ANKEBÛT SÛRESİ - 62. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْكَافِرِينَ (68)
Kim Allah’ın üzerine bir yalan uyduran veya ona gelince hakkı yalanlayandan daha zalimdir? Cehennem’in içinde kâfirler için bir yerleşme yeri yok mudur? (68)
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُ
Kim Allah’ın üzerine bir yalan uyduran veya ona gelince hakkı yalanlayandan daha zalimdir?
وَ: İsti’nafiyye edatıdır.
مَنْ: “Kim” demektir. Âkil varlıklar için kullanılan soru ismidir. Soru edatlarına istifhâm edatları denir. İstifhâm edatları sadece soruya cevap vermek için gelmez. Kuran’da başka amaçlarla daha fazla kullanılır.
İstifhâm edatları
Tasdik ve tasavvur için kullanılırlar
Tasdik: Kabul ettirmek için sorulan sorudur. Cevabı evet ya da hayırdır. “Ali geldi mi?” sorusunun cevabı evet ya da hayırdır ve tasdik sorusudur.
Tasavvur: Öğrenmek için sorulan sorudur. Daha önce bilinmeyen bir şeyi anlamak için sorulur. “Kuş nasıl uçar?” sorusunun cevabı evet ya da hayır değildir. Kuşun uçuş şeklini öğrenmek için sorulmaktadır ve tasavvur sorusudur.
1.Hem tasdik hem de tasavvur için kullanılanlar
Hem tasdik hem de tasavvur için kullanılan tek soru edatı vardır: أَ
Soru harfidir. Bu edatla gelen sorunun cevabı yalnızca evet ya da hayır ile tasdik değildir. Tasdiğe ilaveten tasavvur da vardır.
2.Tasdik ya da tasavvur için kullanılanlar
Sadece tasdik için ya da sadece tasavvur için kullanılan tek soru edatı vardır: هَلْ
Soru harfidir. Bu edatla gelen sorunun cevabı ya evet/hayır ile tasdik ya da tasavvurdur.
3.Sadece tasavvur için kullanılanlar
Bunun için kullanılan soru edatlarının hepsi soru ismidir. Bunlar: مَا , مَنْ , أَيُّ , كَمْ , كَيْفَ , أَيْنَ , أَنَّى , مَتَى , أَيَّانَ edatlarıdır.
İstifhâm cümlesinin amaçları
1.Tasdik talebi (الطَّلَبُ لِالتَّصْدِيقِ): Tasdik için kullanılan soru edatları (هَلْ ve أَ) kullanarak evet veya hayır şeklinde cevap beklenen soru sorulmasıdır.
2.Tasavvur talebi (الطَّلَبُ لِالتَّصَوُّرُ): Tasavvur için kullanılan soru edatları ile bir şahıs, eşya, konu veya durum hakkında bilgi edinmek maksadıyla soru sorulmasıdır.
3.İnkâr (الإِنْكَارُ): İstifhâm ile sorulan şeyin şer’an veya örfen istenmeyen veya olmaması gereken bir şey olduğunu ifade etmektir. Geçmişte meydana gelen bir olayı veya şu anda olan bir olayı kınamak için veya yalanlamak için gelebilir. Kınamak için gelene tevbihi inkâr, yalanlamak için gelene iptâli inkâr denir. Geçmişte meydana gelen bir olay kınanır veya yalanlanmak istenirse mazi fiil kullanılır, şimdiki zamanda olan veya gelecek zamanda meydana gelebilecek olan olay kınanmak veya yalanlanmak istenirse muzari fiil kullanılır. Şimdiki zamanda kınamalı inkâr (tevbihi inkâr) için “Ramazan ayında yemek mi yiyorsun?” soru cümlesi örnek verilebilir. Burada yiyen kimse kınanmaktadır. Ya da “Ben bu kadar kuvvetli iken o zayıf adam beni öldürebilir mi?” cümlesi yalanlamalı inkâra (iptâli inkâr) örnektir. Burada gelecekte meydana gelmesi ihtimal olan bir olay yalanlanmaktadır. “O zayıf adam beni öldüremez.” anlamındadır. Örneğin “O cimri adam para bağışlar mı?” cümlesi soru amaçlı kurulmamıştır. Burada yalanlama vardır. “O cimri adam para bağışlamaz.” anlamındadır. İnkâr için soru tasdik sorusu olmalıdır, tasavvur sorusunda inkâr anlamı olmaz.
4.Takrî’ (التَّقْرِيعُ): Azarlamak anlamına gelen takrî’ soru sorarak muhatabı kınayarak azarlamaktır. Örneğin “Başka yapacak iş bulamadın mı?” soru cümlesi azarlamak amacıyla kurulmuş soru cümlesidir.
5.Takrîr (التَّقْرِيرُ): Soru sorarak bir hükmü muhataba ikrâr ve itiraf ettirmektir. Örneğin “Seni sokakta bulup büyütmedik mi?” sorusu cevap için değil, sokakta bulunup büyütülen kişiye ikrâr ettirmek için sorulmaktadır.
6.Taaccüb (التَّعَجُّبُ): Bir olay karşısında şaşırma, hayrete düşme, kabullenememe anlamında sorulan soru cümlesidir. Bu cümlelere istifhâm-ı taaccüb denir. Örneğin “Nasıl oluyor da o kadar mesafeden attığını vuruyor?” cümlesinde istifhâm-ı taaccüb vardır.
7.Ta’cîb (التَّعْجِيبُ): Şaşırtma demektir. Muhatabı bir olay karşısında şaşırtmak amacıyla kurulan soru cümlesidir. Örneğin “Nasıl yenildiğini görmedin mi?” sözü istifhâm-ı ta’cîb için kurulmuş soru cümlesidir.
8.Ta’zîm (التَّعْظِيمُ): Yüceltme demektir. Bazı övücü sıfatları soru cümlesi ile söylemek demektir. Örneğin “Senden başka bize kim merhamet eder?” yüceltme amacıyla söylenmiş bir soru cümlesidir.
9.Tefhîm (التَّفْخِيمُ): Bir olayın önemini ve büyüklüğünü ifade etmek için kurulan soru cümlesidir. Ta’zîm kişi için yapılırken, tefhîm olay için yapılır. Örneğin “Depremde nasıl her yer yıkıldı?” cümlesinde tefhîm vardır.
10.Tehvîl (التَّهْوِيلُ): Bir olay veya durumun dehşetinden dolayı korkutmak demektir. Örneğin “Sen hapse düşmenin nasıl bir şey olduğunu biliyor musun?” soru cümlesi tehvîl amaçlı kurulmuştur.
11.Vaîd (الْوَعِيدُ): Ceza ile, başına gelecekle korkutmak demektir. Örneğin “Hırsızlık yapanın elini kesmezler mi?” soru cümlesi vaîd amacıyla kurulmuştur.
12.Teshîl (التَّسْهِيلُ): Kolaylaştırma demektir. Muhataba aslında kolay olan bir şeyin soru cümlesi ile bildirilmesidir. Örneğin “Ne olurdu, ödevlerini yapsaydın? Soruları kolayca çözerdin.” cümlesinde teshîl vardır. Muhatap kolay olan ödevlerini yapmadığı için aslında kolay olan soruları yapamamaktadır.
13.Tehdit (التَّهْدِيدُ): Muhatabı soru sorarak tehdit etmek demektir. Örneğin “Bu yaptıkların yanına kâr kalır mı?” soru cümlesi tehdit amaçlı kurulmuştur.
14.Tesviye (التَّسْوِيَةُ): Eşitlik demektir. Soru olarak sorulan iki fiilin yapılıp yapılmaması arasında fark olmadığını göstermek için kurulur. Örneğin “Gelir mi yoksa gelmez mi? Ama artık çok geç.” soru cümlesi tesviye amacıyla kurulmuştur. Genellikle soru hemzesi ve muadil Em’i ile kurulan soru cümleleri bu amaçlıdır.
15.Emir (الأَمْرُ): Muhataba emretmek amacıyla soru cümlesinin kurulmasıdır. Örneğin “Adam bayıldı, yardım eden yok mu?” soru cümlesi “Yardım edin.” anlamındadır.
16.Nehiy (النَّهِي): Muhatabı nehy etmek amacıyla soru cümlesinin kurulmasıdır. Örneğin “Yoksa benden korkuyor musunuz?” cümlesi “Benden korkmayın.” anlamındadır.
17.Tenbih (التَّنْبِيهُ): Dalalete düşmemesi için birisini uyarmak amacıyla sorulan soru cümlesidir. Örneğin “Namazı kılmadan nereye gidiyorsun?” soru cümlesi tenbih amacıyla kurulmuştur.
18.Teşvik ve tahdîd (التَّشْوِيقُ وَالتَّحْضِيضُ): Muhatabı bir işi yapmaya veya terk etmeye teşvik etmek amacıyla soru cümlesinin kurulmasıdır. Örneğin “Sizi yurdunuzdan çıkaranlara karşı savaşmayacak mısınız?” soru cümlesi teşvik ve tahdîd amacıyla kurulmuştur.
19.Dua (الدُّعَاءُ): Dua amaçlı soru cümlesinin kurulmasıdır. Örneğin “Rabbim bizi cennete koyar mısın?” cümlesi “Bizi cennete koy.” anlamında dua amaçlıdır.
20.İstirşâd (الاِسْتِرْشَادُ): Mütekellime muhatabın yaptığı bir iş ters gelmiştir. Ancak muhatabın bilinçli olarak bunu yaptığını bilmektedir ve muhataptan kendisini irşâd etmesi, işin iç yüzünü anlatması ve kendisine doğruyu bildirmesi amacıyla soru sorar. Bu tip sorulara istifhâmul irşâd denir. Örneğin “Bu kadar sinirli bir adamı vali mi yaptınız?” soru cümlesi istirşâd amacıyla kurulmuştur.
21.Temenni (التَّمَنِّي): Olması imkânsız olan bir şeyi istemek amacıyla soru cümlesinin kurulmasıdır.
22.İstibtâ (الاِسْتِبْطَاءُ): Vaat edilen ya da gerçekleşmesi beklenen bir şeyin geciktiğini istifhâm yoluyla bildirmektir. Örneğin yemeğe çağrıldığı halde bir türlü gelemeyen kimseye “Kaç defa yemek hazır diyeceğim?” cümlesi istibtâ amaçlıdır.
23.İstib’âd (الاِسْتِبْعَادُ): Akıldan uzak görmek demektir. İstenmeyen, hoşlanılmayan, esasen beklenilmeyen bir durum için kullanılır. Örneğin “Nerede onda bunu anlamak?” soru cümlesi istib’âd amacıyla kurulmuştur.
24.Teklif (التَّكْلِيفُ): Bir işin yapılmasını yumuşak ve nazik olarak istemek, teklif etmek amacıyla soru cümlesinin kurulmasıdır. Arz (الْعَرْضُ) da denmektedir. Örneğin bir kimse bir işi yaparken karşısında kendisine yardım etmeden bakan kimseye “Yardım etmeyi sevmez misin?” derse yardım etmeyi teklif etmek için soru cümlesini kurmuştur. Genellikle soru hemzesi ve olumsuzluk Lâ’sı ile kurulan cümlelerle olur (أَلاَ).
25.Tecâhül (التَّجَاهُلُ): Bilinen bir şeyi bilmezlikten gelmek demektir. Bu amaçla soru cümlesinin kurulmasıdır. Örneğin ödevini yapmadığını bildiği çocuğa (çocuk babasının bildiğini bilmiyor) babasının “Ödevini yaptın mı?” diye sorması tecâhül amaçlıdır.
26.Tahkîr (التَّحْقِيرُ): Hakaret etme ve hakir görme anlamındadır. İstifhâmın hakiki manasından çıkıp sorulanın durumu soran tarafından bilindiği halde onun şanını küçültücü ve zayıflığını ifade edecek şekilde sorulmasıdır. Örneğin “Sen kimsin? Benim karşıma çıkıyorsun.” soru cümlesi tahkîr amaçlıdır.
27.Tehekküm (التَّهَكُّمُ): Alay amaçlı soru cümlesinin kurulmasıdır. Tehekkümün teshîrden farkı, tehekkümde alay edilen büyük bile olsa ona önem verilmediğini göstermesidir. Örneğin “Sen hala bu hurafeye mi inanıyorsun?” soru cümlesi tehekküm amaçlıdır. Hurafe ile ona önem vermediğini bildirerek alay edilmektedir.
28.İktifâ (الاِكْتِفَاءُ): Yeterli gelme, kâfi gelme anlamındadır. Örneğin çok büyük bir yemek salonuna çağrılacak davetliler için “Bu salonda mı yer yok?” soru cümlesi “Bu salon davetlilere yeterlidir.” anlamında kurulmuştur ve iktifâ amaçlıdır.
29.İfhâm (الإِفْهَامُ): Fehmettirmek demektir. İstinâs (الاِسْتِئْنَاسُ) (yakınlık) veya ünsiyet olarak da isimlendirenler vardır. Mütekellim kendi bildiği bir şeyi muhataba öğretmek ve tekrar ettirerek bilgisini pekiştirmek için veya daha sonra gelecek cümle için muhatabın kafasında durumun netleşmesi için ona soru sorar. Örneğin babanın yaşını bildiği çocuğuna “Kaç yaşındasın?” diye sorması, çocuğunda cevap verdikten sonra “Senin yaşında izinsiz dışarı çıkılmaz.” diye devam etmesi ifhâm amaçlıdır.
30.Haber (الْحَبَرُ): Soru cümlesi haber amaçlı kurulabilir. Örneğin “Sizden önce kaç orduyu yendi?” soru cümlesi haber amacıyla kurulmuştur. “Sizden önce çok orduyu yendi.” anlamında haber amaçlıdır.
31.İftihâr (الاِفْتِخَارُ): Övünmek amaçlı soru cümlesinin kurulmasıdır. Örneğin “Şu karşıda gördüğün büyük binaların tamamını ben yapmadım mı?” soru cümlesi iftihâr amaçlıdır.
32.Tezkîr (التَّذْكِيرُ): Hatırlatma demektir. Soru sorarak bir olayı, işi ya da sözü hatırlatmaktır. Örneğin “Enflasyon düşecek dememiş miydim?” önceki söylediği sözü hatırlatmak için kurulmuş soru cümlesidir.
33.Tevbîh (التَّوْبِيخُ): Kınama demektir. Soru sorarak muhatabı kınamaktır. Genellikle niçin sorusu ile kınama yapılır. Örneğin yalan söyleme sebebi bilinen birine söylenen “Niçin yalan söyledin?” cümlesi kınama amacıyla kurulmuş soru cümlesidir.
هَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا قَالُوا نَعَمْ
“Rabbinizin vaad ettiği şeyi gerçek buldunuz mu?” dediler “Evet (bulduk)”.
Tasdik talebi içindir. Burada Cennet’tekiler Cehennem’dekilere soru sormaktadır ve cevabı da evettir. Tasdik talebi için sorulmuş sorudur.
يَسْأَلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ الدِّينِ
Sorarlar “Din günü ne zaman?”
Tasavvur talebi içindir. Gerçekten bir soru sorulmaktadır. Cevabı istenmektedir ve cevabı evet ya da hayır değildir. Tasavvur içindir. Eyyane “ne zaman” anlamındadır. Genellikle etkisi büyük olayların zamanı hakkında soru sormak için kullanılan soru ismidir. Daha çok gelecek zaman hakkında sorulan sorularda bu edat kullanılır.
إِذَا مَا أُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ أَيُّكُمْ زَادَتْهُ هَذِهِ إِيمَانًا
Bir sure indiği zaman, onlardan “Bu hanginizi iman olarak artırdı?” diyen kimseler vardır.
Tasavvur talebi içindir. Gerçekten bir soru sorulmaktadır. Cevabı istenmektedir ve cevabı evet ya da hayır değildir. Tasavvur içindir.
أَفَأَصْفَاكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَنِينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلَائِكَةِ إِنَاثًا
Rabbiniz erkekleri size ayırdı ve melekleri de kızlar olarak edindi mi?
İptâli (yalanlamalı) inkâr içindir. Burada aslında Rabbiniz size erkekleri seçmedi ve melekleri de kızlar olarak edinmedi anlamı vardır.
وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَآمَنَ مَنْ فِي الْأَرْضِ كُلُّهُمْ جَمِيعًا أَفَأَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتَّى يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ
Rabbin isteseydi yerde olanların hepsi topluca iman ederdi. Sen mi insanları müminler olana kadar zorlayacaksın?
İptâli (yalanlamalı) inkâr içindir. Burada insanları mümin olana kadar zorlayamazsın anlamındadır.
هَلْ يُهْلَكُ إِلاَّ الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ
Fasıklar kavminden başkası helak edilir mi?
İptâli (yalanlamalı) inkâr içindir. “Fâsıklar kavminden başkası helak edilmez.” anlamındadır.
قَالَ أَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَ
Yonttuklarınıza ibadet mi ediyorsunuz?
Tevbihi (kınamalı) inkâr içindir. Burada İbrahim Peygamber kınamak amacıyla kavmine “Yonttuklarınıza ibadet edilmez, yaptığınız kınanacak şeydir.” anlamında bu cümleyi kullanıyor.
إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُوا فِيمَ كُنْتُمْ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الْأَرْضِ قَالُوا أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللَّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا فِيهَا
Kendilerine zulmedenlerken meleklerin canlarını aldığı kimselere “Neyin içinde idiniz” dediler. Biz arzda zayıf kimselerdik dediler. Dediler ki “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Onun içinde hicret etseydiniz.”
Takrî’ (azarlama) içindir. Melekler canlarını aldıkları kimseleri hicret etmediklerinden dolayı azarlamaktadırlar.
أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَ الَّذِي أَنْقَضَ ظَهْرَكَ وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ
Senin kafana açıklamadık mı ve belini büken yükünü almadık mı ve senin zikrini yükseltmedik mi?
Takrîr içindir. Burada muhatap cevap olarak evet diyecek ve kabul edecektir.
كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنْتُمْ أَمْوَاتًا فَأَحْيَاكُمْ
Ölüler iken sizi dirilten Allah’ı nasıl görmezden geliyorsunuz?
Taaccüb içindir. Burada Allah’ın görmezden gelinmesini mütekellim taaccüble karşılıyor.
أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَابَنِي آدَمَ أَنْ لاَ تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ
Ey Ademoğulları, sizinle şeytana kulluk etmeyin diye ahitleşmedik mi?
Tezkîr içindir. Burada Allah Ademoğluna hatırlatma yapıyor.
مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ
Onun izni olmadan onun indinde şefaat eden kimdir?
Ta’zîm içindir. Burada Allah yüceltilmektedir.
وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا فِيهِ وَيَقُولُونَ يَاوَيْلَتَنَا مَا لِهَذَا الْكِتَابِ لاَ يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلاَ كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا
Ve kitap konuldu, mücrimlerin onun içinde olandan ürperdiklerini görürsün. Ve derler ki “Vay bize. Bu kitaba ne oluyor? Küçük büyük ne varsa sayıp döküyor.”
Tefhîm içindir. Burada kitabın (amel defterinin) yapılan her şeyi kayıt altına alma özelliğinin büyüklüğünden doğan bir yüceltme (tefhîm) vardır. Aynı zamanda taaccüb de ifade etmektedir.
الْحَاقَّةُ مَا الْحَاقَّةُ وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْحَاقَّةُ
Hakka, hakka nedir ve hakkanın ne olduğunu sana kavratan nedir?
Tehvîl içindir. Burada Hakka’nın büyüklüğünden ve dehşetinden dolayı korkutma amacıyla soru sorulmaktadır.
أَلَمْ نُهْلِكِ الْأَوَّلِينَ ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْآخِرِينَ كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ
Öncekileri helak etmedik mi? Sonra sonrakileri onlara katarız. Mücrimleri böyle yaparız.
Vaîd içindir. Burada ceza ile korkutma vardır. Öncekilerin başına gelenle sonrakiler korkutulmaktadır.
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَابِ الْفِيلِ
Rabbinin fil sahiplerini nasıl yaptığını görmedin mi?
Vaîd ve/veya ta’cîb içindir. Burada korkutma da olabilir, muhatabı şaşırtma da olabilir.
مَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ آمَنُوا بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَأَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللَّهُ
Onların üzerine neydi (sanki), Allah’a ve Ahir yevme iman etseler ve Allah’ın onlara verdiği rızıklardan infâk etselerdi?
Teshîl içindir. Burada Allah’a ve Ahiret gününe iman etmeyip, rızıklarından infâk etmeyenlerin aslında bu işi kolayca yapacağını anlatmak için bu soru cümlesi kurulmuştur.
وَقُلْ لِلَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْا وَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ
Kendilerine kitap verilenlere ve ümmilere “İslam oldunuz mu?” de. Eğer İslam olurlarsa hidayete girmiş olurlar ve eğer dönerlerse sana düşen yalnızca ulaşmaktır.
Emir içindir. Burada kendilerine kitap verilenlere ve ümmilere müslim olmasını soru sorarak emrediyor. Devamından da bu sorunun emir maksatlı olduğu anlaşılıyor.
إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَنْ ذِكْرِ اللَّهِ وَعَنِ الصَّلَاةِ فَهَلْ أَنْتُمْ مُنْتَهُونَ
Şeytan yalnızca şarap ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmayı ve Allah’ın zikrinden ve salattan sizi alıkoymayı irade eder. Öyleyse siz (bunları) bırakanlar mısınız?
Emir içindir. Burada şarap ve kumarı şeytanın bir araç olarak kullandığı anlatıldıktan sonra bunları bıraktınız mı diye “bırakın” anlamında emir amaçlı soru cümlesi kuruluyor.
أَتَخْشَوْنَهُمْ فَاللَّهُ أَحَقُّ أَنْ تَخْشَوْهُ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ
Onlardan çekiniyor musunuz? Eğer müminler iseniz Allah O’ndan çekinmenize daha layıktır.
Nehiy içindir. “Onlardan çekinmeyin.” anlamında nehiy amaçlı soru cümlesi kurulmuştur.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنْجِيكُمْ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنْفُسِكُمْ
Ey iman edenler, sizi elim azaptan kurtaracak olan ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve resulüne iman edersiniz ve mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz.
Teşvik ve tahdîd içindir. Burada maksat teşvik etmektir. Cihada teşvik etmek için soru cümlesi kurulmuştur. Zaten cevap beklenmeden cevabı arkadan verilmiştir.
فَلَمَّا أَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ أَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَإِيَّايَ أَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَاءُ مِنَّا
Onları sarsıntı tuttuğunda (Musa) dedi ki “Rabbim, isteseydin önceden onları helak ederdin ve beni de. İçimizdeki sefihlerin yaptıklarından dolayı bizi helak mı edeceksin?”
Dua içindir. Bu cümle “İçimizdeki sefihler yüzünden bizi helak etme” anlamında dua amaçlı kurulmuş bir cümledir. Yani kurunun yanında yaşı da yakma atasözüne yakın bir anlam vardır.
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ
Rabbin meleklere arz içinde bir halife kılanım dediği zaman, dediler ki “Biz seni hamd ile tesbih ederken ve seni takdis ederken, onun (arzın) içine onun içinde fesat çıkaracak ve kan dökecek kimseyi kılacak mısın?
İstirşâd içindir. Melekler Allah’ın yanlış bir iş yapmayacağını bilmektedirler. Ancak yeryüzüne halife kılması onlar için anlamsız ve yanlış bir iş gibi gelmektedir. Ancak Allah yanlış iş yapmayacağı için kafalarında oluşan soruyu istirşâd amaçlı olarak sormaktadırlar. Yani işin iç yüzünü öğrenmek ve doğru bilgiyi almak istemektedirler.
قَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَاءَ فَيَشْفَعُوا لَنَا أَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ
Rabbimizin resulleri hak ile gelmiştir. Öyleyse bize mi şefaatçiler var da bize şefaat etsin veya döndürülelim de önceki yaptığımız amellerden başkasını yapalım.
Temenni içindir. Burada cehenneme atılan kimseler artık olması imkânsız bir şeyi soru cümlesi ile temenni ediyorlar. Aslında “Keşke bir şefaatçimiz olsaydı da bize şefaat etseydi veya keşke geri döndürülsek de eski amellerimizden başka ameller yapsak.” anlamında kurulmuş bir soru cümlesidir.
زُلْزِلُوا حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللَّهِ
Resul ve beraberinde iman edenler “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyene kadar sarsıldılar.
İstibta’ içindir. Burada Allah’ın yardımını bekleyen müminler bekledikleri yardımın geciktiğini bildirmek için bu soru cümlesini kurmuşlardır.
أَنَّى لَهُمُ الذِّكْرَى وَقَدْ جَاءَهُمْ رَسُولٌ مُبِينٌ ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَجْنُونٌ
Nerede onlara öğüt almak? Onlara açıklayan resul gelmiş, sonra ondan yüz çevirmişler ve öğretilmiş delidir demişlerdir.
İstib’âd içindir. Burada onların öğüt alması akıldan uzak görülmektedir.
وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُوا أَلاَ تُحِبُّونَ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ
Affetsinler ve aldırmasınlar. Allah’ın size mağfiret etmesini sevmez misiniz?
Teklif içindir. Burada borçlarını affetmeleri ve onlara aldırmamaları emri gâib sîgası ile geliyor, arkadan ikinci şahsa dönerek Allah’ın size mağfiret etmesini sevmez misiniz diyerek yumuşak bir biçimde teklif yapılmış oluyor.
أَؤُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَا
Zikr aramızdan ona indirildi mi?
Tecâhül içindir. Kuran’ın ona indirildiğini bildikleri halde bilmiyormuş gibi bu soruyu sormaktadırlar.
أَفِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ أَمِ ارْتَابُوا أَمْ يَخَافُونَ أَنْ يَحِيفَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُ بَلْ أُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Kalplerinde hastalık mı var, yoksa şüphedeler mi, yoksa Allah ve resulünün onlara haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Bilakis onlar zalimlerdir.
Tesviye içindir. Soru hemzesi ve muadil Em’i kullanılarak art arda üç durum belirtilmiş ve üç durum arasında eşitlik olduğu bildirilmiştir. Yani cümlenin devamından anlaşıldığına göre anlam şu şekildedir: Ne kalplerinde hastalık vardır ne şüphededirler ne de Allah’ın ve resulünün onlara haksızlık yapacağından korkuyorlar, onlar zalimdirler.
إِذَا رَأَوْكَ إِنْ يَتَّخِذُونَكَ إِلاَّ هُزُوًا أَهَذَا الَّذِي بَعَثَ اللَّهُ رَسُولاً
Seni gördükleri zaman, seni alay konusu edinmekten başka bir şey yapmazlar. (Derler ki) Allah’ın resul olarak gönderdiği bu mu?
Tahkîr içindir. Burada resule hakaret etmek amaçlı bu soru cümlesi kurulmuştur.
قَالُوا يَا شُعَيْبُ أَصَلاَتُكَ تَأْمُرُكَ أَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا أَوْ أَنْ نَفْعَلَ فِي أَمْوَالِنَا مَا نَشَاءُ
Dediler ki “Ey Şuayb, atalarımızın emrettiklerini terk etmemizi veya mallarımıza istediğimizi yapmamızı sana emreden salatın mı?
Tehekküm içindir. Burada salata önem verilmemektedir ve onunla alay edilmektedir.
أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْكَافِرِينَ
Cehennemde kâfirler için bir yerleşme yeri yok mudur?
İktifâ içindir. Cehennemdeki ikametgah sayısının kâfirler için yeterince çok olduğu belirtilmek için kurulmuş soru cümlesidir.
مَا تِلْكَ بِيَمِينِكَ يَا مُوسَى قَالَ هِيَ عَصَايَ أَتَوَكَّأُ عَلَيْهَا وَأَهُشُّ بِهَا عَلَى غَنَمِي وَلِيَ فِيهَا مَآرِبُ أُخْرَى
Sağ elindeki nedir ey Musa? Dedi ki “O asamdır, ona dayanırım ve onunla davarıma yaprak silkerim ve benim onda diğer işlerim vardır.”
İfhâm içindir. Allah Musa’nın elindekinin ne olduğunu bilmektedir. Musa’da bilmektedir. Ama ona asasını sorarak verdiği cevaplar ile asanın ne işlere yaradığını ona fehmettiriyor ki biraz sonra o sıradan asanın yılana dönüştüğünü gösterecektir.
كَمْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا
Karyelerden kaç tanesini helak ettik? (Nice karyeyi helâk ettik.)
Haber içindir. Buradaki Kem soru edatı Kem-i istifhâmiyye değil kem-i haberiyyedir.
عَفَا اللَّهُ عَنْكَ لِمَ أَذِنْتَ لَهُمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَتَعْلَمَ الْكَاذِبِينَ
Allah seni affetti (affetsin-dua amaçlı). Niçin doğru söyleyenler sana açıklanana ve yalancıları bilene kadar onlara izin verdin.
Tevbîh (kınama) içindir. Buradaki verdiği izinden dolayı onu yumuşakça kınamaktadır. Önceki haber cümlesi ise dua amacı ile hatasının affedilmesi için kurulmuş bir cümledir.
وَنَادَى فِرْعَوْنُ فِي قَوْمِهِ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَيْسَ لِي مُلْكُ مِصْرَ وَهَذِهِ الْأَنْهَارُ تَجْرِي مِنْ تَحْتِي
Firavun kavmine nida etti: “Ey kavmim, Mısır’ın mülkü ve altımdan akan şu nehirler bana ait değil midir?”
İftihâr (övünme) içindir. Burada Firavun övünme amaçlı bu cümleyi kurmuştur.
هَلْ جَزَاءُ الْإِحْسَانِ إِلَّا الْإِحْسَانُ
İyi davranmanın karşılığı iyi davranmaktan başka bir şey midir?
Haber içindir. Burada soru cümlesi haber amaçlıdır. Anlamı “İyi davranmaya iyi davranmadan başka karşılık verilmez.” anlamında haber cümlesidir.
مَا هُوَ بِقَوْلِ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ فَأَيْنَ تَذْهَبُونَ إِنْ هُوَ إِلاَّ ذِكْرٌ لِلْعَالَمِينَ لِمَنْ شَاءَ مِنْكُمْ أَنْ يَسْتَقِيمَ
O kovulmuş şeytanın sözü değildir. O halde, nereye gidiyorsunuz? O alemler için, sizden doğru yolu isteyenler için bir öğütten başka bir şey değildir.
Tenbih içindir. Burada muhatabı dalalete düşmemesi için uyarma amaçlı soru cümlesi kurulmuştur.
هَذِهِ النَّارُ الَّتِي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ أَفَسِحْرٌ هَذَا أَمْ أَنْتُمْ لاَ تُبْصِرُونَ
Bu onu yalanlamış olduğunuz ateş, sihir midir bu yoksa siz mi görmüyorsunuz?
İptâli (yalanlamalı) inkâr ve tesviye içindir. “Ne sihirdir ne de görmüyor değilsinizdir.” anlamında hem yalanlama vardır hem de tesviye (ister sihir deyin ister görmeyin) vardır.
أَلَمْ تَرَ إِلَى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّ وَلَوْ شَاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِنًا
Rabbini, gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? İsteseydi onu sakin kılardı.
Soru hemzesi ta’cîb içindir. Keyfe ise tasavvur talebi içindir. Keyfe burada hâl görevi görmektedir. Burada sorulan soru muhatabı şaşırtmak içindir.
هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنْسَانِ حِينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْئًا مَذْكُورًا
Anılan bir şey olmadan insanın üzerinden görünmeyenden bir zaman geçti mi?
Takrîr içindir. Geçen sürenin kabul edilmesi için söylenmiştir.
أَأَنْتَ فَعَلْتَ هَذَا بِآلِهَتِنَا يَاإِبْرَاهِيمُ
Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim?
Takrîr içindir. İbrahim’e yaptığını kabul ettirmek için söylenmiştir. İbrahim’in yaptığını biliyorlardı ve ona itiraf ettirmek istiyorlardı.
أَظْلَمُ: “Daha zalim” demektir. Türkçede eziyet anlamında yanlış olarak kullanılmaktadır.
الظُّلْمُ: وَضْع الشيء في غير موضِعه
Zulüm: Bir şeyi kendi yerinin dışında bir yere koymak. (Lisanu-l A’râb)
ظلم kökünden iki bâbda fiiller gelir. İkinci bâbdan (ظَلَمَ - يَظْلِمُ) zulüm anlamında gelirken dördüncü bâbdan (ظَلِمَ - يَظْلَمُ) ظُلْمَة “karanlık” demektir.
Zulüm birisini, bir şeyi veya kendisini olması gereken gerçek konumda değil başka konumda bulundurmaktır. Bu nedenle birisine haksızlık etmek, birisine hakkını vermemek, suçsuz birisini suçlu konumuna sokmak, Allah’ın yerine Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyan şerikler edinmek (şirk) zulümdür.
مِنْ: “-den” demektir. Harf-i cerdir.
مَنْ: “Kimse” anlamındadır. Umumi ism-i mevsuldür. Önceki مَنْ soru ismi iken bu مَنْ ism-i mevsuldür. Şuurlu varlıklar için kullanılır. Arkasından sıla cümlesi gelir. Sıla cümlesinde bu ism-i mevsule dönen bir aid zamiri vardır. Eril tekil zamir döner. هُوَ veya هُ zamiri döner. Eril zamir dönmesi sadece erkekleri ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem erkek hem de kadınları kapsar. Tekil zamir dönmesi de tek bir kişiyi ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem tek kişiyi hem iki kişiyi hem de çok kişiyi kapsar. Bu nedenle umumi ism-i mevsuldür. Eril tekil zamir dönmesi gramatik bir kuraldır. Bazen de eril çoğul zamir döner. مَا da مَنْ gibi umumi ism-i mevsuldür, şuursuz varlıklar için kullanılır. Hem şuursuz hem şuurlu varlıklar varsa مَا kullanılır.
افْتَرَى: “İftira etti” yani “olmayan bir şeyi ortaya çıkardı, uydurdu” demektir. Kökü فري dir. İkinci bâbdaki manası bir şeyi parçalara ayırmak ve sonra parçaları değişik şekilde bir araya getirip ondan yeni bir şey ortaya çıkarmak manasından gelmiştir. İfti’âl bâbına gelince mübalağa ve kişisel çaba etkisi ortaya çıkar. Kendi kendine bir çabayla var olan bir şeyden daha önce olmayan yeni bir şeyi ortaya çıkarmak, uydurmak anlamına gelir. Var olan bir şeyi değişik bir şekle sokup yeni bir şey ortaya çıkarmaktır. Fâili müstetir هُوَ dir. مَنْ ism-i mevsulünün aid zamiridir.
عَلَى: “Üzerine” demektir. Harf-i cerdir.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
كَذِبًا: “Yalan, yanlış” demektir. Bir şeyi onda olmayan bir şeyle vasıflandırmak veya isimlendirmek manasındadır. Kuran’da كذب kökü ikinci bâbdan ve tef’îl bâbından gelir. Sadece mazi ve muzari fiil olarak gelir. Emir veya nehiy fiil olarak gelmez. لَا تَكْذِبْ şeklinde gelmez. Çünkü bu kökün anlamı sadece yalan söylemek değildir. Yalan söylemeyi de kapsayan bir anlamı vardır. Yanlış söylemek de bu fiilin kapsamı içindedir. Kasıtlı olarak yapılırsa yalan, kasıtsız olarak yapılırsa yanlış olur. Bu nedenle Kuran’da لَا تَكْذِبْ şeklinde gelmez. Gelseydi kimse yanlış bir şey söyleyemezdi.
افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا: “Allah’ın üzerine bir yalan uydurdu” demektir.
أَوْ: “Veya” demektir. Atıf harfidir. افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا cümlesine كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُ cümlesini atfetmektedir.
كَذَّبَ: “Yalanladı, yanlışladı” demektir. Üçüncü şahıs tekil mazi malum fiildir. Tef’îl bâbındandır. Sülasi fiili (كَذَبَ - يَكْذِبُ) “yalan, yanlış söylemek” demektir. Bir şeyi onda olmayan bir şeyle vasıflandırmak veya isimlendirmek manasındadır. Tef’îl bâbına gelince birisinin, birilerinin sözlerinin yalan veya yanlış olduğunu, yaptığı işlerin yanlış olduğunu iddia etmektir. Kasıtlı olarak yapılırsa yalan, kasıtsız olarak yapılırsa yanlış olur. Arapçada ikisi de aynı fiille ifade edilir. Fâili افْتَرَى fiilininki gibi müstetir هُوَ dir. İkisi de مَنْ ism-i mevsulünün aid zamiridir.
بِ: “-ı, -i” demektir. Harf-i cerdir. كَذَّبَ nin mef’ûlü yani yalanlanılan, yanlışlanılan bu harf-i cerden sonra gelir.
الْحَقِّ: “Hak, gerçek, geçerli” demektir. حقق kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak bir olayın, bir durumun gerçekleşmesi manasındadır. Bu mastar manasından gelen isimdir.
لَمَّا: “-ınca” demektir. Geçmiş zaman zarfıdır. لَمَّا dört şekilde kullanılır:
- Zarf olur: Kendisinden sonra mazi fiil gelir ve geçmiş zaman zarfıdır. Fiilin gerçekleştiği zamanı ifade eder yani mef’ûlün fihtir.
- Şart edatı olur: Şart cümlesi mazi fiil cümlesidir. Cevap cümlesi diğer şart edatlarında olduğu gibidir. Ancak cevap cümlesinin başında cevap edatı olarak yalnızca fâ-u cevabiyye değil, müfacee edatı olan إِذَا da olabilir veya kâne cümlesidir. Geçmiş zamanda şartı ifade eder.
- Nefy (olumsuzluk) edatı olur: Bir muzâri fiili cezm eder, anlamını mâziye çevirir. Yakın geçmiş zamanda olumsuzluğu ifade eder. Ancak burada farklı olan durum hükmün her an gerçekleşebilecek olması ama sözün söylendiği ana kadar gerçekleşmemiş olmasıdır. Bu nedenle Türkçeye çevrilirken “henüz olmadı” şeklinde çevrilir.
- İstisna edatı olur: إِنْ olumsuzluk edatıyla başlayan cümlede istisna edatı olarak gelir.
Burada geçmiş zaman zarfıdır. Kendisinden sonra mazi fiil gelmiştir.
جَاءَ: “Geldi” demektir. جيء kökünden ikinci bâbdan üçüncü şahıs mazi malum fiildir. Fâili müstetir هُوَ dir. الْحَقِّ ye racidir.
هُ: “O” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. مَنْ ism-i mevsulünün sıla cümlesi içinde geçen üçüncü aid zamiridir.
جَاءَهُ: “Ona geldi” demektir.
لَمَّا جَاءَهُ: “Ona gelince” demektir.
كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُ: “Ona gelince hakkı yalanladı” demektir.
افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُ: “Allah’ın üzerine bir yalan uydurdu veya ona gelince hakkı yalanladı” demektir.
مَنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُ: “Allah’ın üzerine bir yalan uyduran veya ona gelince hakkı yalanlayan” demektir.
مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُ: “Allah’ın üzerine bir yalan uyduran veya ona gelince hakkı yalanlayandan” demektir.
أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُ: “Allah’ın üzerine bir yalan uyduran veya ona gelince hakkı yalanlayandan daha zalim” demektir.
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُ: “Kim Allah’ın üzerine bir yalan uyduran veya ona gelince hakkı yalanlayandan daha zalimdir?” demektir. İlk başta aklımıza hemen “bunu yapandan daha zalimi olmadığı için soru bu şekilde soruluyor” düşüncesi gelmektedir. Oysa bu şekilde Kuran’da 15 defa aynı soru geçmektedir.
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللَّهِ أَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا
Kim Allah’ın mescitlerini, onların içinde O’nun isminin zikredilmesini engelleyen ve onların harabı için emek verenden daha zalimdir? (Bakara 114)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللَّهِ
Kim Allah’tan onun indindeki şehadeti gizleyenden daha zalimdir? (Bakara 140)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا
Kim Allah’ın üzerine bir yalan uydurandan daha zalimdir? (Hud 18, Kehf 15)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ
Kim Allah’ın üzerine bir yalan uydurandan veya O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalimdir? (En’am 21, Araf 37, Yunus 17)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَأُنْزِلُ مِثْلَ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ
Kim Allah’ın üzerine bir yalan uydurandan veya ona hiçbir şey vahyolunmadığı halde bana vahyolundu diyenden ve Allah’ın indirdiğinin misli yakında indirilecek diyenden daha zalimdir? En’am 93
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا لِيُضِلَّ النَّاسَ بِغَيْرِ عِلْمٍ
Kim ilimsizce insanları saptırmak için Allah’ın üzerine bir yalan uydurandan daha zalimdir? (En’am 144)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَصَدَفَ عَنْهَا
Kim Allah’ın ayetlerini yalanlayan ve onlara yanını dönenden daha zalimdir? (En’am 157)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ
Kim rabbinin ayetleri zikredilip de onlardan yüz çeviren ve elinin takdim ettiğini unutandan daha zalimdir? (Kehf 57)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا
Kim rabbinin ayetleri zikredilip sonra onlardan yüz çevirenden daha zalimdir? (Secde 22)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللَّهِ وَكَذَّبَ بِالصِّدْقِ إِذْ جَاءَهُ
Kim Allah üzerine yalan söyleyen ve ona gelince doğruyu yalanlayandan daha zalimdir? (Zümer 32)
مَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ وَهُوَ يُدْعَى إِلَى الْإِسْلَامِ
Kim İslam’a çağrıldığı halde Allah’ın üzerine yalan uydurandan daha zalimdir? (Saff 7)
Buradan anlaşılmaktadır ki bu sorular bize en zalimin kim olduğunu ifade etmemekte, zalim tanımını yapmaktadır. “Kim daha zalimdir” denerek de zulümde en yüksek seviye zulüm grubu anlatılmış olmaktadır. Bütün bu soruların amacı haberdir. Yukarıdaki ayetlerin herhangi birine uyan zalimdir.
Allah’ın üzerine yalan uydurmak ne demektir? (افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا) İftira var olan bir şeyi değişik bir şekle sokup yeni bir şey ortaya çıkarmaktır. Allah’ın istediği bir şeyi başka bir şekle sokup da bunun Allah’tan olduğunu söylediğiniz anda Allah adına bir yalan uydurmuş olursunuz. Allah yolunda cihad Allah tarafından emredilmektedir. Siz “asıl cihad ekseriyet demokrasisinde çoğunluğu ele geçirmek derdinde olan siyasi partiniz için çalışmaktır” dediğiniz anda bu duruma düşmüş olursunuz. Zalim olursunuz. Zulüm bir şeyi olması gereken yerden başka bir yere koymaktır. Cihadı gerçek yerinden alıp Allah’ın Kuran’da belirttiği gibi kendi yolundan saptıran çoğunluk peşinde koşan siyasi partilere hasr ederseniz gerçek yerinden başka bir yere koymuş olursunuz ve zulüm yapmış olursunuz.
Hak ona gelince onu yalanlamak ne demektir? (كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءَهُ) Hakkı yalanlamak/yanlışlamak gerçek ve geçerli olanın yanlış olduğunu söylemektir. Hak ona gelince hak yanlış demektedir. Siz ayetleri anlatın, hakkı açıkça ortaya dökün, yanlış diyecektir. Delilleri de getirmeyecektir. Sadece alıştığına ters geldiği için yanlış diyecektir. Adil Düzene ait sistemleri anlatın, ütopik diyecektir, akıl dışı diyecektir. Mevcut sisteme alışmıştır ve hak ona geldiği halde yanlış olduğunu söylemektedir. Adil Düzende ekseriyet sistemi yok, temsil sistemi var diye anlatın, durun. O sistem için çalışma deyin. Çoğunluğu ele geçirme eğlence ve oyununun cazibesinden çıkamamaktadır, hakkın yanlış olduğunu söylemektedir. Hakkı batılın yerine koymuştur. İşte bu da zulümdür.
Bu iki durumun ikisinin birden olması gerekmemektedir. Arada وَ (ve) değil أَوْ (veya) vardır. İkisinden en az birisinin olması gerekli ve yeterlidir. İkisi de olabilir. Yani sadece Allah adına bir yalan uydurmak da sadece hak ona gelince yalanlamak da yeterli iken hem Allah adına yalan uydurmak hem de hak gelince yalanlamak birlikte yapıldığında da zulüm şartı sağlanmış olmaktadır. “Daha zalim kim vardır?” denmektedir. Burada bir zalim türü tanımlanmıştır. Zulüm kavramı üzerinde derin derin düşünmeli ve yaptığımız amellerin zulüm olup olmadığına dikkat etmeliyiz. Farkında olmadan zulmetmek çok kolaydır. Bir şeyi olması gereken yere değil de başka yere koyduğunuz anda zulmetmiş olursunuz. Eğer bu kimse kendinizse kendinize zulmetmiş olursunuz. Yunus Peygamber görevinden kaçarak olması gereken yerde değil başka yerde olarak kendisine zulmetmiş ve bunu sonra itiraf etmiştir. Ekseriyet demokrasisinde vesenlerin neferleri de kendilerine zulmetmektedirler. Hakkın ne olduğunu arama, araştırma ve onun için çalışma yerine zanla hareket eden, kafadan atan çoğunluğun aklına uyup vaatler vererek onların akıllarını çelme derdindedirler. Mevcut yöneticilere hakkı tebliğ edip uygulaması için destek olacakları yere onu yerinden edip yerine geçme derdindedirler. Her gün medyada görüyoruz, birbirlerine çocuk gibi çatan koca koca adamların hallerini. Hele biri yanlışlıkla ağzından bir şey kaçırsın, başlar linç kampanyası. Sonuç görevinden affı istemekle sonuçlanır. Bunun yanlış olduğunu söylememiz bile rahatsız edicidir. İnsanlar mevcut sistemi kanıksamışlardır. Çok az insan problemin farkındadırlar ve uyarılarımızı ciddiye alırlar ama çoğunluk her zamanki davranış kalıbıyla bizi dalalette sayacaktır.
أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْكَافِرِينَ
Cehennem’in içinde kâfirler için bir yerleşme yeri yok mudur?
أَ: Soru hemzesidir (همزة الاستفهام). “Mı, mi” demektir.
لَيْسَ: “Değildir, yoktur” demektir. Olumsuzluk bildirir. Değil(dir), yok(tur), olmaz gibi manalara gelir. Câmid fiildir, sadece mazi çekimi vardır. Muzari çekimi yoktur. Kâne tam fiil olabilirken لَيْسَ tam fiil olarak kullanılmaz, her zaman nakıs fiildir. İsmi ve haberi olur. İsmi mübteda, haberi haber olma kurallarına uyar. Bazen haberinin başına anlamı kuvvetlendirmek için (te’kîd için) zaid بِ harf-i ceri gelir. Merfu muttasıl zamirler kâne çekimlerinde kânenin ismi olduğu gibi leyse çekimlerinde de leysenin ismidir.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
جَهَنَّمَ: “Cehennem” demektir. جهنم kökünden gelmiştir. Rubâi babdan جَهْنَمَةٌ mastarı tutuşup alev almak, alevinin şiddetlenmesi ve mümkün olan en yüksek pişirici düzeyde olması manasındadır. Bu mastar manasından pişirici olan manasında جَهَنَّمُ “Cehennem” anlamında ism-i fâil manasında camid isimden gelmiş olan özel isimdir. Dişildir.
Bu kelimenin İbranice kökenli olduğu, Arapçaya yabancı dilden geçmiş bir kelime olduğu söylenir. Kudüs’ün güneybatısında bir vadi olduğu ve bu vadinin adının Hinnom olduğu, bu vadinin en derin yerine ise Gehenna dendiği, burada sürekli olarak bir ateşin yandığı ve şehrin yok edilmek istenen çöplerinin buraya boşaltılarak yakılıp yok edildiği söylenir. Buradan Arapçalaşmış bir kelime olarak değerlendirilir. جَهَنَّمَ gayr-i munsariftir.
فِي جَهَنَّمَ: “Cehennem’in içinde” demektir.
مَثْوًى: “Yerleşme yeri” demektir. ثوي kökünden ikinci bâbdan gelmiştir. Bir mekânda taşınma ve yolculukla yer değiştirmeden yerleşik olarak kalmak manasındaki fiilden “yerleşme yeri” manasına gelmiş ism-i mekândır. مَفْعَل kalıbından gelmiştir. ءوي kökünden gelen مَأْوَى dan farklıdır. Kökün ilk harfi farklıdır. مَأْوَى barınak iken مَثْوى yerleşme yeridir, ikametgâhtır.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
الْكَافِرِينَ: “Kâfirler, görmezden gelenler” demektir. Marife kurallı eril çoğul ism-i fâildir.
لِلْكَافِرِينَ: “Kâfirler için” demektir.
مَثْوًى لِلْكَافِرِينَ: “Kâfirler için bir yerleşme yeri” demektir.
لَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْكَافِرِينَ: “Cehennem’in içinde kâfirler için bir yerleşme yeri yoktur” demektir.
أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْكَافِرِينَ: “Cehennem’in içinde kâfirler için bir yerleşme yeri yok mudur?” demektir. Cehennem ve Cennet içinde yerleşilen yerlerdir. İnsanlar oralarda ikamet etmektedirler, yaşamaktadırlar. Dünya hayatına benzeyen biyolojik bir yaşam sürmektedirler. Kalacakları yerleri bellidir. Kâfirler için ayrılan yer Cehennem’dedir.
Bu soru cümlesi iktifa için gelmiştir. “Cehennem’de kâfirler için yeterince yer vardır” anlamındadır. Zalimden kâfirlere geçmiştir. Kâfirler ile zulüm arasında bir ilişki olduğu için bu şekilde gelmektedir.
الْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Kâfirler zalimlerdir. (Bakara 254)
Zalim olma da sıfattır kâfir olma da sıfattır. Zalim bir şeyi olması gerektiği yere değil, başka yere koyandır. Kâfir ise gördüğü halde görmezden gelendir, yok saymaması gerekeni yok sayandır. Kesiştikleri nokta buradan anlaşılmaktadır.
Allah adına yalan uyduran zalimlik yapmıştır. Allah’a ait olmayan bir sözü Allah’ın sözü konumuna yerleştirmiştir. Bunu yaparken de Allah’ı görmezden gelmiştir. Bu yaptığını Allah’ın bildiğinin farkındadır ama göz ardı etmektedir.
Hak kendisine geldiği halde yalanlayan zalimlik yapmıştır. Hakkı yerine koymamış, batıl konumuna veya dalal konumuna yerleştirmiştir. Bunu yaparken de Allah’ı görmezden gelmiştir. Allah’ın hakkı bildiğini bilmektedir ama göz ardı etmiştir.
Allah’ın ekseriyet sistemini reddettiğini açıkça bilmektedir ama başarıları bu sistem içinde aramaktadır. Mevcut sistemde başka çözüm yok diyerek Allah’ı görmezden gelmektedir. Allah hiçbir yerde batılla hakkın geleceğini söylememektedir. Bir şey hak değilse ya dalaldır ya da batıldır. Ekseriyet sistemiyle çoğunluğu ele geçirerek Allah’ın istediği düzeni getireceğim demek zulümdür. Hakla batılın gitmesini değil, batılla hakkın gelmesini istemektir. Batılı hakkın yerine koymaktır. İşte küfürle zulüm bu şekilde bir arada gerçekleşir.
Burada dikkat edilmesi gereken umumi ism-i mevsulle küfreden denmeyip ism-i fâille kâfirler denmesidir. أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِمَنْ كَفَرَ (Cehennem’de küfreden için bir yerleşme yeri yok mudur?) denseydi Allah’ı her görmezden gelen, bir kere bile yapsa Cehennemlik olurdu. Ancak مَنْ كَفَرَ değil de الْكَافِرِينَ kullanılması küfrün sıfat haline geldiği bir topluluğu ifade etmiş olmasındandır. Küfür bu toplulukta kanıksanmıştır, yerleşmiştir. Allah görmezden gelinmektedir. Tüzel kişiliktir, başkanları vardır, müesseseleri vardır. Siz anlatın durun hakkı, Allah’ı görmezden gelecekler, hakkı yalanlayacaklar ve hatta kendilerinin Allah’ın düzenini getirmek için cihad ettiklerini de söyleyeceklerdir. Yukarıda geçen başka ayetlerde Allah’ın ayetlerini yalanlayanlardan daha zalimi kimdir, denmiştir. Allah’ın ayetlerini referans yapmadan, Kuran’ı kendine rehber yapmadan, “günümüzde ancak bu şekilde olur” diyerek, “bundan daha iyisi yapılmaz” demekle yapılan zulümle cihad edilmediği gibi ahiret için de tehlikeli yollara girilmiş olmaktadır.
Yalova, Teşvikiye
19 Kasım 2022
M. Lütfi Hocaoğlu