ANKEBÛT SÛRESİ - 44. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَلَا تُجَادِلُوا أَهْلَ الْكِتَابِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِلَّا الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ وَقُولُوا آمَنَّا بِالَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْنَا وَأُنْزِلَ إِلَيْكُمْ وَإِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ (46)
Kitap ehliyle onlardan zulmedenler dışındakiyle yalnızca daha iyisiyle tartışın ve “bize ve size indirilene iman ettik ve bizim ve sizin ilahımız birdir ve biz O’nun için müslimleriz” deyin. (46)
وَلَا تُجَادِلُوا أَهْلَ الْكِتَابِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِلَّا الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ
Kitap ehliyle onlardan zulmedenler dışındakiyle yalnızca daha iyisiyle tartışın.
Nehiy fiil cümlesi |
Mefûlun bih | Fâil Hâl | Mefûlun bih Müstesna minh | Fâil Sahibul hâl | Fiil | Olumsuzluk edatı |
Müstesna | İstisna edatı | Müstesna | İstisna edatı | Müstesna minh |
الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ | إِلَّا | بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ | إِلَّا | عَلَى كُلِّ حَالٍ | أَهْلَ الْكِتَابِ | و | تُجَادِلُوا | لَا |
Bu ayette iki adet istisna vardır. Birinci istisna mücadele etmeyin emrinin muhatabı olan siz (و) zamirinin mücadele ederkenki hâlinden istisnadır. İkinci istisna ise kendisiyle mücadele edilen kitap ehlinden istisnadır.
وَ: İsti’nafiyye edatıdır.
لَا: “Değil” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
تُجَادِلُوا: “Tartışırsınız” demektir. جدل kökünden ikinci şahıs çoğul meczum muzari fiildir. Başına gelen olumsuzluk edatı ile nehiy fiil haline gelir.
جayak demektir. Gitmek anlamındadır, tek yönlü hareketi ifade eder. د kapıdır. Kapının ileri geri hareketinden dolayı iki yönlü hareketi ifade eder. İkisi bir arada (جد) iki yönlü hareket edilen yol anlamındadır (cadde). ل çobanın sopasıdır. Bağlantı kurmak demektir. جدل iki taraf arasında gidilip gelinen ve bağlantı kurulan yol manasındadır. İletişim kurmayı sağlayan yoldan kinaye tartışma anlamındadır.
لَا تُجَادِلُوا: “Tartışmayın” demektir.
أَهْلَ: “Ehil” demektir. ءهل kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak birisini sorumluluğu ve himayesi altına almak, uyruğu haline getirmek manasındadır. Bu mastar manasından kendisinden sorumlu olunan, himaye altına alınan topluluk manasında أَهْل “ehil” anlamında camid isimden ism-i cemdir (topluluk ismidir).
Ehil ile benzer kelimelerin anlam farkını incelersek:
Kelime | Anlamı |
أَهْل | Birbirinin sorumluluğunda olan topluluk |
أَصْحَاب | Aynı zamanda aynı mekân içinde bir arada olan topluluk |
قَوْم | Aynı hedefe yönelmiş topluluk |
أُمَّةً | Başkanı olan her büyüklükteki topluluk |
مِلَّة | Aynı inanca sahip büyük topluluk |
إِخْوَانِ | Genetik kardeşler / vatandaşlar |
الْكِتَابِ: “Kitap” demektir. كتب kökündendir. كَتْب mastarı özel semboller ve simgeler kullanarak bir kaydetme aracıyla bilgileri kayıt altına almak manasındadır. كِتَاب mastarı yazmak manasındaki فَعْل veznindeki كَتْب mastarının mübalağa vezni olarak فِعَال vezninden gelmiştir ve çok sayıda bilgiyi güvenli bir şekilde kayıt altına almak manasındadır. Bu mastar manasından كِتَاب kayıt altına alınan olarak “kitap” anlamında camid isimdir. Çoğulu كُتُب dür. Elimize aldığımız basılı kitap demek değildir. Onun adı Kuran’da سِفْر dir. O da bir kitaptır ama kitap çok geniş manalıdır. Bilgisayar programı da bir kitaptır, basılı kitap da bir kitaptır, DNA da bir kitaptır. Kodlarla kayıt altına alınmış bilgidir. Bu kod harflerden oluşabileceği gibi, sembollerden oluşabilir veya DNA’daki gibi bazlardan oluşabilir.
Başındaki harf-i tarifin üç anlamı vardır:
- Cins: Kitap cinsi demektir.
- Ahd:
- Ahd-i zikri: Daha önceden sözü geçmiş bir kitap demektir.
- Ahd-i zihni: Daha önceden sözü geçmediği halde muhatabın zihninde oluşan kitaptır.
- İstiğrak: Tüm kitaplar demektir.
أَهْلَ الْكِتَابِ: “Kitap ehli” demektir. Kitabın sorumluluğu altında birleşmiş olan topluluktur. Kitap Allah’ın indirdiği kitaplardan olabileceği gibi yazılmış kanunları, kuralları da ifade eder. Kuran’daki kullanımlarına bakarsak aradaki farkları anlayabiliriz.
وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْكِتَابِ آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَأَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّعِيمِ (65) وَلَوْ أَنَّهُمْ أَقَامُوا التَّوْرَاةَ وَالْإِنْجِيلَ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَأَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ أَرْجُلِهِمْ مِنْهُمْ أُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌ وَكَثِيرٌ مِنْهُمْ سَاءَ مَا يَعْمَلُونَ (66)
Kitap ehlinin iman etme ve ittika etmeleri olsaydı onların kötülüklerini görmezden gelirdik ve onları naîm cennetlerine girdirirdik ve onların Tevrat’ı ve İncil’i ve onlara rablerinden her ne indirildiyse onu doğru uygulamaları olsaydı üstlerinden ve ayaklarının altından yerlerdi. Onlardan ortalama bir ümmet vardır ve onlardan çok kimse ne kötü amel ediyorlar. (Maide 65-66)
Bu ayetlerde kitap ehli üç kısma ayrılmış:
- Tevrat ehli
- İncil ehli
- Rablerinden onlara indirilenin ehli: Tevrat ehli ve İncil ehli dışındakilerdir.
وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
Kitap ehli iman etseydi onlar için hayırlı olurdu. Onlardan müminler vardır ve onların çoğunluğu fasıklardır. (Ali İmran 110)
Kitap ehli iman etmemiştir. Kuralları imanı getirmemekteydi. الَّذِينَ آمَنُوا’dan farklı olarak topluluk olarak mümin değillerdir. Onlardan bireysel olarak mümin olanlar vardır ama çoğunluğu iman etmemiştir.
لَيْسُوا سَوَاءً مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ أُمَّةٌ قَائِمَةٌ يَتْلُونَ آيَاتِ اللَّهِ آنَاءَ اللَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ (113) يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَأُولَئِكَ مِنَ الصَّالِحِينَ (114)
Onlar eşit değildir. Kitap ehlinden kıyam eden, secde ediyor olarak gecenin anlarında Allah’ın ayetlerini tilavet eden, Allah’a ve ahir yevme iman eden ve marufu emreden ve münkeri nehyeden ve hayırlarda yarışan bir ümmet vardır. Onlar salihlerdendir. (Ali İmran 113-114)
Kitap ehli değişik ümmetlerden oluşur. Bunlardan mümin vasıflarını taşıyan ümmet vardır. Ümmet imamı yani önderi olan topluluktur.
وَإِنَّ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْهِمْ خَاشِعِينَ لِلَّهِ لَا يَشْتَرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ ثَمَنًا قَلِيلًا أُولَئِكَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ
Kesinlikle kitap ehlinden Allah’a ve size indirilene ve onlara indirilene Allah’a huşu edenler olarak iman edenler vardır. Allah’ın ayetlerini az bir ücretle satmazlar. Onlar, onlar için rablerinin indinde ecirleri vardır. Kesinlikle Allah hesabı seri olandır. (Ali İmran 199)
Kitap ehlinden yalnızca kendine indirilene değil, bize indirilene de iman edenler vardır.
مَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِكِينَ أَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْكُمْ مِنْ خَيْرٍ مِنْ رَبِّكُمْ
Ne kitap ehlinden ne de müşriklerden küfredenler size rabbinizden herhangi bir hayrın inmesini isterler. (Bakara 105)
Kitap ehlinden küfredenler vardır. Kitap ehli müşrikler değildir.
وَدَّ كَثِيرٌ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّارًا حَسَدًا مِنْ عِنْدِ أَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ
Kitap ehlinden çok kimse hak onlara açık olduktan sonrasında kendilerinin indinden bir haset sebebiyle sizi imanınızdan sonra kafirlere döndürmeyi arzu ederler. (Bakara 109)
Kitap ehlinin çoğunluğu değil onlardan çok kimse iman edenlerin kafir haline gelmesini arzu eder.
قُلْ يَاأَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلَى شَيْءٍ حَتَّى تُقِيمُوا التَّوْرَاةَ وَالْإِنْجِيلَ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِنْهُمْ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
“Ey kitap ehli, Tevrat’ı ve İncil’i ve rabbinizden size indirileni doğru uygulayana kadar bir şey üzerinde değilsiniz” de. Rabbinden sana indirilen onlardan çok kimseyi tuğyan ve küfür olarak artıracaktır. Kâfirler kavmine acıma. (Maide 68)
Kitap ehlini bize indirilene davet etmiyoruz. Çünkü onların küfür ve tuğyanını artırıyor. Onları Tevrat ve İncil’i ve onlara her ne indirildiyse onu doğru uygulamaya davet ediyoruz. Bu ayette de kitap ehli üç kısma ayrılmıştır: Tevrat ehli, İncil ehli ve Tevrat ehli ve İncil ehli dışındakiler.
وَلْيَحْكُمْ أَهْلُ الْإِنْجِيلِ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فِيهِ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
İncil ehli onun içinde Allah’ın indirdiğiyle hükmetsin ve kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse onlar, onlar fasıklardır. (Maide 47)
Bu ayette de İncil ehlinin İncil’in içinde Allah’ın indirdiği ile hükmetmesi istenmektedir. Kuran’la hükmetmesi söylenmemektedir.
Kuran’da “kitap ehli” dışında “kitap verilenler” (الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ) kavramı da vardır. “Kitap verdiklerimiz” (الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ) şeklinde de gelmektedir. Her iki durumda da الَّذِينَ has ism-i mevsulü ile gelmiştir. Bu harf-i tariften (ال) farklıdır. Harf-i tariften sonra gelen kelime marife olur, yani belirli olur. الَّذِينَ den sonra ise sıla cümlesi gelir. Burada iki şey marifedir. Birisi has ism-i mevsule dönen aid zamiri, diğeri de fiilin işleniş şeklidir. Kitap verilenler marifedir, belirlidir. Kitabın verilme şekli de belirlidir. Kitap indirilenler (الَّذِينَ أُنْزِلَ إِلَيْهِمُ الْكِتَابَ) veya kitap indirdiklerimiz (الَّذِينَ أَنْزَلْنَا إِلَيْهِمُ الْكِتَابَ) şeklinde gelmemektedir. أُوتُوا veya آتَيْنَا sadece verme fiilini ifade etmez. Etkileşme de vardır. Kendilerine belirli bir yoldan kitap verilen ve bununla etkileştirilenlerdir.
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِهِ أُولَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمَنْ يَكْفُرْ بِهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Kitap verdiklerimiz onu hakkıyla tilavet ederler. Onlar ona iman ederler ve kim ona küfrederse onlar hasarda olanlardır. (Bakara 121)
Kitap verilenler kitap ehlinden farklı olarak kitaplarına dayanan bir düzen içinde değillerdir.
نَبَذَ فَرِيقٌ مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ كِتَابَ اللَّهِ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ كَأَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Kitap verilenlerden bir fırka Allah’ın kitabını sırtlarının görünmeyen yerine onlar bilmiyorlarmış gibi fırlattı. (Bakara 101)
Kitap ehli içinde ümmetler vardır. Ümmet imamı yani başkanı olan topluluklardır. Kitap verilenler içinde ise fırkalar vardır. Bunlar aynı görüşe sahip olan topluluklardır. Başkanları olan topluluklar değildir. Bu fırkalar değişik görüşleri olan topluluklardır. Bu ayette Allah’ın kitabıyla ilgilenmeyen bir fırkadan bahsedilmektedir.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تُطِيعُوا فَرِيقًا مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كَافِرِينَ
Ey iman edenler, kitap verilenlerden bir fırkaya itaat ederseniz imanınızdan sonra sizi kafirlere döndürürler. (Ali İmran 100)
Bu ayette de iman edenleri kafirler haline dönüştürmeyi irade eden bir fırkadan söz edilmektedir. Burada da ümmet değil, fırka söz konusudur.
وَقُلْ لِلَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْا وَإِنْ تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ
Kitap verilenlere ve ümmilere “islam oldunuz mu?” de. Eğer islam olurlarsa yolu bulmuşlardır ve eğer dönerlerse senin üzerinde yalnızca ulaştırmak vardır. (Ali İmran 20)
Bu ayette kitap verilmeyenlere ümmiler denmektedir. Hem kitap verilenler hem de ümmiler islam olunmaya çağrılmaktadırlar.
قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاءِ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ (144) وَلَئِنْ أَتَيْتَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ بِكُلِّ آيَةٍ مَا تَبِعُوا قِبْلَتَكَ وَمَا أَنْتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْ وَمَا بَعْضُهُمْ بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ إِنَّكَ إِذًا لَمِنَ الظَّالِمِينَ (145) الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءَهُمْ وَإِنَّ فَرِيقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ (146)
Yüzünü göğün içinde döndürdüğünü görüyoruz. Öyleyse seni razı olduğun kıbleye çevireceğiz. Öyleyse yönünü Mescidi-l Haram’ın şatrına çevir ve her nerede olursanız yönlerinizi onun şatrına çevirin. Kitap verilenler kesinlikle onun hak olduğunu biliyorlar ve Allah yaptıklarından gafil değildir. Eğer kitap verilenlere bütün ayetleri getirirsen senin kıblene tabi olmazlar ve sen de onların kıblesine tabi olan değilsin ve onların bazısı bazısının kıblesine tabi olan değildir ve eğer sana ilimden gelmesinden sonra onların hevalarına tabi olursan kesinlikle sen o zaman zalimlerdensin. Kitap verdiklerimiz onu oğullarını tanır gibi tanırlar ve onlardan bir fırka bile bile hakkı söylemezler. (Bakara 144-146)
Kitap verilenler aslında Mescidi-l Haram’ın dönülmesi gereken kıble olduğunu bilmektedirler ama tabi olmamaktadırlar. Kıbleye tabi olmak demek aynı hedefe yönelmek demektir.
الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ
Bugün size tayyibat helal edildi. Kitap verilenlerin yemeği sizin için helaldir ve sizin yemeğiniz onlar için helaldir. Mümin kadınlardan muhsan kadınlar ve sizden önce kitap verilenlerden muhsan kadınlar… (Maide 5)
Kitap verilenlerin yemeği helal, bizim de yemeğimiz onlara helaldir. Kitap verilenlerin kadınları helaldir. Onlara kız vermek burada ifade edilmemektedir. Kıyas yaparsak helal olması lazım. Mefhum-u muhalefetle düşünürsek helal olmaması lazımdır. Bu iki durum aynı anda meydana geliyorsa duruma göre hareket etmek gerekmektedir.
Kitap ehli, kitap verilenlerin alt kümesidir. Kitap verilenler fırkalardan oluşur, kitap ehli ise ümmetlerden oluşur. Kitap verilenler siyasi topluluklar değildir, fikirsel topluluklardır. Kitap ehli siyasi topluluklardır. Ümmiler ise kitap verilmemişlerdir. Kuran indiği sırada Arap topluluklarının durumu budur.
إِلَّا: İstisna edatıdır.
بِ: “İle” demektir. Harf-i cerdir.
الَّتِي: Has ism-i mevsuldür. Dişil tekildir.
هِيَ: “O” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. Dişil tekildir.
أَحْسَنُ: “Daha iyi” demektir. İsm-i tafdildir. İsm-i tafdiller مِنْ harf-i ceri ile gelirlerse “daha” anlamındadır. İsim tamlamasında muzaf olarak gelirlerse “en” anlamındadır. Burada isim tamlamasında gelmemiştir. مِنْ harf-i ceri de gelmemiştir. İki durum da takdir edilebilir.
هِيَ أَحْسَنُ: “O daha iyidir” demektir.
الَّتِي هِيَ أَحْسَنُ: “Daha iyi olan” demektir. Kuran’da bu şekilde yedi defa geçmektedir. Hepsinde müennes (dişil) tekil has ism-i mevsulle (الَّتِي) gelmektedir.
بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ: “Daha iyi olanla” demektir.
إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ: “Yalnızca daha iyi olanla” demektir. Fâilin hâlinden istisna edilmiştir.
إِلَّا: İstisna edatıdır.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Eril çoğul has ism-i mevsuldür.
ظَلَمُوا: “Zulmettiler” demektir. Üçüncü şahıs, çoğul, mazi fiildir. “Eziyet ettiler” anlamında değildir, Türkçede eziyet anlamında yanlış olarak kullanılmaktadır.
الظُّلْمُ: وَضْع الشيء في غير موضِعه
Zulüm: Bir şeyi kendi yerinin dışında bir yere koymak. (Lisanu-l A’râb)
ظلم kökünden iki bâbda fiiller gelir. İkinci bâbdan (ظَلَمَ - يَظْلِمُ) zulüm anlamında gelirken dördüncü bâbdan (ظَلِمَ - يَظْلَمُ) ظُلْمَة “karanlık” demektir.
Zulüm birisini, bir şeyi veya kendisini olması gereken gerçek konumda değil başka konumda bulundurmaktır. Bu nedenle birisine haksızlık etmek, birisine hakkını vermemek, suçsuz birisini suçlu konumuna sokmak, Allah’ın yerine Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyan şerikler edinmek zulümdür.
الَّذِينَ ظَلَمُوا: “Zulmedenler” demektir.
مِنْ: “-den” demektir.
هُمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Kitap ehline (أَهْلَ الْكِتَابِ) racidir.
مِنْهُمْ: “Onlardan” demektir. “Kitap ehlinden” demektir.
الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ: “Onlardan zulmedenler” demektir.
إِلَّا الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ: “Onlardan zulmedenler dışında” demektir.
لَا تُجَادِلُوا أَهْلَ الْكِتَابِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِلَّا الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ: “Kitap ehliyle onlardan zulmedenler dışındakiyle yalnızca daha iyisiyle tartışın” demektir. Bundan sonrasında onlara en iyi şekilde tartışmak için ne söylememiz gerektiği gelmektedir. Ancak zulmedenler bunun dışındadır. Onlarla en iyi şekilde tartışmamak gerekmektedir. الَّذِينَ ظَلَمُوا şeklinde geldiği için organize bir topluluktur. الظَّالِمُونَ den farklıdır. الظَّالِمُونَ de zulmedenler belirlidir, zulmün şekli belirli değildir. Zulmeden olma onun sıfatıdır. الَّذِينَ ظَلَمُوا şeklinde geldiği zaman zulmeden kimse de belirlidir, zulmün şekli de belirlidir. Zulümde organize olmuşlardır. Zulüm sistematik bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Bu şekilde zulümde organize olanlarla en iyi şekilde tartışmamak gerekiyor.
وَقُولُوا
Ve deyin.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَا تُجَادِلُوا أَهْلَ الْكِتَابِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِلَّا الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ cümlesine قُولُوا آمَنَّا بِالَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْنَا وَأُنْزِلَ إِلَيْكُمْ وَإِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ cümlesini atfetmektedir.
قُولُوا: “Deyin” demektir. Kavl fiilinin mef’ûlü cümle veya cümlelerdir. Buna kavlin me’kulu denir. Bu ayette kavlin me’kulu birbirine atfedilmiş üç cümledir.
- آمَنَّا بِالَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْنَا وَأُنْزِلَ إِلَيْكُمْ
- إِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ وَاحِدٌ
- نَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
آمَنَّا بِالَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْنَا وَأُنْزِلَ إِلَيْكُمْ
Bize ve size indirilene iman ettik.
آمَنَّا: “İman ettik, güvendik” demektir. Birinci şahıs çoğul mazi fiildir.
بِ: “-e” demektir. Harf-i cerdir. İman fiilinden sonra bu harf-i cer gelir ve bu harf-i cerden sonrasında gelen kelime kendisine güvenilendir.
الَّذِي: “Kimse” demektir. Tekil eril has ism-i mevsuldür.
أُنْزِلَ: “İndirildi” demektir. Üçüncü şahıs tekil mazi meçhul fiildir. Bir şeye etki edip onu hareketli kılıp yönlendirmek sonra birisi veya bir yerle birleştirmek manasındadır. Yüksek bir yerden daha alçak bir yere inme şeklinde fiziksel bir iniş olabileceği gibi soyut olarak yüksek bir kimseden daha düşük seviyedeki bir kimseye iniş de olabilir. Kime indirildiyse عَلَى ve إِلَى harf-i cerlerinden sonra o gelir. مِنْ harf-i cerinden sonra gelen indirilmeye başlanılan yeri, şeyi, kimseyi gösterir.
إِلَى: “-e” demektir. Harf-i cerdir.
نَا: “Biz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
إِلَيْنَا: “Bize” demektir.
أُنْزِلَ إِلَيْنَا: “Bize indirildi” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. أُنْزِلَ إِلَيْنَا cümlesine أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ cümlesini atfetmektedir.
أُنْزِلَ: “İndirildi” demektir.
إِلَى: “-e” demektir. Harf-i cerdir.
كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
إِلَيْكُمْ: “Size” demektir.
أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ: “Size indirildi” demektir.
أُنْزِلَ إِلَيْنَا وَأُنْزِلَ إِلَيْكُمْ: “Bize indirildi ve size indirildi” demektir.
الَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْنَا وَأُنْزِلَ إِلَيْكُمْ: “Bize ve size indirilen” demektir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Ortak has ism-i mevsul içinde iki cümle geçmiştir. Bu durum anlamı çok ciddi bir şekilde etkilemektedir. Gelebileceği şekiller aşağıdaki gibidir:
الَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْنَا وَالَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ | Bize ve size indirileni ayrı ayrı ifade etmektedir. |
الَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْنَا وَأُنْزِلَ إِلَيْكُمْ | Bize ve size indirilenin ortak noktalarını ifade etmektedir. |
الَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْنَا وَإِلَيْكُمْ | Bize ve size indirilen aynıdır. |
آمَنَّا بِالَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْنَا وَأُنْزِلَ إِلَيْكُمْ: “Bize ve size indirilene iman ettik” demektir. Kitap ehline ve bize indirilenin ortak noktalarından bahsetmeliyiz. Onlara bunu söylemeliyiz.
وَإِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ وَاحِدٌ
Ve bizim ve sizin ilahımız birdir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. آمَنَّا بِالَّذِي أُنْزِلَ إِلَيْنَا وَأُنْزِلَ إِلَيْكُمْ cümlesine إِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ وَاحِدٌ cümlesini atfetmektedir.
إِلَهُ: “İlah” demektir. ءله kökünden gelmiştir. İkinci babdan إِلَاهَةٌ mastarı birisinin yönetimine girmek, ondan yardım ve destek almak ve ona dayanmak için onun koruması altına girmek manasındadır. Bu mastar manasından koruması ve yönetimi altına girilen manasında إِلَهٌ “ilah” anlamında isimdir. İkili إِلَهَيْنِ (mensub-mecrur) ve إِلَهَانِ (merfu) dir. Çoğulu آلِهَةٌdur.
Kelimenin aslı إِلَاهٌ dur. Çok kullanıldığı için yazılışta elif düşmüştür.
Ancak okunurken elif varmış gibi okunur.
اللَّه kelimesi الْإِلَهkelimesinden dönüşmedir. Başlangıçtaki إِلَه kelimesindeki hemze ل’a dönüşmüştür. Allah lafzında bu ل üç ل ardarda olduğu için okunmaz ama yazılışta şeddelenerek gösterilir. Buna ilaveten اللَّه lafzının ilk harfi hemze-i vasldır. Çünkü kendisinden önce harekeli bir kelime gelince okunmaz hatta لِلَّهِ gibi durumlarda yazılıştan da düşer. Bunun hemze-i vasl olması Allah lafzının başının harf-i tariften geldiğini ve الْإِلَه kelimesinden türediğini desteklemektedir.
نَا: “Biz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
إِلَهُنَا: “İlahımız” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. إِلَهُنَا isim tamlamasına إِلَهُكُمْ isim tamlamasını atfetmektedir.
إِلَهُ: “İlah” demektir.
كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
إِلَهُكُمْ: “İlahınız” demektir.
إِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ: “Bizim ve sizin ilahımız” demektir.
وَاحِدٌ: “Bir” demektir. Sayıdır.
إِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ وَاحِدٌ: “Bizim ve sizin ilahımız birdir” demektir. Aslında düz olarak Türkçeye çevirdiğimiz zaman “ilahımız ve ilahınız” şeklinde çevrilmektedir. Burada şu soru sorulabilir: Sonunda “birdir” dediği halde niçin ilah kelimesi tekrar edildi? Bunun sebebi Arapça grameriyle ilgilidir. İki ayrı ilahı ifade etmemektedir. Arapçada isim tamlamasında muzafun ileyhe atfedilen zamir olunca atıfta muzaf tekrar edilir. Bunun sebebi mecrur muttasıl zamirlerin tek başına kullanılmamasıdır. إِلَهُنَا وَكُمْ denmez.
إِلَهُ(نَا وَكُمْ) = إِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ
Matematikteki çarpmanın toplama üzerine dağılma özelliği gibi muzaf tekrarlanır. Bu nedenle anlam “bizim ve sizin ilahınız” şeklindedir.
وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Ve biz O’nun için müslimleriz.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. إِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ وَاحِدٌ cümlesine نَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ cümlesini atfetmektedir.
نَحْنُ: “Biz” demektir. Merfu munfasıl zamirdir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
هُ: “O” demektir. إِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ e racidir.
لَهُ: “O’nun için” demektir.
مُسْلِمُونَ: “Müslimler” demektir. Dördüncü babdan سَلْمٌ mastarı (سَلِمَ - يَسْلَمُ) bir kimsenin, bir şeyin parçalarının, bileşenlerinin bulunduğu yerin ve çevresinin değişmesine rağmen bulunduğu hal üzerinde bozulmadan kalması manasındadır. İf’âl bâbında (أَسْلَمَ – يُسْلِمُ) sayruret etkisi ile gelir. Selim hale girip o halde kalmak anlamındadır. Kim için selim hale gelinmişse o لِ harf-i ceri ile gelir. Müslimler barış içinde olanlar demektir. Elinden dilinden kimsenin zarar görmediği kimse demektir.
لَهُ مُسْلِمُونَ: “O’nun için müslimler” demektir. “Allah için barışçılar” demektir.
نَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ: “Biz O’nun için müslimleriz” demektir. Buradaki نَحْنُ (biz) kitap ehlini kapsamakta mıdır? Kapsamamaktadır. Türkçede biz + siz = biz şeklindeyken Kuran Arapçasında biz + siz = siz şeklindedir. نَحْنُ yerine أَنْتُمْ gelseydi kitap ehli de müslimlere dahil olurdu. Buradan mefhumu muhalefetle kitap ehlinin müslimler olmadığı sonucu çıkmaz. Sadece biz onlara müslimler olduğumuzu söylüyoruz. Bütün müslimler mümin değildir ama bütün müminler müslimdir. Bu nedenle asgari olarak müslimler olduğumuzu söylüyoruz. Kitap ehli içinde de müslimler ve müminler vardır. Kâfirler vardır. Bu ifadeyle onları da asgari olarak müslim olmaya davet etmiş oluyoruz. Biz sizinle savaşmak istemiyoruz, sizinle barış içinde olmak istiyoruz demektir. Bu da Allah içindir. Ortak ilahımız olan Allah öyle istediği için barışçıyız diyoruz.
Kitap ehli ile aramızdaki anlaşmalarda bize ve onlara indirilenin ortak noktaları üzerinden hareket etmeliyiz. İlahımız aynı ilahtır, özel ismiyle Allah’tır. Asgari müslim seviyesinde olmayı onlara önermeliyiz. Onlardan zulümde organize olanlara ise bunları söylemiyoruz. Peki bu durumda zulmedenlerle iletişim kurmayacak mıyız?
وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ
Ateşin size temas edecek olması nedeniyle zulmedenlere meyletmeyin. (Hud 113)
Kitap ehlinden olsun olmasın zulmedenlere meyletmek Kuran’da yasaklanmıştır. Haksızlık yapanlar, Allah’a şerikler kılıp Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koyanlar, suçsuz insanları suçlu konumuna koyanlar ve bunları organize bir şekilde yapanlara meyletmemek gerekir. Bunlar ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, siyasi güçleri ne kadar fazla olursa olsun onlara meyletmek ateşe atlamak demektir. Kuran’da pek çok yerde kıyamet yevminde en şiddetli azabı bu zulmedenlerin çekeceği anlatılmaktadır. Kitap ehlinden de zulmedenlere meyletmeyeceğiz.
بَلِ اتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَهْوَاءَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍ
Zulmedenler ilimsizce hevalarına uydular. (Rum 29)
Bütün zulmedenler gibi kitap ehlinden zulmedenler de hevalarına uymaktadırlar. Allah’ın kurallarına aykırı kuralları koyarak şirk içine düşmüşlerdir. Günümüz Avrupa Birliğinin durumu budur. Zulmetmektedirler. İnsanlarımız onları bizden daha iyi görmektedirler. Orada daha rahat ve huzurlu yaşam aramaktadırlar. Türkiye’ye gelen göçmenler bile Avrupa Birliği ülkelerine gitmek hayaliyle yanıp tutuşmaktadırlar. Oysa onlar hevalarının esiridirler. Allah’ı yok saymakta ve Allah’a rağmen kurallar koymaktadırlar. Eşcinselliği hak olarak görmekte ve hatta teşvik etmektedirler. Onlarla en iyi şekilde tartışmayacağız. Peki onlarla iletişimimiz nasıl olacak?
وَهَذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَانًا عَرَبِيًّا لِيُنْذِرَ الَّذِينَ ظَلَمُوا وَبُشْرَى لِلْمُحْسِنِينَ
Bu, Arapça bir lisanla tasdik eden, zulmedenleri uyarması için bir kitaptır ve ihsan edenler için bir müjdedir. (Ahkaf 12)
Zulmedenleri uyaracağız. Kitap ehlinden zulmedenlerle en iyi şekilde konuşmayacağız. Onları uyaracağız. Kuran’la uyaracağız. Eğer yaptıklarına devam ederlerse cehennem ateşine girecekleriyle uyaracağız. F35 anlaşması yapıyoruz, zulmederek bizi ortaklıktan çıkarıyorlar, paramızı bile vermiyorlar. Zulümde organize olmuşlardır. Onları bu ayete göre Kuran’la uyaracağız, insan hakları, demokrasi gibi sadece sözde olan ifadelerle uyarmayacağız. Zulümde organize olmaya devam ederlerse başlarına gelecekleri Kuran’da anlatıldığı şekilde sert bir şekilde onlara anlatacağız. Bunu kim yapacak? Bunu bireysel olarak yapmayacağız. Kitap ehli siyasi topluluk olduğu için başkanlar tarafından yapılması gerekir. Tabi bunun için başkanlarımızın önce Kuran ile ilgilenmesi ve uyarılarını Kuran ile yapması gerekmektedir.
Kuran’da الَّذِينَ ظَلَمُوا 24 kere geçmektedir. Bu çoğul geçiştir. الَّذِي ظَلَمَ şeklinde tekil olarak gelmemektedir. Aslında bu, الَّذِينَ ظَلَمُوا topluluğunun tek bir üyesini ifade eder. Organize zulüm topluluk içinde gerçekleşir. Haksızlıklar, suçluları suçsuz, suçsuzları suçlu konumuna sokmak organize topluluk şeklinde gerçekleşir. Allah’ın kurallarına aykırı kurallar koymak da şirk olarak zulümdür ve bunun için topluluk organizasyonu gereklidir.
احْشُرُوا الَّذِينَ ظَلَمُوا وَأَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَ (22) مِنْ دُونِ اللَّهِ فَاهْدُوهُمْ إِلَى صِرَاطِ الْجَحِيمِ (23)
Zulmedenleri ve eşlerini ve Allah’ın dunundan ibadet ettiklerini toplayın da cehim yoluna doğru onlara rehberlik edin. (Saffat 22-23)
Zulümde organize olanlarla evli kalmak bile ateşe gitmenin sebebidir. Burada sadece أَزْوَاجَهُمْ (onların eşleri) ifadesine mecazi mana verilirse evli kalınabilir. Hakiki mana vermeye mâni bir sebep olmadıkça da mecazi manaya gidilmez. Allah’ın en ağır cezalar vereceği zulümde organize olanlardan uzak olmak gerekmektedir.
Kitap ehlinden zulmedenler zaten kendilerine indirilenle ilgilenmemektedirler. İlahlarıyla bile ilgilenmemektedirler. Sadece hevaları ile kurallar koymaktadırlar ve kendilerini üstün görmekte, bu üstünlüklerinin asla sona ermeyeceğini düşünmektedirler. Kuran’da Nuh kavmi için Allah aynı ifadeyi kullanmaktadır. Onların hepsini helak etmiştir. Kitap ehlinden de zulmedenleri Allah darmadağın edecektir. Refahlarının sonsuza kadar süreceğini zannederek yaşamaktadırlar ve bizim içimizden de onlara özenen sayısız insan vardır. İleride acınacak hale geleceklerdir. Bize düşen bu zulmedenleri uyarmak, başlarına gelecekleri Kuran’dan haber vermektir.
Yalova, Teşvikiye
16 Temmuz 2022
M. Lütfi Hocaoğlu