ANKEBÛT SÛRESİ - 56. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ (61)
“Kim gökler ve yeri yarattı ve Güneş’i ve Ay’ı boyun eğdirdi?” diye onlara sorarsan “kesinlikle (O) Allah’tır” diyecekler. O halde nasıl onlarda yanlış algı oluşturuluyor? (61)
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ
“Kim gökler ve yeri yarattı ve Güneş’i ve Ay’ı boyun eğdirdi?” diye onlara sorarsan “kesinlikle (O) Allah’tır” diyecekler.
وَ: Vâv-u isti’nâfiyedir.
لَ: Lâmu-l muvattaa’dır. Yemin cümlesi ile şart cümlesi bir arada gelip ortak bir cevap cümlesinde birleşebilir. Burada yemin cümlesi önce gelir. Bunu takiben bir lâm gelir. Yeminin cevap lâmı gibi olan bu lâma lâmu-l muvattaa (اللام الموطئة للقسم) denir. Bunu takiben şart cümlesi gelir. Şart cümlesini takiben de cevap cümlesi gelir. Bu cevap cümlesi aslında hem yeminin hem de şartın cevap cümlesidir. Ancak yemin cümlesi önce geldiği için bu cevap cümlesi gramersel olarak yeminin cevap cümlesi olarak davranır. Bu nedenle bu cevap cümlesi için cevap lâmını alıp almama kuralları yeminin cevap cümlesi kurallarıdır.
Yemin ve şartın ortak geldiği durumlarda şart cümlesi her zaman إِنْ şart edatı ile gelir. Her zaman şart cümlesi mazi ya da لَمْ ile muzaridir ki bu da mazi anlamlıdır. Burada da şart cümlesi tıpkı parantez cümlesi olan şart cümlesi gibi davranır.
Genellikle yemin cümlesi hazf edilir ve sadece lâmu-l muvattaa gelir. Çok nadiren hazf edilmez. Çünkü lâmu-l muvatta ve arkasından gelen إِنْ şart edatı ve yeminin cevap cümlesi olarak davranan cevap cümlesi başta hazf edilmiş olan yemin cümlesine delalet etmektedir.
Cevap cümlesi | Yemin cümlesi |
Cevap cümlesi | Şart cümlesi | Lâmul muvattaa Cevap lâmı |
| Cevap lâmı | | Fiil | Şart edatı |
... | لَ | ... | فَعَلَ /لَمْ يَفْعَلْ | إِنْ | لَ | |
Bu ayette de buna uygun olarak:
Cevap cümlesi | Yemin cümlesi |
Cevap cümlesi | Şart cümlesi | Lâmul muvattaa Cevap lâmı |
| Te’kîd lâmı | | Fiil | Şart edatı |
... | لَيَقُولُنَّ | ... | سَأَلْتَ | إِنْ | لَ | |
Yeminin cevap cümlesi kurallarına uygun olarak cevap cümlesi cevap lâmı hükmünde olan te’kîd lâmı ile başlamıştır. Yemin cümlesi hazf edilmiştir.
إِنْ: “-se” demektir. Şart edatıdır. Bu edatı takiben şart cümlesi ve sonrasında cevap cümlesi gelir.
سَأَلْتَ: “Sordun” demektir. سءل kökünden ikinci şahıs tekil eril mazi fiildir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mensub muttasıl zamirdir.
لَئِنْ سَأَلْتَهُمْ: “Onlara sorarsan” demektir.
مَنْ: “Kim” demektir. Âkil varlıklar için kullanılan soru ismidir.
خَلَقَ: “Yarattı” demektir. خلق kökünden üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Var olan başka bir şeyden yeni bir şey üretmek manasındadır.
السَّمَوَاتِ: “Gökler” demektir. سمو kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan سُمُوٌّ mastarı bütün seviyelerin üstüne çıkmak, en üst seviyeye yükselmek manasındadır. Bu mastar manasından bütün seviyelerin üstüne çıkan manasında سَمَاءٌ her şeyin en üstü olarak “gök” anlamında camid isimdir. İsm-i cem-i cinstir. Yani hem cinsi ifade eder hem de topluluğu ifade eder. Yani gök cinsi veya gök topluluğu demektir. Cins ifade ettiği zaman eril, cem ifade ettiği zaman dişildir. İsm-i cemi cinsler sonuna ة alarak müfredleşirler. Yani tekili سَمَاوَةٌ veya سَمَاءَةٌ dür. İsm-i cemi cins bu şekilde ة alarak müfredleştikten sonra çoğulu سَمَوَاتٌ dür. Ancak Kuran’da سَمَاوَةٌ veya سَمَاءَةٌ şeklinde kullanımı yoktur. Kuran tekil olarak da yine سَمَاء yı kullanmaktadır.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. السَّمَوَاتِ ye الْأَرْضَ ı atfetmektedir.
الْأَرْضَ: “Yer” demektir. ءرض kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan أَرَضٌ mastarı bir mekânın bereketli, verimli olması, hayrının çok olması ve yerleşme ve ikamet için uygun olması manasındadır. Bu mastar manasından yerleşme için uygun olan manasında أَرْضٌ “yer” anlamındadır. “Yeryüzü” manasına da gelir.
السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ: “Gökler ve yer” demektir. İki ayrı varlık değildir. “Kâinat” anlamında terimdir.
خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ: “Gökler ve yeri yarattı” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ ya سَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ yi atfetmektedir.
سَخَّرَ: “Boyun eğdirdi” demektir. سخر kökünden tef’îl bâbından üçüncü şahıs eril tekil mazi malum fiildir. Birisini onun imkanları, ameli ve çabasıyla tam bir şekilde başka birisi için çalışır hale getirmek demektir.
الشَّمْسَ: “Güneş” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. الشَّمْسَ ye الْقَمَرَ yi atfetmektedir.
الْقَمَرَ: “Ay” demektir.
الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ: “Güneş ve Ay” demektir. Kuran’da hiçbir yerde “Ay ve Güneş” şeklinde geçmez. Bunun sebebi “Güneş ve Ay” ifadesinin bir terim olmasıdır. Güneş sistemini ifade eder.
سَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ: “Güneş’i ve Ay’ı boyun eğdirdi” demektir.
خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ: “Gökler ve yeri yarattı ve Güneş’i ve Ay’ı boyun eğdirdi” demektir.
مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ: “Kim gökler ve yeri yarattı ve Güneş’i ve Ay’ı boyun eğdirdi?” demektir.
لَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ: “‘Kim gökler ve yeri yarattı ve Güneş’i ve Ay’ı boyun eğdirdi?’ diye onlara sorarsan” demektir.
لَيَقُولُنَّ: “Kesinlikle söyleyecekler” anlamındadır. Bu fiilin fâili en sondaki lâmın üstünde olan zamme harfinin temsil ettiği cem vâvıdır (لَيَقُولُنَّ). Te’kîd lâmı ve nûnu ile gelen muzari fiillerin fâili üçüncü şahıs eril çoğul olursa şeddeli nûn harfinden önce bir zamme (u) gelir. Bu zamme و hükmünde ve “onlar” manasındadır. Eğer fâil tekil olsaydı yani “kesinlikle söyleyecek” anlamında olsaydı لَيَقُولَنَّ şeklinde gelecekti. Sadece bir hareke değişimiyle fiilin fâili değişmektedir. Buradaki “onlar” anlamındaki و zamiri سَأَلْتَهُمْ deki onlarla (هُمْ) aynı şahsa racidir.
اللَّهُ: قول yani söyleme köküyle gelen fiillerden sonra söylenen mutlaka bir cümledir. Burada ise sadece tek kelime gelmiştir. Bu durumda cümlede hazf edilmiş bir öğe vardır. Bu da هُوَ (o) dir. Yani cümle aslında هُوَ اللَّهُ (O Allah’tır) şeklindedir.
لَيَقُولُنَّ اللَّهُ: “Kesinlikle (O) Allah’tır diyecekler” demektir.
لَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ: “‘Kim gökler ve yeri yarattı ve Güneş’i ve Ay’ı boyun eğdirdi?’ diye onlara sorarsan ‘kesinlikle (O) Allah’tır’ diyecekler” demektir. Burada hem şart hem de yemin bir aradadır. Yani bilmektedirler ki ve bu o kadar kesindir ki O Allah’tır. Burada kendilerine sorulanlar kimlerdir? Bunun cevabını sonrasında gelen cümleden anlıyoruz.
فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ
O halde nasıl onlarda yanlış algı oluşturuluyor?
فَ: İsti’nafiyye edatıdır. Buna Fâ-u isti’nâfiye (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) denir. Cümle başında bulunur. Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır. Bu irtibata göre fâ-u isti’nâfiye şu şekilde sınıflandırılır:
- Fâ-u ta’liliyye (الفَاءُ التَّعْلِيلِيَّةُ): Öncesi ile sonrasında sebep sonuç ilişkisi vardır. Öncesi sonrasının sebebidir. Türkçeye çevrilirken “bundan dolayı”, “bu sebeple” şeklinde çevrilmelidir.
- Fâ-u tafsiliyye (الفَاءُ التَّفْصِيِلِيَّةُ أَوِ التَّفْسِيرِيَّةُ): Öncesindeki cümle kapalı, tam olarak anlaşılmayan bir cümledir (Mücmel bir ifade). Sonrasındaki cümle ise mücmeli açıklayan, kapalılığı gideren bir cümledir (Mufassal bir ifade).
- Netice Fâsı (فَاءُ النَّتِيجَةِ): Önceki cümle/cümleler açıklanmış cümle/cümlelerdir. Sonraki cümle ise bu açıklanmış cümle/cümlelerin sonucunu gösteren, bir nevi özetleyen cümledir. Fâ-u tafsiliyyenin tersidir. “Sonuç olarak”, “neticede” şeklinde Türkçeye çevrilir.
- İrtibat Fâsı (فَاءُ الْاِرْتِبَاطِ): Öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında zamansal ya da sebepsel ilişki yoktur ama aralarında bağlantı vardır. Cümleler arasındaki fâ tertip ve takip için değil, sebep için değil, tafsil için değil, neticelendirme için değilse ve cümleler arasında konu bağlantısı olduğu zaman gelen fâ irtibât fâsıdır.
أَنَّى: “Nasıl” demektir. Soru (istifhâm) edatıdır.
يُؤْفَكُونَ: “Onlarda yanlış algı oluşturuluyor” demektir. Üçüncü şahıs çoğul muzari meçhul fiildir. إِفْك “yanlış algı, saptırma, saptırma bilgi” demektir. İfk, var olan bir durumun başka şekilde gösterilmesidir. Olayı gerçek olduğundan başka türlü algılatmak demektir.
أَنَّى يُؤْفَكُونَ: “Nasıl onlarda yanlış algı oluşturuluyor?” demektir.
Buradaki fâ fâ-u ta’liliyyedir. “Buna göre, bundan dolayı” şeklinde manalandırılabilir. Öncesi sonrasının sebebidir. Allah evreni yaratmış, güneş sistemini bizim emrimize vermiştir. Bunu da açıkça söylemektedirler. Bunu söyledikleri halde nasıl da yanlış algılara gelirler, nasıl algı oyunlarına kapılırlar denmektedir.
Buradaki onlar (يُؤْفَكُونَ) سَأَلْتَهُمْ daki onlar ile aynı kişilere racidir. Kimdir bunlar? Öncesindeki ayetlere baktığımızda buna uygun birilerini görememekteyiz. Bu durumda çok daha öncelere bakmamız gerekir. Ayetin başındaki وَ de çok öncesiyle bağ kurmaktadır. إِفْك kelimesi 17. ayette geçmektedir. O ayette (إِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا وَتَخْلُقُونَ إِفْكًا) İbrahim Peygamber babasına vesenlere çalıştıklarını ve yanlış algı oluşturduklarını söylemektedir. İşte orada algı oluşturan vesenlerdir. Vesenlerin algı oluşturdukları ise topluluklardır. Bu ayette kendilerine algı oluşturulanlar da oradaki topluluklar gibi günümüzde ve her dönemde vesenler tarafından algı oyunlarına getirilen topluluklardır.
Bakın çevrenize, sorun insanlara. Gökleri ve yeri yaratan kim deyin, güneş sistemini emrimize amade eden kim deyin. Cevapları Allah olacaktır. Ama rızıkları kimlerden beklemektedirler? Vesenlerden. Kurtuluşu kimlerden beklemektedirler? Vesenlerden. Vesenler de toplulukları kurtaracakları algısını yerleştirmeye çalışmakta, diğer vesenler hakkında kötü algılar oluşturmaktadırlar. Allah diyor ki evreni yaratan benim, güneş sistemini de emrinize veren benim, niçin benim dediklerimi yapmıyorsunuz da vesenlerin algı oyunlarına geliyorsunuz.
Günümüzün en önemli sorunu ekseriyet demokrasisi ve bunun temel taşı olan vesenlerdir. Ekseriyet demokrasisinde kazanmak için vesenlerin çoğunluğu ele geçirmesi gerekir. Bunun için de ne yaptığınız veya ne yapacağınız ve yaptığınızın doğru olup olmadığı önemli değildir. Ne yaparsanız yapın nasıl algılandığı önemlidir. Bunun için algı oluştururlar. Allah da diyor ki nasıl da bu algı oyununa geliyorlar. Günümüzün algı oyunları medya ve sosyal medya vasıtasıyladır. Algı oluşturmak için ekipler vardır. Hatta bu meslek haline gelmiştir. İsmine de trol denmektedir. Hatta o kadar ilginç boyutlardadır ki yalanı insanların gözüne baka baka söylerler ve hiç utanmazlar. İki gün sonra ortaya çıkacağı bellidir ama umurunda bile değildir. O anda algı oluşturmak derdindedir. Kendi partisinden olmayanı kötülemek için video yayınlar, rakibi de onun için yapar. Sürekli bunun derdindedirler. Ekonomi kötüyken herkesin gözünün içine baka baka çok iyi durumdayız derler. Diğerlerinin her işini kötü, kendilerinin her işini iyi algılatma derdindedirler. Önemli değildir söylediğinin doğru veya yanlış olması, önemli olan ifk (algı) oluşturmaktır.
Çok daha kötüsü kendilerinin Kuran ehli olduğunu iddia edenlerin hayatlarını vesenlere adamasıdır. Çok tehlikelidir bu. Ellerinde hiçbir proje yoktur. Sadece biz iyiyiz algısı oluşturmak derdindedirler. Kuran’a dayanan bir faaliyetleri de yoktur. Kuran sadece toplantı öncesinde tilavet edilmekte, klasik olarak da Asr suresi ile toplantılar bitirilmektedir. Kongrelerinde bol bol alkış vardır. Realite yoktur. Onlar iyidir ya, her şey onlar gelince sihirli değnekle düzelecektir. Kendileri kendi vesenlerine ibadet ettiği halde bunun cihat olduğunu iddia etmektedirler.
Evreni yaratan Allah’tır, sizde algı oluşturanlar değildir. Güneş sistemini emrimize amade eden Allah’tır, sizde algı oluşturanlar değildir. Onların algı oyunlarına nasıl geliyorsunuz? Açın televizyonları, bir sürü insanı vesenlerin o gün söylediği bir söz üzerine saatlerce tartışırken görürsünüz. O kadar boştur ki konuşmalar, şaşarsınız. Hiçbir vesen hiçbir çözüm üretemez. Allah’ın kitabı referansınız değilse hiçbir sorunu çözemezsiniz. Endüstriyel tıp insanların bedenlerini para kazanmak için kullanır. Ekseriyet sistemi de insanlarda algılar oluşturarak yönetimi eline geçirme yarışı içindedir. Hakkı ihkak etme (geçerli kılma) diye bir dertleri yoktur. Zır-cahiliye dönemindeyiz. Ayet bize bu algı oyunlarına gelmememizi söylemektedir. Algı oluşturulmaya çalışılan her konu Kuran’a sorulduğunda doğru cevap bulunacaktır. Bu da oluşturulmaya çalışılan algının tam tersidir.
Yalova, Teşvikiye
08 Ekim 2022
M. Lütfi Hocaoğlu