ise batınını bilirler.
Görünürde iyi olan pek çok şey gerçekte kötüdür. Zahiren iyi, batın olarak kötüdür. Görünürde kötü olan pek çok şey gerçekte iyidir. Zahiren kötü, batın olarak iyidir.
Covid salgınında aşılar çok çok iyi ve gerekli dendi. İnsanların çoğunluğu zahirini gördü. Oysa hastalıktan korumayacağını, yan etkilerinin olacağını söyleyen az sayıda doktor batınını biliyordu. Doktorların bile çoğunluğu zahire göre hareket etti ve halkı yönlendirdi. Batınını bilen doktorları bilim dışı olmakla suçladılar, hakir gördüler.
Katile kısas uygulanması zahiren kötü olarak görünür. İnsanların çoğunluğunun bu cezayı çağdışı olarak gördüklerinden dolayı kısas uygulanmamakta ama cinayetler önlenememektedir. Batını bilenler ise kısası savunmakta ama onlar da “ilkel varlıklar” olarak değerlendirilmektedir.
Asgari ücreti artırmak zahiren iyi görünür. İhtiyacı olan insanların eline daha fazla para geçecek sonuçta (!). Oysa batın olarak çok kötüdür. Tam tersine asgari ücretin kaldırılması gerekir. Ancak insanların çoğunluğu asgari ücretin yüksek olmasını iyi bir şey olarak görür. Tüm basın-yayın yana yana yüksek olması gerektiğini söyler. Muhalefet çok yüksek asgari ücretler vadeder. İktidar da ona uyar. Asgari ücret artınca işletmeler fiyatlara zam yapar. Zamlar enflasyon yapar. Sonuçta birkaç ay sonra asgari ücretle daha önce aldığını da alamaz hale gelir. İnsanların çoğunluğu zahiri bilir, onların oyuna muhtaç siyasiler de yanlış olduğunu bile bile onların istediğini yaparlar.
Sayılı birkaç aile dünyayı karşılıksız bastıkları para ile sömürmektedirler. İnsanların çoğunluğu ise bu ailelerin kontrolündeki paraların peşinde ömürlerini geçirmektedirler. Batını bilenler ise bu sistemin yerine gerçek para sisteminin gelmesi gerektiğini bilmekte ancak hayalcilikle suçlanmakta ve bu görüşleri nedeniyle alay edilmektedirler.
Avrupa Birliği uyum sürecinin de gerekçesi olduğu, zahiren iyi görünen, hasta hakkını koruduğu düşünülen malpraktis yasasını çıkarırlar. Bu yasaya göre hekim hata yaparsa yargılanır ve yüksek tazminat öder hatta hapis cezası bile alır. Ne güzel bir yasadır güya. Hekimler daha dikkatli olacak ve hastaların zarar görmesi önlenecektir. Oysa batını bilenler bunun böyle olmayacağını hemen görürler. Hasta doktora gelir ve doktor hastanın iyileşmesi ile ilgilenmez, kendini korumak derdindedir. Buna “defansif tıp” denir. Hasta başım ağrıyor der, doktor hemen beyin MR veya tomografi ister. Midem bulanıyor der, ultrason, MR ister. Midem yanıyor der, gastroskopi ister. Karnım ağrıyor der, kolonoskopi ister. Her hekim bunları her hastadan istemeye başlayınca artık randevu süreleri uzar. Çok basit şekilde tedavi edilecek hastalar bile hastanelerde sürünmeye başlar. Aylar sonraya görüntüleme randevuları alırlar. Sonra çekilen filmde, MR’da, tomografide, ultrasonda şüpheli bir görüntü çıkar. Onun için daha ileri bir tetkik istenir. Hastada korkular başlar. Kanser olduğunu düşünmeye başlar. Zaman geçer, hastaya hala tanı konamamıştır. Çünkü hekim hastaya tanı koymaktan çok kendini koruma derdindedir. Kesin ispat etmeden vereceği tedavi ile hastada bir şey olursa veya milyonda bir olan bir problem onun baktığı hastaya rastlarsa mahkemeleri ve ödeyeceği tazminatları düşünmektedir. Hastalara verdikleri tedaviler bile konvansiyonel tıbbın tedavileridir. Hekimlik sanatını uygulayamazlar. Hekim demek hükme varıcı demektir. Hükme varma özelliği kaybolmuştur. Sadece Sermaye’nin desteğindeki uluslararası hastalık derneklerinin tedavi kılavuzlarının dışına çıkamamaktadırlar. Tüm doktorlar tahlillerden tedaviye kadar sadece kılavuzları uygular haldedir. Bu kılavuzlarla da hiçbir hasta tedavi olmamakta sadece hastalıkları idame ettirilmektedir. Hiçbir şeker hastasının, hiçbir tansiyon hastasının, hiçbir astım hastasının, hiçbir migren hastasının, hiçbir romatizma hastasının, hiçbir mide-bağırsak hastasının hastalığı ortadan kalkmamakta, sadece Sermaye’nin tedavi kılavuzlarına uygun olarak Sermaye’nin ilaç firmalarının ilaçlarını ömür boyu kullanarak sürünmeleri sağlanmaktan öteye gidilememektedir. Zahire göre yapılan işler işte bu sonucu doğurur. Çoluk çocuk dahil tüm dünyayı kronik hasta haline getirir ve bunun iyi olduğunu sanan ve insanların çoğunluğuna göre hareket eden siyasiler de sistemi beslemek adına devasa hastaneler inşa ederek iyi bir şey yaptıklarını sanırlar ve bununla övünürler. İnsanların çoğunluğu ise hastaneler yetmiyor, daha da büyüğünü yapın diye siyasilerden taleplerde bulunur. İşte size fasit daire, çoğunluğun taleplerine uyarak çözsünler de görelim.
İnsanların çoğunluğunun bildiği tek şey zahir olanlardır. Ahirete aldırış etmemekteler ve ancak zahire göre yaşamaktadırlar. Tüm dünya ise kararlarını insanların çoğunluğuna göre almaktadır. Çoluk çocuk bile aralarında karar verirlerken hemen bir oylama yapmakta ve çoğunluğun kararını uygulamaktadırlar. İlkokullarda bile öğrenci temsilcisi seçimi yapılmakta, küçücük çocuklar vaatlerde bulunmakta ve çoğunluk üzerinde algı oluşturmayı öğrenmektedirler. O kadar insanların içine işlemiştir ki bu çoğunluk demokrasisi, alnı secdeden kalkmayan arkadaşlarımız Allah’ın düzeninin gelmesi için çoğunluk üzerinde algı oluşturarak vaatlerde bulunan siyasi partilerde çalışmaktadırlar. Siyasi partilerin vaatleri vardır. Onlar vaatlerinden rahatlıkla cayarlar. Bunun çok sayıda örneği vardır. Oysa Allah’ın da vaatleri vardır ve bu vaatlerden caymaz. İnsanların çoğunluğu bunu bilmez, zahiri bilir ve ahiretten gaflettedir. Allah’ın vaadini bilmediklerinden Allah’ın vaatlerine değil zahir olan vaatlere kapılırlar. Siz ise hakkı söylersiniz, Kuran böyle diyor dersiniz. Sizin ütopik fikirleriniz olduğunu söylerler. Üç beş kişi olarak dünyayı değiştireceğinizi mi sanıyorsunuz demekte ve arkanızdan alay etmektedirler. Oysa dünyayı değiştirecek olan Allah’tır. Allah’ın vaadidir, O’nun düzeni gelecektir ve insanlar fevc fevc gireceklerdir o düzene. Size düşen insanların çoğunluğuna uymamak, çoğunluk sistemi içinde algılar oluşturarak başarılar aramadan hakkı anlamak, anlatmak ve uygulamalar yapmaktır.
İstanbul, Yenibosna
10 Aralık 2022
M. Lütfi Hocaoğlu