ANKEBÛT SÛRESİ - 52. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
يَاعِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ أَرْضِي وَاسِعَةٌ فَإِيَّايَ فَاعْبُدُونِ (56)
Ey iman eden kullarım, kesinlikle yerim geniştir bundan dolayı bana, ibadet edin bana. (56)
يَا: “Ey” demektir. Nida edatıdır. Nida varsa münada da vardır.
Bir konuşmaya başlamadan önce nidâ harfleri kullanılarak konuşulmak istenen kimseye nida edilen anlamında münâdâ (الْمُنَادَى) denir. Münâdânın önüne getirilen harflere ise nidâ harfleri (أَحْرُفُ النِّدَاءِ) denir. Arapçada kullanılan yedi nida harfi olmasına rağmen Kuran’daki tek nida harfi يَا dır.
عِبَادَ: “Kullar” demektir. Tekili عَبْد dır. عبد kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan عِبَادَةٌ mastarı birisinin varlığını ve gücünü kabul edip onun için çalışmak manasındadır. Bu mastar manasından عَبْد “kul” anlamında isimdir.
ي: “Ben” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Mütekellim ya’sı olarak isimlendirilir. Nida eden Allah olduğu için buradaki “Ben” Allah’tır.
عِبَادِيَ: “Kullarım” demektir. Burada aslında عِبَادَ kelimesinin sonundaki fetha mütekellim ya’sı nedeniyle kesreye dönüşmüştür.
Mütekellim ya’sının üstündeki fetha (عِبَادِيَ) ise kendisinden sonra gelen الَّذِينَ nin ilk harfi olan hemze-i vaslın harekesiz olması nedeniyle okuma kolaylığı içindir.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Eril çoğul has ism-i mevsuldür.
آمَنُوا: “İman ettiler, güvendiler” demektir. Üçüncü şahıs eril çoğul mazi fiildir. İçindeki merfu muttasıl zamir olan cem vâvı (آمَنُوا) fiilin fâilidir ve has ism-i mevsulün aid zamiridir.
الَّذِينَ آمَنُوا: “İman edenler” demektir. عِبَادِيَ nin sıfatıdır. Has ism-i mevsulle geldiği için iman edenler de bellidir, iman ediş şekilleri de bellidir. Bu nedenle bir amel üzerine organize olmuş topluluklar has ism-i mevsulle ifade edilirler. آمَنُوا mazi fiil olduğu için iman organizasyonu oluşmuş ve yerleşiktir.
عِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا: “İman eden kullarım” demektir. Nida edilendir yani münadadır.
يَاعِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا: “Ey iman eden kullarım” demektir. Nida cümlesidir. Nida cümlesinden sonra ise nida edilene söylenen cümle gelir.
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. Te’kîd için gelir.
أَرْضَ: “Yer” demektir. ءرض kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan أَرَضٌ mastarı bir mekânın bereketli, verimli olması, hayrının çok olması ve yerleşme ve ikamet için uygun olması manasındadır. Bu mastar manasından yerleşme için uygun olan manasında أَرْضٌ “yer” anlamındadır. “Yeryüzü” manasına da gelir. Yerleşme için uygun olan her yer arzdır. Ay’a yerleşirsiniz, orası arz olur. Mars’a yerleşirsiniz, orası arz olur. Uzay istasyonuna yerleşirsiniz, orası arz olur. Arzı yerküre olarak sınırlandırmak yanlıştır. Yerküre içindeki herhangi bir alan da arzdır. Türkçeye geçen arsa ve arazi kelimeleri, İngilizcedeki earth kelimesi buradan gelmektedir.
ي: “Ben” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Mütekellim ya’sıdır. Allah’ı işaret etmektedir.
أَرْضِي: “Yerim” demektir. Allah’ın yeridir.
وَاسِعَةٌ: “Geniş olan” demektir. Dişil tekil ism-i fâildir. أَرْضَ dişil olduğu için onunla uyumlu olarak bu da dişildir. وسع kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan سَعَةٌ mastarı bir mekânın hacminin veya bir kimsenin gücünün rahatlık, ferahlık için yeterli olması manasındadır. Bir mekânın hacminin gerekli olandan fazla olarak yeterli olması, bir malın miktarının gerekli olandan fazla olması, bir kimsenin kuvvetinin gerekli olandan fazla olması demektir.
إِنَّ أَرْضِي وَاسِعَةٌ: “Kesinlikle benim yerim geniştir” demektir.
فَ: İsti’nafiyye edatıdır. Buna Fâ-u isti’nâfiye (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ) denir. Cümle başında bulunur. Kendisinden önce inşa cümlesi (emir, nehiy, istifhâm), sonrasında haber cümlesi olursa veya öncesinde haber cümlesi sonrasında inşa cümlesi olursa bu durumlarda atıf harfi olamayan bu harf isti’nâfiye edatı olur. Kendisinden sonraki cümle yeni cümle olacağından bu edata isti’nâfiye (başlangıç) edatı denir. İsim cümlesi fiil cümlesine (tersi de geçerli) anlamsal yakınlık olursa atfolunabilir. Anlamsal yakınlık yoksa aradaki fâ isti’nâfiye edatıdır. Fiil cümleleri arasında zaman yönünden uyum olmasına rağmen manasal olarak takip ve tertip ifade etmiyorsa bu durumda da isti’nâfiye edatıdır.
Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncekisindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır. Bu irtibata göre fâ-u isti’nâfiye şu şekilde sınıflandırlır:
- Fâ-u ta’liliyye
- Fâ-u tafsiliyye
- Netice Fâsı
- İrtibat Fâsı
1.Sebepsel ilişki için gelen isti’nâf fâsı (Fâ-u ta’liliyye) (الفَاءُ التَّعْلِيلِيَّةُ): Öncesi ile sonrasında sebep sonuç ilişkisi vardır. Öncesi sonrasının sebebidir. Türkçeye çevrilirken “bundan dolayı”, “bu sebeple” şeklinde çevrilmelidir.
آمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ
Fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye | Fiil cümlesi |
مَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ | فَ | آمَنُوا |
Onları bir süreye kadar metalandırdık | Bu sebeple | İman ettiler |
İman ettiler. Bu sebeple onları bir süreye kadar metalandırdık |
Burada fâ harfi iki mazi fiil cümlesi arasında gelmiştir. Ancak manasal olarak tertip ve takip ifade etmemektedir. Bu nedenle isti’nâf fâsıdır. Fâ-u ta’liliyyedir. Onların bir süreye kadar metalandırılma sebebi iman etmeleridir.
2.Açıklama için gelen isti’nâf fâsı (Fâ-u tafsiliyye) (الفَاءُ التَّفْصِيِلِيَّةُ أَوِ التَّفْسِيرِيَّةُ): Öncesindeki cümle kapalı, tam olarak anlaşılmayan bir cümledir (Mücmel bir ifade). Sonrasındaki cümle ise mücmeli açıklayan, kapalılığı gideren bir cümledir (Mufassal bir ifade).
نَادَى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابْنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنْتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ
Fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye | Fiil cümlesi |
قَالَ رَبِّ إِنَّ ابْنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنْتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ | فَ | نَادَى نُوحٌ رَبَّهُ |
“Rabbim, kesinlikle oğlum benim ehlimdendir ve kesinlikle vaadin haktır ve sen hakimlerin en hakimisin” dedi | , | Nuh rabbine nida etti |
Nuh rabbine nida etti,“rabbim, kesinlikle oğlum benim ehlimdendir ve kesinlikle vaadin haktır ve sen hakimlerin en hakimisin” dedi |
Burada Nuh’un rabbine nida etmesi mücmel bir ifadedir. Ne söylediği belirtilmemiştir. Sonra fâ ile arkadan gelen ifade bu mücmel ifadeyi tafsil etmiştir. Nida ettiğinde ne söylediğini açıklamıştır. Mufassal mücmele atfedilmiştir. Bu fâ-u tafsiliyyedir.
3.Sonuçlandırma için gelen isti’nâf fâsı (Netice Fâsı) (فَاءُ النَّتِيجَةِ): Önceki cümle/cümleler açıklanmış cümle/cümlelerdir. Sonraki cümle ise bu açıklanmış cümle/cümlelerin sonucunu gösteren, bir nevi özetleyen cümledir. Fâ-u tafsiliyyenin tersidir. “Sonuç olarak”, “neticede” şeklinde Türkçeye çevrilir.
آتَيْنَاهُ آيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاوِينَ
Fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye | Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi |
كَانَ مِنَ الْغَاوِينَ | فَ | أَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ | فَ | انْسَلَخَ مِنْهَا | فَ | آتَيْنَاهُ آيَاتِنَا |
Azanlardan oldu | Sonuç olarak | Şeytan onu tabi etti | Hemen | Onlardan sıyrıldı | Hemen | Ona ayetlerimizi verdik |
Ona ayetlerimizi verdik, hemen onlardan sıyrıldı, hemen şeytan onu tabi etti, sonuç olarak azanlardan oldu |
Burada ilk iki fâ tertib ve takip fâsıdır, atıf harfleridir. Üçüncü fâ ise netice fâsıdır. Önceki durumları, olayları sonuçlandırmaktadır. Ayetlerin gelmesi, onlardan uzaklaşması ve şeytanın onu kendine tabi etmesi neticesinde o azanlardan olmuştur.
4.Zikrin tertibi için gelen isti’nâf fâsı (İrtibat Fâsı) (فَاءُ الْاِرْتِبَاطِ): Öncesindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında zamansal ya da sebepsel ilişki yoktur ama aralarında bağlantı vardır. Cümleler arasındaki fâ tertip ve takip için değil, sebep için değil, tafsil için değil, neticelendirme için değilse ve cümleler arasında konu bağlantısı olduğu zaman gelen fâ irtibât fâsıdır.
لِكُلِّ أُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكًا لِيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ فَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَلَهُ أَسْلِمُوا
Emir fiil cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye | İsim cümlesi | Fâ-u isti’nâfiye | Mensuh fiil cümlesi |
لَهُ أَسْلِمُوا | فَ | إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ | فَ | لِكُلِّ أُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكًا لِيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ |
Ona islam olun | , | İlahınız tek ilahtır | , | Her ümmet için geviş getiren çiftlik hayvanlarından onları rızıklandırdıklarımız üzerine Allah’ın ismini zikretsinler diye mensek kıldık |
Her ümmet için geviş getiren çiftlik hayvanlarından onları rızıklandırdıklarımız üzerine Allah’ın ismini zikretsinler diye mensek kıldık, ilahınız tek ilahtır, ona islam olun |
Burada üç cümle birbiri ile bağlanmıştır. Ancak zaman veya sebep veya tafsil veya neticelenme ilişkisi yoktur. Konu bağlantısı vardır. Bu nedenle bu fâlar irtibât fâsıdır.
إِيَّايَ: “Bana” demektir. Mensub munfasıl zamirdir.
فَ: Rabıt fâ’sıdır.
اعْبُدُوا: “İbadet edin” demektir. İkinci şahıs çoğul emir cümlesidir. Buradaki siz anlamındaki cem vâvı (اعْبُدُوا) Allah’ın iman eden kullarıdır.
ي: “Ben” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. Mütekellim ya’sıdır. Allah’ı ifade etmektedir.
اعْبُدُونِ: “Bana ibadet edin” demektir. Burada mütekellim ya’sı hazf edilmiş, onu temsilen bir kesre (اعْبُدُونِ) getirilmiştir. Burada fazladan bir nun harfi vardır. Bu nun’a vikaye nun’u denir. İkinci şahıs çoğul emir fiil cümlesinin sonuna mütekellim ya’sı eklendiğinde okuma kolaylığı için getirilir. Türkçedeki kaynaştırma harfi gibidir.
اعْبُدُوا + ي | | اعْبُدُونِي | | اعْبُدُونِ |
Allah “varlığımı ve gücümü kabul edip benim için çalışın” demektedir. “Benim dinim yani düzenim için çalışın, benim kurallarımın geçerli kurallar olması için çalışın” demektedir. İbadet edilen hükümleri uygulanandır. Allah yalnızca kendisinin hükümlerinin uygulanmasını istemektedir. İşte Allah’ın hükümlerini uygulamak doğru dindir. Doğru olmayan dinler Allah’ın hükümlerinin uygulanmadığı dinlerdir. İnsanlar ise kapitalizm, komünizm, ekseriyet demokrasisi gibi isimler uydururlar ve onlara ibadet ederler.
Allah’a ibadet etmek Allah’ın kurallarını koymak, korumak ve uygulamaktır. Allah’ın kuralları dışında kuralları getirmek, o kuralları uygulamak, o kuralları korumak, o kuralların iyi olduğunu iddia etmek Allah’tan başkasına ibadet etmektir. Allah Kuran’da defalarca yalnızca O’na ibadet etmemiz gerektiğini yani yalnızca O’nun kurallarını geçerli kurallar haline getirmemiz ve o kurallar için çalışmamız gerektiğini söylemektedir.
إِيَّايَ فَاعْبُدُونِ: “Bana, ibadet edin bana” demektir. Burada iki adet “ben” zamiri vardır. Birincisi إِيَّايَ mensub munfasıl zamiri, ikincisi ي mensub muttasıl zamiridir. Buradaki gibi mef’ûlün fiilden önce gelip fiilden sonra da bu mef’ûle raci bir zamirin olması durumuna iştigâl (الاِشْتِغَال) denir.
İştigâl üç öğeden oluşur:
- Meşgûlûn anh (مَشْغُولٌ عَنْهُ): Fiilden önce gelen mef’ûlun bihtir.
- Meşgûl (مَشْغُولٌ): Fiildir.
- Meşgûlûn bih (مَشْغُولٌ بِهِ): Fiilden sonra gelen ve önceki mef’ûlun bihe dönen zamirdir.
الْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا
Fiil cümlesi |
Mefûlun bih Meşgulun bih Mensub muttasıl zamir | Fâil Merfu muttasıl zamir | Fiil Meşgul | Mefûlun bih Meşgulun anh Mensub |
هَا | نَا | مَدَدْنَا | الْأَرْضَ |
O | Biz | Uzattık | Yer |
Yeri, uzattık onu |
Burada meşgulün anh الْأَرْضَ dır. Meşgulün bih de bu arza dönen هَا mensub muttasıl zamiridir.
Eğer iştigâl olan cümle Ankebût’un bu ayetindeki gibi emir cümlesi ise emir fiilinden önce bir فَ gelir. Buna rabıt fa’sı denir.
Emir fiil cümlesi |
Mefûlun bih Meşgulun bih Mensub muttasıl zamir | Fâil Merfu muttasıl zamir | Fiil Meşgul | Rabıt fa'sı | Mefûlun bih Meşgulun anh Mensub munfasıl zamir |
ي | و | اعْبُدُوا | فَ | إِيَّايَ |
Ben | Siz | İbadet edin | | Ben |
Bana, ibadet edin bana |
Meşgulün anh إِيَّايَ mensub munfasıl zamiridir. Meşgulün bih de tekrar bu zamire dönen ي mensub muttasıl zamiridir.
Burada iştigalle sağlanan tahsiste te’kîddir. “Yalnızca bana ibadet edin, yalnızca bana, kesinlikle başkasına değil” şeklinde de tercüme edilebilir.
إِنَّ أَرْضِي وَاسِعَةٌ فَإِيَّايَ فَاعْبُدُونِ: “Kesinlikle yerim geniştir bundan dolayı bana, ibadet edin bana” demektir. Nidanın cevap cümlesidir. Nida edilene söylenendir.
يَاعِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ أَرْضِي وَاسِعَةٌ فَإِيَّايَ فَاعْبُدُونِ: “Ey iman eden kullarım, kesinlikle yerim geniştir bundan dolayı bana, ibadet edin bana” demektir. İlk فَ harfi ta’liliyyedir. Bu nedenle “bundan dolayı” şeklinde tercüme ediyoruz. Allah yerim geniştir bundan dolayı bana, yalnızca bana ibadet edin demektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta arz (الْأَرْضَ) geniştir denmeyip arzım (أَرْضِي) geniştir denmesidir. Zaten arz Allah’ındır. Arz yerleşme ve ikamet için uygun olan yer demektir. Bu yer uzayda bile olabilir. Benim arzım demek, Allah’ın kurallarının uygulama imkânı olan yer demektir. Allah bu imkânı her zaman sağlayacağını söylemiş olmaktadır.
إِنَّ الَّذِينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ قَالُوا فِيمَ كُنْتُمْ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَفِينَ فِي الْأَرْضِ قَالُوا أَلَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللَّهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا فِيهَا فَأُولَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَسَاءَتْ مَصِيرًا
Kesinlikle kendilerine zulmederken meleklerin vefat ettirdiği kimseler, (melekler) “nerede idiniz” dediler. “Biz yerde zayıf görülenler idik” dediler. (Melekler) “içinde hicret edesiniz diye Allah’ın arzı geniş değil miydi?” dediler. Onlar, yuvaları cehennemdir ve ne kötü dönüş yeridir. (Nisa 97)
Bu ayette de aynı durum görülmektedir. Zayıf görülenler (mustazaflar) arzda zayıf görülenlerdik demektedirler. Vefat ettiren melekler ise Allah’ın arzı geniştir diyerek iki arzı farklılaştırmaktadırlar. Allah’ın arzı Allah’ın kurallarının uygulanabileceği, O’nun kurallarının geçerli olduğu yer demektir. Biz zayıfız, gücümüz yetmez deyip mevcut kurallar içinde yaşayan bu kimselere kendilerine zulmeder halde iken denmiştir. Kendine zulmetmek kendini olması gereken konumda değil, başka konumda bulundurmak demektir. Sonu çok tehlikelidir, cehennemdir. Günümüz şartlarında Allah’ın kurallarını geçerli kurallar kılamayız, bunun tek yolu mevcut düzen içinde para kazanıp güçlenmek veya adamları çoğaltıp güçlenerek isyan etmek veya çoğunluğu ele geçirip iktidar olmaya çalışmak demek kendine zulmetmek demektir. Allah’ın arzını dar görmektir. Burada “yerim geniştir” cümlesi inne ile gelmiştir. Te’kîd vardır. Kafalardaki şüphe kesinlikle giderilmektedir. Gidecek yerim yok, başka imkân yok, tek yolu bu diyenlere veya bunu düşünenlere cevaptır. Başka yolu yok, merkezi ele geçirip merkezden dayatacağız demek Allah’ın arzını dar görmektir. Bunun için Kuran’da müthiş bir kıssa anlatılır: Ashab-ı Kehf. Mekânda hicret edecek yerleri olmayan bu gençleri Allah zamanda hicret ettirmiştir. Yeter ki siz Allah’ın kurallarının geçerli kurallar olması için çalışın, yalnızca Allah’a ibadet etmeye çaba gösterin, O size yol açacaktır. Arzı geniştir. O imkânları sağlayacaktır. Aradaki فَ bu nedenle çok önemlidir. Allah’ın arzı geniştir. O her imkânı sağlar. Bu arz uzay, ay, mars bile olabilir. Bundan dolayı yalnızca O’na, yalnızca ve yalnızca O’na ibadet edin, O’nun kuralları için çalışın. Mevcut cari düzen içinde başarılar aramak Allah’tan başkası için çalışmak demektir, Allah’tan başkasına ibadet etmek demektir.
Buradaki en çok dikkat edilmesi gereken Allah’ın yalnızca kendisine ibadet edilmesini iştigal ile üzerine bastıra bastıra söylediği, nida ettiği iman edenlerdir. Kafirler değildir, müşrikler değildir, insanlar değildir. Zaten iman etmişlerdir ama Allah’tan başkasına da ibadet etmekte olanları vardır. Bu nedenle bu emir gelmiştir. İman etmişlerdir. Hem de آمَنُوا mazi fiil geldiği için iman yerleşiktir. Allah’a güvenmektedirler ama başkasına da ibadet etmektedirler. الَّذِينَ ile geldiği için organizedirler. Cemaattirler, partidirler veya başka bir organize topluluklardır. Allah’a iman etmekte, çoğunluk sistemine, kapitalizme, komünizme, başka -izm’lere ibadet etmektedirler. Onlar için çalışmaktadırlar. İktidar olma, gücü ele geçirme, çoğalma, çok malı olma, çok adamı olma derdindedirler. İmanları vardır, ibadetleri yanlış yeredir. Yanlış yerde çalışmaktadırlar. Bu ayet bahanelerini de yok etmektedir. Ne yapalım günümüzde başka seçenek yok, bu sistem içinde iktidar olup merkezden Allah’ın düzenini getireceğiz demelerinin cevabı buradadır: Allah’ın arzı geniştir, böyle yapmayın.
Daha da ilginci burada nida edatı kullanılmıştır. إِنَّ أَرْضِي وَاسِعَةٌ فَإِيَّايَ فَلْيَعْبُدُونِ عِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا (Kesinlikle arzım geniştir, bundan dolayı bana, iman eden kullarım bana ibadet etsinler) şeklinde nida olmadan da gelebilirdi. Nidada nida eden de bellidir, nida edilen de bellidir. Nida eden Allah’tır, nida edilen iman eden kullardır. Günümüzdeki iman eden kullara seslenilmektedir. Geçmişte bunu okuyana da gelecekte de bunu okuyana nida etmektedir. Doğrudan ey iman edenler dememiş, ey iman eden kullarım demiştir. Bu olayı daha da şiddetlendirmektedir. Yani hayatını Allah için çalışmaya adamış iman edenlere söylenilmektedir. Hem de aracısız Allah nida ile doğrudan söylemektedir. Kullarıdır, Allah için çalışmaktadırlar, iman edenlerdir, organize olmuşlardır ama Allah onlara tahsisli te’kîdle bana, yalnızca bana ibadet edin demektedir. Onlardan Allah’tan başkasına ibadet edenler vardır. Ekseriyet demokrasisinde iktidar olma çabası, çok zengin olup Allah’ın düzenini getirme çabası, çoğalma derdi Allah’tan başkasına çalışmaya sebebiyet verir ki bu da Allah’ın yanında başka şeylere de ibadettir. Çok tehlikelidir. Bu ayetle Allah doğrudan, aracısız bir şekilde uyarıyı yapmaktadır.
Yalova, Teşvikiye
10 Eylül 2022
M. Lütfi Hocaoğlu